Yönetmen: Lütfi
Ö. Akad
Senaryo: Safa
Önal,
Kamera: Mikeal
Rafelyan,
Müzik: Metin
Bükey
Yapım: Şeref
Film/Şeref Gür
Oyuncular: İzzet Günay, Nilüfer Koçyiğit, Önder Somer, Aliye Rona,
Turgut Boralı, Şaziye Moral, Cahit Irgat, Hakkı Haktan, Muammer Gözalan, Orhan
Çoban, Talia Saltı, Silvana Panpani
KONU: Film
bir yasak aşkı anlatmaktadır. İzmir'in zengin ve köklü ailelerinden birinin
kızı olan Nilüfer, (Nilüfer Koçyiğit) Liseyi bitirdikten sonra yüksek tahsil
için İstanbul'daki akrabalarının yanına gider. Uçaktan indiği Yeşilköy'de
rastlantı sonucu bir taksi şoförüyle (İzzet Günay) tanışır. Ve onun arabasıyla
halasının evine gider. İkinci bir rastlantıyla iki genç tekrar karşılaşırlar ve
aralarında bir yakınlık başlar. Küçük bir evde annesiyle namuslu bir hayat
süren şoför Ahmet için Nilüfer, ve vazgeçilmesi imkansız bir kişi olmuştur.
Nilüfer'de çevresinde kalıplaşmış aile bağlarının dışında paradan, ticaretten
başka şeylerden söz edilmeyen aile çevresinden farklı olarak, ilk kez kendisine
gerçek bir yakınlık duyan temiz bir erkeğe bağlanır. Ne var ki Nilüfer için
başka planlar yapılmıştır evde. Nilüfer'in annesi, böyle bir ilişkiyi kabul
edemeyecektir. Kızı yine eşraftan ve Nilüfer'in babasının iş münasebetleri olan
birinin oğluyla (Önder Somer) nişanlarlar. Ama Nilüfer'in duyguları ön
plandadır. Bir yolunu bulur ve evden kaçarak Ahmet' e gider. Nilüfer'in ailesi
ve nişanlısı bunu kabul edemeyecek ve hikayenin trajik olan sonunu
hazırlayacaktır...
Lütfi Akad'ın kitabında "sevdiğim
filmlerden biridir" diye söz ettiği Kader Böyle İstedifilmi üstüne Atilla
Dorsay'ın Yeni Sinema'nın Ocak '1969 tarihli sayısında bir yazısı yayımlanır.
Dorsay, yazısına, "Kader Böyle İstedi ustalık dönemini yaşamakta olan
Lütfi Akad sinemasının, Türk sinemasını bugün için yöneten piyasa koşullarıyla
sarmaş dolaş olduğu bir filmdir. Bu açıdan incelemeyi ilginç ve yararlı
gördüm," diye ba§lar. Burada dikkati çeken nokta, günümüz sinemasını
değerlendirmede de katkısı olacak, dönemin eleştiri kriterlerinin politik
ekonomik ve toplumsal boyutlardan bağımsız düşünülmediğini göstermesi açısından
önemlidir. Tüm bunları sinema estetiğiyle de ilişkilendiren Dorsay şöyle devam
eder: "Kader Böyle istedi türünde bir öykü, Türk toplumu için geçerliliğini
ve etkisini koruyacaktır denilebilir. Ne var ki, bizim bugünkü Türk
sinemasından beklediğimiz bu değildir. Türk toplumunun içinde yaşadığı haksız
ve bozuk ekonomik düzenin düzensizliği duyurulmadan, sınıf bilinci aşılanmadan,
bu topluma böyle bir bilince erişmede yardımcı olacak bilinçlendirici, hiç
olmazsa dolaylı yoldan eğitici, yüceltici, olgunlaştıncı bir sinema yapmak
yoluna gidilmeden, 10 yıllar, 20 yıllar, 100 yıllar boyunca Kader Böyle İstedi
türünde filmler yapılsa ne olacaktır. (Ayla Kanbur)
* "Kader
Böyle İstedi". görüldüğü gibi Türk sinemasındaki en klasik hikaye
şemalarından biri, farklı toplumsal sınıflara mensup iki insanın "imkansız
aşk'ları üzerine kuruludur. Ancak geleneksel bazı kuruluş ve kavramları
titizlikle korumuş ülkelerde (Örneğin kraliyet müessesesini bir biçim olarak da
olsa koruyan İngiltere'de) soylu sınıftan birinin halkla olan ilişkilerinin
zaman zaman bazı filmlere konu oluşturduğu hatırlanabilir. (Wyler'in "Roma
Tatili" gibi)...
Türkiye'de ise durum elbette değişiktir. Türkiye'de bugün
gerçek bir orta sınıf bir burjuva sınıfı var mıdır, tartışılmaktadır. Ama
Türkiye'de bugün çok haksız; bir gelir dağılımı sonucu ekonomik durumlarının
bıçak gibi keskin çizgilerle ayırdığı ekonomik anlamda "sınıflar"
olduğu kuşkusuzdur. Bu sınıflar arasındaki gelir ve insanca yaşama
uçurumlarının köklü ve tutarlı reform ve değişikliklerle doldurulabileceği güne
dek, "Kader Böyle İstedi",türünde bir Öykü Türk toplumu için
geçerliliğini ve etkisini koruyacaktır, denebilir.
Ne var ki. bizim bu günkü Türk sinemasından beklediğimiz, bu
değildir. Türk toplumuna içinde yaşadığı haksız ve bozuk ekonomik düzenin
düzensizliği duyurulmadan, sınıf bilinci aşılanmadan, bu topluma böyle bir
bilince erişmede yardımcı olacak bilinçlendirici, hiç olmazsa dolaylı yoldan
eğitici, yüceltici, olgunlaştırıcı bir sinema yapmak yoluna gidilmeden, 10
yıllar, 20 yıllar, 100 yıllar boyunca "Kader Böyle İstedi", tarzında
filmler yapılsa ne olacakır?... Bunu sormak gerekmez mi? Ve burada, bu sonun
"sınıfların aşılmazlığının bir simgesi olarak seyirciyi isyan ettirdiği,
dolayısıyla bilinçlendirdiği ileri sürülebilir. Ancak bu yanlış bir savdır.
Çünkü filmin sonunda —her zaman olduğu gibi — birleşmeye engel olan bir
"kötü kişi'dir Nilüfer'in nişanlısı. Seyirci de o olmasaydı birleşmenin
olabileceği duygusu uyandırır. Her şeyi bozan bir "kötü talih", bir
"kötü rastlantı”dır, aksini düşündürecek hiçbir şey yoktur filmde.
Fakir-zengjn arasındaki "umutsuz aşk" zaten son yıllardaki Türk
filmlerinin ana kanaviçesidir ve ilişkinin mutlu hir biçimde sonuçlandığı
filmler komediler, mutsuz bitenler ise dramlardır.
"Kader Böyle istedi"nin hikaye şemasının Türk
Sinemasında çok genel olan bu Kuruluşundan sonra, yine Türk filmcilerinin
hikayelerinde çok genel olan bir psikolojik eksikliğe değinmek islerim. Türk
sinemasında senaryocu veya senaryocu -yönetmen, hikayesinin ana çizgisini ve
örgüsünü kurdu mu işi bitmiştir sanki... Halbuki ana olayın çevresinde yer alan
bir sürü küçük olaycık vardır gerçek yaşamda.
Gerçek" duygusunu veren ve kişilerin gerçeğe yakın,
inandırıcı birer yüz almalarını sağlayan bu yan olaycıklardır çokluk... Türk
filmlerinde genellikle böyle bir yayılma ve derinleştirmeğe gidilmez: Bu
yüzden, hikayedeki yan kişiler (hatta bazen baş kişiler) ve bunlar arasındaki
ilişkiler inandırıcı olmaz, "Kader Böy!e İstedi" de Nilülfer'le
babası, halası, eniştesi, nişanlısı Ahmet'le annesi arasındaki ilişkiler
Nilüfer durumundaki bir genç kızla babası, vs.. Ahmet durumundaki bir şoförle
annesi arasındaki gerçek ilişkiler değildir. Filmdeki ilişkiler, yalnızca
senaryocu tarafından anlatılmak istediği hikayenin gelişmesine en kestirme
yoldan yararlı olacak biçimde pragmatik (faydacı) bir yaklaşımla ele alınmış
ilişkilerdir. İnsanlar arasındaki ilişkiler böylesine basit, basma kalıp olmaz olmamıştı.
Gerçek bir psikolojik fon'u ihmal ederek, kahramanlarının, anlatmak istediği
şeyin kestirme , en etkileyici yoldan vermek amacına göre düzenleyen
anlatımlar, destanlarda vc eski Yunan trajedilerinde görülür. Destansal bir
anlatıma gidildiğinde bu bağışlanır hatta tercih edilir…. "Bizim gerçekçi
sinemamız başka ülkelerinkine benzemez. Biz Tük gerçekçiliği yapıyoruz"
tarzındaki bir sav için, şunu söyleyeyim ki, her ne kadar bir Türk gerçeği, bir
İtalyan ve Fransız gerçeğinden farklı ise de, "gerçekçilik'in yolları o
denli farklı değildir, Hikayenin ve senaryonun kuruluşunda bizce aksak olan
yukarıdaki noktalar, Akad'ın bilinen gerçekçi tutumunu da belli bir ölçüde
aksatmaktadır. En başta filmin yan karakterleri fazlasıyla şematik kalmaktadır.
Ne var ki, sorun bununla kalmamakta, filmin müziğini yapan Metin Bükey'in
aranje ettiği müzik, filmi baştan sona dek "işgal' etmektedir. Müzik
sinemada çok tehlikeli bir silahtır, kolaylıkla geriye teper. Özgün olduğu
zaman bile çok kullanıldığı zaman sinemaya zararı dokunur,
(Kızılırmak-Karakoyun'da da böyleydi). "Kader Böyle İstedi'de devamlı
sürdürülen fon müziği bir yerden sonra yorucu, bıktırıcı olmakla sinema olarak
gayet başarılı olan bazı bölümlerin değerini (örneğin ormandaki baş başa kalma
bölümü) zedelemektedir. Bizde yönetmenlerin film çekiminin bitmesinden sonra
filmin teknik işlemleriyle ne denli uğraşabildikleri bilindiğinden. verilecek
yargı da değişik olmalıdır... Olmalıdır ama, Akad gibi kendini kabul ettirmiş
ve çok fazla film yapmayan bir yönetmenin çekim sonrası işlemleri, özellikle
ses ve müziklendirme konularıyla daha çok uğraşması imkanı herhalde
yaratılabilir, yaratılmalıdır.
Buna karşılık, sesin başarılı kullanıldığı bir bölüm, Nilüfer'in
nişanı bölümüdür.. Bizim filmlerimizin genellikle aksayan sahneleri, böyle
kalabalık sahnelerdir. Yeterli ve uygun figürasyon yoktur, atmosfer
yaratılamaz, konuşmalar da en basmakalıp cinstendir. Akad ise bu sahneyi
"konuşmasız" vermek suretiyle gerçek bir başarıya ulaşmıştır.
"Kader Böyle İsiedi", her şeyden önce bir aşk filmidir kuşkusuz. ”
Akad, bunu elbette ön plana almış ve seyirciyi duygulandıran bir
film yapmaya yönelmiştir. Ancak aşk filmleri de belirli bir toplumsal çerçeveye
oturmak zorundadırlar. (Zaman. mekan ve çevreden soyutlanış aşk filmi, Türk
sinemasında, bizim bildiğimiz bir kez denenmiştir. o da Atıf Yılmaz'ın
"Kalbe Vuran Düşman"ıdır) Akad, filmin toplumsal fonunun gerçekçi bir
"teşhir"inde ise ancak yer yer başarılı olabilmektedir. Şoför
Ahmet'in çalışarak borcunu ödediği arabasıyla kurduğu tipik ekonomik düzeni
Nilüfer'in nişanlısının "ben Ramazanoğlu İstanbul'a kız almaya gitti de,
eli boş döndü dedirtmem" sözüyle somutlaşan, Anadolu'daki "eşraf
arasındaki kız alıp vermelerde hakim olan düşünce ve namus anlayışı gibi durumlar,
doğrulukla ortaya konmuş bir aşk filmidir. Bu yüzden önemli olan toplumsal
çevre ve koşullardan çok, insanlar arasındaki psikolojik ilişkilerdir. Onların
da hangi nedenlerle belli bir ölçüde aksadığına değinmiştik.
"Kader Böyle İstedi", sonuç olarak temiz bir sinema
diliyle anlatılmış orta halli bir aşk filmidir. Akad'ın sinema ustalığını
genellikle birlikte, piyasa koşullarının ve Türk sinemasındaki genel ve
aksaklıkların da aynı ölçüde kendini sezdirdiği bir film ve Akad'ın
"Hudutların Kanunu-Ana-Kızılırmak-Vesikalı Yarim" dörtlüsüyle meslek
yaşamının ustalık dönemine eriştiği bir devirde, filmografisine hemen hiçbir
şey eklemeyecek bir film. ”Atilla Dorsay, “Sinemamızın Umut Yılları”