Powered By Blogger

6 Ocak 2018 Cumartesi

KADER BÖYLE İSTEDİ (1968)



Yönetmen: Lütfi Ö. Akad
Senaryo: Safa Önal,
Kamera: Mikeal Rafelyan,
Müzik: Metin Bükey
Yapım: Şeref Film/Şeref Gür

Oyuncular: İzzet Günay, Nilüfer Koçyiğit, Önder Somer, Aliye Rona, Turgut Boralı, Şaziye Moral, Cahit Irgat, Hakkı Haktan, Muammer Gözalan, Orhan Çoban, Talia Saltı, Silvana Panpani

KONU: Film bir yasak aşkı anlatmaktadır. İzmir'in zengin ve köklü ailelerinden birinin kızı olan Nilüfer, (Nilüfer Koçyiğit) Liseyi bitirdikten sonra yüksek tahsil için İstanbul'daki akrabalarının yanına gider. Uçaktan indiği Yeşilköy'de rastlantı sonucu bir taksi şoförüyle (İzzet Günay) tanışır. Ve onun arabasıyla halasının evine gider. İkinci bir rastlantıyla iki genç tekrar karşılaşırlar ve aralarında bir yakınlık başlar. Küçük bir evde annesiyle namuslu bir hayat süren şoför Ahmet için Nilüfer, ve vazgeçilmesi imkansız bir kişi olmuştur. Nilüfer'de çevresinde kalıplaşmış aile bağlarının dışında paradan, ticaretten başka şeylerden söz edilmeyen aile çevresinden farklı olarak, ilk kez kendisine gerçek bir yakınlık duyan temiz bir erkeğe bağlanır. Ne var ki Nilüfer için başka planlar yapılmıştır evde. Nilüfer'in annesi, böyle bir ilişkiyi kabul edemeyecektir. Kızı yine eşraftan ve Nilüfer'in babasının iş münasebetleri olan birinin oğluyla (Önder Somer) nişanlarlar. Ama Nilüfer'in duyguları ön plandadır. Bir yolunu bulur ve evden kaçarak Ahmet' e gider. Nilüfer'in ailesi ve nişanlısı bunu kabul edemeyecek ve hikayenin trajik olan sonunu hazırlayacaktır...
Lütfi Akad'ın kitabında "sevdiğim filmlerden biridir" diye söz ettiği Kader Böyle İstedifilmi üstüne Atilla Dorsay'ın Yeni Sinema'nın Ocak '1969 tarihli sayısında bir yazısı yayımlanır. Dorsay, yazısına, "Kader Böyle İstedi ustalık dönemini yaşamakta olan Lütfi Akad sinemasının, Türk sinemasını bugün için yöneten piyasa koşullarıyla sarmaş dolaş olduğu bir filmdir. Bu açıdan incelemeyi ilginç ve yararlı gördüm," diye ba§lar. Burada dikkati çeken nokta, günümüz sinemasını değerlendirmede de katkısı olacak, dönemin eleştiri kriterlerinin politik ekonomik ve toplumsal boyutlardan bağımsız düşünülmediğini göstermesi açısından önemlidir. Tüm bunları sinema estetiğiyle de ilişkilendiren Dorsay şöyle devam eder: "Kader Böyle istedi türünde bir öykü, Türk toplumu için geçerliliğini ve etkisini koruyacaktır denilebilir. Ne var ki, bizim bugünkü Türk sinemasından beklediğimiz bu değildir. Türk toplumunun içinde yaşadığı haksız ve bozuk ekonomik düzenin düzensizliği duyurulmadan, sınıf bilinci aşılanmadan, bu topluma böyle bir bilince erişmede yardımcı olacak bilinçlendirici, hiç olmazsa dolaylı yoldan eğitici, yüceltici, olgunlaştıncı bir sinema yapmak yoluna gidilmeden, 10 yıllar, 20 yıllar, 100 yıllar boyunca Kader Böyle İstedi türünde filmler yapılsa ne olacaktır. (Ayla Kanbur)

* "Kader Böyle İstedi". görüldüğü gibi Türk sinemasındaki en klasik hikaye şemalarından biri, farklı toplumsal sınıflara mensup iki insanın "imkansız aşk'ları üzerine kuruludur. Ancak geleneksel bazı kuruluş ve kavramları titizlikle korumuş ülkelerde (Örneğin kraliyet müessesesini bir biçim olarak da olsa koruyan İngiltere'de) soylu sınıftan birinin halkla olan ilişkilerinin zaman zaman bazı filmlere konu oluşturduğu hatırlanabilir. (Wyler'in "Roma Tatili" gibi)...
Türkiye'de ise durum elbette değişiktir. Türkiye'de bugün gerçek bir orta sınıf bir burjuva sınıfı var mıdır, tartışılmaktadır. Ama Türkiye'de bugün çok haksız; bir gelir dağılımı sonucu ekonomik durumlarının bıçak gibi keskin çizgilerle ayırdığı ekonomik anlamda "sınıflar" olduğu kuşkusuzdur. Bu sınıflar arasındaki gelir ve insanca yaşama uçurumlarının köklü ve tutarlı reform ve değişikliklerle doldurulabileceği güne dek, "Kader Böyle İstedi",türünde bir Öykü Türk toplumu için geçerliliğini ve etkisini koruyacaktır, denebilir.
Ne var ki. bizim bu günkü Türk sinemasından beklediğimiz, bu değildir. Türk toplumuna içinde yaşadığı haksız ve bozuk ekonomik düzenin düzensizliği duyurulmadan, sınıf bilinci aşılanmadan, bu topluma böyle bir bilince erişmede yardımcı olacak bilinçlendirici, hiç olmazsa dolaylı yoldan eğitici, yüceltici, olgunlaştırıcı bir sinema yapmak yoluna gidilmeden, 10 yıllar, 20 yıllar, 100 yıllar boyunca "Kader Böyle İstedi", tarzında filmler yapılsa ne olacakır?... Bunu sormak gerekmez mi? Ve burada, bu sonun "sınıfların aşılmazlığının bir simgesi olarak seyirciyi isyan ettirdiği, dolayısıyla bilinçlendirdiği ileri sürülebilir. Ancak bu yanlış bir savdır. Çünkü filmin sonunda —her zaman olduğu gibi — birleşmeye engel olan bir "kötü kişi'dir Nilüfer'in nişanlısı. Seyirci de o olmasaydı birleşmenin olabileceği duygusu uyandırır. Her şeyi bozan bir "kötü talih", bir "kötü rastlantı”dır, aksini düşündürecek hiçbir şey yoktur filmde. Fakir-zengjn arasındaki "umutsuz aşk" zaten son yıllardaki Türk filmlerinin ana kanaviçesidir ve ilişkinin mutlu hir biçimde sonuçlandığı filmler komediler, mutsuz bitenler ise dramlardır.

"Kader Böyle istedi"nin hikaye şemasının Türk Sinemasında çok genel olan bu Kuruluşundan sonra, yine Türk filmcilerinin hikayelerinde çok genel olan bir psikolojik eksikliğe değinmek islerim. Türk sinemasında senaryocu veya senaryocu -yönetmen, hikayesinin ana çizgisini ve örgüsünü kurdu mu işi bitmiştir sanki... Halbuki ana olayın çevresinde yer alan bir sürü küçük olaycık vardır gerçek yaşamda.
Gerçek" duygusunu veren ve kişilerin gerçeğe yakın, inandırıcı birer yüz almalarını sağlayan bu yan olaycıklardır çokluk... Türk filmlerinde genellikle böyle bir yayılma ve derinleştirmeğe gidilmez: Bu yüzden, hikayedeki yan kişiler (hatta bazen baş kişiler) ve bunlar arasındaki ilişkiler inandırıcı olmaz, "Kader Böy!e İstedi" de Nilülfer'le babası, halası, eniştesi, nişanlısı Ahmet'le annesi arasındaki ilişkiler Nilüfer durumundaki bir genç kızla babası, vs.. Ahmet durumundaki bir şoförle annesi arasındaki gerçek ilişkiler değildir. Filmdeki ilişkiler, yalnızca senaryocu tarafından anlatılmak istediği hikayenin gelişmesine en kestirme yoldan yararlı olacak biçimde pragmatik (faydacı) bir yaklaşımla ele alınmış ilişkilerdir. İnsanlar arasındaki ilişkiler böylesine basit, basma kalıp olmaz olmamıştı. Gerçek bir psikolojik fon'u ihmal ederek, kahramanlarının, anlatmak istediği şeyin kestirme , en etkileyici yoldan vermek amacına göre düzenleyen anlatımlar, destanlarda vc eski Yunan trajedilerinde görülür. Destansal bir anlatıma gidildiğinde bu bağışlanır hatta tercih edilir…. "Bizim gerçekçi sinemamız başka ülkelerinkine benzemez. Biz Tük gerçekçiliği yapıyoruz" tarzındaki bir sav için, şunu söyleyeyim ki, her ne kadar bir Türk gerçeği, bir İtalyan ve Fransız gerçeğinden farklı ise de, "gerçekçilik'in yolları o denli farklı değildir, Hikayenin ve senaryonun kuruluşunda bizce aksak olan yukarıdaki noktalar, Akad'ın bilinen gerçekçi tutumunu da belli bir ölçüde aksatmaktadır. En başta filmin yan karakterleri fazlasıyla şematik kalmaktadır. Ne var ki, sorun bununla kalmamakta, filmin müziğini yapan Metin Bükey'in aranje ettiği müzik, filmi baştan sona dek "işgal' etmektedir. Müzik sinemada çok tehlikeli bir silahtır, kolaylıkla geriye teper. Özgün olduğu zaman bile çok kullanıldığı zaman sinemaya zararı dokunur, (Kızılırmak-Karakoyun'da da böyleydi). "Kader Böyle İstedi'de devamlı sürdürülen fon müziği bir yerden sonra yorucu, bıktırıcı olmakla sinema olarak gayet başarılı olan bazı bölümlerin değerini (örneğin ormandaki baş başa kalma bölümü) zedelemektedir. Bizde yönetmenlerin film çekiminin bitmesinden sonra filmin teknik işlemleriyle ne denli uğraşabildikleri bilindiğinden. verilecek yargı da değişik olmalıdır... Olmalıdır ama, Akad gibi kendini kabul ettirmiş ve çok fazla film yapmayan bir yönetmenin çekim sonrası işlemleri, özellikle ses ve müziklendirme konularıyla daha çok uğraşması imkanı herhalde yaratılabilir, yaratılmalıdır.

Buna karşılık, sesin başarılı kullanıldığı bir bölüm, Nilüfer'in nişanı bölümüdür.. Bizim filmlerimizin genellikle aksayan sahneleri, böyle kalabalık sahnelerdir. Yeterli ve uygun figürasyon yoktur, atmosfer yaratılamaz, konuşmalar da en basmakalıp cinstendir. Akad ise bu sahneyi "konuşmasız" vermek suretiyle gerçek bir başarıya ulaşmıştır. "Kader Böyle İsiedi", her şeyden önce bir aşk filmidir kuşkusuz.
Akad, bunu elbette ön plana almış ve seyirciyi duygulandıran bir film yapmaya yönelmiştir. Ancak aşk filmleri de belirli bir toplumsal çerçeveye oturmak zorundadırlar. (Zaman. mekan ve çevreden soyutlanış aşk filmi, Türk sinemasında, bizim bildiğimiz bir kez denenmiştir. o da Atıf Yılmaz'ın "Kalbe Vuran Düşman"ıdır) Akad, filmin toplumsal fonunun gerçekçi bir "teşhir"inde ise ancak yer yer başarılı olabilmektedir. Şoför Ahmet'in çalışarak borcunu ödediği arabasıyla kurduğu tipik ekonomik düzeni Nilüfer'in nişanlısının "ben Ramazanoğlu İstanbul'a kız almaya gitti de, eli boş döndü dedirtmem" sözüyle somutlaşan, Anadolu'daki "eşraf arasındaki kız alıp vermelerde hakim olan düşünce ve namus anlayışı gibi durumlar, doğrulukla ortaya konmuş bir aşk filmidir. Bu yüzden önemli olan toplumsal çevre ve koşullardan çok, insanlar arasındaki psikolojik ilişkilerdir. Onların da hangi nedenlerle belli bir ölçüde aksadığına değinmiştik.

"Kader Böyle İstedi", sonuç olarak temiz bir sinema diliyle anlatılmış orta halli bir aşk filmidir. Akad'ın sinema ustalığını genellikle birlikte, piyasa koşullarının ve Türk sinemasındaki genel ve aksaklıkların da aynı ölçüde kendini sezdirdiği bir film ve Akad'ın "Hudutların Kanunu-Ana-Kızılırmak-Vesikalı Yarim" dörtlüsüyle meslek yaşamının ustalık dönemine eriştiği bir devirde, filmografisine hemen hiçbir şey eklemeyecek bir film. ”Atilla Dorsay, “Sinemamızın Umut Yılları”

KADER AYIRSA BİLE (1968)



Yönetmen Semih Evin,
Görüntü Yönetmeni Suat Kapkı,Orhan Kapkı
Yapım: Yılmaz Gündüz

Oyuncular: Sema Özcan (Ayşe), Ekrem Bora (Murat), Cenk Er, Mine Sun, Diclehan Baban, Aynur Aydan, Sedef Ecer (Ayşe), Renan Fosforoğlu, Leman Akçatepe, Muammer Gözalan, Zeki Sezer

Konu: Annesi ölünce yeniden evlenen baba, oğluna sahip çıkamaz ve analığı tarafından evden atılır. Hayır sever bir vatandaş olan Kâmil Murat’ı alır ve yatılı okula verir. Yıllar geçer Murat büyür ve evlenir. Bu arada Kemal’in oğlu, Murat’ın kız kardeşi Ayşe’ye tecavüz eder, Ayşe de adamı öldürür,

KADER (1968)



Yönetmen: Süreyya Duru
Senaryo: Bülent Oran
 (Remzi Contürk’ün eserinden)
Kamera: Orhan Kapkı
Yapım: Duru Film/Naci Duru

Rejisör Asistanı: Bekir Demirkan, Ar Direktör: Halil Yalçın, Prodüksiyon Amiri: Burhan Yeşildam, Ses Mühendisleri: Vural Tekeli, Çetin İzbul, Laboratuar Şefi: Semih Pekgöz, Müzik: İsmet Nedim, Senkron-Montaj: Adrin Muradyan, Negatif Montaj-Laboratuar: Nazım Koca İmam, İbrahim Güzel, İsmail Güzel, Şükrü Güzel, (Ses Film Stüdyosunda hazırlanmıştır)

Oyuncular: Filiz Akın, Cüneyt Arkın, Burçin Oraloğlu, Yıldırım Gencer, Cahit Irgat, Talat Gözbak, Bilal İnci, Leman Öztürk (Ayşe Kadın), Sevgi Can (Ayça), Müjdat Gezen, Reşit Çıldam (Davut), Gürbüz Tanrıöver (Osman)

Konu: Küçük yaşta babası Yunus Karaveli ile denize açılan Polat, dünyanın tüm limanlarını dolaştıktan sonra bu kez arkadaşı Stefan'la, doğduğu topraklara dönmektedir. Çıkan fırtına nedeniyle kıyıdaki bir köşke sığınırlar. Büyük bir rastlantı sonucu, burası Pir Ömer'lerin evidir. Kaptan Stefan "Koyun ötesine gidecektik. Fırtınaya tutulduk. Bu tarafa sığındık. Korkunçtu fırtına" diye konuşurken, asıl fırtına Elif ile Polat'ın yüreklerinde kopuyordu. Biraz sonra Polat'ın amca oğulları gelince durum anlaşılır. Baba Pir Ömer "Dua edin, Karaveli de olsanız, şu altında misafirim sayılırsınız. Yoksa.." diyerek onları kovar.

'Düşmanlıktan da, kinden de üstün olan aşk'la yanıp tutuşan iki genç deniz kenarındaki ormandaki buluşmalarında hep bu zorluğa bir çözüm ararlar. "Kan davasının, hatta ardımızdaki mezarlarında ötesinde, çok ötesinde bir şey var.. Gözlerin Elif.. 15 yıldır denizdi sevgilim. Maceraya, kavgaya, serseriliğe aşıktım. Seni görene kadar öyleydi Elif. O gece gözlerin gözlerime deyince uyandım. İlk kere insan olduğumu hatırladım."

Ertesi sabah, ardında babasına yazdığı veda mektubu ve elinde, küçük bir bavul ile ahşap iskeleye gelen Elif, geminin gece yarısı demir aldığını öğrenir. "Kaçtın ha Polat. Bir anlık zevk için bir kızı ömür boyu mahvettin ha.. Hani ben limanlardaki eğlencelik kadınlardan değildim. Hani ilk aşkındım. Hani beni hayatın boyunca unutamazdın.."

[Dalgalar, rüzgâr ve deniz kuşları Elif'in yürekten taşan lanetlerini iletti mi bilinmez. Ama, kızcağız boğazı yanana, sesi kısılana.. kadar beddua edip durdu Polat'a. Polat'sa.. ateşler içinde kıvranarak Elif'ini sayıklamıştı günlerce. Sevgi dolu türküler, aşk masalları martı çığlıklarına karışmış ve büyük bir aşkın arasına engin denizler girmişti. Elif, eski Elif değildir artık. Pembe yüzünü felaketin sarılığı örtmüştü. Neşesizdi. Suskundu. Bir gün.. acıların en acısı oldu. Karnında Polat'ın çocuğu kıpırdamıştı. Kara kara üzereydi. Elem elem üstüne.. Günahını herkes öğrenecekti. Terk edildi zannetmenin ve dile düşürülmenin üzüntüsü ile birkaç ay sonra kendisini almaya gelen Polat'ı bıçakla yaralar. Bıçak yarası geçer ama kalp yarası geçmez."

Sonraki karşılaşmaları 18 yıl sonra olacaktır. Amca oğulları Karavelilerin Elif için laf dokundurmaları.. Çıkan çatışmada Durali'nin ölüp Pir Ömer'in ağır yaralanması.. Elif'in "Kim yaptı bunu baba?" sorusuna ölmeden önce verilen acımasız yanıt; "Polat." [Kan davası denen ilkel canavar bir Pir Ömer ve bir Karaveli'yi yuttuktan sonra uzun kış uykusuna yatacak ve Elif düzenini yeniden kurup oğlunu büyütürken yıllar geçecekti. Rivan'daki korkunç olaylardan sonra 7 yıl geçtiği zaman, denizin öteki yanında Kıbrıs Adası da giderek değişen bir dünyanın özgürlük haykırışlarıyla çalkalanıp hürriyetine kavuşmuştu.

(İngiliz bayrakları indirilip Kıbrıs bayrakları asılır.) Polat, herkes eğlenirken, böyle neşesini yitirmiş suskun durdukça, Stefan bu umutsuz aşkın Polat'ın içinde açacağı derin yaradan endişe duyuyordu. Tek çare onu Elif'in soluk hayalinden kurtarmak, evlendirmekti. Yeni bir yaşam başlıyordu Polat için. Ayça ile yeni bir düzen kuracak ve her şeyi unutacaktı.. Ancak karısı ne denli sokulursa sokulsun Polat'ın kalbindeki yara bir türlü soğumuyordu. Karşı sahilde ise serüvenci koca Polat'ın minik oğlu büyümüş, üniversiteli koskoca bir delikanlı olmuştu ; Yusuf.] İngilizlerin Ada'dan gitmesinden (acaba?) sonra, kovuldukları her yerde olduğu gibi, bu kez de Türklerle Rumlar ve Polat'la Stefan arasında gerginlik başlar.

“İşte bağımsızlık. İngilizleri kovduk, sonuç?” “Rumlar bize saldırır mı dersin, Polat Ağa?” “Zannetmem, cesaret edemezler.”
Ama saldırı, hem de Stefan tarafından yapılır. Bebek bekleyen karısı öldürülür. "Bana söğüş et ve tuzlu balık getir analık. Peksimet yap. Tuluma su doldur. Paslanmışız iyice.. Kavgaya girelim."Yusuf'sa bambaşka duygular içinde, 'dedesini öldüren' babası Polat'ı bulmak için Kıbrıs’a gider. Şiddetli bir çatışmada, Polat, Yusuf'un hayatını kurtarır.( Murat Çelenligil – Sinematürk Internet veri tabanı

KAÇAK (1968)



Senaryo ve Yönetmen: Ferit Ceylan
Kamera: Yılmaz Gürbüz
Yapım: Yeşim Film

Oyuncular: Yıldırım Gencer, Nuran Aksoy, Süha Doğan, Danyal Topatan, Mualla Sürer, Adnan Şenses

Konu: Suçsuzluğunu ispat etmek için hapisten kaçan bir gençle,ona yardım eden bir genç kızın aşk ve macera öyküsü.