Powered By Blogger

21 Ocak 2023 Cumartesi

 

PLAJDA (2008) 

Yönetmen: Murat Şeker, Senaryo: Murat Dişli ([1]) Görüntü Yönetmeni: Murat Tuncel Müzik: Serhat Ersöz, Yapım: Plato Film/Sinan Çetin, Mehmet N. Karaca Kurgu: Hamdi Deniz, Deniz Kayık, Montaj Asistanı: Can Şenyol, Reji Asistanları: Selami Genli, Onur Koçal, Serap Atalay, Deniz Tokcan, Kamera Asistanları: Özgür Gür, Barış Yiğit, Orçun Kaptan, Ses Tasarım: Nurkut Özdemir, Basın: Nejla Tiryaki, Işık Şefi: Bilal Tanrıver, Prodüksiyon Amiri: Engin Tosun, Prodüksiyon Asistanları: Cihat Onat, Peri Avunç, Öner Sayın, Dündar Kutlubay, Kostüm Sorumlusu: Elçin Canbaz, Kostüm Asistanları: Hasan Süzer, Tolga Polat, Gül Ersoy, Kuaför: Şahin Gül, Kuaför Asistanları: Suat Batal, Ömer Terzi, Mahmut Terzi, Makyöz: Ebru Kızıltan, Makyöz Asst.: Nalan Zeynep Yalgın, Ses Kayıt: Samet Yılmaz, Orhan Koçalan, Set Amiri: Kenan Baydemir, Set Asst.: Doğan Gül, Magnum Operatörü: Benan Baydemir, Mustafa Güneş, Işık Asistanları: Ahmet Cenk Acar, Eyüp tanrıver, Anıl Ercenk, Michael Angls, Ulaşım: Musa Akdağ, Mustafa Güneş, Halil Güneş, Yaşar Sözkesen, Uygulayıcı Uygulayıcı Yapımcı: Barış Ayaztaş, Koordinatör: Onur Çakaloz, İdari yapımcı: Petek Kardağ, Finansman: Turgay Akın, Taylan Çetin, Fono Film koordinatör: Turan Tokel, Ses Dizayn: Nurkut Özdemir, Atmosfer Ses Kurgu, Kerem Aktaş, Dolby Optik Ses Aktarım: Eyüp Yıldız, 35mm negatif kayıt Operatörü: Şafak Mıhlaç, Negatif Color Correction: Erol Şahin, Laboratuar Teknik Sorumlusu: Erkan Aktaş, Kopya Baskı: Zekeriya Yalçın, Osman Yıldız, Çağlar Özlek, Burak Çapur, Film Yıkama: Yahya Öztürk, M. Mustafa Oruç, Ali Komaz,

 Not: Film 1964 yılında “Fıstık Gibi Maşallah” ve 2008 yılında Plajda adıyla olmak üzere iki kez daha filme aktarılmıştır

 Oyuncular: Gürgen Öz (Can), Sarp Apak (Ali), Tuba Ünsal (Zeynep Nehir), Turgay Tanülkü, (Haydar) Güçlü Yalçıner, Aydoğan Oflu (Balyoz Remzi), Fatih Koyunoğlu, Murat Akkoyunlu, Tuğçe Ersoy (Ceyda), Seranay Sarıkaya (Asalı), Uğur Bilgin, Tuğçe Ersoy, Onur Buldu, Cumhur Öz, Yaşar Sözkesen, Yasin Gönenç, Yana Kolesnik, Yasemin Serin, Buket Yürük, Betül Yıldız,

Konu: İki kafadar olan Cem ve Ali dj'lik yaptıkları bir partide mafya hesaplaşmasının ortasında kalırlar. Ne yapacaklarını bilemeyen ikili kostüm odasinda buldukları kadın kıyafetlerini giyerek olaydan yırtmaya çalışırlar. Ama . mafyanın sapık elemanı onları alıp bir tatil köyünde alıkoyar ve ikili bir anda kendilerini bir otelde animatör olarak buluverir. Otelden kaçma girişimlerinin ilkinde güzellik yarışması için otele gelen 20 kızı gören ikili donakalır. Cennette bile bulmayacakları ortamdan uzaklaşmak istemezler. Ama kız tavlamak da kadın kılığında yaşamak da zordur. İkinci kez otelden kaçma girişimlerinde ise güzellik yarışmasını takip için otele gelen televizyon ekibinden Cansu ve Ebru'ya görür görmez aşık olan ikili yine otelde kalır. Bu arada mafya da otele gelir. Bir yanda sürekli kılık değiştirip kızları tavlamaya çalışan Cem ve Ali bir yanda güzellik yarışması diğer yanda ise tehlikeli bir mafya otelin altını üstünü getirir



[1] Michael Logan ve Robert Thoeren’in (1903-1957) birlikte yazdıkları bir hikayeden 1959 yılında Billy Wilder’in (1906-2002) yönetmenliğinde filme çekilen ve Aralık 1959 yılında Yurdumuzda Gösterilen “Some Like It Hot” (Bazıları Sıcak Sever) isimli filmden uyarlama. Bu filmin başlıca oyuncuları dünya sinemasının unutulmaz oyuncularından Marilyn Monroe (1926-1962), Tony Curtis (1925-2010), Jack Lemon (1925-2001) ve George Raft (1895-1980) bulunmaktadır.

 

 

PANDORA’NIN KUTUSU (2008) 

Yönetmen Yeşim Ustaoğlu, Senaryo Yeşim Ustaoğlu, Sema Kaygusuz, Görntü Yönetmeni: Jacques Besse Yapımcılar: Yeşim Ustaoğlu, Muhammet Çakıral, Serkan Çakarer, Behrooz Hashemian, Setareh Farsi, Natacha Devillers, Catherine Burniaux, Michael Weber, Tobias Pausinger (Türkiye – Fransa – Belçika  Almanya ortak yapımı) Kurgu: Franck Nakache, Özgün Müzik: JeanPierre Mas, Sanat Yönetmeni: Elif Taşçıoğlu Serdar Yılmaz, 1. Reji Asistanı: Seren Yüce, 2. Reji Asistanı: Jülide Gamze Çeçen, Devamlılık: Ahmet Yılmaz, Ses Operatörü: Bernd von Bassevitz, Miksaj: Bruno Tarriére, Ses Tasarımı: Philippe Bluard, Kostüm Tasarımı: Gülname Eşsiz, Makyaj ve Saç: Canan Taşkoyan “Kulis”,Yapım Sorumlusu: Ali Altan, Yapım Koordinatörü: Çiğdem Vitrinel, Yapım Asistanları: Seyfettin Tokmak, Ragıp Türk, Hakan Baytar, 1. kamera Asit.: Laurent Coltelloni, 2. kamera Ast.: Tarık Han Koç, Sanat Ast.: Gül Bursa, Erim Gayertli, Barış Yıkılmaz, Kostüm Asistanı: Gözde Kasaplar, Işık Şefi: Ferzan Yücel, Işık Ast.: İbrahim Diriöz, Ulaş Ünlü, Yasin Çatıbay, Burhan Savtekin, Tuncay Güven, Set Ekibi: Tolga Yarim, Erhan Candan, Hasan Demir,

 Oyuncular: Tsilla Chelton (Nusret), Derya Alabora (Nesrin), Övül Avkıran (Güzin), Onur Ünsal (Murat), Osman Sonant (Mehmet), Tayfun Bademsoy (Faruk), Nazmi Kırık (Hırsız), Ulaş Torun (Ozan), İlker Özyıldırım (Doktor), Aysel Ustaoğlu , Yücel Onural (hastalar), Banu Aslantaş Ertekin (Doktor, Nezahat Yaşar (Nezahat), Kamyoncular: Tuncay Atraf, Arif Aydan, Ekrem Akar, Hasan Seferoğlu, Hasan Aydın, Remzi Yılmaz, İbrahim Kaya, Feride Karaman (hastabakıcı), Demet Yekeler (hastabakıcı),

 3. Yeşilçam Ödülleri 22 Şubat 2010 (Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın desteği, Türkiye Sinema ve Audiovisuel Kültür (TÜRSAK) Vakfı ve Beyoğlu Belediyesi'nin işbirliğiyle, Turkcell'in ana sponsorluğunda)

 ►Derya Alabora “en iyi yardımcı kadın oyuncu”

 Konu: ’Unutmak daha iyidir’’ diyordu, Murat (Onur Ünsal) bir an için endişeye kapılan alzheimer hastası anneannesi Nusret’e (Tsilla Chelton). Muhtemelen daha evvelden bir araya hiç gelmemiş, kayıp annelerini bulmak için yolculuğa çıkan üç kardeşin araçtaki diyaloglarını görüp de, Murat’a hak vermemek elde değil doğrusu.

 Oysa Murat yaşadığının bile farkında değildir. Hayata dair kararları hep başkaları vermiş, iplerin başkalarının (en çok da annenin) elinde olduğu bir kukladır adeta, ya da kendini öyle hissetmektedir. İşte bu yüzden kendini sık sık zincirlerinden koparıp, hiç bilmediği bir zamanda, hiç bilmediği yerlerde uyanıyor. Ancak ilk defa yaşadığını, var olduğunu, kendi deyimiyle, damarlarının varlığını bıçağı boğazına dayayan hırsız (yönetmenin ikinci uzun metrajı Güneşe Yolculuk’un Berzan’ı, Nazmi Kırık) yüzünden belki de doğru kelime ‘’sayesinde’’ olmalı fark ediyor.

 Zaten araları pek iyi olmayan anne Nesrin (Derya Alabora) ve baba Faruk (Tayfun Bademsoy) için Murat hep büyük bir sorun olmuştur. En büyük endişeleriyse çocuğun hayattan bağımsız yaşayan esrarkeş dayısına çekmesidir. Elbetteki dayıyeğen arasından da su sızmamaktadır. Murat’ın kendini dayısının yanında bulmasına Buna çok da şaşırmamak gerek. Bir tarafta kendisine dolanan zincirleri elinde tutan (yahut tutmaya çalışan) ebeveynler, öte tarafta ise terliğinin içinden bira şişesi kapağı çıkan bir dayı. Haliyle Nesrin’in kardeşi Mehmet’le (Osman Sonant) de arası iyi olduğu söylenemez. Bir diğer kardeş Güzin (Altın Portakal ödüllü Övül Avkiran) ise ablasının sahip olduğu hiçbir şeye, yani bir kocaya, bir aileye sahip olamıyor ve belki de sırf bu yüzden gerçek olmasa dahi sevgilisini her şeyden üstün tutuyor.

 Güzin’in sahip olamadığı aileye Nesrin sahiptir belki. Ancak bu Nesrin’in Güzin’den daha mutlu olduğu anlamına gelmiyor. Daima sahip olduğu değerleri korumaya, elinde tutmaya çalışan ve her defasında kocaman bir mağlubiyetle ayrılan Nesrin için zaten hayat; gerek kocasıyla yaşadığı cinsel sorunlarla, gerekse bir türlü dizginleyemediği oğluyla çekilmez bir hale gelmiştir. Dağ evinde yalnız yaşayan anneannesinin kaybolduğunu öğrendiğinde, bir mağlubiyet için daha hazırlanması ve yola çıkması gerekmektedir.

 Bir yolculuk filmi olarak da bakmak mümkündür Pandora’nın Kutusu’na. Filmin ilk yarısında bu üç kardeşin yolculuğunu izleriz. Sonraki yarısında ise torun ve anneannenin yolculuğunu. Salt bir araçla yol aldıkları yolculuk değil bu. Karakterlerin birbirilerinin dünyalarında gezinmeye başladıkları, sonrasında ise kendi iç yolculuklarındaki arayışları, hesaplaşmaları, kaybolmuşlukları,kaybetmişliklerinin yolculuğudur.

 Güzin için tıpkı ablası Nesrin gibi bir aileye sahip olmaktır mutluluk. Ebeveyn sevgisinden mahrum kaldığından olsa gerek ki, kendisi bir aile kurmaya çalışmaktadır. İşte bu sebepten ötürü, kendisini salt bir cinsel obje olarak gören, kardeşi Mehmet’in deyimiyle, kendisiyle ta.ak geçen (ve kendisini tek bir sahnede dahi görmediğimiz, ki bu sahne Ustaoğlu’nun ne kadar ileri seviyeye ulaştığının da apaçık bir kanıtıdır. Zira ilişkinin zayıflığı, hatta yalnızlığı ancak karşı cinsin sadece telefondaki adam olarak seyircinin zihninde yer etmesiyle bu kadar iyi anlatılabilirdi.) adama değer veriyor. Bir aile kurmak umudunu asla yitirmemek istiyor, kendi ailesinden vazgeçmek pahasına. Boğucu trafiğin, yüksek apartmanların hakim olduğu kapitalist dünyada rahat olmaları gerekirken, kendilerini tıpkı Nusret’in kapkaranlık kutudaki (asansör) çırpınışlarını andıracak derecede yalnızdırlar. Nusret’in yaşadığı bellek sorunuyla onların hayatlarına dokunması, hayatlarına katedecekleri yepyeni yollar çizecektir. Bu yolculuk neticesinde, tıpkı Murat’ın hastaneden dışarıya, anneannesine baktığı ustaca kotarılmış sahnede; demir parmaklıklar ardından baktığımızda hapishaneden farksız olan bu kentin sakinlerinin yalnızlıklarına şahit oluruz.

 Oysa ilkel şartlar altında Murat’ın dağ evinde anneannesiyle bin bir türlü zorluklara rağmen tekerlekli cisimle tepeden kayarak mutluluğu tatması, en az bu birbirinden farklı iki dünya Ustaoğlu, yine aynı topraklara doğru yola çıkıyor ve bu yolculukta sayısız ödülle dönüyor. 56. San Sebastian Film Festivali’nin saygın ödülü Altın İstiridye’yi kucaklayan filmin başarısının tek sahibi elbette yönetmen Ustaoğlu değil. Zira filmin oyuncu kadrosundan çıkan performanslar da takdire şayan. Özellikle de Fransız aktris Tsilla Chelton’un alkışlanası performansı (56.San Sebastian Film Festivali’in’de en iyi kadın oyuncu ödülünü Frozen River’daki performansıyla Melisa Leo ile paylaşıp, ayrıca Fransa’da düzenlenen 28. Amiens Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü aldı.), filmin en büyük kozlarından.

 Ödül

27. Uluslararası Fajr Film Festivali’nde

(1 – 11 Şubat İran) Kristal Simurg Jüri Özel Ödülü

►Ayrıca Kristal Simurg En İyi Oyuncu Ödülü de Derya Alabora, Övül Avkıran ve Tsilla Chelton’a verildi.

 27. Uluslararası Fajr Film Festivali’nde Mohammad Mahdi Asgarpour (İran), Majid Sheikh Ansari (İran), Andrey Zvyagintsev (Rusya), Roberto Stabile (İtalya), Mikel Olaciregui (İspanya), Marc Bashet (Fransa) ve Paul Cox’tan (Hollanda) oluşan jüri, Pandora’nın Kutusu’nu iki ödüle layık gördü.

 # Yesim Ustaoğlu'nun son filmi bir ailenin üç nesIini bir araya getiriyor. Nusret Hanım, Karadeniz' de bir dağ köyünde yalnız yaşarken bir gün kaybolur. İstanbul' da yaşayan çocukları Nesrin, Güzin ve Mehmet, aralarındaki sürtüşmeleri de bagaja atarak onu aramak üzere köye dönerler. Annelerinin yalnız yaşamasının uygun olmadığına kanaat getirip onu İstanbul'a getirirler ancak davranışlarında çeşitli tuhaflıklar farkedince bir uzmana danışırlar. Nusret Hanım, Alzheimer'a yakalanmıştır. Hastalık, kendi sürtüşmeleri, üstüne bir de Nesrin'in oğlu Murat'ın da kayıp olması eklenince ortaya alasından bir aile dramı çıkar. Filmin ilk sahnelerinden birinde Nusret Hanım'ın yüzünün ifadesinin donuklaşıp elllerinden kuşburnu tanelerinin yere dağılması gibi film, aile tarihini açıp saçar.

 Pandora'nın Kutusu, beş perdelik bir oyun gibi yaşlı ve yalnız bir annenin köydeki sakin, doğayla baş başa imgesiyle başlayıp şehirdeki dağılmış, kendileriyle meşgul çocukların kaotik yaşamıyla ilerliyor. Çocukların şehirden köye gitmeleri, annelerini alıp şehre dönmeleri filmin gelişme eksenine tekabül ediyor. Nesrin, Güzin ve Mehmet kendi meseleleriyle daha doğru dürüst yüzleşememişken, nasıl baş edeceklerini bilmedikleri bil' hastalığa yakalanmış, üstüne üstlük kırsal hayattan çıkınca iyice şaşkına dönen annelerinin bakımını nasıl paylaşacaklarını tartışırlarken, Murat'la anneannesi arasında gelişen yakınlığın pek de farkına varmıyorlar. Murat, anneannesini sonunda yatırıldığı bakımevinden kahramanca kaçırınca ikili kendilerini son perdede, yani köyde buluyor. Kurtarıcı rolünden 'bırakma, gidesi olana boyun eğme' mertebesine yükselme, Murat’ın erişkinliğe doğru attığı belki de en zor, ölüm ve yaşama dair en canlı ikinci ilki boğazına dayanan bir bıçaktı adım Filme dair söylenebilecek son şeylerden birini ilk elden söyleyelim. Tsilla Chelton (1918 doğumlu Fransız oyuncu, 1990 yapımı Tatie Danielle' deki filme adını veren karakter ile tanınıyor daha çok) tek kelime Türkçe bilmeden son derece iyi bir oyun çıkarıyor, ancak çocuklarının otuz ila kırk yaşlarında olduğunu varsayarsak rol için bir hayli yaşlı duruyor. Nesrin ve Güzin'in anneleriyle problemli olduğu kadar mesafeli de bir ilişkileri var; fakat Chelton, Alabora'yla Avkıran'ın birlikte oldukları sahnelerde mesafe ilişkiden ziyade oyuncular arasındaki etkileşimin tam da tutmamasına dayanıyor, yani anakız inandırıcılığı fazla yok.

 Öte yandan Mehmet ve Murat'ın birlikte oynadıkları sahnelerde, özellikle Mehmet'in harap bekarhanesinde üçünün esrar içip sohbet ettiği sekansta durum tam tersi. Chelton'un Karadenizli, Alzhemir hastası yaşlı Türk kadını tiplemesi kostüm seçiminden sanat yönetimi ve yapımı tasarım ekibini tebrik etmek lazım oyuncunun mimik ve jestlerini dozunda kullanmasına kadar son derece başarılı. Yeşim Ustaoğlu'nun Türkiye'den az yönetmenin cesaret ettiği bir seçim yapıp yabancı bir oyuncuya başrol oynatması da ki rol yerli bir karakter için takdire değer.

 Pandora'nın Kutusu hem biraz şablon hem de tanıdık, bildik tiplemelerden oluşuyor. Filmin ne içinde ne dışında kalan Nesrin'in kocası Faruk belki de en az geliştirilmiş karakter. Nesrin düzayak, orta sınıf bir evlilik yürütürken Güzin gazeteci, bohem, evli bir adamla ilişkisi olan kadın tipolojisiyle Nesrin'e tezat teşkil ediyor. Mehmet, yumuşak ve duygusal, belli bir iş yapmamakta, genelde fakirhanesinde esrar ve bira içmektedir; Murat ise arayış içinde, sevecen ve yalnız bir gençtir. Üç kardeş arası ilişkiler, üç kardeşin bir arada ve ayrı ayrı anneleriyle diyaloğu. Nesrin, Faruk Murat çekirdek ailesinin sorunları, Güzin'in ilişkisi, Murat'ın anneanesiyle kurduğu bağ ... Bu kadar aile içi ve nesiller arası bağ olunca filmde, Fatih Akın'ın Yaşamın Kıyısında'sında (2006) olduğu gibi bir "doluluk' hissi ortaya çıkıyor: Her şeyden bir parça istenmiş, herkes düşünülmüş, ancak filmin dramatik gelişimi bütün bir resmi tüm inceliğiyle çerçeveleyememiş. Pandora'nın Kutusu'nda durum Yaşamın Kıyısında'da olduğu kadar vahim değil nihayetinde bir aile söz konusu. Hatta Ustaoğlu aileyi İstanbul' da ve çıkmazda bıraksaydı yani hikayeyi dairesel bir biçimde köyde nihayetine erdirmeseydi tüm o doluluk hissi tepe noktasında kalabilir, film seyirciyi alarma geçmiş bir halde bırakabilirdi. Ben filmin o karanlık noktaya anne huzurevinde, çocuklar suçluluk hissinde, Murat yeniden yalnız tırmanışını çok sağlam bir kurgu temposuna verdim. Yeşim Ustaoğlu hikayesini köye dönüşle tamamına erdiriyor erdirmesine ancak tempoyu da düşürüyor.

 Pandora'nın Kutusu, tüm bu aksaklıklarına rağmen kentli orta sınıf bir ailenin iç çalkantılarını, başarılı bir şekilde temsil ediyor. (Ayşegül Koç) “Altyazı, Aylık Sinema Dergisi sayı, 78”)

 Yeşim Ustaoğlu'nun San Sebastian Film Festivali'nde 'En iyi Film' ödülünü kazanan filmi Pandora'nın Kutusu, Alzheimer hastası bir annenin öyküsünü merkeze alıp bir ailenin üç kuşağını anlatırken, günümüz kent yaşamına dair keskin gözlemlerde bulunuyor.

 Her ailenin dolabında iskeletler vardır. Aile üyelerini birbirine görünmez bağlarla bağlayan kapanmamış bu hesaplaşmalar, bir yandan aile üyelerinin kimliklerinin şekillenmesine yardımcı olurken, bir yandan da onların bu kimliklerden özgürleşmelerinin önünde ayak bağı olur. İnsanların bu zor zamanlarda çıplaklaşan 'insanlık halleri', herkesi kendi kıyametleriyle, kendi kimlik sorgulamalarıyla aniden baş başa bırakabilir. Bu sorgulamalarda kendini tanımanın en sancılı ama belki de en doğrudan yolu, kimliğin kök saldığı aile ilişkilerine dönmektir. Bellekle, acı dolu hatıralarla, dolaptaki ölülerle nasıl baş etmeli? İnsan, geçmişini didiklerken kendine yeni bir ben yaratabilir mi, yoksa geçmişten ve kimlikten özgürleşmenin tek yolu anne rolünde Tsilla Chelton'un sembolize ettiği umursamaz ruh halinden mi geçiyor?

 Pandora'nın Kutusu, bu çarpıcı soruları ele alan yalın ve gerçekçi bir film. Her geçen günle birlikte bellek kaybına uğrayan bir annenin yalnız yaşadığı Karadeniz'in dağlarında aniden ortalıktan kaybolmasıyla birlikte, ailenin üç kuşağı annenin izini sürmeye çalışırken yeniden bir 'aile' olmanın sancılı sürecinden geçerler. Nesrin, Güzin ve Mehmet kardeşler bir yandan ailevi sorumluluklarını yerine getirmeye çalışırken, bir yandan da savrulan hayatlarının kördüğümleriyle karşı karşıya gelirler. Olağan koşullarda bir arada fazla vakit geçirmemelerine rağmen, onları birbirine bağlayan anne imgesi etrafında yeniden kardeş olmaya ve kardeşlik ilişkisinin aynasında kendi hayatlarını gözden geçirmeye başlarlar. Her birinin kendine özgü "Pandora'nın Kutusu" içsel canavarlarını ortalığa saçarken, artık birbirlerine yabancılaşsalar da, hayatta olmak istedikleri yerde olmadıkları gerçeğini paylaşırlar.

 Hızla yalnızlaştığımız kentli hayatlarımızda, yitirdiğimiz aile bağları üzerinden insanlık hallerine ayna tutan Pandora'nın Kutusu, bunu yaparken de bellek yitimi ile özgürleşme, sadakat ile kontrol ilişkisi üzerine çarpıcı sorular soruyor. Kim olduğumuzu anlamak için ailedeki rolümüze geri dönerken küresel tüketim toplumunun etkilerinin aileye ne yaptığını da gözardı edemeyiz elbet.

 Gittikçe kardeş, anne, arkadaş, sevgiliden çok birer tüketiciye indirgendiğimiz hayatlarımızda en çok da yaşlılarımız derinleşen bir yalnızlığa mahkum oluyor. Çocuklar için olduğu gibi yaşlılar için de yaşam alanları gittikçe daralıyor. Kentte üst üste binmiş binalar arasında yalnız hayatlarımızın akışına kapılmış giderken, geniş alanların olduğu yerlerde yeniden kendimiz olabilmek ve özgürce nefes alabilmek ihtimalini bile hesaba katmıyoruz artık. Ancak 'kaybedecek bir şeyi olmamayı' göze aldığımız takdirde ipimizi koparıp kaçabilme ihtimalini değerlendirebiliyoruz. Bu da ancak büyükannenin bellek yitiminin temsil ettiği kutunun, yani benliğin, bir anlamda da kimliğin yitimiyle oluyor. Bir tür 'çocukluk' haline, hayatın hayhuyu içinde şimdiki zamanı unutan yetişkinlerin aksine, oyunbaz bir ruh haline geri dönen anneanneyi de ailenin en küçük, en anlaşılmamış bireyinin anlaması tesadüf değil.

Önüne baktığında, ona sunulan hayata tutunabiImek için henüz kendisine yeterince güçlü bir sebep verilmemiş Murat için anneannesinin, son günlerini kendi topraklarında 'kaybolarak' geçirmesi, büyük kentin sıkışık binaları arasında kaybolmuş bir alanda 'korunmasından' daha insani. Kuşaklar, dönemler açısından en uzağa düşmesine rağmen, genç Murat anneannesini herkesten daha fazla anlıyor ve daha da önemlisi kabul ediyor. Ailenin karmaşık denkleminde ailenin en yaşlı üyesiyle en genç üyesinin hayatlarının paralel olması bu yüzden hiç şaşırtıcı değil. Henüz bir meslek, kariyer, ev, araba sahibi olmamış, yani toplumun en önemli göstergelerini tamamlamam ış genç bir insanla, bütün bunların imtiyazlarına artık ihtiyaç duymayan bir insanın özgürlük adına birbirlerine öğretecekleri çok şey var. Kentliler gibi statü, mal ve kaygı biriktirmek yerine iyisiyle kötüsüyle, günahıyla sevabıyla tüm kutuyu atmayı seçiyor oyunbaz 'Pandora'.

 Yeşim Ustaoğlu kutuyu filmin başından beri açık tutarak, aslında anlatı açısından da bir tür ezber bozuyor. Klasik anlatıdaki, büyüyen bir çatışma ve bizi kutunun açılmasıyla mutlak bir arınma anına götürecek bir olay örgüsü yerine anlatı beklenmedik biçimde 'serserileşiyor'. Filmin kurgusu, ulaşmaya çalıştığı nokta yerine, içinde bulunduğu zamanmekanlara odaklanıyor ve en değerli şey yaşanılan an oluyor. Anneannenin bilinçsizliği, yaşlılıkla birlikte gelen çocukluk haliyle hiçbir şeyi umursamayan, sadece o anı ve o anın içindekileri ayrıştıran bir şimdiki zaman farkındalığını doğuruyor. Sıkışmış blok apartmanların arasından sürekli kaçmaya çalışan yaşlı bir kadının umursamazlığına, artık hatırlanmamasının kaygısızlığına, bir anda tüm biriktirdiklerini toprağa atmasının gücüne hepimiz gıpta ediyor ve tüm biriktirdiklerimizden kaçma isteğini içimizde kuvvetle hissediyoruz.

 Pandora'nın Kutusu, henüz hayata atılmamış genç Murat'ın hiç tanımadığı anneannesiyle yaşadığı 'karşılaşma' ve 'kaçış'la, bizi köşeye sıkıştıran hayatlara farklı bir alternatif sunuyor. Belki de hiç doğru düzgün yüzlerine bakmadığımız anneannelerimize farklı bir bakış. Artık kaybolan bir tarih, bir varoluş biçimi, bir belleğin belki de ayrıntılarına değil ruhuna sadık kalmak. Anneannede karşılaştığımız "öteki"ni ararken, onunla kendi içimizde karşılaşmak. İçimizdeki yabancının dipsiz kuyularında kaybolurken aniden özgürleşmek. Özgürleşirken kendimizi yeniden bulmak.

 Karadeniz'in uçsuz bucaksız dağlarında bulduğumuz şey belki de tanımlı bir kimlik değil ama evsiz, faturasız, kredi kartsız, oyunbaz bir ruh hali. Belki bu uçarı, bu çocuksu ruh hali en büyük paradoksumuzun çözümünün anahtarıdır aynı zamanda. Onlarsız var olamayacağımız aile üyelerimizle kurduğumuz kalıplaşmış ilişkilerden özgürleşebilmek için yeniden çocuklaşabilmek gerekiyor. Aksi takdirde, o eski çocuk oyunlarımızı kaybede kaybede, güvenlikli kapılarımızın arkasında zaten çoktandır kaybolmuş olduğumuz gerçeğini idrak etmemiz an meselesi. (Eylem Kaftan) “” Altyazı, Aylık Sinema Dergisi, Sayı 80”



 

ÖLDÜR BENİ (2008)

 Senaryo ve Yönetmen: Korhan uğur, Görüntü Yönetmeni: Ercan Özkan, Müzik: Erkan Bediroğlu, Yapım: Saygın Film/ Mustafa Saygın Senaryo Danışmanı: Şeyda Delibaşı, Kurgu: Ergun Könüman, Ortak Yapımcı: Süleyman Başoğulları, Korhan Uğur, Yapım Koordinatörü: Metin Namlıses, Yönetmen Yardımcısı: Duygu Atasoy, Yardımcı Yönetmen: Aslı Gözütok, Yapım Sorumlusu: Engin Usta, Kamera Operatörü: Andaç Şahin, Kamera Asistanı: Davut Gömeç, Kameraman: Bünyamin Durgut, Jimmy Jib: Serkan Aykın, Kamera Arkası: Burak Yıldırım, Işık Şefi: Aydın İz, Makyaj: Erol Tınmaz, Alpaslan Koyuncu, Focus Puller: Bünyamin Durgut, Işık Ekibi: Alpaslan Koyuncu, Set Amiri: Süleyman Ersin Bayduncu, Mustafa Bedük, Başoğulları, Set Ekibi: Gürkan Kahraman, Erdal Ateş, Osfis Çalışanı: Kıymet Usta, Işık: Eylül Yapım, Stilist: Hümeyra Girayalp, Koordinatör: Turan Tokel, Laboratuar Sorumlusu: Erkan Aktaş, Kopya Baskı: Zekeriya Şahin, Osman Yıldız, Çağlar Özlek, Film Yıkama: Yahya Öztürk, M. Mustafa Oruç, Mustafa Şahin, Ali Komaz, Tuncay Koçtürk, Suna Kaymakçı,( Fono film laboratuarlarında hazırlanmıştır )

 Oyuncular : Burak Sarımola )Ozan), Nihan Aslı Elmas (Duygu), Aysan Sümercan (Emine ana), Erol Alpsoykan (Hulusi), Mehmet Erbil (Attila), Gülay Denizler (Hulusi’nin eşi), Emircan Çolpay (Ahmet), Aslıhan Kıratlı (ayrancı kız), Gülay Akalın (Atilla Annesi), Engin Usta (tedaş görevlisi), Süleyman Başoğulları (tedaş görevlisi), Haluk başak (kahvedeki adam), İbrahim Kumral (1. köylü), Alpaslan Koyuncu (2. köylü), Gürsel Ata (4. köylü), Tuncay Demir (kuzu getiren köylü),

 Konu: Her insan ölümsüz olmak ister. öldür beni filmi de bu temanın tersini işliyor. Ölümsüz olmanın bedeli ve ölme arzusunu sıra dışı bir hikaye ile biz sinema severlere anlatıyor. Öldür beni filminin yönetmeni ve senaristi Korhan uğur ve bu onun ilk filmi. zaten filmin oyuncu kadrosuna bakınca da mütevazi bir kadro ile beyaz perdeye geldiğini görüyoruz. Fakat filmi diğer Türk filmlerinden ayrı kılan filmin konusu ve senaryosu. Öldür beni filminin konusu yöresel yemek tarifleri konusunda bir televizyon programı yapan iki gencin gizemli bir köye uğraması ve burada Ozan'ın sihirli bir şerbeti içmesi ile ölümsüz olmasını anlatıyor. Ozan ölümsüz olmanın bedeli olarak hayatını o köyde geçirmek zorundadır. Şerbeti içen kişi köyü terk edemez ve ölümsüz olarak köyde yaşamak zorundadır. Zamanla en yakın arkadaşı ve sevgilisi bu Gizem’den kaçar ve Ozan'ı köyde yalnız bırakır. Ozan için yapacak tek bir şey vardır. Normal insanların bir ömürlük kısa hayatlarında yapmaya zaman bulamadığı her şeyi yapmaktır. Son yıllarda oldukça sık çekilen sinema filmlerine yepyeni bir örnek Türk sinemasında böyle ilginç filmler oldukça zor açıkçası. Dram ve komedi filmleri dışında sinema salonlarında bir Türk filmi görmek insanı şaşırtıyor. Öldür beni filminin sıra dışı konusuna da bakınca insan merak ediyor ve sinemaya gidip izlemek istiyor açıkçası. Umarım bu sıra dışı hikayeyi sürükleyici kılan ve sinema severlerin filmden zevk almasını sağlayan unsurlar vardır Ozan ve Atilla köy köy gezip köy yaşantısı, yöresel yemek tarifleri gibi konuları çekerek TV programı yapan iki arkadaşlardır. Bir gün Dikili’nin gizemli bir köyüne gelirler. Orada Emine Teyzenin esrarengiz şerbetinden içen Ozan’ın hayatı değişir. Bu değişikliğe anlam veremez. Anlamaya çalışırken ölümsüz olduğunu fark eder. Köyü terk etmek isterler ama şerbetin bir etkisi de içenlerin köyü terk edememesidir. Şerbetten içmemiş olan Atilla arkadaşını orda bırakarak kaçıp gider. Ozan köyde yalnız başına kalır. Köyün muhtarı Hulusi Dede ona yardımcı olur, onu teselli eder. Bir süre sonra kız arkadaşı Duygu da yanına gelir. Fakat Ozan’ın ölümsüz olduğunu öğrenmesi yaşadığı olaylara anlam verememesi kafasını iyice karıştırır ve Ozan’ı terk edip, o da köyden gider. Bir süre sonra tek ölümsüzün kendisi olmadığını, bu köydeki herkesin Emine Teyzenin şerbetinden içmiş olduğunu fark eder. Köy muhtarı Hulusi Dedenin rehberliğiyle bu köyde yaşamanın bir fırsat olduğunu, ölümlü kısa hayatında yapmak isteyip de zaman sınırlılığından yapamadığı her şeyi burada yapabileceğini öğrenir. Bu köyde herkesin bir listesi vardır ve sırayla daha önceki hayatlarında yapamadıklarını burada yapmaya çalışmaktadırlar. Zaten başka çareleri de yoktur. Ozan da kendisine bir liste yapar ve Hulusi Dedenin yardımlarıyla listesindekileri gerçekleştirmeye başlar.

FİLMİ İZLE 


 

OSMANLI CUMHURİYETİ (2008) 

Senaryo ve Yönetmen: Gani Müjde, Senaryo Yazarı: Fatih Solmaz, Emre Bülbül, Görüntü Yönetmeni  Uğur İçbak Yapım: Avşar FilmŞükrü Avşar Senaryo Danışmanı: Gökhan Karagülle, Hukuk Danışmanı: Erdem Turkekul, Kurgu: Mustafa Preşeva, Sanat Yönetmeni: Suna Çiftçi, Kostüm Tasarım: Baran Uğurlu, Kostüm Tasarım Asistanı: Zeynep Şan, Nalan Pişirici, Uygulayıcı Yapımcı: Murat İzzet Arslan, Yapım Sorumlusu: Selim Aydoğdu, Yardımcı Yönetmen: Tolgay Ziyal, Yönetmen Yardımcısı: Osman Taşçı, Nurgül Kaan, 1. Yönetmen Asistanı: Osman taşa, Devamlılık Asistanı: Burcu Alptekin, 3. Yönetmen Asistanı: Nurgil Kaan, Koordinasyon: Aslı Kay, Kamera Asistanı: Türksoy Gölebeyi, Kameraman: Burak Yazıcı, Işık Şefi: Kadir Yazıcı,  Sanat Asistanı: Karapınar, Kostüm Asistanı: Ulaş Tuna Astepe  Kostüm Asistanı: Ayşe Gülsüm Öze, Ebru Tunçoktay, Aytül Yenibayrak, Makyaj: Eyüp Kızıldere, Ses Kayıt : Fatih Aydoğdu, Boom Operatörü: Mehmet Aktaş, Final Miks: Ulaş Ağce, Cast Sorumlusu: Fulya Şirin, Engin Kocagöz, Aylin Uğur,  Ofis Koordinasyon Nejla Kutlu, Sponsor Sorumlusu: Bijan Delice, Cast Ajansı: Mayadroom Ajans, Avşar Film Film Genel Koordinatörü: Murat Çiçek, Yapım Sorumlusu: Selmi Aydoğdu, Set Amiri: Rıza Kadayıfçıoğlu, Set Grubu: Veysi Balta, Oğuz Köse, Taner Sönmez

 Oyuncular: Ata Demirer (7. Osman), Vildan Atasever (Asude), Ruhsar Öcal (Saliha Sultan), Ali Düşenkalkar (Başmabeyinci İbrahim Paşa), İbrahim PaşaSümer Tilmaç (Yadigar), Kerem Kupacı (Şöför Dumrul), Belma Canciğer Müjde (Nevbahar Sultan), Ziya Durukan (Şehzade Mehmet Arda), Hakan Vanlı (Sadrazam Sadık Muhtar), Yusuf Atala (Enver), Ahmet Çevik (Selamet), Alp Öyken (Vall William Highwill), Zekeriya Hocalar (Albay Eagle), Beyti Engin (Amerikan Yüzbaşı), Necmi Yapıcı (Üzeyir), Serhan Arslan (Direnişçi 1), Özgür Özgülgün (Direnişçi 2), Erdoğan Poyraz (Direnişçi 3), Serdar Soybelli (Direnişçi 4), Sinan Çalışkanoğlu (Piştici 1), Çağlar Çorumlu (Piştici 2), Faruk Karaçay (1. Militan), Erkan Erten (2. Militan), Baran Uğurlu (3. Militan), Öktem Doğru (Mr. Oliver), Charles Carroll (. Alhogen), Suzan Kardeş (Zerafet Bacı), Mustafa Uzunyılmaz (Rolü: Kuşbaz), Murat Serezli (Rolü: Mağaza Sahibi), Özden Özgürdal ( Cazgır), Zuhal Yalçın (Rukiye), Birsen Dürülü (Halayık), Hazal Şenel (Kasiyer), İbrahim Olam (Emlakçı), Fulya Şirin (Muhabir), Yeşim Dalgıçer, :Süleyman Yağcı (Direnişçi), Fatma Edizer (Arap Bacı), Ceren Soylu (Hayat Kadını), Ahmet Fırat (Yunan Temsilci), Günay Karacaoğlu (Çiçekçi Kadın), Ceyhun Yılmaz (Trafik Polisi), Sezen Aksu, Gülşah Yaprakçı (Gazeteci), Elif Verit (Gazeteci), Yaprak Gürsoy (Saray Restorasyonu Öğrencisi), Caner Uncuoğlu (Amerikan Yüzbaşı), Restorasyon Öğrencileri: Yaprak Gürsoy, Canan Makta, Burcu Arslan, Erkan Umutgülan, Kemal Uçar, Murat Okay, Gürkan Konul, Magazin Gazetecileri: Gülşah Yaprakçı, Elif Varil, Volkan Atalay, Ayra Sertdemir, Yunus Emre Fırat, Amerikan Askerleri: Mert Ever, Muhammet Kamara, Emirhan Dumanoğlu, Aytaç Çetinkaya, Orhan Yaylacıkoral, Muhammed KIonige, İman Honomor, Musa Hamit, Fasıl Ekibi: Volkan Şenlendirici, Altan Gözetlk, Murat Gizgin, Veysel İmeci, Hasan Demir, Bülent Orman, Ali Duraç, Mahmut Demirci, Ayşenur Yapız, Çağla Er, Ebru Erler, Dublör Koordinatörü: Burhan Kocabaş, Dublörler: Muharrem Dündar, Fatih Uğurlu, Burak Özişti, Seda Demiryapan, Deniz Kaan, Hasan Hasanoğlu, Kamuran Beygirlioğlu, Yunus Emre Soğukkanlı

 Konu: 1888 de Selanik'te başlar öykümüz.Selanik'teki uçsuz bucaksız tarlalarda sarı saçlı,mavi gözlü küçük bir çocuk kargaları kov alamaktadır. Sonra birden bir ağaç ve ağacın dallarında asılı kafeste bir bülbül görür...Kafesi almak için ağaca tırmanırken bastığı ve tutunduğu dal kırılır. Çocuk aşağıya düşer, düşer, düşer ve toprağa kafası çarpar...Gözleri kapanır...Ekran kararır...Topkapı sarayından açılırız... Yıl 2008 olmuştur... Ülkenin Sevr anlaşmasını imzaladığını, Amerikan mandasını kabul ettiğini, meşrutiyete geçilerek padişaha sembolik yetkiler verildiğini anlarız…

 Her şeyi Başmabeyinci Boynu eğri İbrahim paşa idare etmektedir aslında...Meşruti hükümetin başkanı olan Sadrazam Sadık Muhtar'ın hesabı ise Avrupa Birliğine kapağı atıp Padişahtan kurtulmak ve başbakan olarak ülkenin gerçek yöneticisi olmaktır. Karısı ile kavga edip sarayın koridorlarında sinirle gezindiği bir gün sarayı restore eden güzel sanatlar öğrencilerinden oluşan bir gurupla karşılaşır Padişah 7. Osman.Gurubun içindeki Asude adlı kıza sırılsıklam aşık olmuştur. Bu aşkla birlikte Osman beyin bütün dünyası alt üst olur...Ülke yeni bir durumla karşı karşıyadır artık...

 

FİLMİ İZLE 



 

O….ÇOCUKLARI (2008) 



Yönetmen: Murat Saraçoğlu, Senaryo: Sırrı Süreyya Önder, Görüntü Yönetmeni: Cengiz Uzun, Müzik: Kıraç, Yapım: Selay Tozkoparan Yardımcı Yönetmen: Günay Günaydın, Yönetmen Yardımcısı: Ahmet Yurtkul, Evren Karabıyık Dedeoğlu, Kurgu: Erkan Özekan, Işık Şefi: Erkan Can, Sanat Yönetmeni: Caner Gürlek, Rıza Doğan, Ses: Murat Şenürkmez, Makyaj: Fatma Şengül, Kostüm Tasarım: Cem Ece, Set Amiri: Kenan Parlak, Stajyer: Elif Canpolat, Focus Puller: Sedat Şahin, Cumhur Aksu, 1. Asistan: Gökhan Özdemir, 2. Asistan: Mustafa Güllük

 

Oyuncular: Özgü Namal (Dona), Demet Akbağ (Mehtap), Sarp Apak (Saffet), Altan Erkekli (Lokman), İpek Tuzcuoğlu (Hatice), Sezin Akbaşoğulları (Meryem), Mahir İpek (Komiser Şefi), Deniz Özerman (Mediha), Gökhan Atalay, Selen Uçer, Halil İbrahim Aras (Selvi), Barış Özkan (Selim), Ayla Arslancan (Deli), Yahya Kemal Baki, Selen Sevilgen (Verenica), Mare Gonzale (Doktor), Selin Yardımcı (Stella), Alessandra Greoeo (Stefan), Çocuk Oyuncular: Zeynep Deniz Özbay (hazan), Birsu Demir (Suelin), Eren Ergant (Hayati), Ozoan Erdoğan (Sakıp), Tuana Kol (Çiçek), Perim Erdölen (Melek )

 

Konu: Yıl 1981... Türkiye, askeri rejimin yönetimi altındadır. Hayat kadınlarının çocuklarına bakıcılık yapan emanetçi annenin, evinin ekseninde inanılmaz olaylar gelişecektir. Çocuk psikolojisi, eğitim, töre, annelik duygusu, kadın erkek ilişkileri, toplumsal değer yargıları ve baskı ortamının sorgulandığı, tartışmalara yol açacak bir film .



FİLMİ İZLE 



 

NEKRÜT (2008) 

Yönetmen Ulaş Ak Senaryo Ulaş Ak Görüntü Yönetmeni Mehmet Gün Yapımcı Kat Prodüksiyon/Sabahattin Kat Sanat Yönetmeni : Mira Civelek, Kostüm Tasarım: Mira Civelek, Basın Sorumlusu : Güneş Güneş, Basın ve Halkla İlişkiler: Evre Türkel, Kameraman: Gürol Beşer, Film Baskı: İlker Şen, Kopya Baskı: Tamer Eşkazan, Renk Düzenleme: Cem Taşkara, Negatif Kayıt: Kadir Burç, Işık Şefi: Faruk Yılmaz, Makyaj: Ödül Dede, Özel Efekt Süpervizörü: Cihat Parlak, DS Nitris: Sencer Yalçın, Ses Efekti: Seda Karpat, DS Nitris Asistanı: Ersin Kahraman, Teknik Destek: Safa Gökhan Huylu, Müzik: Murat Özdemir

 Oyuncular: Nuri Alço (Vahit), Erol Günaydın (Ali Rıza), Mustafa Topaloğlu (Başkan), Ferhat Yılmaz, Erkan Taşdöğen (Kemal), Selahattin Taşdöğen (Hamza), Gamze Gözalan (Münevver), Sinan Bengier (Efrayüz), Başak Sayan (Kader), Duygu Çetinkaya, Misak Toros (Seyfi), Yıldırım Öcek (Doktor),Nazlı Kar (Syweta), Nail Demir, Nil Yurtoğlu (Uzaylı çocuk), Ercan Yazgan (Kader), Özlem Hasgül (Esra),

 Konu: Nekrüt adlı gezegenin yönetim konseyi, gezegenin adının tersten okunduğunda Türken olduğunu fark edince, özel bir ekibi dünya gezegeninde Türkiye'ye gönderme kararı alır.

 Üç kişiden ve bir çocuktan oluşan ekibin başından, Türkiye'ye ayak bastığı ilk andan itibaren olmadık olaylar geçer. Olayların kendi içinde komik akışı sona doğru, Nekrütlülerin yaşadıkları gezegende bilmedikleri duyguları öğrenmeleri ile sonuçlanır: Sevgi, aile ve fedakârlık…


FİLMİ İZLE



 

NOKTA (2008) 

Senaryo ve Yönetmen: Derviş Zaim, Görüntü Yönetmeni: Ercan Yılmaz, Müzik: Mazlum Çimen, Yapımcı: Derviş Zaim, Baran Seyhan Post Prodüksiyon Danışmanı: Ulaş Cihan Şimşek, Sanat Ynetmeni: Artun Yares, Natali yares, 1. Kameraman ve Focus Puller: Sedat Koçak, Yardımcı Sanat Yönetmeni: Önder Kaymak, Ses Kayıt: Duygu Çelikkol,

 Oyuncular: Hikmet Karagöz, Mehmet Al,i Nuroğlu, Numan Acar, Mustafa Uzunyılmaz, Settar Tanrıöğen, Cen Aksakal, Begüm Bir Gören

 

Konu: Ahmet, arkadaşı Selim'e aileden kalma paha biçilmez Kuran'ı satabilmesi için yardım etmeye karar verir ve onu mafyadadan tanıdığı kişilerle tanıştırır. Ne var ki, karanlık adamlar Selim'i kaçırır ve babası Veli Hoca'ya, oğlunun hayatı karşılığından 13.yüzyıldan kalma Kuran'ı kendilerine vermeleri konusunda şantaja başlarlar.  

Her ne kadar Veli Hoca oğlunu kaçıran adamların isteklerini kabul etse, bu oğlunun canını kurtarmasına yetmeyecektir. Mafya Selim'i öldürmüştür. Bunun üzerine Ahmet, işe karışan eşkıyaların hepsini öldürür.

 Ahmet, bir süre sonra Selim'in ailesini bulmaya ve onlara gerçeği söylemeye karar verir. Ne yazık ki Selim'in babası ölmüştür. Daha sonra amcası Hamdullah Hoca'yı bulur, ancak ona da gerçeği söylemeyi başaramaz. Onun yerine yaşlı adamın yardımcısı Mümin'e geçmişteki olayları anlatır. Mümin kendisine saldırınca Ahmet kaçar. Veli Hoca'nın evine gider ve Kuran'ı kızına bırakır. Aradan zaman geçer ve Ahmet yeniden Veli Hoca'nın evine gider. Orada Hamdullah Hoca ve Mümin'in eline düşer. Amca ile Mümin, Ahmet'i sorgulamaya ve Kuran'ın eksik parçasının yerini öğrenmeye çalışırlar. Ahmet onlara Selim'in gömüldüğü yeri göstermeyi önerir. Bunun üzerine Hamdullah Hoca, çektiği acının yeterli olduğu düşünür ve Ahmet'i affeder. Ahmet, Selim'in gömülü olduğu yeri gösterdikten sonra uzaklaşmaya çalışır; ancak yorgunluğu buna engel olacaktır. (sinema.hürriyet.com.tr)

 ÖDÜL

30. Montpellier Film Festivali'nde
       ► "En İyi Müzik"
        İstanbul Film Festivali'nde
       ► "En İyi Yönetmen",
        Adana Altın Koza Film Festivali'nde
       ► "En İyi Stüdyo",
       ► "En İyi Görüntü Yönetmeni"
       ► "En İyi Müzik",
       Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde
       ► "En İyi Yönetmen",
       ► Dr. Avni Tolunay Jüri Özel Ödülü", S"Uluslararası Eleştirmenler Ödülü",
       ►"En İyi Müzik",► "En İyi Ses TasarımMiksaj"

 Derviş Zaim, “Cenneti Beklerken”le başladığı üçlemenin ikinci halkası “Nokta” ile 45. Antalya Altın Portakal Film Festivali’ndeydi. Filmin yönetmeni Derviş Zaim, başrol oyuncusu Mehmet Ali Nuroğlu, Settar Tanrıöğen, Serhat Kılıç, filmin müziklerini yapan Mazlum Çimen ve yapımcı Baran Seyhan katıldı.

 Derviş Zaim, Nokta’nın ve genel olarak üçlemenin ortaya çıkışında ‘geleneksel sanatlardan nasıl yararlanabiliriz?’ düşüncesinin etkili olduğunu söyledi. İlk film olan “Cenneti Beklerken”de minyatürden, “Nokta”da hattan yararlandığını söyleyen yönetmen, bir sonraki filmde çini üzerine eğilmeyi düşündüğünü dile getirdi.

 Filmin tamamını Tuz Gölü’nde çeken yönetmen, bu tercihinin sebebini şöyle açıkladı: “Tuz Gölü sınırsız bir alan sağlıyordu ve filmi tek planda çekmeyi mümkün kılıyordu. Bunu istedim; çünkü hatta da bir cümleyi bir defada yazar, bitirir ve noktayı koyarsınız. Film üzerine çalışırken hikaye kadar biçimde de hattan yararlanmak istedim.”

 Filmde, istemeden illegal işlere karıştığı için vicdan azabı çeken genç bir hattatı canlandıran Mehmet Ali Nuroğlu, karakter için sadece kendi çalışmalarının yeterli olmadığını belirterek “Karakteri çözebilmem için, hikayeyi ve hikayenin meselesini de çözmem gerekiyordu. Bu yüzden de Derviş, kitaplar verdi ve ben epey bir kitap okuduktan sonra o karakteri canlandırdım.” Dedi.

 Filmin müziklerini yapan Mazlum Çimen ise jenerikte ‘psikopat’ olarak geçen enstrümanı şöyle tanıttı: “Farklı bir ses elde etmeye çalışıyorduk deneye yanıla. Elimizde bağlama vardı, evirip çevirirken ‘psikopat’ bir ses çıktı. Biz de bunun adını psikopat koyalım, adı olsun dedik!”

"Kaos ve çözülmenin olduğu dönemlerde insan ruhunu anlamak için büyük olanaklar da vardır." Böyle diyordu Derviş Zaim, son filmi Nokta'nın Altın Portakal'daki gösteriminin ardından, "Filmlerinizdeki hikayeler genellikle toplumda bir karmaşa ve kaosun hakim olduğu anlarda başlıyor. Bunun bir nedeni var mı?" şeklindeki bir soruya cevaben.

 Zaim, üçleme olarak tasarladığı projenin ilk ayağı olan Cenneti Beklerken' de (2006) minyatür sanatının estetiğinden yararlanmıştı. Nokta ise estetik duygusunu hat sanatından alıyor. Cennneti Beklerken'in hikayesi Osmanlı döneminde isyanların baş gösterdiği bir 'an' da başlıyordu. Nokta, Anadolu topraklarının Moğol işgaline uğradığı bir 'an'da başlıyor.

 Bir zaman aralığını, başka bir zaman diliminde yeniden tanımlamak, ilkindeki bütün duyguları, yeni zamanda bütünüyle kurgulamayı da zorunlu kılar. Oysa bir 'an' dan bahsediyorsak, 'an'ın farklı zamanlardaki izdüşümleri arasında fazla değişkenlik yok demektir. "Bu anı daha öncede görmüştük" diye düşünürüz. Ama "bu dönem daha önce de yaşandı" demeyiz. Gözlerdeki bir anlık öfke, bir anda içimize oturup kalan vicdan duygusu, bir anlık gaflet, bir anlık korku, bir anlık şehvet... Hep aynı fizyolojik etkilerin sonucu olarak ortaya çıkar. Bir anlık öfkenin, korkunun ve gafletin sonuçlarına bir ömür katlanabiliriz.

 Derviş Zaim'in hikayelerini başlattığı 'an'lar zamandan ve mekandan bağımsızdır. Hikaye başka başka zamanlara ve mekanlara aksa da, hep başladığı 'an'a sadık kalacaktır artık.

 Bu yüzden, 13. yüzyılda Moğol istilasının hemen öncesinde Tuz Gölü'ne "Af' allahü anh" (Alllah onu affetsin) yazısını yazarken nokta koymayı unutan ustası tarafından mürekkep almak için gönderilen ve asla geri dönmeyen çırağın yüzüne korku ve suçluluk duygusunun gelip oturduğu 'an'; aradan yüzyıllar geçip hikaye bugüne taşındığında bile anlamını korur. Sevgilisiyle evlenip, yalnızca hatla ilgilenmeyi düşünen Ahmet'in arkadaşının "yasadışı" teklifini kabul ettiği 'an'la çırağın gözünde korkunun belirginleştiği an aynıdır artık. Çırak, verdiği sözü tutamamanın sonuçlarını bir günah gibi boynunda taşıyıp, nokta koyacak bir "Af' allahü anh" yazısı ararken; Ahmet hem kendisinin hem de farkında olmadan çırağın vicdanını kurtarmaya çalışmaktadır. Ahmet, çırağı Tuz Gölü'nün ortasında bulduğunda onu sırtında taşır. Ahmet'in altında ezildiği şey çırağın değil, her ikisinin de günahlarının ağırlığıdır aslında.

 Böylece, Ahmet' in kimliğinde her insan herkesin günahlarını taşır; vicdanını temizlediğinde herkesin de vicdanını temizlemiş olacaktır. Ahmet de çırak da bulundukları 'an'ların birer ürünüdürler. İçinde bulundukları "kaos"un tetiklediği duygulardır ikisine de günahkarlık ve suçluluk duygusu yaşatıp vicdanlarını rahatsız eden şey. Çırak, Anadolu, semiz Moğol atlarının nalları altında inlerken, herkesten çok kendisi için korkmuştur. Ahmet, açgözlülüğün geçer akçe olduğu bir zamanın kurbanıdır.

 Ama vicdan onarılmaz. Ölünün yerine yenisini koyamazsın, kırılan kalbi avucunun içine alıp onaramazsın, bir çiçeği koparmışsan artık kopmuştur, bir kitabı yerinden oynattıysan artık tam oraya koyamazsın, bir dengeyi bozduysan artık aynı dengeyi kuramazsın ... Derviş Zaim, insanlığın bir yerde nokta koymayı unuttuğunu ve o günden bu yana nokta koymak için uğraşıp didindiğini anlatıyor seyircisine.

 Ahmet ve çırak da noktayı koyabilmek için ellerine geçen fırsatı, bir 'an'a kapılıp değerlendiremiyor. Her ikisinin de son noktayı koyup vicdanlarının yükünden kurtulabilecekleri, acılarını dindirebilecekleri, noktası unutulmuş bir yazı da yok artık. (Şenay Aydemir) “Altyazı, Aylık Sinema Dergisi, sayı 78”


 

MURO (2008)  



Yönetmen: Zübeyr Şaşmaz, Senaryo: Raci Şaşmaz, Bahadır Özdener, Cüneyt Aysan, Müzik: J.P Smadi, Cem Yıldız, Görüntü Yönetmeni: Selahattin Sancaklı Yapım: Pana Film/ Raci şaşmaz Kurgu: Kemalettin Osmanlı, Sanat Yönetmeni: Fırat Yünlüel, Kostüm Tasarım: Sunay Korgül Oyuryüz, Umay Korgül, Genel Koordinatör: Sadettin Namoğlu, Yapım Koordinatörü: Mehmet Bas, Yardımcı Yönetmen: Özgür Özbalık, Yönetmen Yrdımcısı: Oğuz Ayaz, Kamera Asistanı: Fatih Canıbeyaz, Set Fotoğrafları: Nazım Serhat Fırat, Kurgu Asistanı: Yusuf Ziya Kaya, Sanat asistanı: Tan Taşpolatoğlu, Ses Tasarım – Final Miks: Orçun Kozluca, Müzik Kayıt: Ulaş Ağçe, DS Nİtris: Burak Sürücü, Cast Direktörü: Erdem Ergüney, Cast Asistanı: Kerem Fırtına, Prodüksiyon Amiri: İhsan Karademir, Set Asistanı: Adem Akar,

 

Oyuncular: Mustafa Üstündağ (Muro), Şefik Onatoğlu (Çetin), Bülent Şakrak (Muavin), Selim Erdoğan, Eray Türk (Yıldırım), Nataliya Bondarenko (Anna), Darıya Litvinova (Olga), Evrim Alasya (Fidan), Demir Karahan, Mazhar Alanson, Selim Erdoğan, Demir Karahan Emniyet amiri), Mehmet Ulay, Eva Maya (Natalie), Murat Şenol (Refo), Cengiz Sezici (sarhoş), Suat Ergin (garson), Eren Aksu (sarı çocuk), Murat Ormıyak

 Konu: Cezaevinden çıkan Muro ile Çeto, devrimi köyden başlatmak üzere memleketlerine dönerler. İlk planları evlenip yuva kurmak, örnek birer devrimci olmaktır. Oysa köyde onları bir sürpriz beklemektedir. Muhtar, Muro ile Çeto’yu hapisteyken iki Rus kadınla evlendirmiştir. Muro ile Çeto’nun devrim ütopyasını gerçekleştirmeleri için; kadınları bulup boşanmaları gerekmektedir. Bunun için İstanbul’a dönen Muro ile Çeto’nun başına gelmeyen kalmaz. Çözümlemesini asla yapamayacakları bir örgütle karşı karşıya kalırlar…