BİZE NASIL KIYDINIZ (1994)
Yönetmen: Metin Çamurcu, Senaryo: Salih Tuna, Metin Çamurcu (Emine Şenlikoğlu’nun romanından), Görüntü Yönetmeni: Aytekin Çakmakçı, Sanat Yönetmeni: Mustafa Ziya Ülkenciler Yapım: Kombassan— Esra Film İletişim Hüseyin Türkyıldırır Yapım Kordinatörü: Nesim Şahin, Yardımcı Yönetmen: İbrahim Yeşilırmak, Müzik: Özhan Eren, Sanat Yönetmeni: M. Ziya Ülkenciler, Kurgu: Mevlut Koçak, Şafak Film Laboratuarlarında hazırlanmıştır
Oyuncular: Yalçın Dümer,
Sinem Dinçay, Nezihe Becerikli, Dilaver Uyanık, Fatma Belgen, Kâzım Eryüksel,
Bilal Yıkılmaz, Baki Tamer, Yusuf Ersin, Muzaffer Çetinyılmaz, Hasan Nail
Canat, Kemal İnci, Ekrem Dümer, Ali Zebil, Yılmaz Terzioğlu, Ferdi Akarnur,
Canan Alkan, Barış Tok, Zeycan Tat, Ali Demirel, Fatma Türkyıldırır, Yusuf
Ersin, Lâtif Ağgedik,
Konu: Cumhuriyet Türkiye'sinin
kuruluşundan bir süre sonra, genç bir öğretmen yeni uygulamalar karşısında
haksızlığa uğrar. Hapse girmesinin nedeni inandığı islam'ı değerlerdir. Bu
arada öğretmen, talebelerinden bir kızla dostluk ilişkisi içindedir Kız, yıllar
önce babasının işlediği günah nedeniyle büyük bir acıyı yaşamaktadır. Ve
sonunda genç kız inançlarına sığınarak öz benliğine kavuşur.
&
Filmin başında geriye dönüşle verilen sekansta, tartışmalı olan idam sahnesinin
(ki mezarın açılıp teşhisin yapıldığı ana kadar gerçek olduğu,
bildirilmektedir) yer aldığı tepedeki ağaç görüntüsü, film için güçlü
sembollerden birine işaret eder. Ağaçta asılı duran cesetle mezar ilişkisini
toparladığımızda, hüküm için oraya gelmiş bulunan insan kalabalığının bir anda
silinin sadece asılmış insan görüntüsü, sembolik katmanlardan birini teşkil
eder. Hemen akabinde, yazıların üstüne şiirde geçen 'yaşam ağacı' mefhumu,
mitolojik "söylemdeki "hayat ağacı"nı çağrıştırır ve ağacın hem
gerçek, hem de arketipel niteliği üzerine ifadelendirmeler uyandırır. (İhsan
Kabil, Zaman g., 4 Aralık 1994) “Agah Özgüç, “Türk Filmleri Sözlüğü” 3. Cilt”
& Filmde
gerçekten çok ustaca bir kurgulama tekniği ile geçmiş ile gelecek arasında
köprü kuruluyor. Yakın tarihin karanlıkta kalan zulümleri, hem de günümüzde
rejim tarafından estirilen düşünce terörünün, tek tip kişilik oluşturma
baskılarının, psikolojik irdelenmesi üzerinde durulmaya çalışılmış. Bu filmde
bugüne kadar sinema izleyicisinin hiç de alışık olmadığı bir tekniğin
kullanılması, yalın bir anlatım yerine gizemli ve zor anlaşılır bir anlatımın
tercih edilmesi yönüyle de rahat bir seyirlik film olma özelliğinden
uzaklaşılıyor. (Ferhat Koç, Milli g., 4 Aralık 1994) “2206”
& Hakkında
çok söz edilen sahne, filmin hemen başında, jenerikle birlikte karşımıza çıktı.
Çoktan ölmüş ve gömülmüş İbrahim Hakkı hazretleri, idam kararının yerine
getirilmesi amacıyla mezardan çıkarılıyor ve ipe çekiliyor. "Bize Nasıl
Kıydınız'“ geri kalan bölümünün, anlamsız bir bağlantı dışında bu olayla hiç
ilgisi yok. İslami bir aşk öyküsünün, böylesi bir atmosferde ilk tanık olunan
cinaye gerilim polisiye öğeleriyle son derece beceriksizce harmanlanmasından
doğan "absürd" bir filmdi izlediğimiz. Mesut Uçakan eliyle biraz
düzey kazanan "Beyaz Sinema", koşar adım geri gidiyor "Bize
Nasıl Kıydnız'la. Felaket bir senaryo. (Tunca Arslan, Aydınlık 29 Ekim 1994)
“Prof. Dr. Alim Şerif Onaran/Doç.Dr. Bülent Vardar “20.Yüzyılın Türk
Sineması 2508 ”
&
Filmde; Erzincan İstiklâl Mahkemesi'nin Kemahlı Hoca Hacı İbrahim Efendi'yi
idama mahkûm ettiği ve kısa bir süre önce ölerek gömülen bu zatın mezardan
çıkarılarak kefeniyle asıldığı hikaye ediliyordu. Olay başından sonuna kadar
yalandı. Zaten o günlerde İstiklal Mahkemeleri'yle ilgili müthiş bir yalan ve
iftira kampanyası açılmıştı. Bu konuda en ayrıntılı biçimde araştırmalar yapan
ve yayımlayan sevgili Ergun Aybars'ın bulgularına dayanarak, bu kampanyayı
etkisiz hale getirmeye çalışmıştık... Hoca İbrahim Efendi'nin evlatları
babalarına yapılan bu büyük saygısızlığı affetmemişler ve filmi çeken Esra Film
İletişim AŞ. yi mahkemeye vermişler. Ellerine sağlık. Babalarının Cumhuriyet'e
ve Atatürk ilkelerine bağlı bir insan olduğunu ve eceliyle ölerek gömüldüğünü
ve herhangi bir biçimde mezarının açılarak yeniden asılması iddiasının küçük
düşürücü bir yalan olduğunu vurgulayarak manevi tazminat talep etmişler. (Toktamış
Ateş, "ArayışBize Nasıl Kıydınız?", Cumhuriyet g., 19 Nisan 1997) “Türk
Filmleri Sözlüğü” 3. Cilt”
& Bize Nasıl Kıydınız" ve gösterimi yasaklanan "Tehlikeli
(!) Film"ler üzerine :
1990-95 arası... Uzun uzun CHP'li
koalisyonlar... Kültür Bakanlığında Fikri Sağlar var. Anti Kemalist dinci
yapılanma bütün hışmıyla sürüyor. Kurulup kapanıp duran ve Erbakan'ın yönettiği
çeşitli partiler muhalefette güçlendikçe güçleniyor... İran'ın, Libya'nın
desteğiyle, Hizbullah benzeri cani örgütlenmelerin filizlenmesi için tarlayı
sürüyor, tırmıklıyor, hazırlıyor. İmam Hatip okulları da tohumları atıyor…
Tohumlardan bazıları sinema
alanına da düşmüş. Çeşitli "ustalık" seviyesinde yönetmenler,
Kemalizm karşıtı, laisizm karşıtı çeşitli filmler çekiyorlar. Yücel Çakmaklı
1980'Ierde TRT'ye sızmış, Tarık Buğra'nın "Küçük Ağa"sını dizi yapmış...
"Atatürkçü(!)" 12 Eylül dönemi de bu filmi nedense (!) yasaklamamış…
Yine
80'li yıllarda Mesut Uçakan, Metin Çamurcu TRT televizyonundan geçerek sinema
alanına girmiş, ürünlerini ortaya salıyor. 90 sonrası ortam daha da uygun...
Mesut Uçakan "İskilipli Atıf Hoca (Kelebekler Sonsuza Uçar)" (1993)
filmini çekiyor.
1993-1996 arasında, Kültür
Bakanlığı Telif hakları ve Sinema Genel Müdür Yardımcılığı yaptığım sırada,
1995 olmalı; Genel Müdür İhsan Yüceözsoy, Metin Çamurcu'nun "Bize Nasıl
Kıydınız" adlı filmini izlememi, edindiğim bilgileri ve düşüncelerimi
rapor etmemi istiyor. "Bize Nasıl Kıydınız" alt kuruldan geçmemiş.
Anti Kemalist ve antilaik propaganda nedeniyle kararı Üst Kurul'a bırakmışlar.
Milli Eğitim Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Kültür Bakanlığı temsilcilerinden
oluşan Üst Kurul toplanacak karar verecek. Bakan bu arada filme ilişkin bilgi
istiyor. Fikri Sağlar Bakan olduğundan bu yana Film Denetleme Kurulu hiçbir
filmi yasaklamamıştı, bu demokrat görünüme zarar gelmesinden endişeleniyor
olmalı.
"Bize Nasıl Kıydınız"ı uzun
sürede dura kalka izledim. Jenerik öncesi görüntüler, çarpıcılığından olmalı,
İstiklal Mahkemesi kararıyla, idamından önce hastalıktan ölen Mevlevi şeyhinin
mezardan çıkarılması ve cesedinin karar gereği yeniden yakındaki ağaca asılması
ile başlıyor, arkasından Mustafa Kemal'in adı anılmadan Kurtuluş savaşı sonrası
Kemalist Türkiye'de Müslümanların çektikleri acı(!)adım adım anlatılıyor. Bugün
ayrıntısıyla anımsamıyorum ama özellikle filmin bir bölümünde yaşlı insanların,
biri kız, biri erkek iki çocuğa gece yarısından sonraki saatlerde Kur'an
ezberlettikleri görüntüyü unutmadım... Çocuklar, yorgunluktan uykuya dalıyor,
büyükler bir yandan ağlıyor, bir yandan onları uyandırarak ezberletmeyi
sürdürüyorlar.
Konuşmalardan anlaşılıyor ki,
Müslümanların Kur'an'ı resmi bir emirle yaktırılıyor, insanlar da onu
kurtarmak, gelecek nesillere aktarmak için telaşa düşmüşler, eziyet olduğuna
bakmadan küçük çocuklarına ezberletmeye çalışıyorlar.
Şeyhin
mezardan çıkarılıp asıldığının doğru olmadığı şeyhin torunları tarafından
gazetelere açıklandı. Kur'anın ezberletilmesine de gerek yoktu, çünkü bir
yandan bu din kitabının varlığı yalnız Türkiye'ye bağlı değildi, başka Müslüman
devletlerde de sayısız baskısı vardı, öte yandan geleneksel olarak, bütün
dünyada Müslüman hafızlar tarafından ezberleniyordu ve geleceğe onların
kafalarından aktarılabilirdi. Dahası, Türkiye Cumhuriyeti'nin hiç bir döneminde
Kur'an yakılması gibi bir olay olmamıştı.
Yani ne İstiklal
Mahkemelerinde idam kararı verilmiş bir Mevlevi şeyhinin mezardan çıkarılması,
bu karara dayanarak ve yeniden asılması söz konusuydu, ne de Kur'anlar
yaktırıldığı için ezberlenerek gelecek kuşaklara kalmasına çaba gösterilmesi
olanaklıydı. Kitap ezberleme öğesi, François Truffaut'nun Fahranheit 45'inden
aynen alınmış, buraya yapıştınlmıştı. Oysa Truffaut'un filminde koşullar
bambaşkaydı.
Bunları ve daha başkalarını içeren raporu
hazırladım. Anti Kemalist ve anti laik bölümlerine dikkat çektim. Sonuç
bölümünde filmi yasaklamasının doğru olmayacağını, yasaklandığı takdirde filmin
kült (tapınma) aracı haline getirilebileceği tehlikesinden söz ettim. Ayrıca
mahkeme kararıyla kazanma olasılığının göz önünde bulundurulması gerektiğini,
bu durumda çok daha yaygın olarak izleneceğini, kazanamasa bile video ile el
altından izlenme oranının çok yükseğe tırmanabileceğini ve yıllar içinde
eskimemesi için bir propaganda aracı kazanmış olacağını anlattım. Umarım
yasaklanmazdı, ancak bu durumda Kültür Bakanlığının demokrat görüntüsü
bozulmayacaktı. Eğer Kemalizm'in ve Laisizmin yara almaması isteniyorsa, Kültür
Bakanlığı destek vermesi uygun proje ölçütlerinin arasına bunları da koymalı,
destek politikaları çizmeli, uygulamalıydı. Böylece demokrasiye aykırı bir yanı
olmazdı.
Bu arada daha önceki
deneyimlerine dayanarak, filmin yasaklanacağından emin olan yapımcılar, öykünün
yazarı Emine Şenlikoğlu, kararı beklemeye dayanamamış, tanıtıma girişmişlerdi
ve filmi "yasaklanan film" olarak sunuyorlardı.
Sonunda Üst Kurul doğru kararı
verdi, "Bize Nasıl Kıydınız" yasaklanmadı. Yapımcıların seyirci
artırmak için yaptığı tanıtım ve propaganda boşa gitti. Film, el altından
izlenen ve herkesin izlemeye can attığı yasak bir film olamadı. İsteyen sinema
önlerinde afişlerine ve fotoğraflarına bakarak gitti, izledi. Bütün
yüklenmelere karşın piyasada yanlış anımsamıyorsam 400 000 kadar izleyici buldu
ve Türk Sinemasının düşük düzeyli, kaba propaganda filmlerinden biri olarak
unutuldu gitti.
Demokrasi inananlarıyla var olan bir dogma
değildir, yaşanırsa var olur. Suyu kesilmiş eski değirmeni durdurmak için özel
çaba gerekmez. Yasaklamak gibi demokrasi dışı yöntemler kullanılmaz. Demokrasi,
yaşanarak var edildiğinde zamanın gücünü arkasına alır, taşıma suyla döndürmeye
çalışanları doğal akış içinde kendiliğinden durdurur. Bugün bile inançlarımızla
yaşamalarımız arasındaki ayırımın ayırdında mıyız? Ne dersiniz? (Ömer TUNCER
antrakt sinema Dergisi” Ekim 2003 Sayı 73)
& Metin Çamurcu'nun ilk ve son
sinema filmi olan "Bize Nasıl Kıydınız? adlı film gösterime girdiği 1994
yılında topladığı 156 bin seyirciyle senenin en çok seyirci toplayan yerli
filmi oldu. Filmde, başına çeşitli olaylar gelen ve zorluklar yaşayan bir
öğretmenin, bu zorlukların üstesinden Islami değerlerine sahip çıkarak gelmesi
anlatılıyordu. Film hakkında, Milli Gazete'de, 4 Aralık 1994 tarihinde, Ferhat
Koç imzasıyla yayınlanan bir yazıda şu ibareler yer alıyordu.
Filmde
gerçekten çok ustaca bir kurgulama tekniği ile geçmiş ile gelecek arasında
köprü kuruluyor. Yakın tarihin karanlıkta kalan zulümleri, hem de günümüzde rejim
tarafından estirilen düşünce terörünün, tek tip kişilik oluşturma baskılarının,
psikolojik irdelenmesi üzerinde durulmaya çalışılmış... Bu filmde bugüne kadar
sinema izleyicisinin hiç de alışık olmadığı bir tekniğin kullanılması, yalın
bir anlatım yerine gizemli ve zor anlaşılır bir anlatımın tercih edilmesi
yönüyle de rahat bir seyirlik film olma özelliğinden uzaklaşılıyor. "
& Mahmut
Tali Öngören, 11 Kasım 1994 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde
düşüncelerini şöyle ifade etmişti:
"Anlaşılan, istiklal Mahkemeleri
sömürülerek Türkiye'nin kuruluş dönemi yerden yere vurulmak isteniyor. Bu amacı
gerçekleştirmek için de 'Bize Nasıl Kıydınız' adlı film bir yeni film
kullanılıyor... Amaç belli. Filmi kullanıp saldırmak.. Gerçekte, her konunun
tartışılması gerekiyor. istiklal Mahkemeleri konusunun da... Zaten eski
kuşaklar da, yenileri de istiklal Mahkemeleri neydi, ne yaptı bilmiyorlar. Her
tartışmada bu gibi olasılıklar vardır. Ama, 'Bize Nasıl Kıydınız' adlı filmle
ilgili duruma bakınca, varılmak istenen sonucun, yıkım ve hedef göstererek
ortalığı karıştırmak olduğu hemen anlaşılmaktadır..." Görüldüğü üzere,
'Beyaz Sinema' akımı çerçevesinde, Türk sinemasında pek değinilmeyen konuları
işleyen ve sisteme muhalif olan birçok film üretildi. Bu filmler, sağcı ve
islami basın denen kesimde övgüyle karşılanıp, olumlu eleştiriler alırken,
diğer sinema çevrelerince bazen görmezden gelinirken çoğu zaman çeşitli
yönleri, eksiklikleri ve hataları nedeniyle eleştirildi.