Powered By Blogger

10 Aralık 2022 Cumartesi

 

BİZE NASIL KIYDINIZ  (1994) 

Yönetmen: Metin Çamurcu, Senaryo: Salih Tuna, Metin Çamurcu (Emine Şenlikoğlu’nun romanından), Görüntü Yönetmeni: Aytekin Çakmakçı, Sanat Yönetmeni: Mustafa Ziya Ülkenciler Yapım: Kombassan— Esra Film İletişim Hüseyin Türkyıldırır Yapım Kordinatörü: Nesim Şahin, Yardımcı Yönetmen: İbrahim Yeşilırmak, Müzik: Özhan Eren, Sanat Yönetmeni: M. Ziya Ülkenciler, Kurgu: Mevlut Koçak, Şafak Film Laboratuarlarında hazırlanmıştır

Oyuncular: Yalçın Dümer, Sinem Dinçay, Nezihe Becerikli, Dilaver Uyanık, Fatma Belgen, Kâzım Eryüksel, Bilal Yıkılmaz, Baki Tamer, Yusuf Ersin, Muzaffer Çetinyılmaz, Hasan Nail Canat, Kemal İnci, Ekrem Dümer, Ali Zebil, Yılmaz Terzioğlu, Ferdi Akarnur, Canan Alkan, Barış Tok, Zeycan Tat, Ali Demirel, Fatma Türkyıldırır, Yusuf Ersin, Lâtif Ağgedik,

Konu: Cumhuriyet Türkiye'sinin kuruluşundan bir süre sonra, genç bir öğretmen yeni uygulamalar karşısında haksızlığa uğrar. Hapse girmesinin nedeni inandığı islam'ı değerlerdir. Bu arada öğretmen, talebelerinden bir kızla dostluk ilişkisi içindedir Kız, yıllar önce babasının işlediği günah nedeniyle büyük bir acıyı yaşamaktadır. Ve sonunda genç kız inançlarına sığınarak öz benliğine kavuşur.

& Filmin başında geriye dönüşle verilen sekansta, tartışmalı olan idam sahnesinin (ki mezarın açılıp teşhisin yapıldığı ana kadar gerçek olduğu, bildirilmektedir) yer aldığı tepedeki ağaç görüntüsü, film için güçlü sembollerden birine işaret eder. Ağaçta asılı duran cesetle mezar ilişkisini toparladığımızda, hüküm için oraya gelmiş bulunan insan kalabalığının bir anda silinin sadece asılmış insan görüntüsü, sembolik katmanlardan birini teşkil eder. Hemen akabinde, yazıların üstüne şiirde geçen 'yaşam ağacı' mefhumu, mitolojik "söylemdeki "hayat ağacı"nı çağrıştırır ve ağacın hem gerçek, hem de arketipel niteliği üzerine ifadelendirmeler uyandırır. (İhsan Kabil, Zaman g., 4 Aralık 1994) “Agah Özgüç, “Türk Filmleri Sözlüğü” 3. Cilt”

& Filmde gerçekten çok ustaca bir kurgulama tekniği ile geçmiş ile gelecek arasında köprü kuruluyor. Yakın tarihin karanlıkta kalan zulümleri, hem de günümüzde rejim tarafından estirilen düşünce terörünün, tek tip kişilik oluşturma baskılarının, psikolojik irdelenmesi üzerinde durulmaya çalışılmış. Bu filmde bugüne kadar sinema izleyicisinin hiç de alışık olmadığı bir tekniğin kullanılması, yalın bir anlatım yerine gizemli ve zor anlaşılır bir anlatımın tercih edilmesi yönüyle de rahat bir seyirlik film olma özelliğinden uzaklaşılıyor. (Ferhat Koç, Milli g., 4 Aralık 1994) “2206”

& Hakkında çok söz edilen sahne, filmin hemen başında, jenerikle birlikte karşımıza çıktı. Çoktan ölmüş ve gömülmüş İbrahim Hakkı hazretleri, idam kararının yerine getirilmesi amacıyla mezardan çıkarılıyor ve ipe çekiliyor. "Bize Nasıl Kıydınız'“ geri kalan bölümünün, anlamsız bir bağlantı dışında bu olayla hiç ilgisi yok. İslami bir aşk öyküsünün, böylesi bir atmosferde ilk tanık olunan cinaye gerilim polisiye öğeleriyle son derece beceriksizce harmanlanmasından doğan "absürd" bir filmdi izlediğimiz. Mesut Uçakan eliyle biraz düzey kazanan "Beyaz Sinema", koşar adım geri gidiyor "Bize Nasıl Kıydnız'la. Felaket bir senaryo. (Tunca Arslan, Aydınlık 29 Ekim 1994) “Prof. Dr. Alim Şerif Onaran/Doç.Dr. Bülent Vardar “20.Yüzyılın Türk Sineması 2508

& Filmde; Erzincan İstiklâl Mahkemesi'nin Kemahlı Hoca Hacı İbrahim Efendi'yi idama mahkûm ettiği ve kısa bir süre önce ölerek gömülen bu zatın mezardan çıkarılarak kefeniyle asıldığı hikaye ediliyordu. Olay başından sonuna kadar yalandı. Zaten o günlerde İstiklal Mahkemeleri'yle ilgili müthiş bir yalan ve iftira kampanyası açılmıştı. Bu konuda en ayrıntılı biçimde araştırmalar yapan ve yayımlayan sevgili Ergun Aybars'ın bulgularına dayanarak, bu kampanyayı etkisiz hale getirmeye çalışmıştık... Hoca İbrahim Efendi'nin evlatları babalarına yapılan bu büyük saygısızlığı affetmemişler ve filmi çeken Esra Film İletişim AŞ. yi mahkemeye vermişler. Ellerine sağlık. Babalarının Cumhuriyet'e ve Atatürk ilkelerine bağlı bir insan olduğunu ve eceliyle ölerek gömüldüğünü ve herhangi bir biçimde mezarının açılarak yeniden asılması iddiasının küçük düşürücü bir yalan olduğunu vurgulayarak manevi tazminat talep etmişler. (Toktamış Ateş, "ArayışBize Nasıl Kıydınız?", Cumhuriyet g., 19 Nisan 1997) “Türk Filmleri Sözlüğü” 3. Cilt

& Bize Nasıl Kıydınız" ve gösterimi yasaklanan "Tehlikeli (!) Film"ler üzerine :

1990-95 arası... Uzun uzun CHP'li koalisyonlar... Kültür Bakanlığında Fikri Sağlar var. Anti Kemalist dinci yapılanma bütün hışmıyla sürüyor. Kurulup kapanıp duran ve Erbakan'ın yönettiği çeşitli partiler muhalefette güçlendikçe güçleniyor... İran'ın, Libya'nın desteğiyle, Hizbullah benzeri cani örgütlenmelerin filizlenmesi için tarlayı sürüyor, tırmıklıyor, hazırlıyor. İmam Hatip okulları da tohumları atıyor…

Tohumlardan bazıları sinema alanına da düşmüş. Çeşitli "ustalık" seviyesinde yönetmenler, Kemalizm karşıtı, laisizm karşıtı çeşitli filmler çekiyorlar. Yücel Çakmaklı 1980'Ierde TRT'ye sızmış, Tarık Buğra'nın "Küçük Ağa"sını dizi yapmış... "Atatürkçü(!)" 12 Eylül dönemi de bu filmi nedense (!) yasaklamamış…

Yine 80'li yıllarda Mesut Uçakan, Metin Çamurcu TRT televizyonundan geçerek sinema alanına girmiş, ürünlerini ortaya salıyor. 90 sonrası ortam daha da uygun... Mesut Uçakan "İskilipli Atıf Hoca (Kelebekler Sonsuza Uçar)" (1993) filmini çekiyor.

1993-1996 arasında, Kültür Bakanlığı Telif hakları ve Sinema Genel Müdür Yardımcılığı yaptığım sırada, 1995 olmalı; Genel Müdür İhsan Yüceözsoy, Metin Çamurcu'nun "Bize Nasıl Kıydınız" adlı filmini izlememi, edindiğim bilgileri ve düşüncelerimi rapor etmemi istiyor. "Bize Nasıl Kıydınız" alt kuruldan geçmemiş. Anti Kemalist ve antilaik propaganda nedeniyle kararı Üst Kurul'a bırakmışlar. Milli Eğitim Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Kültür Bakanlığı temsilcilerinden oluşan Üst Kurul toplanacak karar verecek. Bakan bu arada filme ilişkin bilgi istiyor. Fikri Sağlar Bakan olduğundan bu yana Film Denetleme Kurulu hiçbir filmi yasaklamamıştı, bu demokrat görünüme zarar gelmesinden endişeleniyor olmalı.

"Bize Nasıl Kıydınız"ı uzun sürede dura kalka izledim. Jenerik öncesi görüntüler, çarpıcılığından olmalı, İstiklal Mahkemesi kararıyla, idamından önce hastalıktan ölen Mevlevi şeyhinin mezardan çıkarılması ve cesedinin karar gereği yeniden yakındaki ağaca asılması ile başlıyor, arkasından Mustafa Kemal'in adı anılmadan Kurtuluş savaşı sonrası Kemalist Türkiye'de Müslümanların çektikleri acı(!)adım adım anlatılıyor. Bugün ayrıntısıyla anımsamıyorum ama özellikle filmin bir bölümünde yaşlı insanların, biri kız, biri erkek iki çocuğa gece yarısından sonraki saatlerde Kur'an ezberlettikleri görüntüyü unutmadım... Çocuklar, yorgunluktan uykuya dalıyor, büyükler bir yandan ağlıyor, bir yandan onları uyandırarak ezberletmeyi sürdürüyorlar.

Konuşmalardan anlaşılıyor ki, Müslümanların Kur'an'ı resmi bir emirle yaktırılıyor, insanlar da onu kurtarmak, gelecek nesillere aktarmak için telaşa düşmüşler, eziyet olduğuna bakmadan küçük çocuklarına ezberletmeye çalışıyorlar.

Şeyhin mezardan çıkarılıp asıldığının doğru olmadığı şeyhin torunları tarafından gazetelere açıklandı. Kur'anın ezberletilmesine de gerek yoktu, çünkü bir yandan bu din kitabının varlığı yalnız Türkiye'ye bağlı değildi, başka Müslüman devletlerde de sayısız baskısı vardı, öte yandan geleneksel olarak, bütün dünyada Müslüman hafızlar tarafından ezberleniyordu ve geleceğe onların kafalarından aktarılabilirdi. Dahası, Türkiye Cumhuriyeti'nin hiç bir döneminde Kur'an yakılması gibi bir olay olmamıştı.

Yani ne İstiklal Mahkemelerinde idam kararı verilmiş bir Mevlevi şeyhinin mezardan çıkarılması, bu karara dayanarak ve yeniden asılması söz konusuydu, ne de Kur'anlar yaktırıldığı için ezberlenerek gelecek kuşaklara kalmasına çaba gösterilmesi olanaklıydı. Kitap ezberleme öğesi, François Truffaut'nun Fahranheit 45'inden aynen alınmış, buraya yapıştınlmıştı. Oysa Truffaut'un filminde koşullar bambaşkaydı.

Bunları ve daha başkalarını içeren raporu hazırladım. Anti Kemalist ve anti laik bölümlerine dikkat çektim. Sonuç bölümünde filmi yasaklamasının doğru olmayacağını, yasaklandığı takdirde filmin kült (tapınma) aracı haline getirilebileceği tehlikesinden söz ettim. Ayrıca mahkeme kararıyla kazanma olasılığının göz önünde bulundurulması gerektiğini, bu durumda çok daha yaygın olarak izleneceğini, kazanamasa bile video ile el altından izlenme oranının çok yükseğe tırmanabileceğini ve yıllar içinde eskimemesi için bir propaganda aracı kazanmış olacağını anlattım. Umarım yasaklanmazdı, ancak bu durumda Kültür Bakanlığının demokrat görüntüsü bozulmayacaktı. Eğer Kemalizm'in ve Laisizmin yara almaması isteniyorsa, Kültür Bakanlığı destek vermesi uygun proje ölçütlerinin arasına bunları da koymalı, destek politikaları çizmeli, uygulamalıydı. Böylece demokrasiye aykırı bir yanı olmazdı.

Bu arada daha önceki deneyimlerine dayanarak, filmin yasaklanacağından emin olan yapımcılar, öykünün yazarı Emine Şenlikoğlu, kararı beklemeye dayanamamış, tanıtıma girişmişlerdi ve filmi "yasaklanan film" olarak sunuyorlardı.

Sonunda Üst Kurul doğru kararı verdi, "Bize Nasıl Kıydınız" yasaklanmadı. Yapımcıların seyirci artırmak için yaptığı tanıtım ve propaganda boşa gitti. Film, el altından izlenen ve herkesin izlemeye can attığı yasak bir film olamadı. İsteyen sinema önlerinde afişlerine ve fotoğraflarına bakarak gitti, izledi. Bütün yüklenmelere karşın piyasada yanlış anımsamıyorsam 400 000 kadar izleyici buldu ve Türk Sinemasının düşük düzeyli, kaba propaganda filmlerinden biri olarak unutuldu gitti.

Demokrasi inananlarıyla var olan bir dogma değildir, yaşanırsa var olur. Suyu kesilmiş eski değirmeni durdurmak için özel çaba gerekmez. Yasaklamak gibi demokrasi dışı yöntemler kullanılmaz. Demokrasi, yaşanarak var edildiğinde zamanın gücünü arkasına alır, taşıma suyla döndürmeye çalışanları doğal akış içinde kendiliğinden durdurur. Bugün bile inançlarımızla yaşamalarımız arasındaki ayırımın ayırdında mıyız? Ne dersiniz? (Ömer TUNCER antrakt sinema Dergisi” Ekim 2003 Sayı 73)

&  Metin Çamurcu'nun ilk ve son sinema filmi olan "Bize Nasıl Kıydınız? adlı film gösterime girdiği 1994 yılında topladığı 156 bin seyirciyle senenin en çok seyirci toplayan yerli filmi oldu. Filmde, başına çeşitli olaylar gelen ve zorluklar yaşayan bir öğretmenin, bu zorlukların üstesinden Islami değerlerine sahip çıkarak gelmesi anlatılıyordu. Film hakkında, Milli Gazete'de, 4 Aralık 1994 tarihinde, Ferhat Koç imzasıyla yayınlanan bir yazıda şu ibareler yer alıyordu.

Filmde gerçekten çok ustaca bir kurgulama tekniği ile geçmiş ile gelecek arasında köprü kuruluyor. Yakın tarihin karanlıkta kalan zulümleri, hem de günümüzde rejim tarafından estirilen düşünce terörünün, tek tip kişilik oluşturma baskılarının, psikolojik irdelenmesi üzerinde durulmaya çalışılmış... Bu filmde bugüne kadar sinema izleyicisinin hiç de alışık olmadığı bir tekniğin kullanılması, yalın bir anlatım yerine gizemli ve zor anlaşılır bir anlatımın tercih edilmesi yönüyle de rahat bir seyirlik film olma özelliğinden uzaklaşılıyor. "

& Mahmut Tali Öngören, 11 Kasım 1994 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde düşüncelerini şöyle ifade etmişti:

"Anlaşılan, istiklal Mahkemeleri sömürülerek Türkiye'nin kuruluş dönemi yerden yere vurulmak isteniyor. Bu amacı gerçekleştirmek için de 'Bize Nasıl Kıydınız' adlı film bir yeni film kullanılıyor... Amaç belli. Filmi kullanıp saldırmak.. Gerçekte, her konunun tartışılması gerekiyor. istiklal Mahkemeleri konusunun da... Zaten eski kuşaklar da, yenileri de istiklal Mahkemeleri neydi, ne yaptı bilmiyorlar. Her tartışmada bu gibi olasılıklar vardır. Ama, 'Bize Nasıl Kıydınız' adlı filmle ilgili duruma bakınca, varılmak istenen sonucun, yıkım ve hedef göstererek ortalığı karıştırmak olduğu hemen anlaşılmaktadır..." Görüldüğü üzere, 'Beyaz Sinema' akımı çerçevesinde, Türk sinemasında pek değinilmeyen konuları işleyen ve sisteme muhalif olan birçok film üretildi. Bu filmler, sağcı ve islami basın denen kesimde övgüyle karşılanıp, olumlu eleştiriler alırken, diğer sinema çevrelerince bazen görmezden gelinirken çoğu zaman çeşitli yönleri, eksiklikleri ve hataları nedeniyle eleştirildi.


FİLMİ İZLE 



 

BİR YANIMIZ BAHAR BAHÇE (1994)


Senaryo ve Yönetmen: Bilge Olgaç, Görüntü Yönetmeni: Sedat Ülker, Kurgu: Yusuf Aldırmaz, Müzik: Oğuz Abadan Yapım Uzman Film/Ferit Turgut, KadirTurgut


Oyuncular: Sibel Turnagöl, Halil Ergün, Taner Barlas, Enver Dönmez


Konu: Hapisten çıktıktan sonra yaşadığı yere dönen gencin yaşamında her şeyin değiştiği görülmektedir. Bu değişime ayak uyduramayan delikanlı, sevgilisi ile beraber intihar eder.

 

 

BİR KRAL (1994) 


Senaryo ve Yönetmen: Nejat Gürsoy, Görüntü Yönetmeni: Şener Işık, Yapım: ÖzKa Film Fuat Özkaya


Oyuncular: Hakan Alkoç, Kardelen, Murat Soydan, Fatma Belgen, Faik Çağlayan, Sırrı Elitaş, Turgut Özatay, Nuri Alço, Nilgün Ersoy, Fuat Özkaya


Konu: Ünlü bir mafya babası, Üniversite'de okuyan, ama asla kendisini tanımıyan oğluna yardım eder. Yıllar sonra babasının bir mafya şefi olduğunu öğrenince de ondan nefret eder. Babası bir çatışma sırasında Öldürülür. Delikanlı tüm nefretine karşılık büyük bir acı içindedir.

 

BİR AŞK UĞRUNA (1994) 


Yönetmen: Tunca Yönder, Senaryo: Safa Önal, Nuran Devres, Tunca Yönder, Selim İleri (Tolstoy'un "Anna Karenina" adlı romanından) Görüntü Yönetmeni: Salih Dikişçi, Erhan Canan, Müzik: Serdar Kalafatoğlu Yapım: Mine Film/ Kadri Yurdatap Sanat Yönetmen: Gürel Yontan, Yönetmen Yardımcısı: Bahar Evgin, Kurgu: Nevzat Dişiaçık,

Oyuncular: Türkan Şoray, Can Gürzap, Faruk Peker, Meltem Savcı, Sermin Karaali, Tuncel Kurtiz, Recep Sarı, Gülsen Tuncer, Yalçın Boratap, Dilek Türker, Şahine Hatipoğlu, Taner Barlas, Suna Dizdar, İbrahim Alben, Erdoğan Kapısız

Konu: Olaylar 2. Dünya Savaşı'nın başlangıç yıllarında geçer. Yıllar önce evlenip mutlu bir yuva kuran Selma (Türkan Şoray), bir süreden beri büyük bir boşluğun içine düşer. Bir yandan aile içindeki bazı sorunlar, diğer yandan kocasının (Can Gürzap) yoğun işleri nedeniyle ilgisizliği, olgunluk çağını yaşayan Selma'yı giderek çileden çıkarmaktadır. Mutsuz bir yaşam süren Selma, taşra kasabasında genç bir binbaşıyla (Faruk Peker) tanışır. Ve kocasıyla binbaşı arasında bir hesaplaşma başlar.

Not: Film Önce TV dizisi olarak çekildi. Ardından bir revizyonla sinema filmine dönüştürüldü.


ÖDÜLLERİ:

7. Ankara Uluslararası Ankara Film Festivali'nde (1995)

"En İyi Film" ve Güler Yontan "En İyi Sanat Yönetmeni".

(Jüri Üyeleri.: Füruzan, Rekin Teksoy, Şerif Gören, Uğur İçbak, Doç.Dr. Erol Mutlu).

14. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde (1995) : Tunca Yönder "En İyi Yönetmen"

9. Adana Altın Koza Film Festivali'nde (1995):

Gürel Yontan "En İyi Sanat Yönetmeni" ve Tuncel Kurtiz "En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu",

31. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde (1994):

Türkan Şoray "En İyi Kadm Oyuncu",

 Serdar Kalafatoğlu "En İyi Özgün Müzik"

Tuncel Kurtiz "En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu

 

 

BEKLENMEYEN MİSAFİR (1994) 

Senaryo ve Yönetmen Oğuz Gözen Görüntü Yönetmeni Mükrimin Şumlu Yapım Aksu Film / Mehmet Aksu

Oyuncular: Metin Erarabacı (fedai), Barış Yıldırım (fedai), Cüneyt Sayıl (1. travesti), Metin Bilsen (2. tarvesti), Hakan (Faruk), Tevfik Fikret Ergin (Cemil), Can Erçetin (Ertan), Erhan Özçelik (serseri), Ezgi Bektaş, Öykü), Melis Atakan (Sevtap), Bilal Saygılı (1. tecavüzcü), Attila Akın (2. tecavüzcü), Fikret Çağdaş (3. Tecavüzcü), Gürsel Cebeci ( 4. tecavüzcü), Orhan Özaydın (bekçi), Aziz İnce (kavgacı), Silvester (İnci), Arabadaki Adamlar: Gürcan Küçüker, Süleyman Dursun, Bahadır Atay, Mürşit Aslan, Turgut Sürücü (Şoför), Hüseyin Karagöz (Çorbacı garsonu), Selçuk Temel Göksu (meyhane garsonu), Nurdan Sürer (noyan), Mami (dövülen Adam), Kedi kaktüs (sarışın),

Konu: Köye gelen kiralık katilden nedeniyle köylü halk korku içinde yaşamaktadır. Tam bu sırada ortaya çıkan halk aşığı bir genç duruma el koyar ve tüm yolsuzlukların önünü aldıktan sonra, sıra katil ile olan mücadeleye gelmişti.

 

 

BABAM ASKERDE (1994) 


Senaryo ve Yönetmen: Handan İpekçi Görüntü Yönetmeni: T. Fırat Şenol, Yapım Yeni Yapım Film ve Reklamcılık Org.San. ve Tic.Ltd.Şti./Handan İpekçi Cast: Handan İpekçi, Mehmet Atak, Kurgu: Noğurtan, Yönetmen Yardımcıları: Güliz Balım, Seyhan Çiftçi, Çevre düzeni ve kostüm: Ayşe Akıllıoğlu, Görüntü Yön. Yardımcısı: Mehmet Ülker, Prodüksiyon Amiri: Sefer Yücel, Jenerik: Özkan Sevinç, Semihan Sevinç, Grafik: Print A.Ş. Işık Şefi: Şevki Gezer, Işık teknisyeni: Ramazan Altun, Hasan Altun, Set Amiri: Erdil Demirbağ, Set Teknisyeni: Mustafa Erdoğan, Zafer Güvercin, Makyözkuaför: Zühre Usta, Set fotoğrafçıları: Mustafa Kocabaşı, İrfan Varlı, Dolly operatörü: Fikret Kumlu, yardımcısı: Ahmet Şahin, Ulaşım: Serdar Demir, Ali Soner, Ses kayıtmiksaj: Erkan Aktaş, Laboratuar: Yahya Öztürk, Mustafa Oruç, Negatif montaj: Eyüp Yıldız, Renk düzeltmebaskı: Adnan Şahin, efekt: Ayhan Arlı, Dublaj yönetmeni: Kahraman Acehan,    

Oyuncular: Gülnihal Yazıcı (Ekin), Yunus Gencer (Cengiz), Zuhal Gencer (Ekin’in annesi), Ceylan Öcal(Pelin), Füsun Demirel (Cengiz’in annesi), Yasemin Aklaya (Pelin’in annesi), Selçuk Uluergüven, Nurettin Şen (Cengiz’in babası), Mehmet Atak (Pelin’in babası), Ali Sürmeli (Ekin’in babası), İsmail Hakkı Şen (gazi dede), Saim Yavuz, Selçuk Uluergüven (Cengiz’in dedesi), Murat Dal (ekin’in dayısı), Haluk Kurdoğlu (Pelin’in dedesi), Yurdan Edgü (ekin’in anneannesi), Tanju Tuncel (pelin’in anneannesi), Onur Özcan (Kaan), Ayten Uncuoğlu (Kaan’ın annesi), Ali Uyandıran (Kaan’ın babası), Caner İpin (Cengiz’in abisi), Soner Dinç (Cengiz’in abisi), Hülya Karakaş (Safiye), Nurhan Bozkurt (Cengiz’in teyzesi), Perizat Aydoğdu (Pelin’in dadısı), Gökhan Mete (Komutan), Tamer Güner (genç çocuk), Şebnem Önal (Hizmetçi), Begüm Çetin (Songül), Daniz Kaya (Ceylan), Ekin evdeki polisler: Nejat Çelik, Sabri Kuşkonmaz, Başol Özyayşla, Zafer Güvercin, Cengiz Evdeki polisler: Saim Yavuz, Muzaffer Sancaklı, Latif Ağgedik, Pelin evdeki polisler: Mehmet Kilercioğlu, Erdil Demirbağ, Hasam Altun (servisteki işçi), Mehmet Çevik (cemiyetteki polis), Mustafa Kemal Can (elektrik memuru), Sadi Büyüktalaş (öğretmen), Sema Gür (hemşire), Serhat Demir (Serdar Özmerit, Ali Benli (şubedeki askerler), Benan Önal (pasaport veren adam), tutukevindeki askerler: Murat Şişman, Cem Ertuğrul, Murat Odabaşıoğlu, Sezai Şişman, Şahin Ataseven, Recep Gönen, Mesut Hür, Osman Uzun (köyden gelen amca), Erkan Oyal (spiker), (FONO Ftüdyolarında hazırlanmıştır.)

Konu: Doktor bir çiftin tek çocukları olan Ekin'e, politik faaliyetleri yüzünden tutuklanacağını bekleyen babası, evden uzaklaşmak zorunda kalacağından askere gideceğini söyleyerek bir süre gizlenmeye karar verir. Adamın kaçmayı planladığı gece evleri basılır ve baba tutuklanır. Varlıklı bir ailenin tek çocuğu olan Pelin'in babası da vaktiyle siyasete karışmış, ancak sonrasında zengin bir işadamı olmuştur. İlgisizlikten yakınan karısının ihbarıyla o da tutuklanır. Gecekonduda yaşayan bir işçi ailesinin en küçük çocuğu olan Cengiz'in babası sendika temsilcisidir. Evi gözetlemekte olan sivil polis, baskın sırasında Cengiz'i de babası ile birlikte tutukevine götürür. Pelin, Ekin ve Cengiz tutukevinin bekleme salonunda karşılaşırlar. Diğer ikisi de bulundukları yerin tutukevi olduğunu Cengiz'den öğrenirler. "Çocukların yolları arada bir aynı bekleme salonunda kesişecektir" (TÜRSAK Sinema Yıllığı 95/96)

 Berlin Şenliği'nde gördüğüm Babam Askerde'nin bir çıkış bulup vizyona girmesinden sevinçliyim. Umarım ki bu film küçük de olsa belli bir seyirciye ulaşır. Çünkü Handan İpekçi'nin filmi belli erdemler taşıyor. Teknik açıdan yetersizliğini, çok alçak düzeyden, içten ve kişisel bir dolaylı siyasal sinema örneğinin özgünlüğüyle giderebiliyor genç sanatçı…12 Eylül sonrasında haklı veya çoğu zaman haksız nedenlerle hapse düşen insanların dramını aileleri, özellikle de çocukları düzeyinde ele alan film, kadınca bir duyarlılıkla işlenmiş ve kimi acıların ancak çok yakınların bildiği gerçek yüzünü anlatmaya çalışan ve büyük ölçüde de başaran bir film. Oyun düzeyi genelde oldukça iyi... Berlin'de sinemamızı temsil edip belli ölçüde övgü alan ve Ankara Şenliği'nden de iki ödülle dönen filmi, en azından sinemamıza yakınlık duyanların olan Ekin'e, politik faaliyetleri yüzünden tutuklanacağını bekleyen babası, evden uzaklaşmak zorunda kalacağından askere gideceğini söyleyerek bir süre gizlenmeye karar verir. Adamın kaçmayı planladığı gece evleri basılır ve baba tutuklanır. Varlıklı bir ailenin tek çocuğu olan Pelin'in babası da vaktiyle siyasete karışmış, ancak sonrasında zengin bir işadamı olmuştur. İlgisizlikten yakınan karısının ihbarıyla o da tutuklanır. Gecekonduda yaşayan bir işçi ailesinin en küçük çocuğu olan Cengiz'in babası sendika temsilcisidir. Evi gözetlemekte olan sivil polis, baskın sırasında Cengiz'i de babası ile birlikte tutukevine götürür. Pelin, Ekin ve Cengiz tutukevinin bekleme salonunda karşılaşırlar. Diğer ikisi de bulundukları yerin tutukevi olduğunu Cengiz'den öğrenirler. "Çocukların yolları arada bir aynı bekleme salonunda kesişecektir" (TÜRSAK Sinema Yıllığı 95/96)



 

AYLAKLAR (1994) 


Senaryo ve Yönetmen: Altuğ Savaşal (Melih Cevdet Anday'ın bir eserinden), Sanat Yönetmeni Suna Çiftçi, Müzik: Nurettin Özşuca , Görüntü Yönetmeni: Egemen Baykal, Yapım: TRT

Oyuncular: Nedret Güvenç, Haluk Kurdoğlu, Tolga Aşkıner, Tomris İnceer

Konu: Geçmişi Osmanlı günlerine uzanan bir ailenin 50’lki yıllarda geçen öyküsüdür. Paşa kızı Leman Hanım, kocası, evde kalmış alkolik kızı, diğer aile bireyleri ile, dededen kalma köşkte sakin bir hayat sürerler. Leman Hanım ölen kızından damadı torunları konağa gelen aile yakınları paşa dedenin mirasını tüketirler. Leman Hanım olayı endişe ile izler. Fakat sonuç kaçınılmazdır, elde kalmış son varlıkları teker teker hatta köşk de elden gider.

Romanın özeti filme göre daha detaylı verilir: "Padişahın Eczacıbaşısı Şükrü Paşa üç kez evlenmiş, karıları ve çocukları ölmüş bir tek kızı Leman hanım kalmıştır. Leman hanım iki kez evlenir. Pakize ve Madde diye iki kızı vardır. Kendisi, asalet ve gösteriş düşkünüdür. Kızı Macide evde kalmış, çirkin ve dengesizdir. Leman Hanımın kocası Davut Bey yaşamayı seven gamsız biridir. Bir süre sonra köşke arkadaşı ihtilalci Dündar Beyi de alır.

Diğer kız Pakize, kocası Galip de yerleşir, Hepsi aylak, hazır yiyici ve işsizdirler. Leman Hanımın teyzesinin torunu bir gün köşke gelir, o gece Macide zorla koynuna girer, torun sabahleyin köşkten kaçar. Macide hamile kalır, Leman Hanım çocuğu gizlice aldırır. Eşya teker teker satılmaktadır. Bir madencinin oğlu olduğu için Pakize ile evlendirilen Galip'in babası ölünce ve geride pek bir şey bırakmayınca, buradan beklenen ümitler de söner. Bu arada Pakize Muammeri doğururken ölür. Macide eniştesi ile evlenmeyi düşünürse de adam yanaşmaz fakat köşkten de ayrılmaz. Leman Hanım torununu yetiştirir. hukukta okuyan Muammer içkiye alışır, hayatın boşluğuna inanır, bu yüzden Dündar beyle tartışırlar. Galip'in teyze kızı Nesime kaptan olan kocasını bırakır bir aktörle kaçar, adam içkicidir, ayrılırlar Nesime de gelip köşke yerleşir. Muammer üniversiteden arkadaşı Ayla ile görkemli bir törenle evlenirler. Bakkala kasaba borç giderek artar, Leman Hanım'dan başka kimsenin umurunda değildir Davut Bey'e erken bunama gelir. Nesime, köşke yerleşir, Muammer'in arkadaşı Şükrü ile lise bitirme sınavlarına çalışır. Emniyet Sandığı'na ipotekli köşk satılır, aile Galip'in gizlice aldığı yedi odalı bir apartman katına taşınır. Muammer ile Ayla’nın arası giderek açılır, Muammer, Nesime ile ilişkiye girer. Ayla'dan ayrılmak ister, kadın kabul etmez. Ayla da Şükrü ile kırıştırır. Kriz geçiren Galip ölür. Eski köşkün yıkıldığını öğrenen Leman Hanım da üzüntüden ölür. Şükrü ile atışan Muammer bir avukatın yanında iş bulur. Dündar bey ve Davut Bey pe şi peşine ölürler, Nesime bir iş bulup evden ayrılır. Teyzesinin de kışkırtması ile karısının Şükrü ile kendisini aldattığından şüphelenen Muammer karısı le kavga eder. Şükrü'yü evden kovar; fenalaşır, ayyaş ve kaçık teyzesi kendine askıntı olunca evden kaçar. “Orhan Ünser, a.g.e. syf 53 ”

Ödül:

9. Adana Altın Koza Film Festivalinde (1995)

►Tomris İnceer "En İyi Kadın Oyuncu".

 


 ATEŞ SÖNÜYOR (1994) 

Senaryo ve Yönetmen: Mehmet Samsa, Görüntü Yönetmeni: Ahmet Demir, Yapım: Umut Film Abdurrahman Keskiner

Oyuncular: Murat Soydan, Salih Kırmızı, Neslihan Sezer, Kadir Savun,Atilla Ergün, Samni Hazinses, Kudret Karadağ, Remo Değerli, Mehmet Ezici, Jale Öz

Konu: Kiralık katil, gösterilen hedefteki adamı öldürür. Ancak katile verilen söz yerine getirilmez. Kendisini cinayete azmettiren adamı bulup öldüren katili de peşine düşen emniyet güçlerince öldürülür

3 Aralık 2022 Cumartesi

 

AŞKLAR YALAN OLMUŞ (1994)

 

Senaryo ve Yönetmen: Tevfik Polam, Görüntü Yönetmeni: Ali Engin, Yapım: Metro Film /Zeki Kafalı  

Oyuncular: Filiz Özten, Tuğrul Meteer, Tuncer Sevi, Yavuz Karakaş

 Konu: “İstanbul’a ablasını ziyarete gelen genç kıza eniştesi tecavüz eder. Tecavüze uğrayan ve bunalıma uğrayan genç kız zor günler yaşadığı bir dönemde mühendisle tanışır. Onun desteğiyle geçmişi unutmaya çalışır.

 

 

AŞK ÖLÜMDEN SOĞUKTUR (1994)

 Senaryo ve Yönetmen: Canan Gerede, Görüntü Yönetmeni: Jurgen JurgensMüzik: Fuat GünerSanat Yönetmeni: Gül Oğuz, Yapım: UPF/Eliane Stutterheim Faruk Aksoy, Canan Gerede Montaj:

Albert Jurgenson, Şarkı yorumcusu: Şebnem Gördem, Yapım yönetmeni : Bahadır Atay, Ses: J. F Adora, Montaj; Albert Jurgenson, Negatif Kurgu: Tamer Eşkazan, Film Baskı: Uğur Orbay, Gaffer: Ali Salim Yaşar, Bestboy: Durmuş Demirezen İmaj: Jürgen Jürges, Prodüksiyon Müdürü: Bahadır Atay,

Oyuncular: Kadir İnanır (Ali), Bennu Gerede (Belgin), Ayşegül Ünsal (Fatma), Umur Turagay (Osman), Engin İnal, Tuncel Kurtiz (Dursun), Ersin Pertan, Ayşe Emel Mesçi, Faruk Aksoy, Kemal İnci, Kutay Köktürk, Mehmet Yankır, İlhan Arkan,

 Konu: “Aşk Ölümden Soğuktur, şarkıcı Bergen'in gerçek yaşamından esinlenerek yapılan bir film. İstanbul'un varoşlarında bir Çingene mahallesinde annesiyle birlikte yaşayan, müziğe ve dansa tutkun genç bir kız olan Belgin, bir klüpte dans ederek para kazanmaktadır. Yaşlandığı için müşterilerden rağbet görmeyen annesi, Belgin'i, içinde bulundukları zor koşullardan kurtulmanın tek aracı olarak görmektedir. Çalıştıkları kulübün polis baskınına uğraması, güçlü bir kişiliği olan kumarhane işletmecisi Ali ile tanışmalarını sağlar. Anne ve kız, bu güce sığınırlar. Ali de Belgin'i çok beğenmiştir. Toplumun kenarında yaşamaya alışmış bu iki insan arasında tutkulu bir aşk doğar ve evlenirler. Belgin hamile kalır, ancak borçlarını ödeyemeyen Ali'nin dükkanına el konulması, ilişkilerinde gerginliğe yol açar, yaşanan şiddet yüzünden, Belgin çocuğunu düşürür, Ali, Belgin'i terk eder. Belgin, biraz da annesinin zorlamasıyla müzik yapımcısı Yaşar'ın teklifini kabul eder, müzik kariyeri hızla ilerlemeye başlar, ünlü olur. Ancak Ali'yle ilişkisi tehlikeli bir boyut kazanmıştır. Sevdiği kadından ayrılmaya dayanamayan Ali, Belgin'in yüzüne kezzap atar, sonra da bıçaklar.

 Ödül:

Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde (1995)
►Canan Gerede “En İyi Yönetmen,
►Jurgen Jurgens “En İiy Görüntü Yönetmeni”
►Kültür Bakanlığı Özel Ödülü
 ”Aşk Ölümden Soğuktur

 * "Bennu Gerede 'nin epeyi çabaladığı hatta yer yer akça pakça, mevzun bir 'sarışın dilberin masumiyetiyle karışık cazibesinin yüksek enerjisini yaydığı ve cinsel obje olarak fiziğiyle perdeyi doldurduğu ileri sürülebilirse de, bir konuşmaya başladığında Amerikalı bir şarkıcı çingene kızına dönüştüğü de açıkça ortada, son tahlilde. Keşke dublaj yapılsaymış ona. Fasbinder Wenders gibi ünlü yönetmenlerin namlı, Alman kameramanı Jürgen Jürges'in usta işi çerçevelerine ve görüntülerinde Beyoğlu'nun izbe, karanlık, arka sokaklarının müdavimleri (konsomatrisler, dönmeler, uyuşturucu satıcıları, kadın tellalları, falcı kadınlar, leş kargası medyacılar, paparazzi basını vb.) adeta resmi geçit yapıyorlar. Tabii göbek danssız ve şarkısız da olunmuyor bilindiği gibi. Gerede'nin kimi zaman Atıf Yılmaz'ı çağrıştırırcasına, pavyon, bar vb. iç mekanları iyi değerlendirerek kullandığı, belgesele selam sarkıtan, yalın ve nesnel bir üslup tutturduğu kimi sekanslara da sahip, alışılmış duyarlıklar üstüne oturtulmuş film, İnanır'ın da bayağı riskli başrolü üstlendiği katmerli bir melodram sonuçta" (Çapan, Cumhuriyet, 15.12.1995). “Prof. Dr. Alim Şerif Onaran/Doç Dr. Bülent Vardar, “20. Yüzyılın Türk Sineması ”

 * Canan Gerede, ikinci konulu filminde ünlü “acıların kadını” şarkıcı Bergen’in öyküsünü anlatıyor. Hani şu kocası tarafından yüzüne kezzap atılarak bir gözü kör edilen, daha sonra da vurularak öldürülen ünlü arabesk şarkıcısı... Yakın zaman Türkiye'sinin en ilginç adliye ve cinayet olaylarından biri, ardında yalnızca ölümcül bir tutkuyu değil, tüm bir çağdaş Türkiye sosyolojisini de barındıran çarpıcı öykü.

 Ancak Gerede bu gerçek drama çok farklı biçimde yaklaşmayı seçiyor. Ateşli ve arabesk hüznüyle örülü bir melodramı da itiyor, tümüyle toplum bilimsel gözlemlere yaslanan bir yansızlığı da... Onun seçtiği tarz en çok Fassbinder' e yaklaşan ve yakışan bir tutum: melodramı küçümsemeden, tersine önemseyip yücelterek, ama ona mesafeli ve soğukkanlı, hatta basbayağı soğuk biçimde yaklaşma ve onun kendisini değilse de özünü yakalama çabası...

 Zaten bu Fassbinder “” tutkusu, hem filmin isminde (Fassbinder'in de ilk filminin adı buydu), hem de filmin bir yerinde Bergen/Belgin'in "zaten hepsinin adı Ali'dir," diyerek bir başka Fassbinder filmine göndermede bulunmasıyla da açıkça belirginleşiyor...

 Böylece ortaya ilginç, garip ve oldukça yadırgatıcı bir film çıkıyor. Çok kesin bir devamlılık içermeyen, barındırdığı melodram öğelerini tam anlamıyla değerlendirmeden kullanan, birçok sahnenin sanki kendi içinde bütünlenen tablolar gibi belli bir bağımsızlık içinde yaratıldığı bir film...

 Filmin asıl yadırgatıcılığı, kuşkusuz bizim seyircimiz için... Çünkü bir yandan filmin şarkıları gerçek bir arabesk gırtlağa ve duyarlılığa dayanmıyor, aklılar. Bergen'in ününe de hiç yakışmıyor.

 Hele şarkıcının bir aralar "devrimci müziğe" ve bilinçli parça seçimine ağırlık vermesi gibi bir tuhaflık oldukça şaşırtıcı!... Öte yandan bu rolü üstlenen ve kendisine özgü tazeliği ve sezgisiyle bence olağanüstü biçimde altından kalkan Bennu Gerede'nin yanlış Türkçe tonlamaları da, filmin gerçeklik duygusunu zedeliyor. Seyircinin beklediği melodram patlamasının bir türlü gelmemesi de ayrı bir sorun...

 Ne var ki film yine de ilgiye değer bir yapım. Gerede, birçok sahnede gerçek bir sinema duygusuna sahip olduğunu kanıtlıyor ve bu "mesafeli melodram" operasyonundan oldukça başarıyla çıkıyor. İstanbul'un gece görüntüleri, yer yer de olsa filme yansıyan lumpen duyarlılığı ve oyuncuların başarısı buna katkıda bulunuyor. Kuşkusuz önemli bir keşif olan Bennu Gerede'nin yanı sıra, ilginç tiplemesiyle Kadir İnanır ve yan oyuncular da çok iyi.. .

 Bir Türk yönetmenin bir büyük ve çağdaş yabancı yönetmenden nasıl esinlendiğini ve çok bize özgü şeylerden nasıl farklı ve evrensele uzanan bir film çıkarabildiğini merak edenler, bu filmi görmeli. . (Kyn: Manyatizma Aylık Popüler Kültür Dergisi)

 * Bir Türk filmiyle, şu koşullarda karşılaşmak ne acı: "Aşk ölümden Soğuktur", daha ilk günün ardından, Fitaş'ın orta boy salonlarından birinden en küçük salonuna geçti ve ne yazık ki, gişe görevlisinden "Sizden başka seyirci yok, film oynamayacak cümlesini duyup iki kez geri döndükten sonra, ancak üçüncü denememde filmi izleyebildim. Türk sinemasının yıllardır tartışılan sorunları ortadayken, bir seans boyunca tek bir seyirciyi bile çekememenin, gösterinin ilk gününde yalnızca 4,5 milyon lira hasılat yapmanın sorumluluğu, gayet ağır olsa gerek.

 "Aşk Ölümden Soğuktur" filminde seyirciyi ilgilendiren hiçbir şey yok mu acaba? Bu gün salonları dolduran genç seyirci kitlesinin, filmde adı Belgin olarak geçse de şarkıcı Bergen'in trajik yaşamıyla ilgilenmediğini, bu ilgisizliğini, Gerede’nin konuya yaklaşımına da yansıttığını söylemek mümkün. Kimse kusura bakmasın ama, filmi izledikten sonra, daha ilk baştan filme gitmeyi reddeden seyirciyi eleştirecek bir şey bulamadım ben. Açıkçası, bu filmi görmemekte çok Gerede'nin filmi, sinemada örneğine ender rastlanır bir "başarı"yı gerçekleştiriyor.

 Bunca dramatik malzeme içeren bir öyküden yola çıkıp, dramatik açıdan bu kadar etkisiz bir film yapmak, her babayiğidin harcı değil. Tabii ki bunun altında da senaryo sorunu yatıyor. Gerede'nin, birinci filmi "Robert's MovieRobert'ın Filmi"nde yaptığı gibi yine kendisinin kaleme aldığı senaryo, Bergen'in yaşamından daha trajik bir düzeyde. Gereken hiçbir noktada durmadan, gereken hiçbir yerde derinleşmeden, ayrıntıya girmeden öyküyü anlatıp geçmiş Gerede, aynen 1970'lere kadar gelen Yeşilçam filmlerinde yapıldığı gibi ...

 Yüzeysel kişilikler

Örneğin, önemli sorunlardan biri, Ali'nin kişiliğinin yüzeysel, Belgin'e duyduğu tutkunun tanımsız bırakılmış olması. Bir adam, evlendiği kadına neden bunca nefret duyar, yüzüne kezzap atmak, bıçaklamak gibi yollara neden başvurur bir türlü anlayamıyoruz filmde. Çünkü anlamamız için, derinlemesine bir kişilik çözümlemesi yapılması gerekiyor ve tek başına kıskançlık, bunca eylemi açıklamak için yetersiz kalıyor. Böylece Gerede, Ali gibi çok ilginç ve dramatik açıdan yoğun bir malzemeyi heba etmiş oluyor. Aynı biçimde, filmin dramatik etki taşıyabilmesi için, çoktan keşfedilip binlerce filmde uygulanmış dramatik anlatım öğelerinin belli bir mantıkla dizilmesi, inişlerçıkışlar, durgunluklarpatlamalar olması gerekiyor, tabii karşımızdaki, bu yapıyı tümüyle reddeden, kendi içinde tutarlı bir deneysel çalışma değilse Gerede'nin filmleri, deneysellik gibi bir iddiası olmadığına göre, dramatik gelişim bakımından çağdaş sinemaya daha paralel olmasını beklemek çok doğal, Ama ne yazık ki, bu beklenti karşılanmıyor, garip bir biçimde başlayan film, aynı gariplikle, adeta küt diye bitiyor.

 Gerede'nin, alt kültürlere, yaygın yaşam biçimlerinin dışında kalan insanlara, "tutunamayanlara" belli bir sempati duyduğunu ilk filminden de biliyoruz. Bunda bir sorun yok; problem, ilgi duyduğu, ele aldığı kültür ve o kültüre ait insanları, hiç tanımıyormuş gibi anlatması. Eğer o çevreleri iyi tanıyorsa, çok kötü anlatıyor demektir. Tanınmıyorsa da, anlatmaya sıvanmadan önce, araştırma yapması gerekirdi. Çünkü, tecimsel filmler gibi belli şablonlara uygun olmayan yapıtları kotarmak, sanıldığı kadar kolay değildir. İlk filminde belli bir başarısızlığa uğrayan Gerede'nin, bunu anlamış, hatalarından ders çıkarmış ve bu kez çok daha iyi hazırlanmış olması gerekirdi ...

 Bunca çaba niçin? ..

Geçen haftaki Sinema Gazetesi'nden birkaç satır alıntılamak istiyorum: " ... "Aşk Ölümden Soğuktur"un çekimleri İstanbul'da yapılmış ve 6 hafta sürmüş. Postprodüksiyon iş lemleri içirı ise 6 ay boyunca Fransa'da ve İsviçre'de çalışılmış. Eurimages'dan ve Kültür Bakanlığı'ndan destek alan filmin bütçesi ise 3.000.000 Fransız Frangı'nı (yaklaşık 33 milyar Türk Lirası) bulmuş.. Bu satırları okuyup da yazıklanmamak mümkün değil ... Tüm bu çabalar, bu emek, bunca para, bu film için mi harcanmış? .. Hemen tüm oyuncular (belki klip yönetmeni olan Umur Turagay biraz müstesna) çok kötüler, özellikle başrol oyuncusu Bennu Gerede, bazen çok abartılı, bazense çok ifadesiz kalıyor, velhasıl, yönetmenin oyuncu yönetiminden haberdar olduğunu söylemek mümkün değil. Üstelik bir de, sesli çekimden kaynaklanan diksiyon sorunları var. Bennu Gerede, Türkçe'yi uzun yıllar yurtdışında kalmış kimi pop şarkıcılarımız gibi tonluyor, fena halde Amerikan 'şivesi var. Diğer kimi oyuncularda da diksiyon sorunu olunca, başlı başına bu bile, filmden kopmanız, o filmi izlemeye geldiğiniz için kendinize lanet okumanız için yeterli oluyor.

 Ne ticaret, ne sanat ....

Bunca emek ve para bu film için mi harcanmış? ... Peki niye? Gerede'nin bu filmi yönetmesinin ne gibi bir nedeni olabilir? Para için deseniz, filmin asıl müşterisi olabilecek arabesk kültürle yetişen kenar mahalleli insanlar ortada zaten yoklar. Birinci haftadaki gösteriminde iptal edilen seanslar, böyle bir filmden para kazanılamayacağını, acı biçimde kanıtlıyor. Sahi, bu film ne için çekilmiş? Sanat adına deseniz, ortada sanat yok; bir bireyin yaşamı özelinde, Türkiye'nin sosyal sorunlarını irdeleme amacı deseniz, böyle bir hedef güdüldüğüne ilişkin en küçük bir ipucuna rastlanmıyor ...

 

Sahi Canan Gerede bu filmi niye çekmiş? .. Niye çekmiş olursa olsun, sonuçta "çok kötü" ifadesini rahatlıkla kullanabileceğimiz bir film var. "8. Saat"i izledikten sonra, "Bundan daha kötüsü yapılamaz," diye düşünmüştüm ... Şimdi ise, emin değilim ... Allahtan, Livaneli filmlerinde ve Robert'ın Filmi"nde olduğu gibi filmin görüntü yönetmenliğini Jurgen Jurgens üstlenmiş de, hiç olmazsa görüntüleri izleyebiliyorsunuz ... Yoksa? ..

 Yoksa geriye yalnızca, gerçek yaşamların ve kişilerin, kötü bir filmde, sinemasal meze olarak kullanılması kalacak. .. İnsana derin bir hüzün veren bu durum, umarım, Gerede'nin . de vicdanını sızlatıyordur. .. (Tamer Baran Antrakt, Ocak 1996 )

 * Arabeskin patlama yaptığı dönemin, beylik deyişle, gerçekten hayatı roman denilebilecek, en popüler piyasa şarkıcılarından Bergen'in trajik yaşam öyküsünden esinlenen Canan Gerede'nin "Robert's MovieRobert'ın Filmi"nden sonraki ikinci filmi "B.Aşk Ölümden Soğuktur", İstanbul'un kısaca mahalle diye tabir edilen malum semtinde, pavyonlarda çalışan annesiyle (Ayşegül Ünsal) birlikte yaşayan, ufak ufak göbekler ataraktan sahneye ayak basıp mikrofonu eline geçiren, Belgin adındaki güzel bir genç kızın melodramını anlatıyor. Artık yılların ve zorlu hayat mücadelesinin iyice yıprattığı, yaşlanmış annesinin biricik umududur Belgin (Bennu Gerede). Filmin başındaki pavyon baskınında derdest edilerek polisin eline düşen bu taze kenarın dilberiyle annesini beladan, kumarhane işletmecisi, klüpçü bitirim Ali (Kadir İnanır) kurtarır ve on anda Belgin'in filenmesini önler. Ayak yıkamakla gösterilen minnet, annesinin de çanak rutmasıyla Ali'yle Belgin'in aşkına dönüür. Ye "Seni yıldız yapacağım" diyerek kulübünde şarkı öylettiği ve kem gözlerden sakındığı Belgin'le, klarnetli, kanunlu, darbukalı, enlikli bir mahalle düğünüyle evlenir Ali. Belgin'in sesini beğenen "Sen Maksimlere layıksın" diyen bir menajerin (Engin İnal) devreye girmesiyle kafası karışan toy ve saf genç kızımız çocuğunu düşürünce, zaten işleri de kötü giden Ali, kumarhane patronu, fena halde maço ve feleğin çemberinden geçmiş, bıçkın Tuncel Kurtiz ağabeyimizin "Bırak ulan bu uğursuz karıyı!" yollu dolduruşlarına iyice gelerek genç karısını terk eder. ...

 Locarno Film Festivali'nin yarışma bölümünde gösterilmiş, Antalya'da en iyi yönetmen ve görüntü yönetmeni Qurgen ]urges) ödüllerini kazanmış "Aşk Ölümden Soğuktur", belirgin bir "Deja vu" duygusu uyandıran, şarkılıçalgılı, beylik bir arabesk melodramdan daha öteye gidemeyen bir film kanımızca. Son yıllarda özellikle ekranlar parsellenmiş, otantik Çingene kültürünü, habire yozlaştırıp sömürerek sözüm ona seyredeni güldüren, TV eğlence programlarının iyice ayağa düşürdüğü arabesk muhabbetine ilişkin düzeysizliklerin düzeyine düşmese de bu tür biyografik melodramların alışılmış kalıplarını yinelemekten geri durmayan film, Adanalı Bergen'in Belgin olarak İstanbul'a uyarlanmış versiyonu. Neredeyse herkesin ağzına sakız olmuş çılgın aşk temasıyla karışık trajik bir yaşam öyküsünü görüntülemeye sıvanan Gerede'nin yazıp yönetiği film, anlatımı ve görsellik açısından olumlu not alıyorsa da, Belgin'imizin sarı peruklu, gözü bantlı bir punk kraliçesi ya da takmış takıştırmış bir rockpop ilahesi gibi sahne alarak Aya İrini'de filan konserler verdiği son bölümlerde iyice sarkarak grotesk bir hal alıyor, darbuka ritimlerinin eşliğinde. Hele şarkılar hiç çekilmiyor. Belgin'le belalısı arasındaki ölüme varacak sadomazoşist ilişkiyi, çeşitli nedenlerle oldukça yumuşatan Gerede, doğrusu pek bilmediği sulara açılmakla iyi etmemiş bizce. İkinci filmiyle efsaneye dönüşmüş, klinik bir arabesk vakasını derinlemesine duyumsatmakta yaya kalmış, ancak bildik klişelere dayanarak kotarılmış vasat bir stil alıştırması) ortaya koymuş. Gerede'nin anlatmaya giriştiği, bol acılı trajiğin tüm yapay büyüsünü bozan bir başka hatası da BelginBennu Gerede'nin belirgin Amerikan aksanı, genelde "taze yetenek" Bennu Gerede'nin epeyi çabaladığı, hatta yer yer akça pakça, mevzun bir sarışın dilberin masumiyetiyle karışık cazibesinin yüksek enerjisini yaydığı ve cinsel obje olarak fiziğiyle perdeyi doldurduğu ileri sürülebilirse de, bir konuşmaya başladığında, Amerikalı bir şarkıcı Çingene kızına dönüştüğü de açıkça ortada, son tahlilde. Keşke dublaj yapılsaymış ona. Fassbinder, Wenders gibi ünlü yönetmenlerin namlı, Alman kameramanı Jürgen Jurges'in usta işi çerçeveleme ve görüntülerinde, Beyoğlu'nun izbe, karanlık arka sokaklarının müdavimleri konsomatrisler, dönmeler, uyuşturucu satıcıları, kadın tellalları, falcı kadınlar, leş kargası medyacılar, paparazzi basını, vb.) adeta resmi geçit yapıyorlar. Tabii göbek danssız ve şarkısız da olunmuyor bilindiği gibi. Gerede'nin kimi zaman Atıf Yılmaz'ı çağrıştırırcasına, pavyon, bar, vb. iç mekanları iyi değerlendirerek kullandığı, belgesele selam sarkıtan, yalın ve nesnel bir üslup tutturduğu kimi sekanslara da sahip, alışılmış duyarlılıklar üstüne oturtulmuş film, İnanır'ın da bayağı riskli başrolü üstlendiği, katmerli bir melodram sonuçta. Bunca emek ve çaba akıntıya gitmiş ne yazık ki. (Sungu Çapan Cumhuriyet, 15 Aralık 1995


FİLMİ İZLE 



 

 

APTALLIK REKORU (1994)

 Yönetmen: Yıldırım Yanılmaz, Senaryo: Ayla BakanayGörüntü Yönetmeni: Ergün Özdemir, Yapım Sine Film Işıklar: Sine FilmSet Ekibi: Kemal Altun, Aygün Kahraman, Müzik: Burak Can, Kurgu: Yıldırım Yanılmaz, Ses Kayıt ve Jenerik: Engin Dirmiye, Mixaj: Tarık Aydemir, Dublaj Yönetmeni: Hikmet Eldek, Sinefox stüdyolarında hazırlanmıştır

 Oyuncular: Öztürk Serengil, Ali Uyandıran, Ajlan Aktuğ, Zümrüt Erkin, Yıldırım Yanılmaz, Ercüment Balakoğlu, Nermin Parlak, Fikret Fırtına, Ebru Bıyık, Ata Tilmaç, M. Kürşad Oğuz, Kemal Oğuz, Mahmut Tekin, Bekir Çalışkan, İsmet Tunç, Yönetmen Yardımcısı: Murat Şeker, Kamera Asistanı: Erdoğan Uslu,

 Konu: Pansiyoncu Meftun Beyin pansiyonuna gelen film yönetmenlerinin, azılı gangsterlerle karıştırılması sonucu ola gelen yanlışlıklar, her şeyin anlaşılması üzerine son bulur.

 

 


AFACAN TATLI BELA (1994)

 Yönetmen: Yılmaz Atadeniz, Senaryo: Ergun Köknar, Foto Direktörü: Rafet Şiriner, Yapım Bizim Film/ Cengiz Nacaroğlu

 Oyuncular: Murat Soydan, Nazan Saatçı, Şahin Nacar (Afacan), Behçet Nacar, Süreyya Mertoğlu, Hikmet Taşdemir, Süheyl Eğriboz, Yavuz Karakaş, Ahmet Ündağ, Ayfer Özcan, Necati Er, Sadettin Durak,

 Konu: Kumar borcunu ödemek için amca, öz yeğenini kaçırır. Amacı zengin ailesinden alacağı fidye ile tüm borçlarını kapatmaktır. Bir süre sonra amca trafik kazasında ölür. Kaçırılan çocuk ise ortada kalır. Amcanın alacaklıları olan mafya bu kez devreye girer. Zengin aile ile mafya arasında kıyasıya bir çatışma başlar

 



 

ADI OSMAN (1994)

 Senaryo ve Yönetmen: Mehmet Samsa, Görüntü Yönetmeni: Mustafa Kuzu, Yapım: Yaşam Film Gazanfer Dirlik

 Oyuncular: Sibel Barış, Gani Şavata, Kazım Kartal, Atilla Ergün, Kadir Savun, Hasan Yıldız

 Konu: Bir trafik kazasında karısını ve ağabeyini kaybeden Osman, geçirdiği bunalım sonucu aklını yitirir. iki çocuğuyla zor durumda kalan Osman, ölen ağabeyinin karısına sığınır, Ancak çevrede Osman'la yengesi arasında ilişki olduğu söylentileri yayılır. Genç kadın, köylülerin çevreye yaydığı dedikodulara dayanmayarak sonunda Osman'la evlenmek zorunda kalır.