Yönetmen: Ertem Eğilmez
Eser: Kerime Nadir
Senaryo: Sadık Şendil
Foto Direktörü: Cahit Engin
Müzik: Metin Bükey
Yapım: Arzu Film / Nahit Ataman
Işık Direktörü: Hüseyin Özşahin, Kamera
Asistanları: Orhan Oğuz, Ali Güvenci, Ar Direktör: Basri Büyükcan,
Film Foto: Güngör Özsoy, Set Amiri: Ekrem Gülgey, Asistanları: Halil
Dede, Hüseyin Gümüş, Şükrü Çetin, Sesleri Alan: Tuncer Aydınoğlu, Stüdyo
Teknisyenleri: Arif Özalp, Recai Karataş, Osman Bilen, Nevzat Dişiaçık, Prodüksiyon
Amiri: Yılmaz Kanat, Asistan Rejisör: Tolgay Ziyal, (Acar Film
Stüdyosunda hazırlanmıştır)
Oyuncular: Hülya Koçyiğit (Nalan),
Kartal Tibet (Ferit), Metin Serezli (Kenan), Münir Özkul (Ferhat Dayı), Ahmet
Kostarika (Kahveci), Faik Coşkun (Lokantacı), Nezihe Güler (Müdire), Kaya
Volkan (Yüzbaşı), Güzin Özipek (Falcı), Önder Somer (Dr. Bülent)
Konu: “Yedi yaşında öksüz kalan
bir çocuğun evlatlık olarak alındığı evin tek çocuğuna karşı duyduğu büyük
aşkı” anlatan filmin konusu kısaca bu. Ancak kitaptan alınan bir özetle, filmin
konusu hakkında daha geniş bilgi şöyle;
► Binbaşı
Kenan Eskişehir’de görev yapmaktadır ve rahatsızlığı nedeniyle üç ay izin alıp
İstanbul’a gelmiştir. Onun için İstanbul’un ve özellikle çocukluğunun geçtiği
Çamlıca’nın önemi büyüktür. Her gün genç yaşta kaybettiği sevgilisinin mezarına
gitmektedir. Günlerden bir gün, emeklilik yıllarını evinde sakin bir şekilde
geçiren eski askerin dikkatini, bahçesinin önünden her sabah elinde bir tutam
leylak, yanında kendisinden oldukça genç,uzun boylu bir hanımla geçen, otuz
otuz beş yaşlarında, uzun boylu, sarışın, üniformasının içerisinde endamla
duran bir binbaşı çekmektedir. Genelde yanındaki hanımla pek konuşmayan
binbaşıyı, onun kardeşi olduğunu düşünmektedir. Bu düşüncesini aralarındaki yaş
farkı ve resmi ilişki de desteklemektedir. Bir sabah yine binbaşının geçtiğini
gören emekli yarbay, o gün yalnız olmasını da fırsat bilerek, O’nun sırrını
çözmeye karar verir ve onu takibe koyulur. Hemen arkasından yürümesine rağmen
binbaşı O’nu fark etmemektedir. Binbaşı onu Karacaahmet Mezarlığı’na götürür.
Etrafı demir parmaklıklarla çevrili mezara girip, mezarın üzerinde duran
leylakları tazelemesini izler. Yavaş yavaş olayı çözmektedir ancak bu seferde
bu mezarın içinde yatanın kim olduğunu merak etmeye başlar. Dizleri üzerine
çöküp, avuçlarıyla toprağı yoğuran, gözyaşlarıyla sulayan binbaşıya
dokunabilecek kadar yaklaşır. Samimi bir arkadaşıymış gibi ellerini kederli
binbaşını omuzlarına koyar. Binbaşı aniden elektrik çarpmışa döner ve kafasını
yaşlı askere doğru çevirir. Yaşlı adam O’na bir dost olduğunu ifade etmesine
rağmen, kim olduğunu bilmediği bu adama şaşkın şaşkın bakmaya devam eder. Ancak
bu emekli yarbay, samimiyetine inandırmayı başarır ve el sıkışıp evin yolunu
beraber tutarlar. Binbaşıyı evine davet eder ancak binbaşı daha sonra eşi ile
birlikte geleceğini söyler ve dediğini de yapar. Zamanla dostlukları ilerler.
Bir gün Binbaşı Kenan bu yaşlı dostunu evine davet eder ve altı aylık
çocuğundan bahseder. Bunu duyan yaşlı adam çok şaşırır. Bu şaşkınlığı kızı diye
düşündüğü kişinin eşi, mezarını her gün ziyaret ettiği kişinin de çocukluğundan
beri sevdiği kişi olduğunu öğrenince, O’nun hayatının gizemine karşı olan
merakı büsbütün artar. O’na hayatını anlatmasını ister. Binbaşı Kenan ise bir
hafta sonra dört aylık izninin bittiğini ve gitmeden önce her şeyi ama her şeyi
öğreneceğini söyler. Ertesi hafta dostunu uğurlamaya gider. Binbaşı Kenan
dostuna bir paket vererek içinde hayatının sırrının yazdığını ve neden hayatına
tek kelime ile “hıçkırık” dediğini anlattığını söyler ve trene biner. Yaşlı
adam heyecan içerisinde evine döner ve paketi açar. Paketin içinden bir hatıra
defteri ile, üzerinde bir gün öncesinin tarihi yazılmış olan bir mektup bulur.
Mektubun içinde, şu an çok bahtiyar olduğu ve O’nun için üzülmemesi yazılıdır.
Emekli yarbay sabaha kadar hatıra defterini büyük bir heyecan içinde okur…
Binbaşı
Kenan’ın hatıra defterinde şunlar anlatılmaktadır. Annesi öldüğünde henüz yedi
yaşında bir çocuktur. Babası Susamzade Safi Bey varlıklı bir tüccardır.
Annesinin hayatta olduğu dönemde araları çok iyi olan babasından, zamanla
uzaklaşmaya başlar. Bir gün babası evlenmek istediğini küçük Kenan’a açar.
Kenan bunu istemese de etmek zorunda kalır. Yeni annesi Kenan’a ilk günlerde
iyi davransa da sonradan gerçek yüzü ortaya çıkar. Sürekli dayak yiyen Kenan’a
ev zindan olmaya başlar. Bir gün okuluna gelen bir müfettiş Kenan’ın acı
durumunu fark eder ve onun başına gelenlerin hepsini öğrenip durumu Muhip Azmi
Bey ismindeki yardımsever bir dostuna bildirir. Muhip Azmi Bey küçük Kenan ile
konuşur ve O’nu evlat edinmeyi istediğini söyler. Küçük Kenan kararsızdır.
Muhip Azmi Bey Kenan’ında sonradan üvey babası olduğunu öğrendiği Susamzade
Safi Bey’le konuşur. Aslında O da bunu istemektedir. Küçük Kenan artık İstanbul
yolcusudur. Uzun bir yolculuktan sonra, Muhip Azmi Bey ve Kenan eve ulaşırlar.
Ev halkıyla tanışır ve evin tek çocuğu olan, kendisinden yaşça büyük Nalan ile hemen
bahçeye, oyun oynamaya giderler. Artık hayatı değişir, evin bir parçasıdır ve
Nalan’dan hiçbir farkı yoktur. Evde tek evlatlık olan Kenan değildir. Otuz
yaşlarına girmesine rağmen halen evlenmemiş olan Vesime de bu evde evlatlık
olarak büyümüştür. Bütün zamanını Nalan ile beraber geçiren Kenan için hayat
artık, yaşamaya değer hale gelmiştir. Nalan, yeşil iri gözlü, çelimsizliğine
rağmen oldukça hareketli bir kızdır. Okula gitmemesine rağmen, evde özel ders
almaktadır. Kenan da yaşı ilerledikçe derslere başlar. Bazı zamanlar bu iki
çocuk, yakınlarda eski ama şirin bir kulübesi bulunan Şeyh Kudsi Efendi’nin
yanına gider ve onun neyinden dökülen notaları büyük bir hayranlık içinde
dinlerler. Zamanla Kenan’ın içinde Nalan’a karşı normalden daha farklı ve daha
şiddetli bazı duygular belirmeye başlar. O’nu sevmektedir hem de ölürcesine! Bu
sonuca, zaman zaman baş gösteren kıskançlığından ulaşmaktadır.
Artık
ikisi de büyümüştür ancak her şey yolunda gitmemektedir. Nalan zatüre geçirir
ve zayıf olan vücut direnci iyice zayıflar. Kenan ortaokuldan mezun olur ve öz
babası gibi subay olmak için Kuleli Askeri Lisesi’ne girer. Günden güne Nalan’a
karşı olan sevgisi büyür ve bu sevgiyle beraber kalbindeki yara da derinleşir.
Nalan’a karşı olan sevgiyi O’na açamaz ve O’da bu sevgiyi çocukluğuna verir ve
ciddiye almaz. Hatta yine bir bahar günü, her zamanki gibi, leylak hastası olan
Nalan ile Kenan, leylakların arasında dolaşırken, Kenan yine kıskançlığını
belli edince Nalan O’na şakayla karışık kendisini sevip sevmediğini sorar. Bir
an için öldüğünü zanneden Kenan, sevgisini itiraf edecek gücü kendisinde
bulamaz ve inkar edip kardeş olduklarını söyler. Zaman geçtikçe Nalan’ı
hastalık pençesi altına almaktadır. Bazen öksürmekten boğulacağını düşünürler.
Yine böyle bir günde Nalan yatağını kana bulamıştır. Hemen aile dostları ve bir
süredir de doktorları olan İlhami Bey’i çağırırlar. Muayeneden sonra ilaçlar
yazılır. Bir kış Nalan yatağından kalkamadan böyle mutsuz bir şekilde akıp
gider. Ancak bahar gelip de leylaklar açtığı zaman, Nalan da ayağa kalkar.
Bütün eve bir cümbüş hakim kılar. Kenan her hafta sonunu Nalan ile geçirebilmek
için iple çeker. Yine böyle bir hafta sonu, Nalan’ı her zamanki gibi
leylakların arasında bulacağını düşünerek, O’na bir sürpriz yapmak ister. O’na
habersizce yaklaşıp leylak yağmuru içerisinde boğacaktır. Ancak O’na yaklaşınca
yalnız olmadığını anlar. Yanında Doktor İlhami Bey vardır. Doktor İlhami Bey
O’na evlenme teklif etmektedir. Kenan neye uğradığına şaşırır ama elinden de
hiçbir şey gelmez. Hemen Doktor İlhami Bey ve Nalan nişanlanırlar, bir süre
sonrada düğünleri olur. Kenan ise hem sevdiği kişinin evliliğine hem de O’nun
kocasıyla birlikte başka bir eve taşınmasına üzülmektedir. Bir süre sonra
Nalan’nın bir de küçük kızı olur. Nalan’ın isteğiyle kızının adını Kenan koyar.
Kenan aşkını çoktan açıklamıştır. “Nalan’ın ağlattığını Handan güldürsün” der
ve kızının ismini “Handan” kor. Doktor İlhami Bey sık sık işi gereği seyahat
eder ve z.
bundan dolayı Nalan için en
uygununun Çamlıca’daki baba evinde kalmasının olduğunu düşünür. Nalan eve
döndüğü gün bütün evde bir mutluluk rüzgarı eser. Handan da büyür ve ele avuca
sığmaz bir hale gelir. “Ağabey” olarak çağırdığı Kenan’ın kucağından
inmemektedir.
Kenan artık çoktan
Harbiyeli’dir. Tıpkı küçüklüğünde olduğu gibi Nalan ile birlikte leylaklar
arasında yürüyerek günlerinin büyük bir kısmını geçirirler. Vesime sürekli
Handan’la ilgilendiği için Nalan rahattır ancak O’nun doğumu bünyesini iyice
zayıflatmıştır. Günden güne Nalan ile Kenan arasındaki ilişki daha da
kuvvetlenir. Hatta bazı geceler Nalan’ın odasında geç vakitlere kadar oturup
konuşurlar. Kenan sürekli Nalan’a karşı olan sevgisinin O’nu ne kadar
yıprattığından bahseder ve sevgisine karşılık bekler. Ancak Nalan eşine ve
çocuğuna karşı sadık olduğu için O’na hiçbir karşılık vermez. Bir gece yine
Nalan’ın odasında konuşurken, Kenan Nalan’a karşı yoğun bir izdivaç isteği
duyar ve kendisini kontrol edeme Olay Nalan’ın tokatı ile sonuçlanır ve bu
olaydan sonra Kenan ceza aldığını bahane ederek dört ay boyunca okulda kalır ve
eve gelmez. Taki bir gün Vesime Kenan’ın okuluna gelip Nalan’ın çok hasta
olduğunu ve O’nun artık eve dönmesini istediğinin söyleyinceye kadar. Artık
barışmışlardır.
Kenan
artık Harbiye’den mezun olup yakışıklı bir subay olmuştur. Kılıcını kuşanıp,
şıngırtılar içerisinde Çamlıca’ya, evine gelir. İlk olarak babası Muhip Azmi
Bey’in ellerinden öper. Nalan da O’nu beklemektedir. O’nun da hemen leylak
kokulu yumuşacık ellerine sarılır ve doyasıya öper. Artık Kenan’ın gideceği kıt’a
da belli olmuştur. Gideceği yer İstanbul’a çok uzakta olduğu için başta Nalan
olmak üzere evdeki herkes üzülür. Artık sadece mektuplarla haberleşeceklerdir.
Ancak Nalan Kenan’dan O’na kardeşiymiş gibi mektup yazmasını ister ve Kenan’da
bunu kabul etmek zorunda kalır. Nalan çok hastadır ve günden güne eriyip
gitmektedir ve O da bunun farkındadır. Bundan dolayı Kenan’ı bir daha
göremeyeceğinden korkmaktadır.
Kenan artık bir kıt’a
subayıdır. Görev hayatında başarılı ve arkadaşları tarafından sevilen bir insandır.
O da hayatından çok memnundur ancak sadece Nalan’ın yokluğunu çok fazla
hisseder. Nalan ve babasına her fırsatta mektup yazar. Ancak bir gün hayatının
hatasını yapar ve efkarlı olduğu bir günde Nalan’a karşı olan bütün duygularını
yazdığı bir kağıdı farkında olmadan Nalan’a gönderir. Bu hatayı anladıktan
sonra üst üste birçok telafi mektubu yazar ama aylarca cevap gelmez.
Endişelenmeye başlar ve komutanından izin ister ama seferberlik olduğu için
komutanı izin vermez. En sonunda bir telgraf alır:
“ (D.R.) süvari alayı,
sekizinci bölük komutanı Kenan ZİYA Bey’e: Ölüyorum çabuk gel!..
Nalan” Bu
telgraftan sonra Kenan komutanına koşar ve ona bu telgrafı gösterip izin ister
ve alır. Atına atlar ve on altı günlük uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra İstanbul’a
ulaşır. Ancak bir gece önce Nalan gözlerini hayata yummuştur. Bir an için Kenan
da kendisini O’nunla beraber ölmüş gibi hisseder ve olduğu yere yığılıp kalır.
Kendine geldiği zaman ilk işi, Nalan’ın mezarına gidip toprağına kapanmak olur.
Eve döndüğü zaman Vesime, o sadık ve iyi kalpli kadın, elinde bir paketle
Kenan’ı beklemektedir. Elindeki paketi Nalan’ın O’na bıraktığını söyler ve O’na
uzatır. Kenan paketi heyecan içinde alır ve odasına çekilir. Pakette 18 yaşına
girdiği zaman Handan’a verilmesi gerektiğini yazan bir mektup ile Nalan’ın
kendi el yazısıyla yazılmış yedi sayfa vardır. Bu kağıtlarda Nalan artık
Kenan’a karşı olan aşkını gizlemez ve bütün duygularını döker. Ayrıca Kenan’ın
yanlışlıkla gönderdiği kağıdı kocasının okuduktan sonra yaptığı işkenceler,
kızı Handan’ı bu yüzden ölünceye kadar göremediği de yazar. Bu kağıtları
okuduktan sonra Kenan iyice yıkılır. Bir süre sonra Doktor İlhami Bey ile
salonda karşılaşırlar. Tartışmaya başlarlar ve Kenan her şeyi bütün açıklığıyla
anlatır ancak kendisine bir türlü inandıramaz. En sonunda Nalan’ın Kenan’a
yazdığı kağıtları gösterir. Doktor İlhami Bey artık pişmandır ama bu pişmanlık
Nalan’ın ölümüne çare değildir. Muhip Azmi Bey ile barışır ve Handan’ı da
annesinin evine geri getirir. İzini biten Kenan tekrar kıt’asına döner.,
Balkan
Harbi biter, Cihan Harbi başlar. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra 6 Ekim 1923’te
İstanbul’a giren Türk ordusu arasında Kenan da bulunur. Artık otuz-otuzbeş
yaşlarında bir subaydır. Eve dönünce herkes O’nu neşe ile karşılar. Bu arada
Handan da içeriye girer ve Kenan’ı şaşkınlık içinde bırakır çünkü O artık 18
yaşında bir genç kızdır daha da ilginç olanı, annesi Nalan’ın bir ikizi
olmuştur. Kenan hergün Nalan’ın mezarına gider. Bir süre sonra Handan da O’na
eşlik etmeye başlar. Annesinin O’na bıraktığı mektubu bir süre sonra Kenan’dan
almıştır. Yine beraber gittikleri mezardan dönerken Handan annesinin O’na
bıraktığı mektuptan bahseder. Annesinin kendisinden gerçekten sevdiği birisiyle
evlenip, hayatını O’nun gibi mahvetmemesini istediğinden ve evleneceği kişinin
de sarışın ve uzun boylu bir subay olursa çok bahtiyar olacağını yazdığından
bahseder. Daha sonra ekler “Nalan’ın ağlattığını ancak O’nun kızı
güldürebilir!” Kenan şaşırmış ve aynı zamanda da mutlu olmuştur. Handan’ı kollarıyla
kavrar ve bir daha da asla bırakmaz.
ROMANDAKİ /Filmdeki
KARAKTERLER:
Kenan ZİYA: Yedi yaşında annesini
kaybettikten sonra üvey anne ve babasının elinde kaldığı sürece büyük acılar ve
işkenceler yaşamıştır. Bu acılardan kurtularak İstanbul’a gelmiştir; fakat
burada daha büyük bir acıyla karşılaşacağından haberdar değildi. Kendinden
büyük Nalan isminde bir kıza aşık olur; fakat Nalan’ın ağlattığını kızı Handan
güldürür.
Nalan: Evin tek çocuğu olan
Nalan’ın her isteği yerine getirilmiştir ve özel hocalardan ders alarak iyi bir
eğitim almıştır. Çelimsizliğine rağmen çok hareketli ve neşeli bir çocukluk
yaşamıştır; fakat küçük yaşlarda yakalandığı zatüre illeti onu mutlu edemeden
öldürmüştür. Doktor İlhami Beyden Handan isminde bir kızı vardır.
Susamzade Safi Bey: Kenan’ın üvey babasıdır. İlk
zamanlarda Kenan’a iyi davranan Safi Bey, eşinin ölümünden sonra başka bir
kadınla evlenmiştir ve ikisi de Kenan’a karşı çok kötü davranmışlardır. Safi
Bey zengin, çalışkan ve azimli bir esnaftır.
Muhip Azmi
Bey: Sarışın,
yeşil gözlü mabeynde çalışan çalışkan ve varlıklı bir devlet adamıdır. Nalan
isminde bir kızı vardır. Karısının ölümünden sonra kendini kızına vermiştir ve
kızının zatüreye yakalanıp günden güne erimesi O’nu mahvetmiştir. Sekiz
yaşındaki Kenan adında bir çocuğu evlatlık almıştır ve onu öz kızından ayırt
etmemiştir.
Emekli Yarbay: Bu emekli subay Osmanlı’nın
son zamanlarında emekli olduktan sonra kendini doğaya adayan, sakin bir yaşam
sürdüren, doğayı seven, canayakın, sevecen ve merhametli bir kişiliğe sahiptir.
Kısa sürede Binbaşı Kenan ile iyi bir dostluk kurmuştur.
Doktor İlhami Bey: İlk başta doktor olarak
geldiği köşkün daha sonra damadı olmuştur. Nalan’ın kocasıdır ve de Handan’ın
babasıdır. Nalan ilk başlarda duyduğu aşkı günden güne azalmıştır ve ilgisiz
kişiliği ortaya çıkmıştır.
Vesime: Muhip Azmi Beyin evlatlığı
Nesime evlenmemiştir ve ölünceye kadar konak da hizmetli olarak çalışmıştır.
Oldukça iyi bir kişiliğe sahip olan Nesime özellikle Kenan ve Nalan aşklarını
bir sır gibi saklamıştır.
Şeyh Kudsi Efendi: Nalan ve Kenan’ın sevdikleri
ve saydıkları, müzikten iyi anlayan, özellikle çaldığı ney ile onları büyüleyen
ve aşık eden bir insandır. Küçük, şirin bir kulübede oturan adamı onlar devamlı
ziyaret ederler. “www.ogretmenlerforumu.com”