Yönetmen: Atıf Yılmaz
Senaryo: Barış Pirhasan
Görüntü Yönetmeni : Orhan Oğuz
Yapım: Odak
Film/Cengiz Ergun
Yönetmen
yardımcısı: Leyla Özalp, Sevgi Saygı, Kamera
Yardımcısı: Cem Esertepe, Sanat Yönetmeni: Şahin Kaygun, Seslendiren:
Erkan Aktaş, Müzik: Onno Tunç, Kurgu-Eşleme: Mevlut Koçak, Aydınlatma
Yönetmeni: Recep Biçer, yardımcılar: Remzi Biçer, Şevki Gezer,
Gita-rist: Onur Toparlak, Jimnastik Hocası: Sevinç Oylumlu,
Makyöz: Sahra Gülyüz, Set Ekibi: İsmail Kündem, Erdal Sümer, Enver
Kündem, Negatif Kurgu: Zeynep Tor, Laboratuar: Yahya Öztürk, Renk
Düzenleme: Adnan Şahin, Baskı Zekeriya Şahin, Yapım Yönetmeni: Sadık
Deveci, Yapım Görevlisi: Ahmet Altunterim, (Fono Film Stüdyosunda
hazırlanmıştır.)
Oyuncular: Müjde Ar, Macit Koper, Yılmaz Zafer,
Güzin Özipek, Füsun Demirel, Tarık Pabuççuoğlu, Azmi Örses, Mehmet Akan, Levent
Yılmaz, Fatoş Sezer, Nuran Durak, Kezban Batıbeki, Sahra Gülyüz İsmet Ay,
Mehmet Çerezcioğlu, İsmet Ay, Erol Keskin, Erol Durak, Aytül Özkan, Elif Ataöv,
Sedat Küçükay, Yavuz Kutal, Meltem Savcı, Koray Ergun, Ayla Çerezcioğlu, Yüksel
Ballıoğlu, Nurettin Şen, Hikmet Dikmen, konuk Sanatçı: Sevda Aktolga, Çocuk
Oyuncular: Berhan Ballıoğlu, Burçak Çerezcioğlu, Elif Çerezcioğlu,
Not: Filmdeki Tiyatro bölümlerinde Vasıf
Öngören’nin “Asiye Nasıl Kurtulur” oyunundan yararlanılmıştır.
“Birinci
Final Şarkısı”
“Bir
Sermayenin Türküsü” Söz: Vasıf Ön-gören, Müzik: Sarper Özhan
Konu: 1980'ler, kadın karakterlerin uzun
zamandır hapsoldukları klişelerden kurtulup, erdemleri ve zaaflarıyla yaşayan
gerçek insanlara dönüşmeye başladığı bir dönem oldu Türk sinemasında. Kadın karakterler artık hikayenin erkek kahramanına eşlik eden vefakar sevgililer
uğruna suç işlenen evlatlar, kardeşler veya onları yoldan çıkartan şuh dişilerden
ibaret değildi. Sinema dünyası yavaş yavaş kadınları birey olarak algı-lamaya
başladı ve onları hikayelerin odak noktasına taşıdı. Kadın konulu filmler
dendiğinde akla gelen ilk isim ise, hiç kuşkusuz Atıf Yılmaz'dı. Farklı
toplumsal katmanlardan gelen kadınların kimlik arayışlarını, yaşam içinde bir
birey olarak kabul görme mücadelelerini, bazen dramatik, bazense esprili bir
dille ele alan Yılmaz'm "Aaahh Belinda" adlı çalışması, bu türdeki
filmlerin en güzel örneklerinden biri. Üstelik "Aaahh Belinda" sadece
kimliğini sorgulayan kadın temasıyla değil, Barış Pirhasan imzalı senaryosunun
fantastik anlatım biçimi ile de ilgi çekici.
Genç tiyatro
oyuncusu Serap'ın bir reklam filmi çekimi sırasında, canlandırdığı karakterin
yerine geçmesi ile başlayan film, birbirinden oldukça farklı hayatlar yaşayan
bu iki kadının, tek bedene hapsolmuş öyküsünü sunuyor seyircisine. Özgür bir
yaşam süren idealist oyuncu Serap, evli ve iki çocuklu bir banka memuresi olan
Naciye'nin yerine geçince, işler bir anda sarpa sarıyor. Tamamen yabancısı
olduğu bu hayatın içinde bocalayan Serap'ın kendi yaşamını ve kimliğini geri
alma çabasına, mecburen oynamaya devam ettiği Naciye rolünün ona yüklediği
sorumluluklar ekleniyor. Tiyatro kariyerini sil baştan inşa etmeye çalışan, bir
yandan da her şeyden habersiz olan kocası, çocukları, kaynanası, komşuları ve
iş arkadaşlarıyla ilişkisini sürdürmeye uğraşan Serap'ın yaşamı hem komik, hem
de düşündürücü bir macera seyirciler için. Kadının eş, anne, emekçi ve sanatçı
olarak toplum içindeki yerini anlamlandırmaya çalışan film, 80'li yılların
karakterini ortaya koyan ince ayrıntılar da içeriyor. Özal iktidarı ile hız
kazanan ekonomik değişimi, reklam sektöründeki canlanma ile ortaya koyan,
tiyatro oyuncularının reklamcılığa karşı beslediği ön yargıları ise, aydınların
kapitalist sisteme direnişi yönünde işleyen film, Serap ve arkadaşlarının
sahneye koydukları Vasıf Öngören'in "Asiye Nasıl Kurtulur?" adlı
oyunundan da güç alıyor. Filmin final sahnesine damgasını vuran soru ise, daha
çok oyuncuları ilgilendirir nitelikte. Oyuncu rolünü oynadığında mı,
yaşadığında mı daha inandırıcı olur? Serap'ın kendisini Naciye karakterine
teslim ettiği anda, yönetmenin 'stop!' komutuyla gerçek dünyaya geri döndüğü
düşünülürse, Yılmaz'ın soruya verdiği cevap açık…(Sinema En İyi 100 Film)
ÖDÜL
23. Antalya Film Şenliği'nde
(1986)
►Müjde Ar en iyi kadın
oyuncu",
►“Aaahhh Belinda” "en iyi birinci film"
►Atıf Yılmaz
"en iyi yönetmen"
Eleştiriler:
► “Aaahh
Belinda, Adı Vasfiye. Teyzem filmi gibi sinemamızda yeşermeye başla-yan yeni
bir türün, değişik bir arayışın ve anlatımın filmi. Düşlerle gerçeklerin
harmanlanıp karıştığı, fantastik sinemanın kenarlarında dolaşan, ama fantastik
olmayan, öykünün dokuları içine toplumsal eleştiri ile birlikte kadın-erkek
İlişkilerini bize özgü anlatan ve zaman ... zaman gerilim kukan bir tür bu.
Aaahh Belinda 'yi izlerken de önce Serap'ın, sonra da Naciye'nin peşine takılıp
gidiyorsunuz. Ama bu gidiş, alışılmış türden, düz ve mekanik bir gidiş değil,
aksine gerilim dozu hafiflen artan bir tempoyla oluyor. Naciye'yi izlerken
Serap'ı, Serap'ı izlerken de Naciye'yi düşünmeden edemiyorsunuz. Garip, tuhaf,
ama İzleyeni saran, merak unsurunun banı (eliyle hınzırca oynayan bir gerilim
bu. Tiyatro sanatçısı Serap nasıl oluyor da reklam filmini çevirdiği bir sırada
Naciye oluyor? Ya da, Naciye mi, sınıfına dar gelen atlama özlemi ile Serap'ı
düşlüyor. Düş mü gerçek olmak istiyor, yoksa gerçek mi düş oluyor? Daha birtakım
sorular, sorular, sorular Elbette ki Aaahh Belinda yalnızca bu değişimin
oluşturduğu sıra işi bir gerilim filmi değil. Atıf Yılmaz bu gerilimi bir fon
gibi kullanarak izleyene ayakları yere basan bir başka şeyi de anlatıyor. Küçük
burjuva yaşamı içindeki Serap'ı aerobik salonlarından, tiyatrodan ve imajını
satarak para ve şöhrete giden stüdyolardan alarak, orta halli bir çevrenin,
orta halli bir memurun evine sokuyor. Aynı kişide iki farklı çevreyi yaşatarak,
gerçek yaşamdaki düşleri, özlemleri ve düş kırıklıklarını da ince bir mizahla
gözler önüne seriyor. Naciyelerin ve Naciye gibi binlercesinin özlemlerini garip
bir düş fantezisi içinde dile getiriyor. Hem de işlek, akıcı, baştan sona ilgi
ve merakla izlenen bir sinema diliyle. Atıf Yılmaz'ın sineması için söylenecek
bir şey kalmadı arlık. Her filmini görüşte, eski defterleri karıştırarak,
kasaba gerçekçiliğinden kendine özgü mizah ve biçim anlayışından da süz etmeye
hiç gerek yok. O, her zaman yeni, olumlu sonuçlar vermese de her zaman değişik
bir arayışın peşinde koşan, sinemamızın belki de en genç kalabilmiş
yönetmenlerinden biri. Son yıllarda yaptığı filmler de bunu kanıtlamıyor mu?
Şimdiye dek
oyununa pek ısınamadığım, belki de erotizm çağrışımlı filmlerden artakalan bir
düşünce İle -bağışlasın beni - bu tür filmlerde de oynatılması-na akıl-sır
erdiremediğim Müjde Ar da, tüm bu düşüncelerimi altüst ederek Teyzem filminde
olduğu gibi Altın Porlakal'ı hak edercesine dört başı mamur bir kompozisyon
çiziyor. Füsun Demirel ile Macil Koper için de aynı övgüyü yinelemek
olası.”(Burçak Evren Türk Sinemasında Yeni Konumlar)
Ø
Oya gibi bir mizahla işlenmiş olaylar, Türk toplum
yapısındaki çelişkileri de kuşbakışı vererek gelişiyor. Film baştan sona, son
derece keyifli ve zevkli bir çizgi romanın akıcılığıyla izleniyor. Bizce
"Aaahh Belinda'nın mesajı şudur, budur..." gibi derinlemesine
tartışmala-ra girmek yersiz olur, Atıf Yılmaz, Barış Pirhasan'ın başarılı
senaryosundan yola çıkarak, "Adı Vasfiye"den sonra görkemli bir çıkış
daha yapıyor, nefis bir kabare gösterisi sunuyor... Bizce olay bu... (Erdal
Çetin, Aaahh Belinda, Milli-yet, 20 Kasım 1986). “Agah Özgüç “ Türk Filmleri
Sözlüğü” Cilt 2”
Ø
Önce filmin sevimliliğini vurgulamak-ta yarar var. Barış
Pirhasan'ın senaryosu "Kahire'nin Mor Gülü"ne filan benzemek şöyle
dursun, tam tersine Atıf Yılmaz folklorikliğine çok uyan, üstelik yönet-men eki
mizah anlayışı damarını Nazlı Eray'ın bazı öykülerinde ratladığımız çeşitten
bir hayal gücüyle besleyen çok yerli bir neşeyle dolu. Bu neşe özellikle Serap,
Naciye olduktan sonra durmadan açık elektrik düğmelerini kapatan Macit
Koper'le, Serap'ın dünyasına gir-meye dünden teşne komşu Füsun Demirel'le
"hayırsız baba" İsmet Ay'la, korkunç babaanne Güzin Özipek'le ve
oyunculuğu gittikçe yumuşayan, kendini seslendirme konusun da ustalaşan Müjde
Ar'ın oyunlarıyla önüne geçilmez oluyor. (Fatih Özgüven, Serap ve Naciye
Reklamlara Karşı, Yeni Gündem, S.: 38,23-29 Kasım 1986).
Ø
Belinda"nın küçük burjuvazi teşhirine bir
itirazımız yok. Takıldığımız nokta Serap'ın yaşantısı ve bunun bir cennet,
Naciye'nin yaşantısını ise bir kabus, bir cehennem olarak sunulması... Serap'ın
yaşantısı, "Ece Bar", "Bilsak" gibi reel çevreler ve adlar
içerdiği için bu açıdan bakalın önce ona... O zaman şu sorular akla geliyor
Artık tiyatro dünyamız da böyle saray yavrularında yaşayan primadonnalar
kaldı mı' Varsa onlar için reklamda oynamak gereksinimi olur mu? Oynasalar bile
sıradan bu banka memuresini mi oynarlar? (İbrahim Altınsay, Yeni filmler,
Hürriyet Gösteri, S.: 73, Aralık 1986).
Ø
Atıf Yılmaz, bu gerilimi bir fon gibi kullanarak
izleyen ayakları yere basan bir başka şeyi de anlatıyor. Küçük burjuvai yaşamı
içindeki Serap'ı, aerobik salonlarından, tiyatrodan ve imajını satarak para ve
şöhrete giden stüdyolardan alarak, orta halli bir çevrenin, orta halli bir
memurun evine sokuyor. Aynı kişide iki farklı çevreyi, yaşatarak, gerçek
yaşamdaki düşleri, özlemleri ve düş kırıklıklarını da ince bir mizahla gözler
önüne seriyor. Naciyelerin ve Naciye gibi binlercesinin özlemlerini garip bir
düş fantezisi içinde dile getiriyor. Hem de işlek, akıcı, baştan sona ilgi ve
merakla izlenen bir sinema diliyle. (Burçak Evren, Aaahh Belinda, Düş mü,
gerçek mi? Güneş, 21 Kasım 1986).
Ø
Düş mü , karabasan m, yoksa kötü bir şaka m ? Kendisini
birdenbire bambaşka bir
dünyada buluveren Serap'ın (Müjde Ar) ağzından bunlar dökülür. . Daha on dakika evvel Belinda
şampuanının reklam filminde oynamıyor muydu? Ya şimdi, bu evde, kocası
olduğunu iddia eden bu "herifle" ve iki çocukla ne yapacaktı? Nerden
gelmiş ve nasıl çıkacaktı buradan? Nasıl kurtulacaktı bu düşten? Yoksa, (tüm
bunlar gerçek miydi, bilmeden, farkında olmadan, anımsayamadığı bir zaman
diliminde böylesine bir adamla evlenmiş, iki çocuğa sahip olmuş muydu? Yanıtsız
kalan tüm sorular uzadıkça uzuyor, Serap'ı adeta içinden çıkılmaz, bilmediği,
tanımadığı, yaşamadığı fantastik bir dünyanın karmaşasına itiveriyordu...
Atıf Yılmaz-Barış Pirhasan
ikilisi Vasfiye gerçekten yaşadı mı?" sorusunun yanıtını belleklerde
bırakan Adı Vasfiye'den sonra bir kez daha, yan düşsel/fantastik bir öykü
örgüsünü kurdukları Aaahh Belinda 'da bu kez de Naciye'-ye ne oldu? sorusunu
karşımıza getiriyor...
Aaahh
Belinda, Adı Vasfiye. Teyzem filmi gibi sinemamızda yeşermeye başlayan yeni bir
türün, değişik bir arayışın ve anlatımın filmi. Düşlerle gerçeklerin
harmanlanıp karıştığı, fantastik sinemanın kenarlarında dolaşan, ama fantastik
olmayan, öykünün dokuları içi-ne toplumsal eleştiri ile birlikte kadın-erkek
İlişkilerini bize özgü anlatan ve zaman zaman gerilim kukan bir tür bu. Aaahh
Belinda 'yi izlerken de önce Serap'ın, sonra da Naciye'nin peşine takılıp
gidiyorsunuz. Ama bu gidiş, alışılmış türden, düz ve mekanik bir gidiş değil,
aksine gerilim dozu hafiflen artan bir tempoyla oluyor. Naciye'yi izlerken
Serap'ı, Serap'ı izlerken de Naciye'yi düşünmeden edemiyorsunuz. Garip, tuhaf,
ama İzleyeni saran, merak unsurunun banı (eliyle hınzırca oynayan bir gerilim
bu. Tiyatro sanatçısı Serap nasıl oluyor da reklam filmini çevirdiği bir sırada
Naci-ye oluyor? Ya da, Naciye mi, sınıfına dar gelen atlama özlemi ile Serap'ı
düşlüyor. Düş mü gerçek olmak istiyor, yoksa gerçek mi düş oluyor? Daha
birtakım sorular, sorular, sorular...
Elbette ki Aaahh Belinda
yalnızca bu değişimin oluşturduğu sıra işi bir gerilim filmi değil. Atıf Yılmaz
bu gerilimi bir fon gibi kullanarak izleyene ayakları yere basan bir başka şeyi
de anlatıyor. Küçük burjuva yaşamı içindeki Serap'ı aerobik salonlarından, tiyatrodan
ve imajını sa-tarak para ve şöhrete giden stüdyolardan alarak, orta halli bir
çevrenin, orta halli bir memurun evine sokuyor. Aynı kişide iki farklı çevreyi
yaşatarak, gerçek yaşamdaki düşleri, özlemleri ve düş kırıklıklarını da ince
bir mizahla gözler önüne seriyor. Naciyelerin ve Naciye gibi binlercesinin
özlemlerini garip bir düş fantezisi içinde dile getiriyor. Hem de işlek, akıcı,
baştan sona ilgi ve merakla izlenen bir sinema diliyle. Atıf Yılmaz'ın sineması
için söylenecek bir şey kalmadı arlık. Her filmini görüşte, eski defterleri
karıştırarak, kasaba gerçekçiliğinden kendine özgü mizah ve biçim anlayışından
da süz etmeye hiç gerek yok. O, her zaman yeni, olumlu sonuçlar vermese de her
zaman değişik bir arayışın peşinde koşan, sinemamızın belki de en genç
kalabilmiş yönetmenlerinden biri. Son yıllarda yaptığı filmler de bunu
kanıtlamıyor mu?
Şimdiye dek oyununa pek
ısınamadığım, belki de erotizm çağrışımlı filmlerden artakalan bir düşünce İle
-bağışlasın beni - bu tür filmlerde de oynatılmasına akıl sır erdiremediğim
Müjde Ar da, tüm bu düşüncelerimi altüst ederek Teyzem filminde olduğu gibi
Altın Portakalı hak edercesine dörtbaşı mamur bir kompozisyon çiziyor. Füsun
Demirel ile Macil Koper için de aynı övgüyü yinelemek olası.
► Aaahh Belinda!.."
hakkında söylenmiş, pek çok yabancı filmle benzerlik ya da çağrışım iddialarına
(benzetilenlerin pek çoğu daha geç Yapımlar olmakla beraber) ve postmodernist
bir film olduğu yakıştırmalarına rağmen, Kafkavari bir dönüşüm; başkalaşım
öyküsüdür. Daha da önemlisi, toplumsal bir fantezi / kabus karşıtlığı ya da
beraberliğidir. Eğer fantezinin kabuslarla ve korkularla zaten kaçınılmaz
olarak bir arada olacağını varsayıyorsak, bu yaman çelişki ve çatışmanın da
Türkiye sinemasındaki en özgün örneklerinden birinin "Aaahh
Belinda!.." filmi olduğunu söyleyebiliriz. Birden, 'birisi' olarak
'kendiniz' olmak için yol kat ettiğiniz bir noktada, hiç olmak istemeyeceğiniz
birine dönüşmüş olarak buluvermek kendinizi. Bir sabah başka bir dünyaya
uyanmak ve bunu sizden başka kimselerin fark etmiyor olması; kim ve ne
olduğunuzu kimselere anlatamamak. ..
Olmak istenmeyenin dünyasında ya da
olunmak istenmeyen bir dünyada, yeniden bir ben kurmak, korkunun, kabusun
dünyasıyla karşılaşmak, onun içinde yaşamak, deneyim edinmek ve yeniden
dönüşmek; dönüşmüş olanla kaçınılmaz olarak uyum sağlamak ya da uyum
sağlıyormuş gibi görünmek en güçlü edebi anlatı türlerinden biridir ve en
evrensel insanlık hallerinden de biridir. Bireyin toplumla ve kendi inşasıyla
mücadelesidir söz konusu olan. Filmi bu evrensel türden farklılaştırıp, ayırt
edici kılan ise kahramanın bir kadın olmasıdır. Özellikle de 80'ler
Türkiye'sinde, toplumsal siyasi ve iktisadi büyük eşikte, birey olma ve
toplumla karşılaşma ve çatışmasının taşıyıcı karakterinin genç tiyatro
sanatçısı bir kadın olmasıdır. Film, Serap ile Naciye'nin dünyalarını
anlatırken, dönemin sözünü ettiğimiz bütün alanlardaki özelliklerini, popüler
kültürün yükselişini, sınıfsal farklılıkları ve çatışmaları, hatta buradan
baktığımızda 80'lerin en büyük dönüşüme ve sınıf içi ayrışmalara uğratacağı
küçük burjuva sınıfına, nihayetinde de aynı büyük orta sınıftan gelen Serap ile
Naciye'nin oturma odalarına, gece ve sokakla girdikleri ilişkiye kadar farklı
olan dünyalarına bakar. Serap, değişmekte olan bir metropolde, yükselen kadın
özgürleşmesinin bir neferi olarak, cinselliğini, hayallerini kendi kararları
ile yaşayabilen, tek başına ayakta durabilen, ekonomik bağımsızlığını zor da
olsa koruyabilen bir kadındır. Bu özgürleşme ve bağımsızlık durumunu korumak
için hayallerinden ve kendi olmak üzere kurduğu tasavvurlardan ödünler verecek
de olsa ...
Naciye ise, yine o orta sınıfın en orta yerinde, tele-vizyonlu
oturma odalarında, kadınların çalıştığı ama bunun onlara ekonomik özgürlük
getirmediği, dayak yemelerine ya da aşağılanmalarına engel olamadığı,
cinselliği bir zulüm, bir görev ya da tecavüz olarak yaşamalarının alın yazısı
gibi durduğu bir dünyada, Serap gibilerininkine yakın olabilecek bir öz-gürlüğe
ulaşabilmek için savunma mekanizmaları, yalanlar ve sırlardan oluşan bedellerle
kendi olmaya, birey olmaya çalışabilir ancak; başarı ise müphemdir ve uzaktır.
Bütün siyasi muhalefet ve direnme biçimlerinin şiddetle men edildiği 80'lerde
Kadın Hareketi mazur görünenler kapsamın-da yükselirken, Atıf Yılmaz da bu
hare-ketin ve dönüşümün içindeki kadınları anlatan filmler yaptı. Bu filmlerin
bazıları, dönemin müsamaha görmüş kadın anlatıları sinemanın ötesine geçti.
"Adı Vastiye" (1985). ve "Aaahh Belinda!.." (1986) kendini,
sinemayı, Türkiye'de sinemayı ve dönemi yansıta-bilen, bu anlamda kendini
yansıtmacı (self refiexive) filmler olarak öne çıkıp, sinema tarihimiz için de
önemli filmler oldular. Bu hızlı toplumsal dönüşümün içinde kadınlar ve
erkekler olarak sıradan insanların hallerini de yansıtabilen; çok katmanlı
anlatılar oldular. Her iki filmin de senaryolarını Barış Pirhasan'ın yazdığı
düşünüldüğünde Atıf Yılmaz kadar onun da bu farklı filmlere ilişkin krediyi
paylaşması gerekir.
Serap, yani Müjde Ar, 80 sonrası Türk Sineması'nda kadın oyuncuların
cinsel özgürlüğünün taşıyıcı oyuncusu ve onun perde imgesiyle birlikte, Atıf
Yılmaz'ın "Mine" (1982) ile başlayan kadın özgürleşmesi filmIeri
içinde yine özel bir yere sahip "Asiye Nasıl Kurtulur" (1986) filmine
de gönderme yaparak, "Asiye Nasıl Kurtulur" oyununu sahnelemek üzere
çalışırken, kendi bağımsızlığını sürdürebilmek için dönemin yükselen sektörü
reklam piyasasına hayır diyemez ve Belinda adlı bir şampuan reklamında oynamaya
karar verir. Uzun ve yorucu çekimler sırasında nihayet gün biterken sabunlu
gözünü açtığında, başka bir dünyaya geçivermiş bulur kendini. Hulu-si beyin
(Macit Koper) karısı, kayınvalideli, dantelli evin iki çocuklu annesi Naciye
oluvermiştir. Bu o kadar doğal ve sıradandır ki onu kimse yadırgamaz, kendi
dünyası onu tanımaz. Doğal ve sıradan olan orta sınıfın orta yeri muazzam bir
kabustur. Serap'ın ve onun gibilerin kabusu olarak Naciye komşusu Gülveren'le
(Füsun Demirel) dayanışma içinde kendi kabusunu kabullenip onun içinde var
olmayı becerebildiği ve hayatı buradan oynamaya başladığı noktada film tekrar
başkalaşır. Hollywood'un ve TV dizilerinin orta sınıf dünyasını bizatihi
distopya mekanı olarak sunmalarının '90 sonları, 2000 başlarına denk geldiğini
dikkate alınca, filmin sıradan orta sınıf aileden yarattığı kabus atmosferi
oldukça değerli bir hal alıyor. 80'lerin ortalarında hem Türkiye'de hem de dünyada
bütün muallaklıkların başladığı bir dönemde eleştirisi bu kadar net, anlatısı
bu kadar katmanlı bir film yaratabilen Barış Pirhasan da Atıf Yılmaz da büyük
övgüleri hak etmektedirler. (Zeynep Tül/Akbal Süalp) “SİYAD, “40 Yılın Serüveni