Powered By Blogger

27 Mart 2020 Cuma

BABALAR DA AĞLAR (1986)


Yönetmen: Aram Gülyüz
Senaryo: Hulki Saner
Kamera: Mengü Yeğin
Yapım: Saner Film/Hulki Saner

Oyuncular: Münir Özkul, Aysel Demir, Asuman Arsan, Sümer Tilmaç, Oktar Durukan, Ali Demir,


AZAP RÜZGARI (1986)



Senaryo ve Yönetmen: Oğuz Gözen
Görüntü Yönetmeni: Mükremin Şumlu
Yapım: Soner Film/Muzaffer Sönmez

Oyuncular: Ahmet Hoşsöyler, Zahide, Arzu Aytun, Mustafa Dik, Süheyl Eğriboz, Yılmaz Kurt, Muzaffer Sönmez, İsmail Hakkı Şen, Turgut Özatay,

Konu: Kumar borcunu ödemesi için üç gün süre verilen adamın aşk ve intikam hırsı

Not: Film tamamlanır tamamlanmaz, Mete Film/Necdet Erdur tarafından satın alındığından bazı kaynaklarda, Yapımcı firmanın Mete film olduğu zannedilmektedir.

AYRILIK HASRETİ (1986)




Senaryo ve Yönetmen: Aykut Düz
Görüntü Yönetmeni: Şener Işık
Yapım: Sun Film/Erol Şenbecerir

Oyuncular: Yıldıray Çınar, Sevim Özün, Yıldırım Gencer, Selma Poyraz, Bilge Zobu, Gönül Bayhan, Hülya Günal, Alli Güney, Yılmaz Kurt, Niyazi Gökdere, Süheyl Eğriboz

Konu: Aadam döyüp gangsterlik yapan iki kardeş ve kardeşlerden sevdiği bir kızın hikayesi.

AYRILAMAM (1986)


Yönetmen: Temel Gürsu
Senaryo: Erdoğan Tünaş
Foto Direktörü: Abdullah Gürek
Yapım: Emrah Film/Fahri İpek

Müzik: Güneş Plâk, Reji Asitanları: Mesut Taner, Aynur Başgök, Kamera Asistanı: Mesut Çağdaş, Kurgu Asistanları: Metin Çeşmebaşı, Mustafa Kalkan, Soner Şenbecerir, Sesleri Alan: Erkan Esenboğa, Senkron: Sedat Karadeniz, Negatif Montaj: Ömer Aksu, Çetin Yaman, Sultan Yıldırım, Montaj: Mevlüt Koçak, Prodüksiyon Amiri: Erol Emerle,

Oyuncular: Küçük Emrah (Emrah İpek) Meral Gökçe, Nuri Alço, Coşkun Göğen, Turgut Özatay, Ergun Köknar, Selahattin Fırat, Esra Erbilişik, Evrem Gökkaya, Necla Fide,

Konu: Babasız bir çocukla, dul annesine tecavüz eden kötü kalpli bir amcanın dramatik öyküsü.

AY IŞIĞI OPERASYONU (1986)


Yönetmen: Müjdat Saylav
Senaryo: Yücel Aksoy
Görüntü Yönetmeni: Soner Saygılı
Yapım: Ender Film/Mehmet Çakar 
Stüdyo Direktörü: Şefik Gürdemir, Ender Işık Servisi: Hüseyin Kılıç, Cemil Güney, Hikmet Özler, Kamera: Müremin ŞumluHelmut Film Stüdyosunda hazırlanmıştır

Oyuncular: Aydemir Akbaş, Mesut Engin, Şehriban Emirli, Nur Kıral, Zafer Önen, Erdinç Akbaş, Yücel Aksoy, Linda , Zerrin Doğan,

Konu: Eroin mafyasının içine aktör kılığıyla giren bir polisin öyküsü.

AVA GİDEN AVLANIR (1986)



Yönetmen: Sami Güçlü
Senaryo: Safa Önal
Görüntü Yönetmeni: Erhan Canan
Yapım: Burç Film/Fedai Öztürk

Oyuncular: İlyas Salman (İlyas Salman), Bahar Öztan (Bahar), Bülent Kayabaş, (Kürkçü Bülent), Zerrin Doğan (Özlem), Necla Fide (Bilge), Erol Tezeren (Tuğrul), Hülya Günal (Asuman), Gönül Ser (Sevinç), Mine Ersu (Manken), Sami Hazinses (temizlikçi), Ahmet Karaca (Hamdi), Seyfettin Karadayı (Cevat)

Konu: Bir kürkçü dükkanında pahalı bir kürke sahip olmak için kadınların ve kocaların birbiriyle olan hikayesi

AŞKIN KANUNU YOKTUR (1986)


Yönetmen: Aram Gülyüz
Senaryo: Erdoğan Tünaş
Görüntü Yönetmeni: Yılmaz Gürbüz
Yapım: Erler Film/Türker İnanoğlu

Oyuncular: Fikret Hakan, Çeçilya Daymaz, Erol Tezeren, Neslihan Acar, Osman Cengiz, İhsan Yüce, Nevzat Okçugil, Renan Fosforoğlu, Müzik Danışmanı: İzzet Öz,

Konu: Kemal (Fikret Hakan) kızı Yonca (Neslihan acar) ile yaşayan zengin bir iş adamıdır. Bir hafta sonu Uludağ’a tatile giden baba kız, bir mayo defilesi için gelmiş mankenlerle karşılaşırlar. Aralarında adı Bahar (Çeçilya Daymaz) olan genç ve güzel manken Kemal’i oldukça etkilemiştir. Daha sonra kayakta tanışırlar. İstanbul’a dön-düklerinde yeniden karşılaşan Kemal ile Bahar birlikte yemeğe çıkarlar. Aralarındaki yaş farkına rağmen bir süre sonra birbirlerine aşık olurlar. Kemal hafta sonunda bu kez Bahar’la Uludağ’a gider. Yonca’nın ise Ekrem adında bir sevgilisi vardır. Ekrem aslında onunla babasının parası için birlikte olmaktadır. Bu arada Bahar doğum gününü Kemal’in evinde kutlar. Eve gelip Bahar’la tanışan Yonca bu ilişkiyi onaylamaz.

 Bahar’ın babasıyla zenginliği için birlikte Olduğuna inan-maktadır. Buna karşılık kemal kızının sevgilisi olduğunu öğrendiği Ekrem’le ilişkisini bitirmesini ister. Bahar mesleğini bırakıp Kemal’in evine yerleşmiştir. Yonca bu durumu bir türlü kabullenmek istemez. Bahar’ın anne babası da kızlarının bu ilişkisini onaylamamaktadırlar. Daha fazla dayanamayan Yonca evi terk ederek Ekrem’in yanına gider. Telaşlanan Kemal kızını Ekrem’in evinden alıp geri getirir. Yonca mutluluğuna engel olduğunu düşündüğü babasına karşı büyük bir kızgınlık duymaktadır. Kemal Ekrem’le konuşur. Ve ondan eğer yeterli para verirse Yonca’yı bırakabileceği yanıtını alır. Buna çok kızan Kemal kalp krizi geçirir ve hastaneye kaldırılır. Yonca Bahar’a eğer babasının çok yaşamasını istiyorsa onu terk etmesi gerektiğini söyler. Kemal hastaneden döndüğünde Bahar’ın onu yaş farkı nedeniyle terk ettiğini bildiren mektubu bulur. İşine geri dönen Bahar, ona aşık olan Naci (Erol Tezeren) ile evlenmeyi kabul eder. Kemal Naci ile konuşup Bahar’ı bırakmasını isterse de olumsuz yanıt alır. Çünkü Naci Bahar’a gerçekten aşıktır. Zaten o da Kemal’e ayrılmalarına Yonca’nın sebep olduğunu anlatmıştır. Kemal Yonca ile sert bir tartışmaya girer. Genç kız evi bir kez daha terk edip yine Ekrem’in yanına gider. Ama onu başka bir kızla görünce, gerçek yüzünü de tanımış olur. Üzgün ve kırılmış bir halde döner. Daha sonra, Naci ile Bahar’ın nikahını gizlice izleyen Kemal’in yanına gelir ve ona sarılır. Baba kız artık sonsuza dek birbirlerine destek olacaklardır…

AŞK VE PARA (1986)


Senaryo ve Yönetmen: Müjdat Saylav
Görüntü Yönetmeni: Mükremin Şumlu
Yapım: Aydın Film/Bülent Aydın

Oyuncular: Burçin Orhon, Berhan Şimşek, Yusuf Sezgin, Oktay Durukan, Ceylan

AŞK HİKAYEMİZ (1986)


Senaryo ve Yönetmen: Orhan Elmas
Görüntü Yönetmeni: Çetin Gürtop
Kurgu: Cevat Sezer
Yapım: Sezer Film/Sezer İnanoğlu

Sanat Yönetmeni: Sohban Koloğlu, Yönetmen yardımcısı: Nezih Tunar, Erkan Muımcu, Kamera Asistanı: Hakan Gürtop, Negatif Kurgu: Ali Berkan, Ömer Aksu, Laboratuar: Armağan Köksal, Şems Tokgöz, Fehmi Acar, A. Tümay Rızai, Renk: Sabahat-tin Hoşsöz, Işık: Cengiz Yaşar, Remzi Ekmekçi, Ömer Ekmekçi, Ses Kayıt: Erkan Esenboğa, Prodüksiyon Amiri: Fehmi Tengiz, Set: Sonay Kanat, Murat Ataç, Cenap Kuşçu (Sineray stüdyolarında hazırlanmıştır)

Oyuncular: Hülya Avşar (Sevda), Tarık Tarcan (Cengiz), Emin Alkut (Ümit), Şemsi İnkaya (Zeki), İhsan Yüce (İsmail Reis), Arslan Altın (Refik), Nazan Ayas (Melahat), Çetin Cengiz (Sedat), Ceylan Altuğ (nil), Nazlı Birand (Zuhal), sesi ile Sezen Aksu

Konu: Filmde, zengin bir erkek ile fakir bir kadının yaşadığı aşk hikâyesi anlatılır. Üniversite öğrencisi olan Cengiz, zengin ve soylu bir ailenin oğludur. Bu yüzden babası birçok konuda Cengiz’e baskı yapar. Cengiz birkaç kez karşılaştığı Sevda adında bir kadına ilgi duyar. Bir gün arkadaşlarıyla gittiği bir diskoda Sevda ile tanışma imkânı bulur. O günden sonra ikisi arasında bir aşk başlar. Ancak Cengiz’in babası bu ilişkiyi onaylamayacaktır. (Meltem İşler Sevindi)

ASİYE NASIL KURTULUR (1986)



Yönetmen: Atıf Yılmaz
Senaryo: Barış Pirhasan, Nuran Oktar, Atıf Yılmaz, (Vasıf Öngören’in aynı isimli eserinden)
Görüntü Yönetmeni Kenan Davutoğlu
Müzik: Sarper Özsan
Kurgu-Eşleme: Mevlüt Koçak
Yapım: Odak Film/Cengiz Ergun, Atıf Yılmaz

Yardımcı Yönetmen: Leyla Özalp, Yönetmen yardımcısı: Sevgi Saygı, Kamera Yardımcısı: Saruhan Göney, Sanat. Yönetmeni: Metin Deniz, Negatif Montaj: Peri Okan, Dekor: Mete Yılmaz, Zepür Hanımyan, Arhan Kayar, Kostüm: Canan Göknil, Tablolar: Yahşi Baraz Kolleksiyonu, Yapım Yönetmeni: Ahmet Şişman, Dramaturg: Barış Pirhasan, Set Fotoğrafları: Mustafa Ziya Ülkenciler, Laboratuvar: Yahya Öztürk, Kopya Baskı: Zeki Mustafa İmirgi, Erol Kantarcı, Makyaj: Beyhan Metin, Dublaj Miksaj: Erkan Aktaş, Prodüksiyon Asistanı: Ahmet Altunterim, Jenerik: Erim Gö-zen, Set Ekibi: İbrahim Önen, İbrahim Kul, İbrahim Tekin, Aydınlatma: Süleyman Çekiç, Yardımcıları: Mustafa Imırgı, Eray Kantarcı, Seslendirme Yönetmeni: Ersan Uysal, Seslendirme ve Miksaj: Erkan Aktaş, Renk Düzenleme: Adnan Şahin, Laboratuar: Yahya Öztürk, Baskı: Zekeriya Şahin, Yapım Yönetmeni: Ahmet Şişman, (Fono Film stüdyosunda hazırlanmıştır)

Oyuncular: Müjde Ar (Asiye), Ali Poyrazoğlu (Selahattin), Hümeyra Akbay (Zehra), Yavuzer Çetinkaya, Nuran Oktar, Güler Ökten, Fatoş Sezer, Yaman Okay, Füsun Demirel, Defne Halman, Mehmet Akan, Binnaz Gürses Ergin, Ali Yalaz, Yasemin Alkaya, Savaş Yurttaş, Ahu Usta, Ege Premeci, Ayfer Eren, Dursun Ali Sağıroğlu, Tuncay Akça, Tayfun Çorağan, Güzin Çorağan, Mehmet Akan, Ahmet Usta, Taner Barlas, Nazım Yılmaz, Muhlis Asan, Kaya Yüce, Melih Çardak, Oktay Sözbir, Feryal Gürpınar, Ayfer Eren, Tuncay Halıcıoğlu, Nihat Oktay, Eftal Gürbudak, Reha Pir, Yaşar Eyüboğlu, Erdinç Bora, Ali Yaylı, Nazım Yılmaz, Muhlis Asan, Binnaz Gürses, Ege Peremeci, Nuh Akın, Dansçılar: Kaya Yüce, Nihat Oktay, Efdal Gürbudak, Melih Çardak, Reha Pir, Yaşar Eyüboğ-lu,Dansları düzen: Mehmet Akan,

Konu: 1986 da bu kez Barış Pirhasan'ın senaryosundan yapılan uyarlama da Atıf Yılmaz danslı ve müzikli bir Asiye Nasıl Kurtulur çekerken, oyunun içeriğine daha uygun bir eser ortaya koyuyor. Annesi fahişe olan Asiye, topluma kabul edilmekte zorlanır; bu yüzden okulundan olur, ilk aşkını mutlulukla sonuçlandırırken hüsrana uğrar, tüm direnmelerine rağmen, annesinin toplumda ki yerinin sorumlusu imiş gibi dışlanarak; toplumun dışladığı gruba itilir. O grup içine girince insiyaki olarak savunmaya geçen Asiye, grup içinde yükselerek itibar sahibi olur. Sahi Asiyeler nasıl kurtulur? “Orhan Ünser a.g.e.”

Eleştiri:
Ø    Atıf Yılmaz'ın Odak Film'in Yapımcılığı ve çevresine toplanan her daldan sanatçılarla oluşturduğu ekiple üst üste kazandığı başarılar, sinemamızda yeni şeyler denenmesine destek oluyor. "Adı Vasfiye" ile başlayıp "Aaahh Belinda", "Değirmen"le süren çabanın son halkası, "Asiye Nasıl Kurtulur?".. Aslında Vasıf Öngören'in1969' da ilk kez sergilenen ve artık sanatla biraz ilgisi olan hemen her-kesin aşina olduğu oyunu, neredeyse 20 yıl sonra hala güncellik taşıyor mu veya bu bildik konunun (ikinci kez) sinemalaşmasına gerek var mı, diye sorulabilir. Ancak Atıf Yılmaz ve ekibinin kazandıkları güven duygusu, sanırım bu tür soruları ikinci plana itiyor...

Aslında "Asiye"nin günümüz Türkiye’sinde elbette güncelliği var. Nasıl olmasın ki? Asiye’nin dramı; toplumun fahişeliğe, etini satmaya ittiği kızların kadınların öyküsü, o günden bugüne azalmak değil, tam tersine çoğalmadı mı? Özal usulü ekonomik siyasetin, korkunç bir enflasyon, satın alma gücü sürekli düşen para, yaşam koşulları her gün kötüleşen orta sınıf, işçi-memur emekli ile birlikte, her gün gazetelere yansıdığı biçimde, toplumun geleneksel ahlak kurallarını da hallaç pamuğu gibi atan, her gün daha çok taze bedenin kaldırımlara düşmesi sonucunu getiren dolaylı etkilerini hep bilmiyor, okumuyor muyuz? Kuşkusuz Asiye'nin öyküsü hala ve uzun süre için geçerli... Parayı baş değer haline getiren, tüm saygısı-nı ona yönelten bir toplum yapısı var oldukça da bu geçerlilik sürecek. ..

Geriye filmin biçim sorunları kalıyor. "Asiye", tiyatro sahnelerinde bunca yıldır izlendikten, Türk tiyatrosu içinde "epik tiyatro" anlayışının en iyi örneklerinden biri olarak nitelendikten ve oldukça pespaye bir dramatik uyarlaması (sinemada) denendikten sonra, Yılmaz ve ekibi, doğru olarak, oldukça serbest bir biçim denemeyi uygun görmüşler. Böylece ortaya, oyun içinde oyun gibi oynanan, her şeyiyle dekor olduğunu hissettiren bir mekan içinde "temsil edilen", dekor giysi ve oyundaki stilize anlayışı tüm "dramaturji"ye de yedirilen, dans ve şarkılarla desteklenen bir film çıkmış... Epik dahil hemen hiçbir temel kurama ve kurala bağlı kalmayan, kendine özgü bir "hava", bir yapı oluşturmayı deneyen, serbest, özgün ve özgür bir film...

"Asiye" bu haliyle oldukça keyifle izleniyor. Müzik, özellikle de dans bölümlerinde, bilgiç bir tavırla Amerikan müzikallerini anmak ve filmi onlarla kıyaslamak gereksiz. Yılmaz ve ekibi, bu sahneleri gerçek müzikal bölümleri gibi değil, yer yer kullanılan stilizasyon motifleri gibi kullanmakla akıllılık etmişler. Kimi sahnelerde dans, pandomim ve mimik karışımı bir olay geliyor, sahnenin tüm anlamını vermeyi başarıyor. Bunlar az şey değil...

Yine de, "Asiye"de eksik olan bir şeyler var. Bir "mükemmellik" duygusu değil insanın içinde kalan... Film, tam tonunu, tam kıvamını bulamamış gibi... Örneğin oyuncular, kimi zaman ve genelde uslupçu "epik" oyunlar verirken, birden dramatik bir oyuna doğru kayıveriyorlar... Kimi kişiler gereğince işlenmemiş, kimi espriler yeterince verilmemiş (veya hiç yok), toplumsal eleştiri ise daha bir günümüz. tabanına oturtulabilecekken, sanki soyutlanmış gibi... Asiye Nasıl Kurtulur?" yine de ilginç, yürekli, değişik bir deneme... "Epik sinema" gibi gerçekleştirilmesi zor bir alanda, hiç de yabana atılamayacak bir başarı... Filmin izleneceğini, yankılar getireceğini ve tartışmalar açacağını söylemek, sanırım kehanet olmaz. Türk sinemasının yeni kapılar açması, yeni yollar denemesi alanında, bu film alçak gönüllü, ama saygın bir' deneme olarak anılacak sanırım... (Atilla Dorsay, “Özgün ve özgür bir uyarlama” 12 Eylül Yılları ve Sinemamız, syf, 57)

Ø    Atıf Yılmaz şaşırtmaya devam ediyor... Alışılmış ve yerleşik olanın dışına çıkarak, yalnızca beylik Yeşilçam kalıplarını değil, kendi filmografisiyle taban tabana zıt projeleri gerçekleştirerek, sinemamızın geleneksel izleyicisiyle özdeşleştirilmiş kimi beğenileri bir bir yıkıyor. Adı Vasfiye, derken Aaahh Belinda -arada kalan klasik çağ komedisi Değirmen’i saymazsak- şimdi de Asiye Nasıl Kurtulur?

Sinemamızın her döneminde, kendi çapında ve deyişinde filmler yaparak hem izleyenin beğenisiyle, hem de "adı ustaya" çıkmışlığın ağırlığı ile dengeler arayan, kimi zaman da aradığı dengenin ölçüsünü kaçırarak düş kırıklıkları yaratan Atıf Yılmaz, artık bu dengelerden bütünüyle kurtulduğunu birbiri ardınca ortaya koyduğu filmlerle adeta ispatlamaya çalışı-yor. Özgür, olabildiğince üsluplaşmış ya da yeni yeni üsluplar arayışı içinde şaşırtıcı, keyif verici, izleyenin ve aydının —eleştirilse bile— kayıtsız kalamayacağı, sinemamıza yeni soluklar ve deyişler getiren bir tavır içinde. Asiye Nasıl Kurtulur da. bu tavrının iyicene billurlaştığı, netlik kazanıp, beyaz perdeye yansıdığı örneklerden belki de en somutu.

Vasıf Öngören'in 70'li yılların başında Ankara Birliği Sahnesinde Zeliha Berksoy'un unutulmaz yorumuyla sergilediği Asiye tekrar sinemamızda. Evet, tekrar diyoruz, çünkü aynı oyun, bir kez de 1973 yılında Nejat Saydam'ın yorumuyla beyaz perdeye aktarılmış ama ne var ki, konunun gerektirdiği düşmüş —ya da daha doğrusu düşürülmüş— Asiye tiplemesi, o günlerin öpüşmez, sevişmez ve de yatağa girmez Şoray yasaları ile Nejat Saydam Sefa Önal ikilisinin şablonumsu tavırlarıyla ana temasından neredeyse ehl-i namus bir hatunun sıra işi, ruhsuz, renksiz bir gösterisi şekline dönüştürülmüştü. Ama yine de —Şoray'a, Saydam'a ve Önal'a— haksızlık etmeyelim. Çünkü o yıllar, baş roldeki kadın oyuncunun saflık ve namus simgesi olduğu, vesikalı olup geneleve düşse bile, öpüşüp yatağa girmediği, bedeninin tek bir zerresini bile göstermekten kaçındığı bir düşüncenin sinemamıza egemen olduğu, konudan çok, oyuncu kişiliğinin ön plana çıktığı yıllardı. Atıf Yılmaz ise, yıllar sonra bu sevilen ve tutulan oyunu, bir kez daha sinemalaştırırken, günümüzde yalnızca —bir önceki dönemin kadın oyuncuları-na kıyasla— daha cömert davranmakla değil, onun da ötelerinde daha cesaretli ve gerçekçi davranmakla "namus simgesi kadın imajını yıkan Müjde Ar gibi bir oyuncuyu da, konunun gerektirdiği tipleme içine sokarak Asiye'ye hakkettiği değeri veriyor.

Asiye Nasıl Kurtulur? Tam Müjde Ar için biçilmiş kaftan. Bu oyuncunun kimi filmleri anımsandığında (örneğin Ah Güzel İstanbul, Deliktin. Göl, Adı Vasfiye vb.) hep düşmüş ya da düşürülmüş kadının, içinde bulunduğu durumdan kurtulma yolları arayışı içindeki tipleri canlandırdığı gözlenir. Müjde Ar, adeta sinemadaki kişiliği ile özdeşleştirilen tiplemesiyle bu filmde de düşmüşlükten kurtuluş yolları arayan bir kadın olarak karşımıza çıkıyor. O biçim bir annenin (filmde bol bol orospu sözcüğü kullanılıyor, biz biraz da nezaket olsun diye bu gerçek ama sevimsiz sözcüğü hayat kadını olarak, biraz incelterek kullanalım) sahipsiz bir kızı olan Asiye, annesinin dostuyla bir başka eve taşınması sonucu büsbütün sahipsiz kalıyor. Düzenin, kendine özgü —özellikleri kimsesiz ve çaresiz dişiye karşı— tavrı Asiye'yi de çok geçmeden çarkları içine alıyor. Asiye, bir iki namuslu evlilik ve is girişiminden sonra, açlığa yenilerek, tıpkı annesi gibi sermayenin kızı, sermaye olur deyişini doğrulayarak o yolun yolcusu oluyor. Onca güçlüğe rağmen, koruduğu genç ve körpe bedenini annesinin yardımıyla satışa sunuyor. Ustabaşının bir iki peşrevi ile elde edilen deneyim, çok geçmeden açlığın da iç gürültüsüyle şarküteri dükkânında meyvelerini vermeye başlıyor. Derken kaşarlanmış annesinin de katkısıyla Asiye elden ele dolaşarak, kendisini bu hale düşüren düzenden öç almaya dek varıyor...

Düşmüş ya da düşürülmüş Asiye'lerin öyküsü hiç eskimediği gibi pek fazla da değişime uğramıyor. Düzenin yerleşik moral değerleri, sermayenin kızına da pek fazla şans tanımayıp, sermayenin kendi bedeninde saklı olduğu gerçeğini su üstüne çıkartmakta gecikmiyor. Asiye ve Asiye'ler, annelerinin de ötesinde düzenin bu değerlerine yenik düşerek kaybolup gidiyorlar. Ya da Asiye gibi, kendi düzenlerinin kendi dinamiklerinden ve çıkarlarından yararlanarak kendilerine özgü bir başka çürümüşlüğün kurtuluşunu buluyorlar. Ama bu tür kurtuluşun sermayesi de —filmin finalinde olduğu gibi— bir başka Asiye'ler, bir başka kandırılmış ve çaresiz kişiler olmuyor mu? Herhalde Asiye'leri kurtarmanın başka yollan da olmalı... Bulunmalı...

Atıf Yılmaz bu yolu bulmuş gibi. Filmin ilanlarında da vurguladığı gibi Asiye'yi danslarla, şarkılarla, biraz da sevgiyle kurtarmayı deniyor. Yalnızca bununla da kalmıyor, Vasıf Öngören'in yaşamı boyunca savunduğu "epik tiyatro" ya da "diyalektik tiyatro" anlayışını sinemaya uygulamaya çalışıyor. İzleyene Asiye'nin yaşamını aktarırken, bu bir tiyatrodan uyarlanmış filmdir diyor ve izleyene de anlatıcı yoluyla; "Siz şimdi Asiye'nin yerinde olursanız ne yaparsınız?" gibilerden sorular, çözümler sunuyor. Hiç kuşku yok ki, alıştırılmış bir seyirci için garip bir yöntem bu. Ama oyun içinde oyun izlemenin de, bu oyuna katılmasının da kendine özgü tatları yok değil. Bir noktadan sonra izleyen de bu oyuna katılıyor ve Asiye'nin peşinden değil buna, çözüm olacak olasılıkların peşinden yürüyüp gidiyor.

Sinemamızdaki her yeni arayışta oldu-ğu gibi, Atıf Yılmaz'ın bu filminde de eksiklikler, sırıtan ve yerine oturmamış öğeler de yok değil tabii. Örneğin Amerikanvari koreografısi ile sunulmaya çalışılan dans sahneleri oldukça yapay kalmış, Müjde Ar'ın şarkıları ise —sesinin çok, ama çok kötü olduğu-nu söylemeliyim— kulakları biraz fazla hırpalamış. Atıf Yılmaz, tiyatro-dan sinema yapayım derken, sinemayı oldukça tiyatrolaştırmış. Sonuçta Vasıf Öngören'in o güzelim yapıtını Şoray—Saydam ikilisinin tekelinden kurtararak sinemaya kazandırmış ama, bir de Asiye'leri kurtarmanın yollarını danssız şarkısız bulabilseydi... Şimdilik buna da şükürler...

Her Atıf Yılmaz filminde yinelediğimiz gibi Asiye Nasıl Kurtulur da kimi kusurlarına rağmen sinemaseverlerin kayıtsız kalmayacağı bir film. En azından değişik bir deneme, sinemamızda yeni bir deyişin ürünü olduğu için...

Ödül:

24. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde (1987)
► Hümeyra, “En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu”

ASİ KABADAYI (1986)



Senaryo ve Yönetmen: Çetin İnanç
Görüntü Yönetmeni: Dinçer Önal
Yapım: Anıt Film /Mehmet Karahafız

Oyuncular: Serdar Gökhan, Filiz Taçbaş, Hikmet Taşdemir, Sümer Tilmaç, Hüseyin Peyda, Ümit Acar, Mehmet Uğur, Remzi Karahan, Serdar Kebapçılar


Konu: Filmde, dolandırmaya çalıştığı ailenin kızına âşık olan bir adamın hikâyesi anlatılır. Birçok suçtan sabıkası olan Serdar hapisten çıkar. Koğuş arkadaşı Rüstem, yıllardır kaybolan çocuklarını arayan bir aileyi dolandırmayı teklif eder. Serdar, ailenin kaybolan çocuğunun yerine geçerek ailenin kasasını soyacaktır. İlk önce Serdar, ailenin reisi Ömer Ağa’nın yanında şoför olarak çalışmaya başlar. Ancak işler plânladığı gibi gitmez. Kısa süre içerisinde Ömer Ağa’nın kızı Filiz ile birbirlerine âşık olurlar. Serdar, Filiz ile beraber olabilmek için her şeyi itiraf etmek zorunda kalacaktır. (Meltem İşler Sevindi)

ASILACAK KADIN (1986)

Senaryo ve Yönetmen: Başar Sabuncu (Pınar Kür’ün romanından)
Görüntü Yönetmeni: Ertunç Şenkay
Yapım: Un Yardımcısı: Faruk Turgut, Kurgu: Mevlut Koçak, Çevre Düzeni Giysi: Gülsün Karamustafa, Müzik: Attila Özdemiroğlu,

Not: Asılacak Kadın"; "Kupa Kızı" (1985) ve "Kaçamak" (1987) ile beraber, iç hesaplaşmaları oluşturan "üçleme"nin ikincisi.

Oyuncular: Müjde Ar, Yalçın Dümer, İsmet Ay, Güler Ökten, Haldun Ergüvenç, Can Kolukısa, Gülsen Tuncer, Gökhan Mete, Zihni Küçümen, Gül Vergon

Konu: Annesi ve üvey babasıyla birlikte İstanbul'a gelen Melek (Müjde Ar), yaşlı bir hanıma hizmet etmek üzer'e bir zengin evine yerleştirilir. Aile baskısı altında büyüyen Melek, boynu bükük, ama duygulu bir genç kızdır. Bir gün yaşlı kadın ölür. Melek evine dönmek ister. Ama ölen kadının yaşlı oğlu Hüsrev (İsmet Ay) genç kızın gitmesini engelIer. Hüsrev, dengesiz ve gizli sapık eğilimleri olan yitik bir adamdır. Gençlğinde yurt dışından getirdiği bir yabancı kadını, annesinin bazı anlaşmazlıklar nedeniyle evden göndermesi, yaşamındaki en büyük acıyı oluşturur. Ve aşkını yitirmenin acısını üzerin-den atamayan Hüsrev, Melek'e fetiş tutkularla yaklaşır. Ona, geçmişte kalan eski sevgilisinin elbiselerini giydirir. Ama iç çamaşırı giymesini istemez... Tüm bu garip arzuların tutsağı haiine gelen Melek, Hüsrev'e boyun eğerek onunla evlenmek zorunda kalır. Hüsrev iktidarsız, Melek bilinçsizdir... Hüsrev, evine getirdiği erkeklerle Melek'i zorla seviştirip, onları izler... Melek'i çocukluğundan tanıyan Emsal kalfanın oğlu Yalçın (Yalçın Dümer), tatil için geldiğinde bu evlilik onu şaşırtır. Melek'e gizli bir zaafı olan Yalçın'a arkadaşları, tüm bu olayları anlatırlar. Yalçın, bu korkunç ilişkilerin doğruluğuna inanmaz, ama bir süre sonra gerçeği kendi gözleriyle görür. Üstelik, o da daha sonra Melek'le kocasının önünde sevişecek ve ona aşık olduktan sonra Hasrev'i av tüfeğiyle öldürecektir... Delikanlının amacı, Melek'i bu çirkefin içinden çıkarıp kurtarmaktır ama...”Agah Özgüç “Türk Filmleri Sözlüğü” 2. cilt , syf, 253 ”

NOT: Film, genel ahlak, örf ve adetlerimize ve milli kültürümüze uygun olmadığı gerekçesiyle, sansür kurulu tarafından tümüyle reddedildi.

Eleştiriler:

Ø  Pınar Kür’ün romanından aktarılmış. Sansür Kurulu ahlaksızlığın sergilenmesine değil, yargılanmasına da karşıdır. Tümüyle reddedilen filmin gerekçesi: "Genel ahlak, örf ve Adetlerimize ve milli kültürümüze uygun olmadığıdır. Danıştay kararıyla gösterim izni alan film, çocuk yaştaki genç karısını gençlere peş-keş çekip onları izleyen sapık eğilimli bir kocayı anlatır. Önce hizmetçisiyken sonra karısı olan Melek bilinçsiz, yaşlı kocası ise iktidarsızdır. Bu evlilik sırasında Hüsrev ‘in bilinçaltında gizlediği tüm tutkuları ortaya çıkar. Ve Hüsrev (İsmet Ay) sonunda, karısıyla seviştirdiği delikanlı tarafından öldürülür. Melek rolündeki Müjde Ar, yaş itibarıyla oynadığı tipe biraz ters düşüyorsa da profesyonelce yaklaşımıyla işi kıvırmasını biliyor. Ama filmin asıl öne çıkan oyuncusu iktidarsız koca rolündeki İsmet Ay. Ürkütücü, ra-hatsız edici bir konu belki,ama müstehcenlik tuzağına düşmeden, Gülsen Tuncer Sabuncu' nun cinselliği sorgulayan, ahlaksızlığı yargılayan bir edebiyat uyarlaması Sabuncu' nun dikkatli çabalarıyla kurtarılmış önemli bir film

Ø    Başar Sabuncu'nun "Asılacak Kadın"ı, önemli, başarılı, çağdaş bir filmdir. Ne görüntü olarak, ne de öz olarak hiçbir biçimde "müstehcen" olmayan bir filmdir. Filmde gösterilenler, gözü hiçbir biçimde rahatsız edecek türden olmadığı gibi (Müjde Ar'ın en "örtülü" fılmi sayılabilir bu), gösterilen sağlıksız ilişkiler açık biçimde kınanmakta, yargılanmaktadır. Filmde gösterilen karısını, şuna buna peşkeş çeken iktidarsız koca ve bundan bin kat beteri haberler her gün gazetelerimizin sayfalarında arzı endam etmiyor mu? Türlü çeşitli ahlaksızlıkların mantar gibi bittiği bir sosyo-ekonomik ortamda bunları ele alıp bir sanat eseri düzeyinde işleyen bir filmi yasaklamakla ne düzelecek? (Atilla Dorsay, Asılacak Kadın, yakılacak film mi?)

Ø    Pınar Kür'ün "Asılacak Kadın" romanı ne denli yoğun ve ilginç bir malzeme içeriyormuş!.. Anlatılan öykünün "çok boyutluluğu gerçekten şaşırtıcı... Bir tutku hikayesi bu öncelikle. Delikanlı Yalçın'ın, ana babasının kahya olarak çalıştığı yalının "besleme"si köy kızı Meleğe olan ölümcül tutkusu... Bir cinayet filmi: Yalçın, Melek uğruna, onun sapık ve iktidarsız kocası Hüsrev'i öldürerek elini kana bulamaktan çekinmeyecektir... Geriye dönüşler, anılar, anımsamalarla Hüsrev'in geçmişini canlandıran bir geçmişe dönüş, bir nostalji filmi: Hüsrev, ilk karısı, güzel Fransız kızı Josette'i de bu yalıya getirmiş, onunla antika eşya ve gramofonda çalan "J' Attendrai" şarkısı eşliğinde zarif biçimde dans etmiş, yine aynı yalıda, onun bir türlü erişemediği bedenini genç, güçlü erkeklere peşkeş çekmekte de duraksamamış değil midir?

Bir uygarlıklar, toplumsal sınıflar çelişkisi gözlemi: Boğaz'ın karşı kıyısındaki, bir zamanlar kuşkusuz bakımlı, görkemli, ama şimdi biraz kendi haline, yazgısına terk edilmiş yalı, yok olan, göçüp giden uygarlığımızın simgesi değil midir? O yalıda kocasının ve geçmiş günlerin hayaliyle yaşayıp gitmiş olan büyükanne, oğlu Hüsrev'in sapıklıklarını, soyluluğun "dekadans"a dönüşmesinin kaçınılmazlığını bilen her gerçek soylu gibi sineye çekerken, "emaneten" getirilip bırakılan yeni yetme besleme Melek kıza da, tüm ailesinin kuşaklar boyu davrandığı gibi davranmaktan geri kalmayacaktır: Saçlarını kestirip, giysilerini yaktırıp, içinde para ve değerli eşya saklanan dolapları açtırırken ona arkasını döndürerek!... Ve çökmekte olan eski yalı, yine çökmekte (yoksa çoktan çökmüş mü?) olan bir sınıfın, bir yaşam biçiminin, yeni gelen başka bir sınıfın gencecik, "cahil", temiz bir delikanlısı tarafından şiddet yöntemiyle yok edilmesinin korkunç, kanlı ve trajik öyküsüne mekan olacaktır... Olayların odak noktası olan, çevresindeki aşk, ölüm ve istek dansından hiçbir şey anlamayan, yazgısının kendisini getirip eli kolu bağlı teslim ettiği noktada tam anlamıyla acınacak bir teslimiyet içindeki Melek, erkeklerin yazıp yönetip başrolleri oynadığı bir senaryoda kendisine empoze edileni yapmakla yetinir. Onu ve bu garip dramın gerçek yüzünü anlamak çabasındaki kadın yargıç ise, erkek meslektaşları tarafından küçümsenmekten ve "Kadından yargıç olmaz, olursa böyle olur" suçlamasına uğramaktan kurtulamayacaktır…

Asılacak Kadın", konu sıkıntısı çeken sinemamız için zengin, yeni, özgün bir hikaye, Çeşitli yönlerde gelişen ve insanı değişik etki alanları içine alan bir film... Başar Sabuncu, öncelikle senaryo aşamasında işi oldukça iyi çözümlemiş, kimi yerleri es geçip kimilerine "daha bir ağırlık vererek, yapısı sağlam, bir bulmaca gibi her şeyin yerli yerine oturup birbirini bütünlediği bir senaryo oluşturmuş... Ah, senaryoların (hele son dönemin en iddialı filmlerinde) öylesine döküldüğü bir ortamda, bu insanı nasıl sevindiriyor bilemezsiniz!..

Anlatım yönünden ise, Sabuncu, genelde kısa planlardan oluşan, olayları ve kişileri derin biçimde irdelemeyi değil, en vurucu öğeleri, gelişmeleri vurgulamayı gözeten bir anlatım seçmiş... Ancak yer yer çok özenli, usta işi mizansenler de hazırlanmış... Kimi zaman, sabit bir kameranın önünde kişileri bir geometri düzeniyle hareket ettirerek: Başlarda karakoldaki bölümlerde olduğu gibi... Kimi zaman ise kamerasını yumuşak hareketlerle kişilere doğru ve kişilerin arasında kaydırarak...

Sabuncu'nun sineması, sonuç olarak bize hikayeyi çok iyi gözetiyor, çok iyi görselleştiriyor gibi geldi... Ve film, bizde kimi Avrupalı ustaların sinemasının tadı-na benzer bir tat bıraktı... "Soyluluğun çöküşü" ile Visconti, "Burjuvazinin gizli günahları" ile Bunuel (özellikle "Tristana" ve "Gündüz Güzeli"), cinselliğin sapkınlığı ve ölümcüllüğü ile Pasolini, "Asılacak Kadın"dan hiç de uzak değil... Üstelik yerli, bizden bir yapıta dayanarak yapılmış bir filmde bu evrensel referanslar, bir yönetmen için ancak iltifat sayılabilir...

Evet, "Asılacak Kadın", birkaç konu, tema, mekan çerçevesinde sıkışıp kalmış gözüken sinemamıza yeni, özgün, cüretli temalar getiren, insan kişiliğini, bilinç altını, cinselliğini, toplumsal bir çerçeve içinde özgün biçimde ele alan, belki gerçek bir "burjuva sineması"nın ülkemizdeki ilk örneklerinden... Müjde Ar ve İsmet Ay'ın oyunları bir harika... Özellikle İsmet'in rolünü böyle oynayabilecek başka bir aktörün sinemamızda kolay bulunacağını sanmıyorum. Başta Güler Ökten ve Can Kolukısa, tüm ikincil roller de çok iyi oynanmış. Yalçın Dümer'i ise sinemamız için yeni bir umut olarak görüyorum...

Evet, ağzınızda buruk bir limon tadı kalmasına aldırmayanlardansanız, "Asılacak Kadın"ı görün derim. “Atilla Dorsay, 12 Eylül Yılları ve Sinemamız” “Bir Burjuva Sineması Örneği” syf, 318)

► Başar Sabuncu'nun, Pınar Kür'ün aynı adlı yapıtından sinemaya uyarladığı Asılacak Kadın uzun süre sansürle cebelleşip Danıştay kararı ile aklandıktan sonra, ancak mevsim sonunda seyircinin karşısına çıkabildi. Sansürün bazı yapıtlara —hele hele muzır olayından sonra yerleşik ahlak anlayışını değişik şekilde yorumlamaya çalışanlara— ne denli hoşgörüden yoksun, çağ dışı bir anlayışla yaklaştığını sanırım söylemeye hiç gerek yok. Her şeyin hızla değiştiği ya da değişmeye yöneldiği günümüz Türki-ye'sinde, 1930'lardan kalma eskimiş ve köhnemiş bir nizamnameye yaslandırılmış bir kaç gerekçe ile sanat eserlerini yasaklama, gösterimden men ederek tümüyle ortadan kaldırma işleminin hiçbir değişime uğramadan bir nazar boncuğu örneği korunması ise işin bir diğer üzücü yanı. Ama her üzücü olay, küçük çapta da olsa ardından sinemamız adına kimi sevindirici şeyler getiriyor: Örneğin, iki üç yıl öncesine kadar kitaplar serbestçe okunur, bu kitaplardan oluşturulan filmler yasaklanır, ya da daha senaryo aşamasında reddedilirdi. Günümüzde ise kitaplar yasaklanıyor, bu kitaplardan uyarlanan filmler —Danıştay kararı ile de olsa— gösteriliyor. Tabii dileğimiz hiçbir sanat yapıtının çağdışı gerekçelerle yasaklanmaması... Hele hele, sinemamıza oldukça hatırı sayılır malzeme veren çağdaş yazarlarımızın yapıtlarına dokunulmaması... Sanırım "yasaklar curcunası" içinde cebelleşen bir toplumda bunu istemek fazla iyimserlik olmasa gerek...Sansür, Danıştay, yasaklar ve kitaplar bir yana, Sabuncu Asılacak Kadın''da ne anlatıyor? Neler anlatmıyor ki... Öncelikle yönetmen, elindeki malze-meyi bazı içerik noksanlıklarına karşın, sinemamızda şimdiye dek pek görme alışkanlığını elde etmediğimiz bir biçim, ayrıntı zenginliği içinde, baştan sona titiz bir sinema ile perdeye yansıtıyor. Asılacak Kadın, kimi yönleriyle gotik özellikleri içeren bir korku filmi türünde, kimi yönleriyle ise, bir tutku, bu tutkunun oluşturduğu bir gerilim ve hepsinden öte alışılmamış bir cinsellik anlayışını kişilerin psikolojik yapılarını didik didik ederek ayrıntı zenginliği ile ortaya koyan bir film de... Tüm bunlara, artık iyiden iyiye çürümüşlüğün içine itilerek yok olmanın eşiğine gelen konak eskisi kişilerin varlığı ile sınıfsal bir yaklaşım düşüncesini de ekleyebiliriz. Her filmiyle değişik bir atmosfer yaratmanın üstesinden gelebilen Başar Sabuncu, Asılacak Kadın'in böylesine yoğun malzemesi içinde, çok küçük yaşlarda anne babasını yitirmiş küçük bir köylü kızın hiçbir şeyden habersiz gelişip trajik bir biçimde noktalanan öyküsünü anlatıyor. Üvey anne-babasının yoksulluk gerekçesi ile besleme olarak bir başkalarına sattıkları küçük Melek, daha sonraları alışamadığı ve anlayamadığı bir yaşam biçimi, insan ilişkileri içinde buluyor kendini: İnatçı, acımasız ve adam kullanmaya alışık buyurgan bir büyük anne ve de onun yarım kalmış bir ilişki yüzünden dış dünya ile iletişimi bütünüyle kopmuş marazlı yetişkin oğlu Hüsrev... Melek'le aynı yazgıya sahip oldukları halde, çıkar ilişkileri nedeniyle çatışmaya yönelik evin kalfası da bu kişiler içinde yer alan bir diğeri... Böylesine ilişkiler içinde hiçbir şeyden habersiz Melek, önce büyük anne kalfanın acımasızlıkla yoğrulan ilişkilerinde sindirilecek, sonra da yıllarca önce iktidarsızlığı nedeniyle kendisinden daha güçlü ve "normal" erkeklere kaptırdığı Fransız sevgilisi Jozette'in anlaşılmaz düşleriyle yaşayan Hüsrev'in eşi olarak, başka erkeklere peşkeş çektirilecektir. Ta ki, kalfanın yeni yetme oğlu Yalçın gelinceye dek. Ama Melek; bilmediği, etrafındaki kişilerin kendisine yaklaşımları nedeniyle hiçbir zaman tanıma olanağı bulmadığı sevgiden öylesine uzaktır ki... Melek-'in her gece, eski efendisi, yeni kocası Hüsrev'in garip istekleri doğrultusunda, bir başka kimliğe bürünmek zorunda kalıp genç ve körpe bedenini başka erkeklere örseletirken, o bilmediği, tanımadığı ve hiçbir zaman da tanıma olanağı bulmadığı Yalçın'ın sevgisini yakalayabilmesi mümkün müdür? Melek'i, kendisine özgü yöntemlerle kurtarmayı amaçlayan Yalçın da bilir bunu. Ve sonunda iyiden iyiye çürümüş bir sınıfın karmaşık ve sapık cinsel fanteziler içinde tatmin olan son kalıntılarını ortadan kaldırarak hiçbir zaman var olmayan bir sevgiyi yakalamak ister. Sonuç ise, Melek'inki denli bir başka trajedidir…

 
Asılacak Kadın, kısaca özetlemeye çalıştığımız konusundan da anlaşıldığı gibi, değişik bir konu içinde başlayıp biten, sinemamız için yeni ve özgün sayılabilecek bir öykünün filmi. Öykünün tek boyutlu olmayıp çeşitli zenginlikler içermesi, yönetmene ayrıntı zenginliğinin yanı sıra, sinemamızda en çok gereksinimi duyulan atmosfer filmi yapma olanağını da getirmiş. Konuşkanlıktan (gevezelikten) oldukça arınmış diyaloglar, ölçülü mizansen ve kamera oyunları, filmin içeriği, bütünleşen müzik çalışması, çevre düzenlemesi, geriye dönüşlerle işlerlik kazanan sinema dili ve bunlar gibi birçok biçimsel öge, Başar Sabuncu ve ekibi tarafından sinemamızın olanaklarının elverdiği ölçüde en iyi şekilde kullanılıp değerlendirilmiş.

Başar Sabuncu, içerik olarak da bazı tabuları, alışılmış, bildik şeyleri yıkmış. Cinsellik konusuna, değişik sınıfların yaklaşımları ve bu konu etrafında odaklasan tavırlarıyla bir başka boyutluluk; nedenleri, kişilerin yaşam biçimleri ve geçmişleriyle ilintili olarak bir başka zenginlik getirmiş. Üstelik bunu bayağılığa kaçmadan, filmin yarattığı dünyaya ters düşmeden, olduğu gibi verebilmenin üstesinden de gelmiş…