Powered By Blogger

27 Mart 2020 Cuma

AAAHH BELİNDA (1986)

Yönetmen: Atıf Yılmaz
Senaryo: Barış Pirhasan
Görüntü Yönetmeni : Orhan Oğuz
Yapım: Odak Film/Cengiz Ergun

Yönetmen yardımcısı: Leyla Özalp, Sevgi Saygı, Kamera Yardımcısı: Cem Esertepe, Sanat Yönetmeni: Şahin Kaygun, Seslendiren: Erkan Aktaş, Müzik: Onno Tunç, Kurgu-Eşleme: Mevlut Koçak, Aydınlatma Yönetmeni: Recep Biçer, yardımcılar: Remzi Biçer, Şevki Gezer, Gita-rist: Onur Toparlak, Jimnastik Hocası: Sevinç Oylumlu, Makyöz: Sahra Gülyüz, Set Ekibi: İsmail Kündem, Erdal Sümer, Enver Kündem, Negatif Kurgu: Zeynep Tor, Laboratuar: Yahya Öztürk, Renk Düzenleme: Adnan Şahin, Baskı Zekeriya Şahin, Yapım Yönetmeni: Sadık Deveci, Yapım Görevlisi: Ahmet Altunterim, (Fono Film Stüdyosunda hazırlanmıştır.)

Oyuncular: Müjde Ar, Macit Koper, Yılmaz Zafer, Güzin Özipek, Füsun Demirel, Tarık Pabuççuoğlu, Azmi Örses, Mehmet Akan, Levent Yılmaz, Fatoş Sezer, Nuran Durak, Kezban Batıbeki, Sahra Gülyüz İsmet Ay, Mehmet Çerezcioğlu, İsmet Ay, Erol Keskin, Erol Durak, Aytül Özkan, Elif Ataöv, Sedat Küçükay, Yavuz Kutal, Meltem Savcı, Koray Ergun, Ayla Çerezcioğlu, Yüksel Ballıoğlu, Nurettin Şen, Hikmet Dikmen, konuk Sanatçı: Sevda Aktolga, Çocuk Oyuncular: Berhan Ballıoğlu, Burçak Çerezcioğlu, Elif Çerezcioğlu,

Not: Filmdeki Tiyatro bölümlerinde Vasıf Öngören’nin “Asiye Nasıl Kurtulur” oyunundan yararlanılmıştır.

“Birinci Final Şarkısı”
“Bir Sermayenin Türküsü” Söz: Vasıf Ön-gören, Müzik: Sarper Özhan

Konu: 1980'ler, kadın karakterlerin uzun zamandır hapsoldukları klişelerden kurtulup, erdemleri ve zaaflarıyla yaşayan gerçek insanlara dönüşmeye başladığı bir dönem oldu Türk sinemasında. Kadın karakterler artık hikayenin erkek kahramanına eşlik eden vefakar sevgililer uğruna suç işlenen evlatlar, kardeşler veya onları yoldan çıkartan şuh dişilerden ibaret değildi. Sinema dünyası yavaş yavaş kadınları birey olarak algı-lamaya başladı ve onları hikayelerin odak noktasına taşıdı. Kadın konulu filmler dendiğinde akla gelen ilk isim ise, hiç kuşkusuz Atıf Yılmaz'dı. Farklı toplumsal katmanlardan gelen kadınların kimlik arayışlarını, yaşam içinde bir birey olarak kabul görme mücadelelerini, bazen dramatik, bazense esprili bir dille ele alan Yılmaz'm "Aaahh Belinda" adlı çalışması, bu türdeki filmlerin en güzel örneklerinden biri. Üstelik "Aaahh Belinda" sadece kimliğini sorgulayan kadın temasıyla değil, Barış Pirhasan imzalı senaryosunun fantastik anlatım biçimi ile de ilgi çekici.

Genç tiyatro oyuncusu Serap'ın bir reklam filmi çekimi sırasında, canlandırdığı karakterin yerine geçmesi ile başlayan film, birbirinden oldukça farklı hayatlar yaşayan bu iki kadının, tek bedene hapsolmuş öyküsünü sunuyor seyircisine. Özgür bir yaşam süren idealist oyuncu Serap, evli ve iki çocuklu bir banka memuresi olan Naciye'nin yerine geçince, işler bir anda sarpa sarıyor. Tamamen yabancısı olduğu bu hayatın içinde bocalayan Serap'ın kendi yaşamını ve kimliğini geri alma çabasına, mecburen oynamaya devam ettiği Naciye rolünün ona yüklediği sorumluluklar ekleniyor. Tiyatro kariyerini sil baştan inşa etmeye çalışan, bir yandan da her şeyden habersiz olan kocası, çocukları, kaynanası, komşuları ve iş arkadaşlarıyla ilişkisini sürdürmeye uğraşan Serap'ın yaşamı hem komik, hem de düşündürücü bir macera seyirciler için. Kadının eş, anne, emekçi ve sanatçı olarak toplum içindeki yerini anlamlandırmaya çalışan film, 80'li yılların karakterini ortaya koyan ince ayrıntılar da içeriyor. Özal iktidarı ile hız kazanan ekonomik değişimi, reklam sektöründeki canlanma ile ortaya koyan, tiyatro oyuncularının reklamcılığa karşı beslediği ön yargıları ise, aydınların kapitalist sisteme direnişi yönünde işleyen film, Serap ve arkadaşlarının sahneye koydukları Vasıf Öngören'in "Asiye Nasıl Kurtulur?" adlı oyunundan da güç alıyor. Filmin final sahnesine damgasını vuran soru ise, daha çok oyuncuları ilgilendirir nitelikte. Oyuncu rolünü oynadığında mı, yaşadığında mı daha inandırıcı olur? Serap'ın kendisini Naciye karakterine teslim ettiği anda, yönetmenin 'stop!' komutuyla gerçek dünyaya geri döndüğü düşünülürse, Yılmaz'ın soruya verdiği cevap açık…(Sinema En İyi 100 Film)

ÖDÜL
23. Antalya Film Şenliği'nde (1986)
►Müjde Ar en iyi kadın oyuncu", 
►“Aaahhh Belinda” "en iyi birinci film" 
►Atıf Yılmaz "en iyi yönetmen"


Eleştiriler:

► “Aaahh Belinda, Adı Vasfiye. Teyzem filmi gibi sinemamızda yeşermeye başla-yan yeni bir türün, değişik bir arayışın ve anlatımın filmi. Düşlerle gerçeklerin harmanlanıp karıştığı, fantastik sinemanın kenarlarında dolaşan, ama fantastik olmayan, öykünün dokuları içine toplumsal eleştiri ile birlikte kadın-erkek İlişkilerini bize özgü anlatan ve zaman ... zaman gerilim kukan bir tür bu. Aaahh Belinda 'yi izlerken de önce Serap'ın, sonra da Naciye'nin peşine takılıp gidiyorsunuz. Ama bu gidiş, alışılmış türden, düz ve mekanik bir gidiş değil, aksine gerilim dozu hafiflen artan bir tempoyla oluyor. Naciye'yi izlerken Serap'ı, Serap'ı izlerken de Naciye'yi düşünmeden edemiyorsunuz. Garip, tuhaf, ama İzleyeni saran, merak unsurunun banı (eliyle hınzırca oynayan bir gerilim bu. Tiyatro sanatçısı Serap nasıl oluyor da reklam filmini çevirdiği bir sırada Naciye oluyor? Ya da, Naciye mi, sınıfına dar gelen atlama özlemi ile Serap'ı düşlüyor. Düş mü gerçek olmak istiyor, yoksa gerçek mi düş oluyor? Daha birtakım sorular, sorular, sorular Elbette ki Aaahh Belinda yalnızca bu değişimin oluşturduğu sıra işi bir gerilim filmi değil. Atıf Yılmaz bu gerilimi bir fon gibi kullanarak izleyene ayakları yere basan bir başka şeyi de anlatıyor. Küçük burjuva yaşamı içindeki Serap'ı aerobik salonlarından, tiyatrodan ve imajını satarak para ve şöhrete giden stüdyolardan alarak, orta halli bir çevrenin, orta halli bir memurun evine sokuyor. Aynı kişide iki farklı çevreyi yaşatarak, gerçek yaşamdaki düşleri, özlemleri ve düş kırıklıklarını da ince bir mizahla gözler önüne seriyor. Naciyelerin ve Naciye gibi binlercesinin özlemlerini garip bir düş fantezisi içinde dile getiriyor. Hem de işlek, akıcı, baştan sona ilgi ve merakla izlenen bir sinema diliyle. Atıf Yılmaz'ın sineması için söylenecek bir şey kalmadı arlık. Her filmini görüşte, eski defterleri karıştırarak, kasaba gerçekçiliğinden kendine özgü mizah ve biçim anlayışından da süz etmeye hiç gerek yok. O, her zaman yeni, olumlu sonuçlar vermese de her zaman değişik bir arayışın peşinde koşan, sinemamızın belki de en genç kalabilmiş yönetmenlerinden biri. Son yıllarda yaptığı filmler de bunu kanıtlamıyor mu?

Şimdiye dek oyununa pek ısınamadığım, belki de erotizm çağrışımlı filmlerden artakalan bir düşünce İle -bağışlasın beni - bu tür filmlerde de oynatılması-na akıl-sır erdiremediğim Müjde Ar da, tüm bu düşüncelerimi altüst ederek Teyzem filminde olduğu gibi Altın Porlakal'ı hak edercesine dört başı mamur bir kompozisyon çiziyor. Füsun Demirel ile Macil Koper için de aynı övgüyü yinelemek olası.”(Burçak Evren Türk Sinemasında Yeni Konumlar)

Ø    Oya gibi bir mizahla işlenmiş olaylar, Türk toplum yapısındaki çelişkileri de kuşbakışı vererek gelişiyor. Film baştan sona, son derece keyifli ve zevkli bir çizgi romanın akıcılığıyla izleniyor. Bizce "Aaahh Belinda'nın mesajı şudur, budur..." gibi derinlemesine tartışmala-ra girmek yersiz olur, Atıf Yılmaz, Barış Pirhasan'ın başarılı senaryosundan yola çıkarak, "Adı Vasfiye"den sonra görkemli bir çıkış daha yapıyor, nefis bir kabare gösterisi sunuyor... Bizce olay bu... (Erdal Çetin, Aaahh Belinda, Milli-yet, 20 Kasım 1986). “Agah Özgüç “ Türk Filmleri Sözlüğü” Cilt 2”

Ø    Önce filmin sevimliliğini vurgulamak-ta yarar var. Barış Pirhasan'ın senaryosu "Kahire'nin Mor Gülü"ne filan benzemek şöyle dursun, tam tersine Atıf Yılmaz folklorikliğine çok uyan, üstelik yönet-men eki mizah anlayışı damarını Nazlı Eray'ın bazı öykülerinde ratladığımız çeşitten bir hayal gücüyle besleyen çok yerli bir neşeyle dolu. Bu neşe özellikle Serap, Naciye olduktan sonra durmadan açık elektrik düğmelerini kapatan Macit Koper'le, Serap'ın dünyasına gir-meye dünden teşne komşu Füsun Demirel'le "hayırsız baba" İsmet Ay'la, korkunç babaanne Güzin Özipek'le ve oyunculuğu gittikçe yumuşayan, kendini seslendirme konusun da ustalaşan Müjde Ar'ın oyunlarıyla önüne geçilmez oluyor. (Fatih Özgüven, Serap ve Naciye Reklamlara Karşı, Yeni Gündem, S.: 38,23-29 Kasım 1986).

Ø    Belinda"nın küçük burjuvazi teşhirine bir itirazımız yok. Takıldığımız nokta Serap'ın yaşantısı ve bunun bir cennet, Naciye'nin yaşantısını ise bir kabus, bir cehennem olarak sunulması... Serap'ın yaşantısı, "Ece Bar", "Bilsak" gibi reel çevreler ve adlar içerdiği için bu açıdan bakalın önce ona... O zaman şu sorular akla geliyor Artık tiyatro dünyamız da böyle saray yavrularında yaşayan primadonnalar kaldı mı' Varsa onlar için reklamda oynamak gereksinimi olur mu? Oynasalar bile sıradan bu banka memuresini mi oynarlar? (İbrahim Altınsay, Yeni filmler, Hürriyet Gösteri, S.: 73, Aralık 1986).

Ø    Atıf Yılmaz, bu gerilimi bir fon gibi kullanarak izleyen ayakları yere basan bir başka şeyi de anlatıyor. Küçük burjuvai yaşamı içindeki Serap'ı, aerobik salonlarından, tiyatrodan ve imajını satarak para ve şöhrete giden stüdyolardan alarak, orta halli bir çevrenin, orta halli bir memurun evine sokuyor. Aynı kişide iki farklı çevreyi, yaşatarak, gerçek yaşamdaki düşleri, özlemleri ve düş kırıklıklarını da ince bir mizahla gözler önüne seriyor. Naciyelerin ve Naciye gibi binlercesinin özlemlerini garip bir düş fantezisi içinde dile getiriyor. Hem de işlek, akıcı, baştan sona ilgi ve merakla izlenen bir sinema diliyle. (Burçak Evren, Aaahh Belinda, Düş mü, gerçek mi? Güneş, 21 Kasım 1986).

Ø    Düş mü , karabasan m, yoksa kötü bir şaka m ? Kendisini birdenbire bambaşka bir dünyada buluveren Serap'ın (Müjde Ar) ağzından bunlar dökülür. . Daha on dakika evvel Belinda şampuanının reklam filminde oynamıyor muydu? Ya şimdi, bu evde, kocası olduğunu iddia eden bu "herifle" ve iki çocukla ne yapacaktı? Nerden gelmiş ve nasıl çıkacaktı buradan? Nasıl kurtulacaktı bu düşten? Yoksa, (tüm bunlar gerçek miydi, bilmeden, farkında olmadan, anımsayamadığı bir zaman diliminde böylesine bir adamla evlenmiş, iki çocuğa sahip olmuş muydu? Yanıtsız kalan tüm sorular uzadıkça uzuyor, Serap'ı adeta içinden çıkılmaz, bilmediği, tanımadığı, yaşamadığı fantastik bir dünyanın karmaşasına itiveriyordu...

Atıf Yılmaz-Barış Pirhasan ikilisi Vasfiye gerçekten yaşadı mı?" sorusunun yanıtını belleklerde bırakan Adı Vasfiye'den sonra bir kez daha, yan düşsel/fantastik bir öykü örgüsünü kurdukları Aaahh Belinda 'da bu kez de Naciye'-ye ne oldu? sorusunu karşımıza getiriyor...

Aaahh Belinda, Adı Vasfiye. Teyzem filmi gibi sinemamızda yeşermeye başlayan yeni bir türün, değişik bir arayışın ve anlatımın filmi. Düşlerle gerçeklerin harmanlanıp karıştığı, fantastik sinemanın kenarlarında dolaşan, ama fantastik olmayan, öykünün dokuları içi-ne toplumsal eleştiri ile birlikte kadın-erkek İlişkilerini bize özgü anlatan ve zaman zaman gerilim kukan bir tür bu. Aaahh Belinda 'yi izlerken de önce Serap'ın, sonra da Naciye'nin peşine takılıp gidiyorsunuz. Ama bu gidiş, alışılmış türden, düz ve mekanik bir gidiş değil, aksine gerilim dozu hafiflen artan bir tempoyla oluyor. Naciye'yi izlerken Serap'ı, Serap'ı izlerken de Naciye'yi düşünmeden edemiyorsunuz. Garip, tuhaf, ama İzleyeni saran, merak unsurunun banı (eliyle hınzırca oynayan bir gerilim bu. Tiyatro sanatçısı Serap nasıl oluyor da reklam filmini çevirdiği bir sırada Naci-ye oluyor? Ya da, Naciye mi, sınıfına dar gelen atlama özlemi ile Serap'ı düşlüyor. Düş mü gerçek olmak istiyor, yoksa gerçek mi düş oluyor? Daha birtakım sorular, sorular, sorular...

Elbette ki Aaahh Belinda yalnızca bu değişimin oluşturduğu sıra işi bir gerilim filmi değil. Atıf Yılmaz bu gerilimi bir fon gibi kullanarak izleyene ayakları yere basan bir başka şeyi de anlatıyor. Küçük burjuva yaşamı içindeki Serap'ı aerobik salonlarından, tiyatrodan ve imajını sa-tarak para ve şöhrete giden stüdyolardan alarak, orta halli bir çevrenin, orta halli bir memurun evine sokuyor. Aynı kişide iki farklı çevreyi yaşatarak, gerçek yaşamdaki düşleri, özlemleri ve düş kırıklıklarını da ince bir mizahla gözler önüne seriyor. Naciyelerin ve Naciye gibi binlercesinin özlemlerini garip bir düş fantezisi içinde dile getiriyor. Hem de işlek, akıcı, baştan sona ilgi ve merakla izlenen bir sinema diliyle. Atıf Yılmaz'ın sineması için söylenecek bir şey kalmadı arlık. Her filmini görüşte, eski defterleri karıştırarak, kasaba gerçekçiliğinden kendine özgü mizah ve biçim anlayışından da süz etmeye hiç gerek yok. O, her zaman yeni, olumlu sonuçlar vermese de her zaman değişik bir arayışın peşinde koşan, sinemamızın belki de en genç kalabilmiş yönetmenlerinden biri. Son yıllarda yaptığı filmler de bunu kanıtlamıyor mu?

Şimdiye dek oyununa pek ısınamadığım, belki de erotizm çağrışımlı filmlerden artakalan bir düşünce İle -bağışlasın beni - bu tür filmlerde de oynatılmasına akıl sır erdiremediğim Müjde Ar da, tüm bu düşüncelerimi altüst ederek Teyzem filminde olduğu gibi Altın Portakalı hak edercesine dörtbaşı mamur bir kompozisyon çiziyor. Füsun Demirel ile Macil Koper için de aynı övgüyü yinelemek olası.

► Aaahh Belinda!.." hakkında söylenmiş, pek çok yabancı filmle benzerlik ya da çağrışım iddialarına (benzetilenlerin pek çoğu daha geç Yapımlar olmakla beraber) ve postmodernist bir film olduğu yakıştırmalarına rağmen, Kafkavari bir dönüşüm; başkalaşım öyküsüdür. Daha da önemlisi, toplumsal bir fantezi / kabus karşıtlığı ya da beraberliğidir. Eğer fantezinin kabuslarla ve korkularla zaten kaçınılmaz olarak bir arada olacağını varsayıyorsak, bu yaman çelişki ve çatışmanın da Türkiye sinemasındaki en özgün örneklerinden birinin "Aaahh Belinda!.." filmi olduğunu söyleyebiliriz. Birden, 'birisi' olarak 'kendiniz' olmak için yol kat ettiğiniz bir noktada, hiç olmak istemeyeceğiniz birine dönüşmüş olarak buluvermek kendinizi. Bir sabah başka bir dünyaya uyanmak ve bunu sizden başka kimselerin fark etmiyor olması; kim ve ne olduğunuzu kimselere anlatamamak. .. 

Olmak istenmeyenin dünyasında ya da olunmak istenmeyen bir dünyada, yeniden bir ben kurmak, korkunun, kabusun dünyasıyla karşılaşmak, onun içinde yaşamak, deneyim edinmek ve yeniden dönüşmek; dönüşmüş olanla kaçınılmaz olarak uyum sağlamak ya da uyum sağlıyormuş gibi görünmek en güçlü edebi anlatı türlerinden biridir ve en evrensel insanlık hallerinden de biridir. Bireyin toplumla ve kendi inşasıyla mücadelesidir söz konusu olan. Filmi bu evrensel türden farklılaştırıp, ayırt edici kılan ise kahramanın bir kadın olmasıdır. Özellikle de 80'ler Türkiye'sinde, toplumsal siyasi ve iktisadi büyük eşikte, birey olma ve toplumla karşılaşma ve çatışmasının taşıyıcı karakterinin genç tiyatro sanatçısı bir kadın olmasıdır. Film, Serap ile Naciye'nin dünyalarını anlatırken, dönemin sözünü ettiğimiz bütün alanlardaki özelliklerini, popüler kültürün yükselişini, sınıfsal farklılıkları ve çatışmaları, hatta buradan baktığımızda 80'lerin en büyük dönüşüme ve sınıf içi ayrışmalara uğratacağı küçük burjuva sınıfına, nihayetinde de aynı büyük orta sınıftan gelen Serap ile Naciye'nin oturma odalarına, gece ve sokakla girdikleri ilişkiye kadar farklı olan dünyalarına bakar. Serap, değişmekte olan bir metropolde, yükselen kadın özgürleşmesinin bir neferi olarak, cinselliğini, hayallerini kendi kararları ile yaşayabilen, tek başına ayakta durabilen, ekonomik bağımsızlığını zor da olsa koruyabilen bir kadındır. Bu özgürleşme ve bağımsızlık durumunu korumak için hayallerinden ve kendi olmak üzere kurduğu tasavvurlardan ödünler verecek de olsa ... 

Naciye ise, yine o orta sınıfın en orta yerinde, tele-vizyonlu oturma odalarında, kadınların çalıştığı ama bunun onlara ekonomik özgürlük getirmediği, dayak yemelerine ya da aşağılanmalarına engel olamadığı, cinselliği bir zulüm, bir görev ya da tecavüz olarak yaşamalarının alın yazısı gibi durduğu bir dünyada, Serap gibilerininkine yakın olabilecek bir öz-gürlüğe ulaşabilmek için savunma mekanizmaları, yalanlar ve sırlardan oluşan bedellerle kendi olmaya, birey olmaya çalışabilir ancak; başarı ise müphemdir ve uzaktır. Bütün siyasi muhalefet ve direnme biçimlerinin şiddetle men edildiği 80'lerde Kadın Hareketi mazur görünenler kapsamın-da yükselirken, Atıf Yılmaz da bu hare-ketin ve dönüşümün içindeki kadınları anlatan filmler yaptı. Bu filmlerin bazıları, dönemin müsamaha görmüş kadın anlatıları sinemanın ötesine geçti. "Adı Vastiye" (1985). ve "Aaahh Belinda!.." (1986) kendini, sinemayı, Türkiye'de sinemayı ve dönemi yansıta-bilen, bu anlamda kendini yansıtmacı (self refiexive) filmler olarak öne çıkıp, sinema tarihimiz için de önemli filmler oldular. Bu hızlı toplumsal dönüşümün içinde kadınlar ve erkekler olarak sıradan insanların hallerini de yansıtabilen; çok katmanlı anlatılar oldular. Her iki filmin de senaryolarını Barış Pirhasan'ın yazdığı düşünüldüğünde Atıf Yılmaz kadar onun da bu farklı filmlere ilişkin krediyi paylaşması gerekir.

Serap, yani Müjde Ar, 80 sonrası Türk Sineması'nda kadın oyuncuların cinsel özgürlüğünün taşıyıcı oyuncusu ve onun perde imgesiyle birlikte, Atıf Yılmaz'ın "Mine" (1982) ile başlayan kadın özgürleşmesi filmIeri içinde yine özel bir yere sahip "Asiye Nasıl Kurtulur" (1986) filmine de gönderme yaparak, "Asiye Nasıl Kurtulur" oyununu sahnelemek üzere çalışırken, kendi bağımsızlığını sürdürebilmek için dönemin yükselen sektörü reklam piyasasına hayır diyemez ve Belinda adlı bir şampuan reklamında oynamaya karar verir. Uzun ve yorucu çekimler sırasında nihayet gün biterken sabunlu gözünü açtığında, başka bir dünyaya geçivermiş bulur kendini. Hulu-si beyin (Macit Koper) karısı, kayınvalideli, dantelli evin iki çocuklu annesi Naciye oluvermiştir. Bu o kadar doğal ve sıradandır ki onu kimse yadırgamaz, kendi dünyası onu tanımaz. Doğal ve sıradan olan orta sınıfın orta yeri muazzam bir kabustur. Serap'ın ve onun gibilerin kabusu olarak Naciye komşusu Gülveren'le (Füsun Demirel) dayanışma içinde kendi kabusunu kabullenip onun içinde var olmayı becerebildiği ve hayatı buradan oynamaya başladığı noktada film tekrar başkalaşır. Hollywood'un ve TV dizilerinin orta sınıf dünyasını bizatihi distopya mekanı olarak sunmalarının '90 sonları, 2000 başlarına denk geldiğini dikkate alınca, filmin sıradan orta sınıf aileden yarattığı kabus atmosferi oldukça değerli bir hal alıyor. 80'lerin ortalarında hem Türkiye'de hem de dünyada bütün muallaklıkların başladığı bir dönemde eleştirisi bu kadar net, anlatısı bu kadar katmanlı bir film yaratabilen Barış Pirhasan da Atıf Yılmaz da büyük övgüleri hak etmektedirler. (Zeynep Tül/Akbal Süalp) “SİYAD, “40 Yılın Serüveni


AĞLIYORSAM YAŞIYORUM (1986)


Yönetmen:Mehmet Dinler
Senaryo: Ali Fuat Kalkan, Kamil Başaran
Görüntü Yönetmeni: Kenan Kurt
Yapım: Rana Yayınları/Erol Solak

Oyuncular: Gülden Karaböcek, Salih Kırmızı, Yıldırım Gencer, Sami Hazinses, Suzan Avcı, Atilla Ergün, Baki Tamer, Diler Saraç, İhsan Baysal, Hakkı Kıvanç, Necip Tekçe

Konu: Film, zorla şarkıcı olan bir kadının yaşadıklarını konu alır. Selma, muhafazakâr bir ailenin iki kızından biridir. Babasının alkol bağımlılığı nedeniyle ailenin bütün yükünü sırtlanan Selma dikiş işleri yaparak para kazanmaya çalışır. Selma’nın bir diğer derdi de sözlüsü Eşref’tir. Eşref, Tilki Reşat adında bir kabadayıyla girdiği kavga sonucu hapse düşer. Eşref’in tahliye olmasına az bir zaman kala Tilki Reşat ve Yıldız intikam için harekete geçer. İkili, Selma’yı kötü yola sürükleyerek Eşref’i yeni bir batağa çekmeyi plânlar. Ancak plân umulduğu gibi gitmez ve Selma ünlü gazino patronu Tuğrul sayesinde kurtulur. Bununla birlikte Selma’nın gece hayatına girmesi hem ailesinde hem de yaşadığı mahallede büyük bir hayal kırıklığı yaratacaktır. (Hasan Sakın)

AĞLAMA YAVRUM (1986)


Yönetmen: Savaş Eşici
Senaryo: Günay Kosava, İhsan Yüce,
Savaş Eşici “John Steinbeck’in “Felaket İncisi” isimli romanından uyarlama. ”
Görüntü Yönetmeni: Mahmut Demir
Yapım: Sarıkaya Film/Aziz Sarıkaya

Işıklar: Fehmi Eryılmaz, Amigo Recep, Set Ekibi: Ömer Bubu, Şerafettin Avarel, Kamera Asistanı: Cemal Demir, Reji Asistanı: Yasemin Boran, Laboratuvar: A. Tümay Rızai, Şems Tokgöz, Armağan Kök-sal, Fehmi Acar, Montaj: Metin Çeşmebaşı, Soner Şenbecerir, Mustafa Kalkan, Negatf Montaj: Ömer Aksu, Sultan Yıldırım, Renk Uzmanı: Sabahattin Hoşsöz, Prodüksiyon Amiri: Cihat Karahan, Ses Mühendisi: Demir Arakon, (,Sineray Film Stüdyosunda hazırlanmıştır)

Oyuncular: Burhan Çaçan, Bahar Öztan, Hüseyin Peyda, Sevsin Cantürk, İ. Hakkı Şen, Özlem Çağla, Ümit Acar, Serap Kalkancı, Hikmet Taşdemir, Rafet Kalkan, Sırrı Elitaş, A. Müfit İlkiz, Arsen Bahçeoğlu, Özden Çağlar,

Konu: Tüm kasaba halkı ile beraber tarihi bir lahiti arayan evli bir erkekle, bir fahişenin öyküsü.


AĞLA ANAM AĞLA (1986)



Senaryo ve Yönetmen: Tanju Turunç
Görüntü Yönetmeni: Cem Esentepe
Yapım: Yaşam Film/Gazanfer Dirlik

Oyuncular: Oya Aydoğan, Salih Kırmızı, Dündar Yeşiltoprak, Emel Işık, Turgut Özatay, İ. Hakkı Şen, Recep Filiz, Sırrı Elitaş, Yılmaz Tatlıses, Cem Esertepe, Tanju Turunç

Konu: Taşradan kalkıp büyük şehre gelen ve ünlü bir şarkıcı olan bir çocuğu ve annesinin hikayesi. Filmin başrolünde oynayan Dündar Yeşiltoprak bir zamanlar şarkıcı idi.

AĞA BACI (1986)


Yönetmen: Semih Evin
Senaryo Can İğne
Foto Direktörü Abdullah Gürek
Yapım: Metro Film / Zeki Kafalı

Set Teknisyenleri: Ekrem Çınaroğlu, Ergun Sımsıkı, Şaban Derya, Ender Işık Servisi: Mehmet Çakar, Yönetmen Yardımcısı: Yılmaz Korkut, Kamera Yardımcısı: Mesut Çağdaş, Prodüksiyon Amiri: Mehmet Gonca, Renk Uzmanı: Kamil Kutay, Laboratuvar: Kamil Kutay, Mehmet Aktaş, Montaj ve Negatif Montaj: Recep Pala, Helmut Film Stüdyosunda hazırlanmış ve renklendirilmiş, Kunt Film Stüdyosunda seslendirilmiştir.

Oyuncular: Adile Naşit , Ayşen Gruda, Erol Günaydın, Asuman Arsan, Cem Erman, Sami Hazinses, Kudret Karadağ, Gülşen Altıntaş, Hakkı Kıvanç, Mümtaz Alpaslan, Ahmet Karaca, Selma Yelken, Hülya Yavaşoğlu, Gülçin Altıntaş,

Konu: Yeğenini tahsil yapması için İstanbul’a yollayan teyze çiftlik yaşamını konu alan bir film

AFFET ALLAHIM (1986)


Senaryo ve Yönetmen: Ferdi Tayfur
Görüntü Yönetmeni: Serdar Servidal
Foto Direktörü: Mustafa Yılmaz
Yapım: Fors Film/Mustafa Suphi, Ercan Ülkü, Melih Gülgen

Yardımcı Yönetmen: Arif Erkuş, Yardımcı Kameramana: Ahmet Servidal, Işıklar: Ender Işık Servisi, Jenerik: Oktay Şener, Set: Ahmet Bekir Aslan, Prodüksiyon: Sabri Aslankara, Hüseyin Zan, Laboratuar: Selahattin kaya, Hikmet Kuyucu, Sesleri Alan: Necip Sarıcaoğlu, Asistan: Gültekin Çavuş, Negatif Montaj: Mahmut Eskici, Senkron Revizyon: Süleyman Karakaya, (Lale Film stüdyosunda yıkanmış, Yeni Stüdyoda seslendirilmiştir.)

Oyuncular: Ferdi Tayfur, Necla Nazır, Diler Saraç, Nevin Aypar, İ. Hakkı Şen, Cem Erman, İhsan Baysal, Nebahat Sayın, Yetim Ali, Yılmaz Kurt, İbrahim Kurt, Yaşar Kutbay, Aslı Arda, Filiz Ateş, Oya Işıl, Bekir Aslan, Mümtaz Alpaslan, Hakkı Kıvanç, Cemal Gonca, Küçük Oyuncular: Funda Tayfur, Erkan Sımsıkı

Konu: Çocukluk arkadaşı üç gençten Ferdi yaptıkları soygun sonucu hapse düşmeden önce paraları arkadaşlarına bırakır. Tahliye olduğunda ilk işi uğruna hapse düştüğü arkadaşlarını bulup hissesini almaktır fakat hiç bir şey umduğu gibi olmaz. Çok sevdiği arkadaşı paraları geri vermez, üstelik Ferdi’nin sevgilisi Türkan’ı da uyuşturucuya alıştırmıştır. Ferdi, sevgilisini kurtarmak ve parasını geri almak için and içer.

ADEM İLE HAVVA (1986)


Yönetmen: Şerif Gören
Senaryo: Erdoğan Tünaş
Görüntü Yönetmeni: Çetin Gürtop
Yapım: Erler Film/Türker İnanoğlu

Yönetmen.Yrd: Turgay Aksoy, Ayşegül Gökçe, Kam. Ast: Engin Uludoğan, M: Melih Kibar, Işık şefi: Ali Salim Yaşar, Işık Ast: Hamdullah Erdoğan, San. Yön: Canan Göknil, Ses: Ersan Esenboğa, Film Hazr. Std: Sineray, Montaj: Mehmet Bozkuş, Neg. Montj: Ali Berkan, Ömer Aksu, Renk Uzmanı: Sabahattin Hoşsöz, Laboratuvar: A. Tümay Rızai, Şems Tokgöz, Prod. Amiri: Adnan Kurt, Prod. Ekibi: Necati Şimşek,

Oyuncular: Tarık Akan, Sibel Tunagöl, Erdal Özyağcılar, Rana Cabbar, Sibel Işıl, Tuncay Akça, Sinan Evin, Betim Salaman, Ayfer Gür, Feyzi Gür, Pascal Veılex., , Katrıen Vanswol, Yeşim Karakazan, Feridun Demircioğlu, Ertürk Yıldız, Yan Croosnan, Orhan Heyfegil, Gıovannı Staglo, Olıver Veılex

Konu: Münir Kozan (Tarık Akan) iki koru-masıyla birlikte (Erdal Özyağcılar – Rana Cabbar) tatilini geçirmek üzere Antalya Akdeniz Klüp’e gelir. Cennet gibi bir ortamda farklı ülkeler ve farklı kültürlerden gelen insanlar tatil yapmakta ve eğlenmektedirler. Münir çevresinde kadınlara düşkünlüğü ile tanınmış biridir. Yanından bir dakika bile ayrılma-yan iki koruması onu bu tutkusundan bir türlü vazgeçiremezler. Münir aynı otele tatile gelen ve çok özgürce yetiştirilmiş Can (Sibel Turnagöl) ile tanışır. Genç kızdan etkilenir. Başlangıçta davranışlarını itici ve çok komik bulsa da, Can da genç adamla ilgilenmekten kendini alamaz. Onun kaba görünüşünün altında romantik bir yanının olduğunu keşfeder. Sonunda olanlar olur ve iki genç kendilerini tutkulu bir aşk ilişkisinin içinde bulurlar. Can’ın ailesi kızlarının ısrarı ile tanıştıkları Münir’den pek hoşlanmazlar. Üstüne üstlük Münir’in memleketteki uzatmalı sevgilisi de tatil köyüne gelince ortalık iyice karışır. Bu karışıklık iki sevgilinin arasında incir çekirdeğini doldurmayan anlamsız tartışmaların çıkmasına neden olur. Sonunda genç kıza evlenme teklif eden Münir, ataerkil yapısından kaynaklanan korumacı tavrıyla artık Can’ın tüm davranışlarını kontrol altına alıp baskı uygulamaya başlar. Can ve Münir arasında karşılıklı gerilim artıcı davranışlar öyle bir boyuta ulaşır ki, sonuçta iki ayrı kültür ve yaşam biçiminin farklı bireyleri olan iki aşık için ayrılık kaçınılmaz olur. Bu arada komik olaylar birbirini izlerken Can’dan ayrılan Münir hiç zaman yitirmeksizin çoktan yeni bir avın peşine düşmüştür bile…

ACILARIN KADINI BERGEN (1986)




Senaryo ve Yönetmen: Ülkü Erakalın
Görüntü Yönetmeni: Erhan Canan
Müzik: Uğur Bayar
Yapım: Metro Film /Zeki Kafalı

Oyuncular: Bergen, Yalçın Gülhan, Asu-man Arsan, Bora Erdoğan, Ali Rıza Özbilgiç, Önder Bargıç, Meral Niron

Konu: Hem sesiyle hem de fiziğiyle ün kazanmış bir assolisttir Bergen. Çalıştığı pavyonun sahibi Necdet'e (Ali Rıza Özbilgiç) annesiyle (Asuman Arsan) birlikte bağımlı olan Bergen, patronu tarafından her türlü pis işlere sürülmüştür.Yine böyle bir işle uğraşırken tanıştığı ünlü ve başarılı ceza avukatı Yalçın Bey-'e (Yalçın Gülhan) aşık olur. Necdet bu ilişkiyi öğrenir ve Bergen'in yüzünü kezzapla yakar.Bu felaketten sonra Bergen,hayata yeniden tutunmak için büyük bir mücadeleye girer. Bergen, bu filmi çektikten iki yıl sonra (Ağustos 1989), dört ay önce boşandığı eski eşi tarafın-dan kurşunlanarak öldürüldü.


ACI LOKMA (1986)


Yönetmen: Temel Gürsu
Senaryo: Erdoğan Tünaş
Görüntü Yönetmeni: Sertaç Karan, Abdullah Gürek
Yapım: Kerem Film/Kemal Dilbaz

Set Ekibi: Yılmaz Sengelli, Ali Yelmen, Mehmet İnci, Işık Şefi. İbrahim Sabuncu, Laboratuar: A. Tümay Se-zai, Şems Tokgöz, Armağan Köksal, Renk Uzmanı: Sabahattin Hoşsöz, Ses MÖühendisi: Erkan Esenboğa, Negatif Montaj: Ömer Aksu, Pro-düksiyon Amiri: Hüseyin Zan, Yönetmen Yardımcısı: Arif Erkuş, Işıl Kulakçı, Kamera Asistanı: Ergun Özdemir, Montaj, Senkron: Mevlut Koçak,
Sineray Stüdyosunda seslendirilmiş ve renklendirilmiştir.

Oyuncular: Emrah, Meral Orhonsay, Neslihan Acar, Erol Günaydın, Civan Canova, Sümer Tilmaç, Sabrina Kayahan, Yaşar Kurtbay, Selahattin Fırat, Yaşar Kutbay, Ramazan İlhan, Atilla Akarsu,

Konu: Kan davası nedeniyle öldürmek istediği adamın kızına aşık olan bir gencin öyküsü.

ACI DÜNYA (1986)


Yönetmen: Ümit Efekan
Senaryo: Erdoğan Tünaş
Görüntü Yönetmeni: Çetin Tunca
Yapım: Topkapı Film /Yaşar Tunalı

Oyuncular: Tarık Akan (Yusuf), Harika Avcı (Sabahat), Kadir Kök, Merih Fırat, Mümtaz Alpaslan (Hakim), Selahattin Fırat (Fabrika Sahibi), Sümer Tilmaç (Deli Mehmet), İhsan Baysal, Selma Sonat (Ayla), Merih Fırat, Ahmet Eskici (Genelev fedaisi), Kutay Köktürk, Mustafa Koç (genelev fedaisi)

Konu: Sokak ortasında bıçakla çevresine saldırarak yedi kişiyi yaralayan Yusuf mahkemede hayat öyküsünü anlatmaya başlar. Küçük yaşta yetim kalan Yusuf yoksulluk yüzünden acı dolu bir hayat sürmüştür. Okuyamamış, para kazanmak için tombalacılık yapmıştır. Sürekli haksızlığa uğrayan, itilip kakılan, gençliğini hapislerde harcayan genç adamın her tövbesi bozulur. Yaşamının bir bölümü hapishanede geçen mutsuz bir tombalacı gençle, genelevden kaçıp namuslu bir hayata dönmek isteyen bir kadının öyküsü.

ZÜĞÜRT AĞA (1985)


Yönetmen: Nesli Çölgeçen
Senaryo: Yavuz Turgul
Görüntü Yönetmeni: Selçuk Taylaner
Müzik: Atilla Özdemiroğlu
Yapım: Mine Film /Kadri Yurdatap

Sanat Yönetmeni: Deniz Özen, Yönetmen Yardımcıları: Cihan Somer, Ayşegül Gökçe, Sadullah Celen, Kamera Yardımcısı: Ümit Ardabak, Kostüm Yardımcısı: Müberra Dündar, Işık: Kenan Eryılmaz, Bayram İlbur, Ali Koşan, Set: İsmail Kündem, Bekir Aslan, Soner Özmen, Turgut Pelit, Enver Kündem, Fotoğraflar: Yalçın Kılan, Prodüksiyon Amirleri: Sabri Aslankara, Mehmet Akdil, Laboratuar: Adnan Şahin, Zekeriya Şahin, Yahya Öztürk Negatif Montaj: Adnan Şahin, Kurgu/ Eşleme: Nevzat Dişiaçık, Ses Çekimi ve Miksaj: Erkan Aktaş, Efekt: Sudi Yılmaz, Optik Efekt: Hilmi Güver, (Fonu Film Stüdyosunda Hazırlanmıştır),

Oyuncular: Şener Şen (Züğürt Ağa), Erdal Özyağcılar (Salman), Nilgün Nazlı (Kiraz), Atilla Yiğit Hırpıt Ali), Bahri Selin (Baba), Can Kolukısa (Kahya), Füsun Demirel (Ağanın Karısı), Ayla Aslancan (Anne), Celal Perk (Remo), Filiz Küçüktepe (Salman’ın Karısı), Ali Osman Okumuş (Ağanın Oğlu), Funda Çakmaktaş (Ağanın Kızı), Kemaşl İnci (Abuzer), Celal Yassıtaş (Şıh), Kadir Yıl-maz (Kan Kardeş), Hamdiye Turan (Kan kardeşin Karısı), Habil Yenici (1. Pehli-van), Ahmet Yutmaz (2.Pehlivan), Ali Rıza Canoluk (Market Sahibi), Sabah Ayşavkı (Delikanlı),

Konu: Güneydoğu Anadolu’da Haraptar adlı köyün haşmetli ağası (Şener Şen), her gün "yeni bir karı" iste-yen babası Abdo Ağa 'dan kalan topraklarda ağalığını sürdürmektedir. Ağa'nın en büyük tutkusu güreşmektir. Bu nedenle köyde sofralar kurulur yenlir içilir... Yoksul köylüler memnundur ... Ama yağmur yüzü görmedikleri için de endişelidirler. Çünkü toprak kuraklaşınca köylü zor durumda kalır şaşkındırlar. Yağmur duasına çıkarlar ama sonuç gene de değişmez. Bu ara Abdo Ağa, köyün güzel kızı Kiraz'a (Nilgün Nazlı) göz koyar. Ve onunla evlenir, gerdeğe girince de hemen o gece yaşamını yitirir. Züğürt Ağa'nın yanaşması, Kiraz’ın oyuncu", babası kuraklık nedeniyle yoksul köylüleri kışkırtır. Ağa'nın ürününü köylüler satarlar, sonra da İstanbul’a kaçarlar. Köy boşalınca Ağa da topraklarını, o yörede baraj yapmak isteyen politikacılara satıp ailesiyle birlikte İstanbul'a göç eder. Büyük kentte ne yaparsa hepsi kurur. Ekonomik düzen gitikçe kötüye giden Ağa 'nın önce karısı terkeder. Ağa, büyük kentte kendisini Kiraz'la bir başına kalır. Onun seateğiyle direnerek gene de umutla yaşamını sürdürür ...

ÖDÜL:
Uluslararası Sinema Günleri 86'da '"Türk Filmleri Yarışması’nda Dr. Nejat Eczacıbaşı Vakfı Ödülü olan iki milyon TL. "Adı Vasfiye", "Amansız Yol" ve Züğürt Ağa" arasında üçe paylaştırılıp , Nesli Çölgeçen'e verildi.

Nokta Dergisinin 1986) oluşturduğu 15 kişilik Jüriyle, Sinema Günleri 86'ya katılan filmler arasında yapılan seçimle;

►Şener Şen "en iyi erkek oyuncu",
►Selçuk Taylaner "en iyi görüntü yönet-meni"
Sinema Yazarlarının "en iyi on rılm" seçiminde (1986),
►"Züğürt Ağa" 2.nci oldu.
Nesli Çölgeçen "en iyi yönetmen",
Selçuk Taylaner "en iyi görüntü yönetmeni",
23. Antalya Altın Portakal Film Festi-vali’nde (1986)
►Yavuz Turgul "en iyi özgün senaryo",
►Füsun Demirel "en iyi yardımcı kadın oyuncu"
►Erdal Özyağcılar da "en iyi yardımcı erkek oyuncu" ödüllerini aldılar.

— Kültür Bakaıılığı sinema ödülü olan (4 milyon) (1986).

Ø    Bazı sinema adamlarının "Züğürt Ağa"yı ülkemizde feodalitenin çöküş sürecini anlatan bir film olarak betimlemeleri, ya da görmek istemeleri. Ben bu görüşe katılmıyorum. Çünkü, "Züğürt Ağa" her ne denli toplumsal sorunları bir çerçeve olarak almışsa da, amacı ve anlattığı, "birey"in dramıdır. Değişen dünyaya ayak uyduramayan ve gerçekçilikten çok, "uyumsuz" bir sanat anlayışı ile sergilenen "bireysel" bir öyküdür. Feodalitenin çöküşünü anlatmaktan çok ülkemizde hala kentlerde bile egemen olan feodalite ürünü, ya da artığı değerleri keskin bir eleştirel bakışla sergilemektedir, o kadar. (Yavuzer Çetinkaya, Milliyet Sanat Dergisi, S.: 137, 1 Şubat 1986). “Agah Özgüç, “Türk Filmleri Sözlüğü”

Ø    Güneydoğu'nun kavruk, kurak topraklarında başlayıp İstanbul'da sonuçlanan filmin kahramanı, elindeki avucundakini kaptıra kaptıra, ağalığın şanına halel getirmeden gittikçe yoksullaşan, feodal düzenin artığı bir ağa. Kuraklıktan ötürü topraklarını, köylerini satmış, desteklediği partinin kazığını yemiş, köylünün desteklediği Şıh'la zıtaşmış ve yeni bir dünyada yeni bir düzen kurmak ve yer edinmek için cümbür cemaat kalkıp büyük kentte göç eden, çoğu ayak uyduramamış sonunda çiğ köftecilikte karar kılarak sevdiği Kiraz'la birlikte hayat mücadelesine devam eden bir ağa: "Komik"ten "trajik"e yol alan "trajikomik" bir havada gelişen film, başarılı yönetimi, oyunculuğu, mekan ve çevre kullanımı, görüntüleri ve müzik çalışmasıyla değer kazanıyor. (Sungu Çapan, Köyden şehire inince, Nokta, S.: 3,26 Ocak 1986). “Agah Özgüç, a.g.e.”

Ø    Ooooo... Bu ne güzel sürpriz!... Türk sinemasında başarılı bir güldürü.. Hem de ne güldürü!.. Sıvışmayan, bulaşmayan, cıvıldaşmayan, "eşşoğlu esşek", "hıyaroğlu hıyar" türü ince (!) esprilere rağbet etmeyen, baştan sona zeki, ironik, düzeyli kalmasını bilen, bir güldürü filmi esprisi ve mekanizması içinde, değme gerçekçi filmden daha güçlü biçimde önemli toplumsal değişimlere, sarsıntılara tanıklık eden bir film karşısındayız... Böylesine güzel bîr sürprize uzun zamandır hasrettik...

"Ağalık", hep biliriz, kırsal kesimdeki Türk toplumu için hâlâ önemini koruyan bir kurumdur. 27 Mayısçılar, yurt çapında 50-60 ağayı toplayıp sürerek bu sorunu çözeceklerini sanmışlardı (Sonra hepsi yerlerine döndüler), Türk filmlerinde ise hep aynı kalın, kaba çizgilerle çizilen bîr ağa tipi vardır: Hain, kötü, .sömürücü.,. Oysa ağalık yalnızca bu niteliklere sahip bir kurum olsaydı, bunca yüzyıldır ayakta kalabilir miydi? Ağaların bir zamanların feodal Avrupa toplumlarındaki senyörlerin alaturka kargılığı olduğu, biraz da günümüzün mafya babalan gibi, temelde odak noktası oldukları sömürü gerçeğini, çevreye yardım, koruma, kol kanat germe gibi davranışlarla saklayarak varlıklarını korumayı bildikleri gözden kaçmalı mı? Ağalığı, "iyi-kötü" yaklaşımının kolaycı çizgilerinden kurtulup gerçekçi, toplumbilimsel bir yaklaşımla ele almak gerekmez mi?

Ø    Züğürt Ağa", temel yaklaşımını bu çerçeveye oturtmuş. Bize anlattığı ağa, iyi-kötü, güçlü-zayıf yanlarıyla ", öncelikle bir insan... Oldukça incelikle işlenmiş ilişkiler bütünü içinde bize bir insanın bireyselden toplumsala, tüm davranışları İnandırıcı biçimde veriliyor.

Film ağalık kurumuna İnce bir güldürü çerçevesinde yaklaşırken, sonuç olarak bu kurumun gelişen, kapitalistleşmeye doğru giden toplum yapısı içinde yok olmaya mahkûm bir kurum olduğunu vurguluyor. Turgul / Çölgeçcn ikilisi de, çağdaş Türk toplumunda ağalığın kaçınılmaz çöküşünü anlatıyorlar. Büyük, iddialı sözlerle değil, sıcak, kavrayıcı bir güldürü içinde, temel, büyük değişimlerin öyküsünü veriyorlar.

Film, baştan sona ince, nitelikli, ama tipik bizden bir gülmeceyi sürdürüyor. Doğunun ağalık kadar etkili kurumu" şıh'lığın (şeyhlerin) gırgıra alındığı bölümler, bu çağdışı kurum üstüne ciltler dolusu kitaptan daha etkili... Partililerle ilişki-ler, siyasal planda ağasın rekabeti, köylülere "cennette tapu" vaat eden 'şıh'ın kazanması, sonra Züğürt Ağa'nın İstanbul serüvenleri, hepsi, hepsi, unutulmaz gülmece sinema bölümleri., Hele Züğürt Ağa'nın İstanbul'da açtığı "modern mar-ket"le peynir tartması veya lüks semtler-de "domates satması" bölümleri, yalnız bizim sinemamız içinde değil tüm dünya gülmece sineması içinde antolojik olma-ya layık bölümler... Yavuz Turgul, güldürü sinemamız için şimdiye dek yazılmış en olgun, sağlam senaryolardan birini, belki birincisini imzalamış... Bravo!.. Nesli Çölgeçen'in "Kardeşim Benimle çıkışın-dan sonra, daha ikinci filmde eriştiği anlatım kusursuzluğuna şaşmamak elde değil... Selçuk Taylaner'in görüntüleri, Atılla Özdemiroğlu'nun müziği, kendi aralarında ülkemiz standartlarının hemen üstüne çıkan çalışmalar,..

Ve de kuşkusuz Şener Şen... Hepsi de başarılı sayılabilecek tüm oyuncu kadrosu içinde filme damgasını vuran, son derece Ölçülü oyunuyla, yalnız iyi bir güldürü sanatçısı değil, dört başı mamur bir karakter oyuncusu da olduğunu görkemli biçimde kanıtlayan Şener Şen... Şener Şen olmasa bu film yapılabilir miydi, bu denli başarılı olabilir miydi?' Bilmiyorum... ”Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız” Haraplar Ağasının önlenemez çöküşü” adı altınta aynı yazı; “Cumhuriyet Gazetesi’nin 17 Ocak 1986” tarihinde yayınlanmıştır.