Powered By Blogger

27 Aralık 2022 Salı

 

GÜNEŞİN OĞLU (2008) 


Senaryo ve Yönetmen: Onur Ünlü, Görüntü Yönetmeni: Aras Demiray, Müzik: Doruk Somunkıran, Yapım :Funda Alp, A. Taner Elhan, Orkun Ünlü Sanat Yönetmeni: Çağlar Narler, idari yapımcı: A. Orçun Okşar, ortak yapımcı: Yeşim Sezgin, uygulayıcı yapımcı: Canan Ekinci, kurgu: Gonca Gül, Cin Aköz, film şarkıları: 100 derece, sanat yönetmeni: Çağlar Narler, görsel efekt tasarım: Genel Yetenek, yardımcı yönetmen: Özlem Yılmaz, oyuncu seçimi: Gaye Sökmen Ajans  Savaş Şaylan, post prodüksiyon süpervizörü: Yeşim Sezgin, ses tasarım&final miks: Can Aykal, Görsel efekt uygulama: Cem Erdoğan – Kaan Demirçelik, ışık şefi: Özer Çalık, ses kayıt: Enis Danabaş, HD Süpervizör: Muharrem Dokur, kostüm tasarım: Ebru Öztürk, makyaj: Sahra Çelik, set amiri: Osman Aydın, Kamera Operatörü: Sercan Sert, yönetmen yardımcıları: Levent Pala, Erkan Ersezer, Gülenay Acar, kamera ekibi: Ahmet Osman Gençali, boom operatörü: Samet Yılmaz, belgesel yönetmeni: Nihan Arısoy, belgesel kurgu: Enes Köktaş, Yapım asistanları: Aziz Aydın , Enes Köktaş , Merve Çelik, sanat asistanları: Oya Köseoğlu ,Metin Akdemir , kostüm asistanı : Ceren Erer, Makyaj: Sahra Çelik, Serap Saral, kuaför: Aydın Cebeci, ışık asistanları: Sezgin Keriş , Burak Saçlı, set asistanları: Cihat Yunus Aydın , Ozan Ulu , tanıtım : SODA MEDYA  Ayşegül Kulu , Soysal Demir , Ender Ayna , Özgür Poyrazoğlu , Mehmet Nuri Bilgiç , Funda Demir , fragman kurgu: Yeşim Sezgin , Muharrem Dokur , mali işler: Kayhan Kaygusuz , Laboratuvar Fono Film (Logo) İdari Koordinatör :TURAN TOKEL, 35mm Negatif Kayıt : Şafak Mıhlaç, Negatif : Erol Şahin, Mixer: Nurkut Özdemir, Laboratuar Sorumlusu: Erkan Aktaş, Kopya Baskı : Zekeriya Şahin, Osman Yıldız , Çağlar Özlek , Film Yıkama: Yahya Öztürk ,M. Mustafa Oruç, Mustafa Şahin , Ali Komaz , Tuncay Koçtürk, Suna Kaymakçı, Telesine : Eyüp Yıldız , Altyazı Eşleme : Dila Ulutaş, Lazer Altyazı: Mürsel Gülveren, Taner Alioğlu, İsmail Yeltek, Yusuf Aksoy , Mehmet Komaz, İletişim: Fatma Gülveren, Dolby Sound Consultant: Nurkut Özdemir, online kurgu asistanları: Merve Çelik, Nazan Yıldıran, Stüdyo koordinasyon: Müzeyyen Çınar, final – cut kurgu yardımcısı : Kürşad İlçin, Aygün Mutlu MÜZİK STÜDYOSU , müzik kayıt: surround müzik miks / 5.1 music mix Sertaç Güler, ulaşım : Mesut Taş ,

ŞARKILAR :

çapkın kız” söz: Ülkü Aker Müzik: Marnay  Popp düzenleme: Barış Çakır solist: Özgü Namal “mavra” söz  müzik : Barış Çakır “kahpe felek” Söz  müzik : Barış Çakır “rüzgar hep aynı esmez” Söz  müzik : Barış Çakır “böyle bir kara sevda” söz – müzik: Gündoğdu Duran düzenleme: Eser Taşkıran solist: Haluk Bilginer

 Oyuncular : Haluk Bilginer (Alper Canan), Özgü Namal (Şule), Köksal Engür (Fikri Şemsigil), Bülent Emin Yarar (Kurban Murat), Hümeyra Akbay (Saadet Şemsigil), Tansu Biçer (Burak), Ahmet Kural (Ahmet), Görkem Yeltan (Cahide Canan), Burçin Yıldırım (Oya), Serkan Keskin (Serkan), Levent Öktem (Nevzat Trabzon), Gamze Demirbilek (Hafize), Özkan Meşe (Necati Bey), Ferit Kaya (Orkun), Sinan Urundaş ( Garson),Deniz Özde Sürmeli (Öğrenci Kız),

 ………..filmin başında filmin gerçek olay ve kişilerden yola çıkılarak hazırlandığı yazısı, ne yazık ki Ünlü'nün ilk filmi Polis'te (2007) Kurt Vonnegut Jr.' dan yapılan alıntı kadar anlamlı durmuyor. Filmin fantastik bir düzleme oturtulması ve bu uyarı arasındaki ikilik filmin yönetmeninin "gerçek" ile olan paradoksal ilişkisinin altını çizse de, filmin gerek anlatı düzeyinde gerekse kolaycılığa kaçan yapım düzleminde anlamlı bir yere oturmuyor.

 Platon'un 'mimesis' (Türkçe karşılık olarak 'gösterme' diyebiliriz sanırım) ve 'diegesis' (buna da 'anlatma' demekte bir sakınca yoktur gibi geliyor) ayrımından ilerleyecek olursak filmle yönetmenin basında çıkan açıklamaları arasında derin bir uçurum çıkıyor karşımıza. Ünlü'nün pek çok röportaJinnda üzerine basa basa söylediği "sinemada çok önemli şeyler söylenemeyeceği" tezinin aksine; filmin (özellikle ikinci yarısından itiibaren) mimesisten kopup birden diegesise yönelmesi izleyende yönetmenin ciddi ciddi bir şeyler öğretmeye çalıştığı kanısını uyandırıyor. Yani, Ünlü'nün röportajlarında defalarca dile getirdiğinin aksine, sanki yaptığı film zaman öldürmekten daha fazlasını ifade ediyormuş kanısı hasıl oluyor. Diegesis düzeyinde film karakterlerinden Kurban Murat'ın gözümüzün içine baka baka hakikat üzerine verdiği söylevler filmin başında (bunun içine bütün PR numaralarını da katıyorum) vaat ettiği dünya ile bir türlü örtüşmüyor. Onur Ünlü bir filme ilişkin üretilebilecek yaklaşımların (kendi yaklaşımı hariç) hemen hemen hepsinin önünü kapadıktan sonra, sürekli yer değiştiren bir tür yapboz şeklinde karar kılıyor. Son olarak da bizlere tek bir anlam kalıyor, o da anlamsızlık. Bu açıdan bakıldığında filmin sloganının yani "fantastik mavra" olma savıının boşa çıkmadığı da düşünülebilir pekala. Ancak filmin oturduğu gerçek/hayal ikiliğiinin filmin mavra söylemiyle açıklanamayacak kadar baskın olması bu anlamsızlık noktasına oturan yaklaşımı da yetersiz kılıyor.

Filmin on gün kadar kısa bir sürede çekilmiş olmasının filmi kötü film yapmayacağı söylemine katılsam da; hem senaryo aşamasındaki hem de çekim aşamasındaki bu hızın filmin seyirciyle kurduğu ilişkiye bir tür samimiyetsizliği de taşıdığını söylemek durumundayım. Mekan seçimlerinin, karakterlerin, olay kurgusunun tam da bu az zamanda büyük işler yapma isteğinin bir sonucu olarak hikayeden çok yapım aşamasını kolaylaştırmaya yönelik seçimlerle tasarlanmış olduğu izlenimi ediniyoruz. Kısa bir zaman içinde filmin bitirilebilmesi için sanki hikayeden bazı tavizler verilmiş ve ortaya ilk yarısı daha rahat akan ve gösterdikleriyle seyirci ile daha rahat bir ilişki kuran bir film çıkmış. Ancak ikinci yarısında koşturan, acele Güneşin Oğlu, tıpkı Polis filminde olduğu gibi merkeze, gerçek ve hayal ikiliğini oturtuyor. Hatta arada karakterlerin ağzından ruhbeden, gerçekhayal, görecelik gibi konularda felsefe metnine yakın söylemler çıkıyor. Bu ciddi mevzular filmi, filmin vaadi ve söylemi bağlamında, anlamsız bir noktaya oturtuyor. Mimesis ve diegesis arasında kalmış bir anlatıcı ile baş başa bırakılıyoruz. Onur Ünlü, bir yandan bunları ciddiye almayın, zaten sinema denen şey ciddi şeylerin anlatılacağı bir mecra değildir derken; bir yandan da karakterlerin ağzından seyirciye benim size anlatmak istediğim şeyler var ama zamanımız az, bundan sonraki görüşmemizde devam ederiz diyor. "Yapılan saçmalık seyirci oranıyla doğru orantılıdır" ya da "aslında gerçek görece değildir ... " gibi aforizmalar art arda sıralanırken, filmin bir şey anlatmama iddiası pek de uzun soluklu bir iddia olarak kalamıyor.

 Hikayenin özgünlüğü ve oyuncuların özellikle Bülent Emin Yarar ve Haluk Bilginer'in gösterişsiz ama güçlü performansları dışında Onur Ünlü'nün Polis'te de kendini belli eden farklı yaklaşımı filmi yine de sözünü etmeğe değer kılıyor. Her ne kadar Ünlü deneysel bir sinema yapmadığını iddia etse de ortaya bir tür deneme çıkıyor. Ve o denemede kanımca yönetmenin seyirciyi denemesi Seyircinin hangi özelliğini denediği sorusunun cevabını ise size bırakıyorum. (Alper Kırklar) “Altyazı Aylık Sinema Dergisi, sayı 79”

 

 

 

GÖLGESİZLER (2008)

 Senaryo Ve Yönetmen: Ümit Ünal Eser: Hasan Ali Toptaş, Görüntü Yönetmeni: Gökhan Atılmış Müzik: Candan Erçetin Yapım: Narsist Film/Hakan Karahan Kurgu: Çiçek Kahraman, Yardımcı Yönetmen: Cem Tabak, Sanat Yönetmeni: Serdar Yılmaz, Yapım Koordinatörleri: Meltem Tulukçu, Ceylan Karaca, Prodüksiyon Amiri: Vahit Sandalcılar, Kostüm Sorumlusu: Nadide Argun, Ses Kayıt: Murat Şenürkmez, 1.Yönetmen Yardımcısı: Gülbin Aydın, 2.Yönetmen Yardımcısı: Fulya Kurçenli, 3.Yönetmen Yardımcısı: Sertaç Kasaplar, Kamera Operatörü: Türksoy Gölebeyi, Sanat Asistanları: Barış Yıkılmaz, Gözde İlkin, Elif Öner, Prodüksiyon Asistanı: Sezgin Acuner, Yasin Kocaman, Yapım Koordinatör Asistanı: Nurdan Keleşoğlu, Ofis Asistanı: Rıdvan Tuncer, Kostüm Asistanı; Seda Yılmaz, 1.Kamera Asistanı: Cenk Bingöl, 2.Kamera Asistanı: Hakan Bulut, Ses Ekipmanı: Melodika, Boom Operatörü: Furkan Atlı, Boom Operatör Asistanı: Görkem Barçın, Özel Efektler: DükkanÜl Hayal, Özel Makyaj : Derya Ergün, Ahsen Gülkaya, Makyaj Grubu: Özge Kaya, Mualla Şentürk, Kuaför: Fatih Gündoğdu, Oyuncu Sorumlusu: Ebru Akıncı, Işık Şefi: Ali Salim Yaşar, Işık Asistanları: Hakan Altunkok, Mehmet Tuna, Hüseyin Koç, Mehmet Bildik, Set Hizmetleri : Hürrem Şeker, Set Amiri: Erkan Akyüz, Set Asistanları: Cemal Mühürcü, Veysi Ekin, Mustafa Soysal, Veysel Esen, Web Tasarım: Bozkurt Bayer, Web Uygulama: Vecdi Türk, Kamera Arkası / Set Fotoğrafçısı: Oktay Ardos, Sercan Bozkurt, Basın Tanıtım: Plan Tanıtım, İpet Altınay, Storyboard: İmge Özbilge, Ulaşım Ekibi: Naci Ererdem, Salih Özdemir, Yusuf Baş, Yalçın Atasoy, Sezai Yeşil, Erkan Dolunay, Laboratuvar: Sinefekt, Sinefekt Yapım Sorumlusu: Emre Önel, Laboratuvar Sorumlusu: Yusuf Özbek, Kopya Baskı: Mustafa Koç, Ersan Gümüş, Ayhan Kısa, Film Transfer: Özgür Taparlı, Görsel Efekt : Makina Fx, Online Montaj: İmaj, Online Editör:

Cengiz Çilek, Renk Düzeltme: Cengiz Çilek, Avıd Offlıne Aktarma: Murat Aydın, Umut Ulutaş,

 Asker Hamdi: Yine Dede Musa anlatıyor yiğit mi yiğit, adımları yerin taşlarını, toprağını titreten yakışıklı, efsane Asker Hamdi’yi.. Köyün tüm kadınları etkileniyor ondan. O ise aşkı Aynalı Fatma’da tadıyor.. Ama ne aşk! Aşk değil ölüm kalım mücadelesi sanki..

Cennet’in oğlu: Yakışıklı, duyarlı, okur yazar, meselelere karışmadan kendi yazdığı öykü ve şiirlerde yaşayan delikanlı.. Annesinin biricik oğlu.. Nasıl oluyor da köyün bir numaralı suçlusu haline geliyor? Suçlu mu, masum mu, yoksa köyün delisi mi?

Cennet: Bir “kayıp annesi”. Her anne kadar şefkatli, yavrusunun hayatı söz konusu olduğunda her anne kadar yırtıcı.

Rıza: Hikayenin en “inançlı” adamı. Batıl inancın, körlemesine inanmanın getirebileceği felaketleri görmek için Rıza’nın kayıplarına ve acılarına bakmak yeterli..

Hacer / Rıza’nın karısı: Köydeki herkes gibi onun da sırları var. En büyük sırrı aşkı. Yıllarca sessiz yaşadığı aşkı, en acılı anlarında bile açığa dökmeyecek kadar da sağlam bir kadın.

Ramazan: Köyün gençlerinden.. Rıza ile Hacer’in oğlu.. Her genç gibi aşkını arıyor.. Bulduğu ise sadece kendi kaderi..

Güvercin: Köyün en güzel kızı.. Berber’in köye gelirken gördüğü ilk yüz. Burası kayıplar köyü, insanların durduk yerde sırlara karıştığı bir yer.. Ama bir gün Güvercin yok olduğunda artık buna kimse sessiz kalamaz. Yıllarca sır perdesi arkasında kalan sırlar, yalanlar, rivayetler, Güvercin’in kaybolmasıyla birlikte tek tek ortaya dökülmeye başlar.

Reşit: Hiç bir şeye inanmayan, hiç kimseye güvenmeyen bir adam… Güvercin’in babası… Bir gün hayatı ve bildiği her şey tuzla buz olunca kendi yalanlarına en çok inanan o oluyor.

Reşit’in karısı: Bu köyün tüm kadınları gibi, sadece ‘kadın’ olmakla bile bir yük taşıyor. Çok sevdiği kızı Güvercin’i kaybettiği yetmiyor, bulunca da sevinemiyor.

Cıngıl Nuri: Köyden kayıplara karışan ilk kişi. Kayboluşu bir bilmece.. Ama dönüşü bir cevap değil daha da büyük bir bilmece..

Kadriye/Cıngıl Nuri’nin karısı: Kadriye, kaybolan kocasının ardından, dolaşmaya başlar. çaresizliğini tek başına yaşayamıyor. Uzanan ellerden medet umuyor. Seçtiği yolda o da kayıplara karışıyor.

İmam: Bu imam sıradan bir imam değil.. Yalnız nefesinin gücüyle değil, insani zaaflarıyla da etki yaratıyor.

Kunduracı: Berberin hemen yanı başındaki dükkanda yalnız olanı biteni izleyen kişi değil Kunduracı, bir yandan köyün gözü, kulağı..

Postacı: Şehirden köye, köyden şehire mektupları taşırken, karışan sadece kafası mı yoksa hayatı mı?

Çırak: Berberin çırağı da kayboluyor ama çıkıverdiği yerlerde insanın aklı da karışmıyor değil.

Muhtar’ın karısı: Karmakarışık hayat onu da sürüklerken, acı belki de en çok onu etkilerken, o karmakarışıklık ve acı içinde öylesine edilgen ki..

 Konu: Hepimizin hayatı sırlarla, kimseye söyleyemediğimiz gizli arzularla, korkularla, yalanlarla dolu… Yalanlara, rivayetlere inanmak, başkalarının gerçeğine uymak ve itaat etmek çoğumuza daha kolay geliyor. Ama ya kendi yalanlarına inanmaya başlarsa insan?

 İstanbul'da çalışan bir berber, "hem burada, hem de çok uzaklarda" olmak ister. Ve birgün aniden başını alır ve o çok uzaklara gidiverir. Çok uzaklarda, bir "hiçkimse" olarak yepyeni bir hayata başlamak mümkün müdür?

 Orada bir köy vardır uzakta… O köy neresidir, Türkiye’nin neresindedir? Bilinmez. Yıllardan hangi yıldır, zamanlardan hangi zamandır? Bilinmez. Orada, zaman sonsuz bir baharda donmuş gibidir.

Orda bir köy vardır uzakta… Peki o köy kimin köyüdür?

 O köy Muhtar'ın köyüdür. İstanbul'dan gelen Berber bu ücra köye yerleşir. Köyün eski berberi Cıngıl Nuri yıllar önce ortadan kaybolmuştur. Yeni Berber onun dükkanını kiralar, dükkanı işletmeye başlar.

 Köy, hayallerdeki masum köylerden değildir. Köyün yöneticisi, herşeyi, Muhtar, tuhaf kayıplarla uğraşıp durmaktadır. Köyün en güzel kızı, Güvercin, hiç bir iz bırakmadan kaybolmuştur. Muhtar ve tek silahlı adamı Bekçi, köydeki herkesi sorguya çekerler. Muhtar en çok Cennet’in Oğlu’ndan kuşkulanır. Bu şair ruhlu, hayalci delikanlıyı sorgu sırasında öldüresiye döver ve Cennet’in Oğlu’nun aklını kaçırmasına sebep olur. Muhtar ve Bekçi köye korku salar ama Güvercin’i bulma konusunda başarılı olamazlar. Cennet’in Oğlu, hiç kar yağmayan bu köyün sokaklarında “Kar neden yağar, kar?” diye sorarak Daha da tuhaf şeyler olur. Durduk yerde Cıngıl Nuri çıkıp geliverir mesela. O gelir ama bu kez yıllarca sabırla Nuri’nin yolunu bekleyen karısı kaybolur ortadan. Güvercin’in inatçı ve inançsız babasını, son çare olan büyünün gücüne ikna etmek için düzmece bir aşk büyüsü yapılır ama büyü ters teper ve masum bir gencin ölümüne sebep olur.

Muhtar ve giderek işin içine giren Bekçi ve köylüler, her adımda karşılaştıkları kayıplardan, ölümlerden dehşete düşerler. Hayatın karmaşıklığı, bir türlü anlayamadıkları yazgıları başlarını döndürür, Muhtar tarifi imkansız dertlerini çözmek için devlete başvurmaya karar verir, ilçeye gider ve bir daha asla dönmez. Güvercin bulunur ama bulunması hiç bir sorunu çözmez. Tam tersine köy halkının kendi uydurdukları çok büyük bir yalan içinde kaybolmasına sebep olur. Berber bütün bunlara soğukkanlı bir seyirci gibi uzaktan, dışarıdan bakmakla yetinir sanki. Kavak tozlarının asla yağmayan kar taneleri gibi köyün göklerinde uçuştuğu bir günde köyü terk eder, son kez bir tepeden köyü seyreder. Ama çok uzaklardan, onu da seyreden biri daha vardır! (Ümit Ünal)




 

GÖKTEN ÜÇ ELMA DÜŞTÜ (2008)


 Senaryo ve yönetmen: Raşit Çeliker, Görüntü Yönetmeni: Mustafa Nuri Eser, Müzik: Tamer Çıray, Yapım: Defne Film Prodüksiyon/ Raşit Çeliker Genel Koordinatör: Şencan Güleryüz, Öykü Raşit Çeliezer, Nüans Çelikezer, Sanat Yönetmeni: Ayşen Gürevin Karaytuğ, Kurgu: Serdar Çakular, Focus Puller: Muammer Ulakçı, Renk Düzenleme: S. Samil Er, Işık Asistanı: Kubilay Özoğul, Sanat Asistanı: Fatih Tavas, Ceren Sakar, Ses Teknisyeni: Onur Yavuz, Boom Operatörü: Seçkin Akyıldız, Makyaj: Naime Gürseller, Kuaför: Cem Şahin, Genel Koordinatör: Şencan Güleryüz, Yapım Koordinatörü; Ali Yiğit, Yapım Sorumlusu: Berrin Dinç, Mekan Sorumlusu: Güçlü Demir Toprak, Yönetmen Yardımcısı: Burcu Akbaş,

 Oyuncular: Köksal Engür (Recep), Bennu Yıldırımlar, Şebnem Köstem (Deniz), Kürşat Alnıaçık (Melih Yavuz), Serhat Nalbantoğlu (Tuğrul), Ayten Uncuoğlu (KIayınvalide), Ali Hürol (Cemal), Devrim Parscan (Kayınpeder), Toprak Sağlam (Sema), Fatma Karanfil (Hülya), Goncagül Sonar (Yıldız), Cengiz Bozkurt (Mafya), Yeşim Gül Akşar (Necla), İlker Ayrık (Şoför Necmi), Aykut Taşkın (Mafya), Umut Başkırma (Murat), Hasan Milan, Deniz Gönenç Sümer,

 Konu: Küçük çapta bir hırsız olan genç Ali (İsmail Hacıoğlu) evden kaçmıştır. Annesinden ve ender gördüğü babasından...Nasıl karşılanacağını bilmeden İstanbul'daki daha önce hiç görmediği dedesine doğru garip bir yolculuğa çıkar...

 Ali'nin dedesi emekli asker Recep (Köksal Engür), tek başına askeri disiplin içinde yaşayan huysuz bir ihtiyardır. Karısını üç yıl önce kaybetmiş ve onay vermediği bir evlilik yapmış kızı Yıldız'la da yaklaşık yirmi yıldır görüşmüyordur. Recep'in tüm saatleri hemen her gün aynı geçiyordur artık. Ta ki küçük torunu Ali çıkıp gelene kadar...

 Recep'in üst kat komşusu Nilgün (Bennu Yıldırımlar) ise; Yalnız yaşayan, orta yaşlarda, üniversite mezunu, asi, modern bir fahişedir. Nilgün ile Recep sürekli tartışırlar. Çünkü Recep onun fahişe olduğunu biliyor ve onu apartmandan atmak istiyordur.

 Recep'in kızı Yıldız'ın eve gelip onunla yüzleştiği; Ali'nin kokain borcu yüzünden rehin tutulduğu yerden kurtulup eve nasıl gireceğini düşündüğü; Ve Nilgün'ün bir müşterisinin yaşattığı bunalımla intihar aşamasına geldiği o gece, oturdukları apartmanın çatısında bir araya gelirler… Onlar artık geri dönülemez bir birlikteliğin içindedirler. Üçü de yaşam hakkında düşünülenlerin gerçekle uyuşmadığını anlar. Her şey 'aile' içinde çözümlenmiştir o gece. Birini öldürmüşlerdir...

 # Raşit Çelikezer'in bizzat yazıp yönettiği ilk sinema filmi Gökten Üç Elma Düştü, 'aile'yle ve aile içine saklanmış ilişki formlarıyla derdi olan bir film. Bu derdini kabaca, 'modern hayatların yükünü geleneksel aile yapısı artık kaldırmıyor; farklı aileler, farklı ilişki biçimleri de düşünmeye başlamalıyız' şeklinde özetlemek mümkün. Ancak film, özellikle teknik sorunları ve sinemasal zaafları nedeniyle, aileyle olan meselesini yeterince güçlü bir şekilde işleyemiyor. Televizyonda uzun bir geçmişi olan Raşit Çelikezer, Gökten Üç Elma Düştü'yü de adeta bir televizyon filmi gibi tasarlamış. Dijital olarak çekilen film, görüntü ve sanat yönetimi 35 mm transferin incelikleri göz önünde tutularak planlanmadığı için, fazlasıyla iki boyutlu ve derinlikten yoksun bir görüntü tasarımına sahip. Televizyonda çok da itirazımız olmayacak bu durum, sinema perdesinde fazlasıyla sırıtıyor; filmin kurduğu dünyayı düzleştiriyor ve hikayenin etkileyiciliğini azaltıyor. Bununla birlikte, karakterlerin ve olayların birbiriyle ilişkilenme biçimi de, sinema filmlerinde görmeye alıştığımız bütünlükten yoksun. Film 'Evim' apartmanında yolları kesişen üç karakter arasındaki ilişkiye odaklanıyor. Emekli bir asker olan ve askeri disiplini yapayalnız hayatında da sürdüren apartman yöneticisi Recep Bey ve torunu Ali hikayenin bir cephesini oluşturuyor. Hikayenin diğer cephesindeyse, Recep Bey'in fahişelik yaparak geçinen komşusu Nilgün var. Erkeklere inancını yıllar önce yitirriş olan Nilgün'ün hayatı, üniversite yıllarından tanıdığı bir müşterisine aşık olmasıyla alllak bullak oluyor ve bu noktada aradığı yardım elini, yıldızının bir türlü barışamadığı Recep Bey ve Ali' de buluyor. Recep Bey, Ali ve Nilgün ekseninde gelişen hikaye, filmin süresi içinde işlenebilecek malzemeyi fazlasıyla sunarken, Çelikezer filmde bu karakterlerin hayatlarına giren yan karakterlerin sunduğu ara yolları da sonuna kadar zorlamayı tercih etmiş. Öyle ki, yan karakterleri canlandıran oyuncular sıkça rol çalma girişiminde bulunuyor ve hikaye akışını bozan bir ağırlık kazanıyorlar. Filmin Evim apartmanındaki odağı, iş yerinde birlikte olduğu genç kadını işten attıran bir banka müdürünün, işten attırdığı kadının, uyuşturucu mafyasıyla başı derde giren bir gencin ve onun dibe vuruşunu göremeyen annebabasının hikayeleriyle gereksiz yere dağılıyor. Bu durum filmin kurgusunun sarkmasına ve süresinin fazlasıyla uzamasına yol açtığı gibi , ana gerilim noktalarının yeterince geliştirilmesinin de önüne geçiyor. Filmin, baştan eşit olmayan ve sorunlu bir şekilde, yalan üzerine kurulan kadınerkek ilişkilerine yaklaşımı, Nilgün'ün ağzından çıkıveren "bir kadının her zaman gerçekleri bilmeye hakkı vardır" repliğine indirgeniyor. Recep Bey'in emekli bir asker olmasından gelen sertliği ve bunun yarattığı pişmanlık "emirkomuta zinciri içinde insan özgür düşünemiyor ... herhalde" cümlesiyle geçiştiriliveriyor. Paranın saadet getirmeyeceği ve mutlu bir aile için yeterli olmadığı fikri, Ali'nin arkadaşı Murat'lara misafir olduğu zorlama kahvaltı sahnesiyle gözümüze sokuluyor. Film, çevresinde dolaştığı asıl meseleleri, hikaye ye damdan düşer gibi yerleştirilmiş bu tür sahneler ve zorlama repliklerle kolayca geçiştirip, adından başlayarak fazlasıyla anlam yüklenen 'Evim' apartmanını bu kadar anlamı kaldırabilecek bir mekan olarak kurmaya zaman ayırmayınca, adeta kendi bindiği dalı kesmiş, etkileyici olabileceği tüm alanlardan bir şekilde vazgeçmiş oluyor.

 Gökten Üç Elma Düştü'nün, adıyla gönderme yaptığı masal/hikaye anlatma geleneğini sinemaya hakkıyla taşıyabildiğini söylemek zor. Çocukluğumuzda dinlediğimiz masalların sonunda gökten düşen üç elman biri anlatıcıya, biri masal kahramanına gider, kalan elma da dinleyen olarak bizim payımıza düşerdi. Böylece anlatıcı, masal anlatmanın insanı zenginleştiren yanına ve ahlaki yüküne işaret ederken, masal dünyasından gerçek dünyaya geçerken elimizdeki elmayla ne yapacağımız da bize kalırdı. Raşit Çelikezer, filmini, gökten düşen üç elmayla dinleyeni şaşırtarak sona eren masallar gibi, izleyicisini şaşırtarak bitirmek istemiş belli ki. Filmin, bütününden bağımsız bir tonu ve hissi olan final bölümü, Recep Bey, Ali ve Nilgün eksenli epizodlar halinde gelişen öykü çizgisini terk edip, bu üç karakterin öykülerini değilse de kaderlerini birleştiriyor. Film içinde üçü de farklı şekillerde bildik aile olma özlemiyle yüz yüze kalan karakterlerimiz, bir kez daha hayal kırıklığına uğruyor ve üzerlerine yapışan 'aile olma' lanetini el birliğiyle gömüyorlar. Ne var ki, açtıkları yeni sayfanın ilk görüntüsü, bir çekirdek ailenin Pazar sabahı kahvaltısı mutluluğu olunca, filmin karşı durduğu 'aile' fikrini kırabilen bir model önerme gibi bir niyeti olmadığını, daha çok karakterlerini mutlu sona götürecek bir çıkış yolu aradığını anlıyoruz. Böylece, gökten düşen üç elma hikaye dünyasına hapsolup, filmin üç ana karakteri arasında bölüştürülürken, hakkı olan elmayı alamayan izleyici filmin dünyasından eli boş ayrılıyor. (Fuat Camgöz) “Altyazı Aylık Sinema Dergisi sayı, 78”

 FİLMİ İZLE 


 

GİTMEK (2008) “Benim Marlon ve Brando”  


Yönetmen:Hüseyin Karabey, Senaryo: Hüseyin Karabey, Ayça Damgacı, Görüntü Yönetmeni: Emre Tanyıldız, Müzik: Kemal Sahir Gürel, Hüseyin Yıldız, Erdal Güney, Yapım: Asi FilmMotel Film, Hüseyin Karabaey Kurgu: Mary Stephen, 1. Kamera Asistanı: Barış Ünal, 2. Kamera Asistanı: Elçin Kırca, Uygulayıcı Yapımcı: Lucinda Englehart, Ortak Yapımcılar: Jereon Baker, Frank Van Gestel, Harry Sutherland, Dennis Tal, Genel Koordintör: Özcan Alper, Ses Koordinatörü: Mohammed Mokhtari, Deniz Koloğlu, Ses Asistanı: Mehdi Saleh, Kermani, Yardımcı Yönetmen: Gülriz Sağlam, Focus Puller: Barış Ünal, Yapım Sorumlusu: Yusuf Çinibulak, Serdal Doğan, Yapım Asistanları: Cenk Örtülü, Tuğçe Özşen, Veysi Altay, Nesrin Cevadzade, Kostüm Sorumlusu ve Makyaj: Yasemin Taşkın, Işık Şefi: Ahmet T. Uğuş, Işık Asistanı: Beykan Baloğlu, Sanat Yönetmeni: Alper Yanal, Sanat Grubu: Çağlar Narler, Engin Büke, Fatih Yıldırım, Oyuncu Koçu: Halil İncesu, Set Fotoğrafçısı: Veysi Altay, Editör: Mary Stephan, Hüseyin Karabaey, Lucinda Englehart, Sophie Lorant

 Ödüller

27.İstanbul Film Festivali-2008
En İyi Kadın Oyuncu
13.Uluslararası Kerala Film Festivali-2008
ETPAC Jürisi Ödülü
5.Uluslararası Erivan Film Festivali-2008
Ekümenik Jüri Ödülü
FIPRESCI Ödülü
Tribeca Film Festivali-2008
En İyi Yönetmen
Tetouan Film Festivali-2009
En İyi Kadın Oyuncu
14.Saraybosna Film Festivali-2008
En İyi Kadın Oyuncu
20.Ankara Film Festivali-2009

Jüri Özel Ödülü
15. Uluslararası Altın Koza Film Festivali-2008
En İyi Kadın Oyuncu
25.Uluslararası Kudüs Film Festivali-2008
FIPRESCI Ödülü


Oyuncular: Ayça Damgacı (Ayça), Hama Ali: Hama Ali Khan, Mahir Günşıray (Mahir), Volga Sorgu (Sah Havan), Cengiz Bozkurt (Azad), Ani İpekkaya (Arkadaş), Saadet Çıracı (vartamuş), S. Emrah Özdemir (Saran), Nesrin Cevadzade (Derya), Volga S. Tekinoğlu (Şah Havan), Serkan Salman (çiçekçiçırağı), Hakan Milli (Hakan), Caluade Lion (Caluade), Ferdiye Bolu (yaşlı kadın), Ahmet Yüksel Or (yaşlı komşu), Ömer Şahin (komşu), Rıza Baş (komşu), Rahim Şimşek (komşu), Sibel İnce (otobüsteki kadın), Sabri Mücairet (İran bakkal)

 Konu: İstanbul’da yaşayan tiyatrocu Ayça ile Kuzey Irak’lı tiyatrocu Kürt Hama Ali, Türkiye’de çekilen bir film setinde tanışır ve âşık olurlar. Film çekimleri bittikten sonra Hama Ali Irak’a Ayça ise İstanbul’daki rutin yaşamına geri döner. Irak’ta savaşın patlamasıyla birbirlerine ulaşmaları adeta mucize halini alır. Ailesiyle, tiyatro çevresi ve kendisiyle mücadele eden Ayça, herkes Irak’tan kaçmaya çalışırken Hama Ali’ye ulaşmak için adeta tersine bir yolculuğa çıkar. İki sevgili savaşın acımasız şartlarında buluşabilecek midir?

 #  Gitmek, Boran (1999) ve Sessiz Ölüm (2001) belgeselleriyle tanıdığımız Hüseyin Karabey'in ilk uzun metrajlı kurmaca filmi. Hüseyin Karabey, Kazım Öz ve Özcan Alper'le birlikte 90'ların ortalarında Mezopotamya Film Kolektifi'nde çalıştı; orada Yeşim Ustaoğlu, Semir Aslanyürek, Ahmet Soner, Hüseyin Kuzu'nun atölyelerine katıldı. Karabey, Öz ve Alper'in kısa film ve belgeselle başlayan sinema yolculukları dijital teknoloJinnin de kolaylıklarıyla, film piyasasının gerekliliklerinden "bağımsız" kalmayı başararak, reklam, dizi gibi ara yollarda vakit kaybetmeden ve politik hattından taviz vermeden uzun metraja "uzandı".

 Gitmek filminin "gerçek"le ilginç bir ilişkisi var. Sinema tarihinde de politik filmle ilgili tartışmaların temel eksenlerinden birisi de bu gerçekçilik meselesidir. Kimi yönetmenler sinemanın yarattığı gerçeklik ilüzyonunu ya da "yalanını" seyirciye göstermek için seyirciye gerçekçi gelmeyen bir es tetiği tercih edip neğin, kameranın, dekorların hatta yönetmenin varlığını ve aracılığını seyirciye açık eden bir üslup geliştirirlerken; kimileri de aradaki sinema mecrasını seyirci ve "gerçek" arasından çıkarmaya çalışır bir şekilde kurmacadan, hikaye anlatmaktan uzaklaşmayı, klasik öykü anlatıcılığından çok belgesel bir üsluba yaklaşmayı tercih ederler. Hüseyin Karabey'in Gitmek filminin daha çok ikincisine yakın olduğunu söyleyebiliriz. Bu yalnızca filmin öyküsünün trajik sonu dışında gerçek olmasından ve öykü yaşamış kişilerin kendilerini oynamalarından kaynaklanmıyor. Gitmek'in anlatımı da yer yer hikaye anlatmaktan uzaklaşıp belgeselci bir tarzla o yolculuktaki olası karşılaşmaları gösteriyor.

Film Ortadoğu'nun son dönemdeki en acı gerçeklerinden biri olan ABD işgaline savaşla ilgili büyük laflar ederek, kahramanlık hikayeleri anlatarak değil, savaşın aşkın önünde nasıl bir engel olduğunu anlatarak dokunuyor. Bu engeli aşmak için çıkılan yolculuktaysa İstanbul' daki göçmenlerin yaşadığı yoksulluktan İran' da kadın olmanın zorluklarına, İstanbul ve Güneydoğu'nun birbirine "uzak"lığından bekar bir kadının sürekli gözetlenmesine kadar bu bölgenin daha pek çok başka toplumsal sorununa takılıyor Karabey'in kamerası. ..

 Gerçekte yaşanmış öykünün başrollerini, öykü de zaten profesyonel oyuncuların başından geçtiği için, öykünün gerçek hayattaki kahramanları canlandırıyorlar. Filmin en güçlü yanlarından birisi de, performansı Selanik ve İstanbul film festivallerinde ödüllendirilmiş olan Ayça Damgacı. Kuzey Iraklı bir oyuncu olan Hama Ali Khan'la Ayça Damgacı Türkiye' deki bir filmin setinde tanışıp aşık oluyorlar, ancak sonrasında ABD'nin Irak'ı işgal etmesiyle iki sevgilinin iletişim kanalları zayıflıyor ve Ayça sevgilisiyle buluşmak için Irak'a doğru yola çıkıyor. Film boyunca Ayça'yı çok iyi tanıdığınız, onunla kolayca arkadaş olabileceğiniz, filmden sonra bir şekilde tanışsanız zaten onu tanıyormuş gibi davranabileceğiniz hissine kapılıyorsunuz. Fakat aynı hissiyatın aşkın diğer tarafı Ali Khan için oluştuğunu söylemek güç. "Gerçekte" bu ikili birbirlerine aşık olmuş olsalar bile bunu bilmeden filmi izleyen benim gibi seyircilerin Ayça'nın, kendisini aramayan, İstanbul'a bir şekilde gelemeyen, videolarında ondan çok farklı bir habitusa sahip gözüken bu adama olan aşkına ikna olmak zorlaşıyor.

 Gitmek aynı zamanda bir yol filmi. Ancak yol filmlerinde genel olarak görülen karakterin yol boyunca temel çelişkisiyle hesaplaşması, olgunlaşması ve bu anlamda yolculuğun bir iç yolculuğa dönüşmesi bu filmde ne yazık ki yok. Ayça onca yol gitmişken sevgilisinin Urmiye'ye gelmeyişi karşısında nasıl bir şey hissediyor, bir sorgulama ya da umutsuzluk yaşıyor mu, Doğu'ya yaptığı bu yolculuk sonrasında filmin başındaki Ayça' dan farklı bir Ayça oluyor mu sorularının üstüne filmin yeterince eğildiğini ne yazık ki söyleyemiyoruz.

 Ancak belgeselle kurmaca arasında bir yolculukla geçen filmin, hem bu üslup denemesi hem de savaş gibi üstüne söz söylemenin hep biraz eksik kaldığı bir konuyu, sıradan insanın gündelik hayatına etkileri üzerinden anlatmak gibi daha çetrefil ve pek tercih edilmeyen bir yol seçişinin kendisi bile ilgiyi hak ediyor. Hüseyin Karabey de belgeselden uzaklaşmadan kurmacaya yaptığı bu yolculukta, öyküsünün ve karakterlerinin temel çelişkilerine daha derinlikli bir şekilde eğilirse, girdiği bu önemli kulvarda çok daha etkileyici sonuçlar verecektir. (Özge Özyılmaz) “Altyazı Aylık Sinema Dergisi sayı 78”


FİLMİ İZLE 


 GİRDAP (2008) 


Yönetmen: Talip Karamhmutoğlu, Senaryo: Talip Karamahmutoğlu, Onur Aydın, Görüntü Yönetmeni: Ege Ellidokuzoğlu, Müzik: Alican Genç Yapım: Kuzey Film Kurgu: İsmail Akbulut, Sanat Yönetmeni: Adalı Aksoy, Uygulayıcı yapımcı: Mehmet Güneş, Yapım Sorumlusu: Muammer Meriç, Yapım Asistanı: Şenay Çelik, Gökhan Çolak, Yönetmen Yardımcısı: Onur Aydın, Kameraman: Mehmet Demirhan, Özgür Polat, Focus Pullker: Şefik Ağırtmış, Film Baskı: İlker Şen, Film Yıkama: Tamer Eşkazan, Renk Düzenleme: Tolga Girici, Renk Düzenleme Asistanı: Ender Özyer, Negatif Kayıt: Kadir Burç, Işık Şefi: Mehmet Kaygusuz, Kostüm Asistanı: Ela Uyar, Aylin Altunkaya, Makyaj: Ödül Dede, Ses Tsarım ve Final Miks: Soner Koç, Set Amiri: Sonay Kanat, Genel Koordinatör: Mecit Dölek, Görsel Efektler: Mustafa Ercan, Abdullah Ercan, Ds Nitris: Sencer Yalçın,

 

Oyuncular: Ozan Bilen (Umut), Fuat Saka (İbrahim Hoca), İbrahim İris (İsmail), Emre Canpolat (Süleyman), Ali Sürmeli (Salman), Selçuk Yöntem (Umut’un babası Yaşar Bey), Eda Özerkan (Zeynep), Ahmet Yenilmez (Yakup), Teoman Kumbaracıbaşı (Ajan), Betül Arım (Umut’un annesi), Özcan Varaylı (Militan), Mehmet Çepiç (Acentacı), Ufuk Bayraktar (Konuşmacı), Bülent Polat (Tarih Hocası), Yasemin Yüksel (Aysun), TRahman Altın (Ekonomi hocası)

 

Konu: İstanbul Üniversitesi’ni kazanan Umut, Antalya’dan gelip okul kaydını yaptırdıktan sonra; kantindeki ilanlar yoluyla kiralık bir ev ve iki ev arkadaşı bulur.

 İki arkadaşıyla birlikte paylaştığı öğrenci evinde yaşadığı bazı mistik, doğa üstü olaylar; Umut’un bilgilenme kaynaklarını çeşitlendirdiği gibi, bu donanım farklılığı onun arkadaş çevresini ve yaşam tarzını da değiştirir.

 Karşılaştığı metafizik olaylarla başa çıkmanın bir yolu olarak; ibadetlerle ve ritüellerle örülü daha dini bir hayat tarzını seçen Umut için başlangıçta her şey iyi gitmektedir. Fakat, bilgilenme kaynaklarının onu götürdüğü yer “Siyasal Ümmetçi” bir çevre olunca; Umut’un da dini yaşantısı, yalnızca ibadetlerle sınırlı kalmayıp “siyasallaşır” ve o artık bir “fundamentalist” olur. Bu başkalaşım kahramanımızı; başlangıçtaki arkadaş çevresinden, kız arkadaşından ve son olarak da (seçimi sebebiyle çatıştığı) ailesinden koparır, uzaklaştırır.

 Türk Sineması'nda Farklı Bir Tarikat Açılımı: Girdap

Takva ile geri dönüşü mümkün olmayan bir yola giren Türk Sineması, aynı rotayı çok daha tartışmaya açık bir yapımla idame ettiriyor. Takva'dan daha çok ses getirmesi beklenen yapım, maalesef yönetmenin ilk filmi olması, tehlikeli sularda yüzmesi, kimseye yaranamayacak kadar kompleks açılımlar taşıması ve kritik sahnelerde amatör oyuncu tercihlerinde bulunulması nedeniyle bu hedeften saptı.

 Girdap, çeşitli dizi ve reklam çalışmalarına imza atan Talip Karamahmutoğlu'nun ilk filmi. Yakın zaman önce çekilen Paradise Now etkisi bariz olarak hissediliyor film ilerlerken ama Karamahmutoğlu kötü bir imitasyon yerine dürüst ve ahlaklı bir etkilenmenin altını çiziyor. Oyuncu seçimlerine değinecek olursak; başrolde bir Tunç Başaran klasiği olan Uçurtmayı Vurmasınlar filmindeki küçük Barış'ı canlandıran Ozan Bilen. Dönüşümü tamamlanmadan önce ne kadar sırıtan bir performans sergiliyorsa Bilen, dönüşümü tamamlandıktan sonra bir o kadar güçlü duruyor kamera karşısında. Ucuz dizilerin konu mankeni Eda Özerkan ise bu film için plastik durmuş biraz. Tıpkı ana kahramanımız Umut'un ev arkadaşlarının plastikliği gibi. Yerine Nurgül Yeşilçay, Zeynep Tokuş, Özgü Namal gibi bir ismin tercih edilmesi çok daha iyi olurdu. Diğer oyuncular ise tek kelimeyle harika. Ali Sürmeli, Selçuk Yöntem, Ahmet Yenilmez gibi duayen oyuncular filmi kurtaran ana unsurlar. Ama filmin en sürpriz ismi şüphesiz Fuat Saka. Kısa ama kritik bir rolün altından şaşırtıcı derecede başarıyla kalkıyor.

Filmde şüphesiz herkesin takdir edeceği bir isim var ki; bahsetmemek abeste iştigal olur : Alican Genç. Soyadı gibi genç olan bu başarılı müzisyeni yakın tarihte en iyi film müzikleri yapan kişi olarak göreceğimizden eminim. Senaryonun gidişatına göre değişen temposu, kritik sahnelerde kıyamet gibi üzerimize çöken gürültüsü ve tasavvuf müziğini gerilimle sentezleyişi harikulade. Filmi güçlü bir ses sisteminde izlediğimden belki de çok etkileyici geldi bana. Ama çoğu eleştirmenin Alican Genç ismi üzerinde odaklanması tesadüf değil.

 Filmi izlememiş ve izlemeye karar verecek olanların hevesini kaçırmamak için, konu üzerinde pek durmayacağım. Ama filmin izleyicilere müthiş bir eleştiri alanı sunduğunu belirtmeliyim. Yönetmen Talip Karamahmutoğlu'nun filmin başında belirttiğine göre, senaryo gerçek bir hayat hikayesinden yarlanmış. Bu ise, filme getireceğimiz yorumların nirengi noktasını oluşturuyor. Zira filme farklı ideolojilerden getirilebilecek farklı bir yığın eleştiri var. Kimileri tarikat mefhumunun karalanmak istendiği ve kötü bir şekilde lanse edildiği, kimileri insanları farklı noktalara kanalize edeceği, kimileri gençleri farklı açılımlara itebileceği, kimileri misyoner hareketin bu kadar bizden içre olamayacağı, kimileri ise üniversitelerde güvensizlikten sadr olabilecek iletişimsizliklere yol açabileceği yönünde eleştiriler getirebilir. Zaten filmin başarısı burada bence. Çok çeşitliliği, bir tarafı tutmamaklığı, bağımsızlığı ve en önemlisi korkusuzluğu. Zira bu filmi çekecek yönetmen sayısı bu ülkede 3'ü geçmez. Birtakım amatör oyunculuklar, amatör patlama efektleri bu yüzden soğutmuyor insanı filmden. Ve sanırım Türk Sineması'nın avantajı bu. Patlamaya ve efekte olan iştahını dindiremeyen Batı izleyicisi ile temaya odaklanan Doğu izleyicisinin farkı bu noktada ayyuka çıkıyor. Pekala efekti kötü kullanıp iyi tema ile gönüller fethedebilirsiniz, ama kötü konuya ne kadar boya katarsanız katın, unutulup gidersiniz. Talip Karamahmutoğlu'nun bunu düşünüp masraftan kaçındığına eminim.

 Ozan Bilen'in canlandırdığı ana karakter olan Umut'un girdaba sürüklenmesinin altı özellikle Taksim'de geçen sahne kadar özenle çizilmiş ve içi doldurulmuşsa, dönüşümünü sağlayan faktörler o kadar özensiz ve hızlı şekilde hazırlanmış. Umut'un maneviyatındaki ve fikrindeki değişkenliğin altı daha slowmotion, daha doygun bir şekilde anlatılmalıydı. Buraları biraz hızlıca geçmiş Karamahmutoğlu ve göze çarpan en büyük eksikliği bu, filmin. Kız arkadaşına ve ailesine aldığı tavır ve bu tavrı gösterirken takındığı cesaret, düşünce dünyasındaki köklü değişimi bir hayli dolu kılıyor. Zira evresi tamamlanamayan her düşünce, rüzgâr karşısına çıkan zayıf yapraklar gibidir. Oysa Karamahmutoğlu, hayat verdiği Umut karakterine hayli sağlam bir arkaplan iliştiriyor. Gerçeksilik ise tam da burada tavan yapıyor. Ayrıca antiemperyalist bir söylemi filme yedirdiğini de es geçmemek gerek.

 Netice olarak Talip Karamahmutoğlu, ateşten topu izleyicinin eline veriyor. İzleyici ya bu ateşten topu hemen elinden fırlatıp kaçamak bir yol izleyecek, ya da bununla savaşma cesaretini gösterecek. Eğer savaşma cesaretini gösterip de Karamahmutoğlu'nun istediğini yaparsa, kendine farklı açılımlar ve farklı kutuplar bulabilir. Girdabınız mübarek olsun. (Kaynak: cemaat.com) 

FİLMİ İZLE 

  

FIRTINA /BAHOZ (2008) 


Senaryo ve Yönetmen: Kâzım Öz, Görüntü Yönetmeni: Ercan Özkan, Müzik: Vedat Yıldırım, Yapım: Mezopotamya Kültür Merkezi/ Özkan Küçük, Kâzım Öz Kurgu: Kâzım Öz, Sanat Yönetmeni: Selda Çiçek, Uygulayıcı yapımcı: Yüksel Budak, Yönetmen yardımcıları: Fesih Alpagu, Aziz Çapkurt, Işık Şefi: Bülent Zandallı, Sanat Yön. Yrd.: Meral Aktan, Kostüm Sorumlusu: Fırat Çete, Makyaj: Perihan Sarak, Ses Kayıt: Murat Şenürkmez, Boom Operatörü: Tayfun Çolakoğlu, Cast Sorumluları: Muhlis Asan, Güven Yalçınkaya,

 Oyucular: Cahit Gök (Cemal), Havin Funda Saç (Rojda), Selim Akgül (Orhan), Asiye Dinçsoy (Helin), Ali Geçimli (Ali), Kadim Yaşar (Halil), Bertan Dirikolu (Müslüm), Engin Emre Değer (Oblomov Özcan), Volga Sorgu (V.K.), Feyzullah Gürdaş (Abdülbaki), Ececan Gümeci (Anarşist Leyla), Çağlayan Bozacı (Cem), Zelâl Maraşlı (Emel), Ali Sürmeli (69), Sinan Bengier (Bab), Muhlis Asan, Turgay Tanülkü, Ümut Çırak , Orhan Aydın, Muhlis Asan, Nihat Öz, Engin Alpateş, Ali Savaşçı, Dilan Kalço, Aylin Önder, Derya Karadaş,

 Konu: Cemal, büyük bir heyecanla beklediği üniversite sınavını kazanarak, küçük taşra kasabasından İstanbul'a gelir. Büyük şehrin kalabalığı içindeki yalnızlığı, aylar sonra tanıştığı sistem karşıtı devrimci bir grup ile birlikte sonra erer. Grubun öncülerinden Helin ile yasadığı çatışma kimliğini keşfetmesi için de bir başlangıç olur. Cemal'in içinde başlayan yangın onu okumaya, araştırmaya ve zamanla kendi kimliğini bulmaya iter. Benzer bir süreci yaşayan Rojda ve Orhan da zamanla değişip grubun aktif birer üyesi olurlar. Henüz on sekiz  on dokuz yaşlarında olan bu gençler, "Devrim" fikri içlerindeki genç ve dinamik enerji ile birleşerek eyleme dönüşür. Bu proje; Cemal, Rojda ve Orhan'ın geçirdikleri hızlı değişim sürecini ve öğrenci grubunun başından geçen olayları anlatır.

 # Yönetmen Kazım Öz‘ün adını duymamış olanlar olabilir. Pek popüler filmler yapan bir isim değil çünkü. Kendi sinemasını yapmaya çalışan, bağımsız bir isim. Kendisi de kürt kökenli olmasından kaynaklı, ağırlıklı olarak kürtleri konu alan filmler yapıyor. Fırtına, aslında Öz’ün ilk yapmak istediği filmmiş. Ama ülkenin politik koşulları ve kendisini hazır hissetmemesi bu projeyi ertelemesine neden olmuş. Takipte olanların bildiği üzere Fırtına’nın ilk gösterimi 27. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde “Ulusal Yarışma” bölümünde olmuştu

 Film, Mezopotamya Sinema Kolektifi’nin kurduğu Yapım13 Film Prodüksiyon tarafından çekildi. Mezopotamya Sinema Kolektifi bağımsız bir sinema topluluğu. Topluluğun ilk faaliyetleri, Yeşim Ustaoğlu’nun Güneşe Yolculuk’u ile Kazım Öz’ün yaptığı Ax isimli kısafilmdi. Fırtına’nın ortak yapımcısı ise Almanya'dan Mitos Film. Bu arada filmin kültür bakanlığından destek talebi de geri çevrilmiş. Cemal (Cahit Gök), büyük bir heyecanla beklediği üniversite sınavını kazanarak, küçük taşra kasabasından İstanbul’a gelir. Büyük şehrin kalabalığı içindeki yalnızlığı, aylar sonra tanıştığı sistem karşıtı devrimci bir grup ile birlikte sonra erer. Grubun öncülerinden Helin ile yaşadığı çatışma, kimliğini keşfetmesi için de bir başlangıç olur. Cemal’in içinde başlayan yangın onu okumaya, araştırmaya ve zamanla kendi kimliğini bulmaya iter. Benzer bir süreç yaşayan Rojda (Havin Funda Saç) ve Orhan da (Selim Akgül) zamanla değişip grubun aktif birer üyesi olurlar. Henüz on sekizon dokuz yaşlarında olan bu gençler, ‘devrim’ fikri ile tanışarak içlerindeki genç ve dinamik olan enerjiyi eyleme dönüştürürler.

 Sonrasında tartışma yaratabilecek unsurlar barındırması açısından Fırtına filminin cesur bir yapım olarak algılanması mümkün. Kazım Öz bu konuda oldukça rahat. Üzerinde bu anlamda hiçbir baskı hissetmediğini vurguluyor. Tersi durumda filmin diyaloglarını bile etkileyecek bir sonucun ortaya çıkacağını söylüyor ve filmin türk sinemasında bir iz bırakacağını belirtiyor. Fırtına, Öz’ün önceki filmlerine nazaran daha yüksek bütçeli ve oldukça kalabalık bir oyuncu kadrosuna sahip: Ali Sürmeli, Sinan Bengier, Muhlis Asan, ve 45. Antalya altın portakalda en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülünü almış olan Volga Sorgu rol alıyor.

 Birkaç da yapım notu ekleyelim. Filmin çekimleri İstanbul ve Dersim Tunceli’de gerçekleştirilmiş. Filmin bazı sahneleri, bu aralar pek çok yapımın favori çekim mekanı olan, Beykoz Sümerbank eski kundura fabrikasında kurulan platoda çekilmiş. Fırtına’nın yapım sürecini anlatan ‘Fırtına Doğarken’ adlı belgeselin çekimleri de cast görüşmeleri sırasında başlamış ve filmin yapımı süresince devam etmiş. Ayrıca filmin İstanbul Film Festivali’nde 155 dakika gösterildiğini fakat gösterime kaç dakika olarak gireceğini bilmediğimizi de ekleyelim. (Yelda Aytuğar, www.bakiniz.com)

FİLMİ İZLE 

 

 

DİNLE NEYDEN (2008) 


Yönetmen: Jacques Deschamps, Senaryo: İsmail Eren, Ayşe Şasa, Görüntü Yönetmeni: Octavio Espirito Santo, Müzik: Özhan Eren, Yapım: ATM Film/İsmail Eren Yönetmen Danışmanı: Sedef Ecer, Genel Danışman: Tuğrul İnançer, Yapım Danışmanı: Mine Vargı, Süpervizör: Yücel Çakmaklı, Yönetmen yardımcıları: Kudret Atmaca, Aslı Tabaç, Nergis Ofluoğlu, Mehmet Emin Öztürk, Anouchka Önel, Teknik Danışman: Hasan Gergin, Kurgu: Ali Üstündağ, Dekor: Fırat Çete, Kostüm tasarım: Serdar Başbuğ, Yücel Çakmaklı, Genel Koordinatör; Hakan Yıldız, Yapım Koordinatörü: Elif Aydın, Sevinç Karabulut, Cast: Ayşegül Bafralı, Kameraman: Yahya Soyyiğit, Asistanlar: Enes Ergür, Hüseyin Sert, Kenan Verdemir, Mustafa Özoruç, Dekor: Fırat Çete, Asistanlar: Hakan Sur, Ümit Cihan Canpolat, Seçkin Kır, Semra İncesu, Baran Yıldız, Cevat Karamustafa, Vural Sedef, Kostüm Tasarım: Berre Eren, Kostüm: Yeliz Buyuk, Berna Günal, Gülfem Çetin, Oğuz Şahin, Esra Ünal, Kuaför: Hakan Berber, Taner Özdemir, Erdem Seme, Gökhan Demirkıran, Makyöz: Ebru Süren, Nadide Goncagül, Handan Goncagül, Özgen Çeliköz, Işık Asistanları: İsmail Kalacıoğlu, Yasin Çaturay, Hüseyin Karakaya, Kadir Artunç, Mümin Taşkın, Set Amiri: Serdat Morkuç,

 Oyuncular: Ahu Türkpençe (kalfa), Alican Yücesoy (Halil tabip), Emin Olcay (aşçı dede), Burhan Öçal (kâhya), Altuğ Yücel (reis), Taner Ertürkler (Seyyid Mustafa), İsmail Hakkı (Koca Musa), Metin Hara (derviş), Lale Mansur, Jean Benguigui, Gülşah Şahin, İsmet Üstekin, Aslı Özmel, Soner Dinç, Ali Taygun, Tayfun Sav, Engin Yüksel, Yakup Yavru, Cüneyt Biçer, Bülent Seyran, Emanuella Bollack, Turgay Doğan, Tolga Öz, Cem Cücenoğlu, Recai Taşa, Hakan Sur,

 Konu: “Dinle Neyden”, 1798 OsmanlıFransız savaşının yaklaştığı günlerde, İstanbul’da barış arayan bir avuç insanın çabalarıyla, iki genç Saray mensubu arasında yaşanan duygusal ilişkinin tanığı olan genç bir Mevlevi Dervişinin mistik dünyasını anlatıyor;


Mevlevihane defterlerini tutmakla görevli Derviş, aynı zamanda eski bir Osmanlı Paşası olan Nuri Dede efendinin hizmetindedir. Dede efendi ve onun eski dostu olan bazı Fransız diplomatlar yaklaşan harbi önlemeye çalışmaktadır. Gayri resmi olarak sürdürülen bu çalışma, Sultan III.Selim’in kız kardeşi Beyhan Sultan’a ait Sahilsaray’da gerçekleştirilmektedir.

 

Rahatsızlanan Dede efendiye, diplomatik müzakereler sırasında eşlik eden Saray Tabibi Halil ile Beyhan Sultan’ın yardımcısı Gülnihal Kalfa arasında bir yakınlık yaşanmaktadır.

 Dede efendiyle birlikte Sahilsaray’a gelen genç Dervişin defteri, tamamına tanık olduğu bu hikaye ile Hz. Mevlana’nın öğretisinden yansıyan satırların bir araya geldiği sayfalarla doludur..

 Film ile İlgili Notlar:

 Filmin hazırlıkları 2006 yılında başladı ve yaklaşık 2 yıl sürdü. Filmin senaryosu, Tuğrul İnançer, Prof. Dr. Mehmet İpşirli gibi birçok uzmanın yanı sıra, 2008 Yılı Fransa Ulusal Tiyatro Merkezi’nin teşvik ödülüne layık görülen Sedef Ecer ve Cesar Senaryo Ödülünün 2007 yılındaki sahibi ve Fransa’yı Oscar’larda temsil eden film “Indegenes”in yazarı Olivier Lorelle’in katkılarıyla 2 yıla yakın bir sürede son şekli verildi.

 Filmin yönetmenliğini, Fransa’da kült bir film olan “Uyuyan Sudan Kork” adlı filmiyle tanınan ve Venedik Festivali de dahil olmak üzere birçok ödül alan Jacques Deschamps üstlendi.

  Görüntü yönetmenliğini Octavio Espirito Santo üstlendiği filmin altı ayı bulan kostüm tasarımı ve dikim sürecinde 50 kişilik kadro yer aldı ve 500 adet kostüm dikildi.  Aslına uygun bir şekilde hazırlanan dekor ve aksesuarlar, uzmanlardan oluşan 35 kişilik ekibin uzun ve özverili çalışması sonucu yaklaşık 8 ayda tamamlandı. Topkapı Sarayı, Haseki Külliyesi, Galata Mevlevihanesi, Mabeyin Köşkü gibi tarihi mekânlarda yapılan çekimler 5 hafta sürdü.

FİLMİ İZLE 


 

DİLBER’İN SEKİZ GÜNÜ (2008) 


Senaryo ve Yönetmen: Cemal Şan, Görüntü Yönetmeni: Cengiz Uzun, Müzik: Engin Aslan, Nail Yutsever, Cem Tuncer, Yapım: Şan Film/Cemal Şan Kurgu: Şenol Şentürk, Sanat Yönetmeni: Zeynep Göğüş, Sanat Asistanı: Gözde Akpınar, Yönetmen Yardımcılar: Koray Kerimoğlu, Derya Yıldızdoğan, Selçuk Benli, Yapım Koordinatörü: Bülent Başar, Uygulayıcı Yapımcı: Tekin Doğan, Yapım Sorumlusu: Cem Üngör, Cast Direktörü: Tumay Özokur, Prodüksiyon Amiri: M. Can Üngör, Kostüm Tasarım: Ela Aydemir, Makyöz: Sevgi Gül Şahin, Kuaför: Ahmet Karasu, Cengiz Can, Yardımcı Yönetmen: Orçun Benli, Kameraman: Cumhur Aksu, Asistanı: Ayhan Aydın, Kurgu Asistanları: S. Şamil Er, Erdinç Dinçer, Renk Düzenleme: Şamil Er, Negatif Kayıt: Şafak Mihlaç, Ses Teknisyeni: Onur Yavuz, Ses Montaj: Muharrem Bilgin, Ses Miksaj: Mert Subaşıoğlu, Boom Operatörü: Seçkin Akyıldız, Işık Şefi: Aziz Artunç, Işık Teknisyenleri: Sedat Kibar, Semih Duğhan, Sercan Aydemir, Set Amiri: Serdal Özdemir, Set Teknisyenleri: Musdtafa Turgut, Bülend Davulcu, Erdal Kaplan, Renk Düzenleme: Erol Şahin, Optik Ses Master: Eyüp Yıldız, Kopya Baskı: Zekeriya Şahin, Osman Yıldız, Çağlar Özlek, Film Yıkama: Yahya Öztürk, M. Mustafa Oruç, Mustafa Şahin, Ali Korkmaz, Fono Film Laboratuarlarında hazırlanmıştır

 Oyuncular: Fırat Tanış (Mehmet), Nesrin Cevadzade (Dilber), Mustafa Üstündağ (Kasabanın delisi), Aslıhan Erguvan (Nazlı), Arzu Tan Bayraktutan (Berivan), Macit Sonkan (Ali Baba), Necmettin Çobanğlu (Dilber baba), Ahmet Saraçoğlu (Kemal), Osman Akça (Ali), Hatice Altan Gençler (Dişlber Anne), Gül Hüsniye Taş (Ali Anne), Lokman Elmas (kasabanın solcusu), Ömer Bayverdi, Ağıt Dinç, Hasan Aydın, Dilgeç Aslan, Elif Aras, Hatice Aras, Aygün Algan, Ceylan Algan, Şerif Algan, Uğur Aydın, Bedri Kurtay, Şerif Algan, Uğur Aydın, Sinem Aydın, Gülşen Taş, Meral Taş, Nejat Kavat, Mehmet Altınkaya, Şehmuz Güneri, Behçet Eyhan,

 Konu: Doğu’nun kıraç topraklarında, fakir bir köyde annesi, babası ve kardeşleriyle yaşayan Dilber, çocukluk aşkı Ali ile evlenme hayalleri kurmaktadır. Dilber ile Ali birbirlerine aşıktırlar ama Ali’nin babası, oğlunu bir başka kızla evlendirmek için arkadaşına söz vermiştir. Bu söz her ne olursa olsun tutulmalıdır. Dilber bunu kabullenemez. Oracaktı kararını verir: İlk talibiyle evlenecektir. Kendisini evin ahırına kapatır. Dilber kararlıdır… Bu arada, topal bir adam ağır aksak yürüyerek köye yaklaşmaktadır.

 Dilher'in Sekiz Günü, karanlık bir arka planın önünde kameraya ifade veren Dilber'in görüntüsüyle açılıyor. Dilber bize ne olduğunu tam bilemediğimiz acıklı bir hikaye anlatıyor gibi, sonu kötü bitmiş ama ne olmuş tam bilmiyoruz. Filmin burada açtığı parantez en sonunda yine aynı sahne ve karakterin kameraya karşı anlattığı aynı hikayeyle kapanacak, tek bir farkla. Kameranın arkasından bir adamın sesi "Ekleyeceğin bir şey var mı?" diyecek. Dilber de gülmekle ağlamak arasında uzun uzun bakıp sessiz kalacak. Zira aslında Dilber'in anlatıcı rolünü üstlendiği bu açıılış ve kapanış sahneleri bize, filmin hikayesi hakkında fazladan bir bilgi vermiyor; olsa olsa, filmin asıl vurgusunun bir karakterin ağzından diyaloglarla anlatılan ve kulak verdiğimiz bir hikaye değil, perdede gördüğümüz ve seyrettiğimiz hikaye olduğunun altını çiziyor. Hem bu açıdan bakıldığında, hem de filmin üslup özellikleri düşünüldüğünde Dilber'in Sekiz Günü'nü hikaye anlatıcılığı üzerine kafa yormamıza ve sinemayla geleneksel anlatım biçimlerini daha genel bir çerçevede ilişkilendirmemize imkan tanıyan bir film olarak değerlendirmek mümkün.

 Dilber'in Sekiz Günü'nde sinemanın bir mecra olarak geleneksel bir anlatıcı işlevi görebilmesini sağlayan en önemli unsurlardan birisi ezberden okuyabileceğimiz hikayesi. Masallardan, mesellerden, halk türkülerinden, şirlerden ve de Türk filmlerinden çok iyi tanıdığımız bir hikaye bu: Köyün güzel mi güzel kızıyla, yakışıklı delikanlısı birbirlerine aşıktırlar, fakat töre onlara engel olur ve delikanlı babasının sözü yüzünden başka bir kızla evlendirilir. Bunun üzerine herkese küsen kız da, köye gelen ilk talibine varacağını söyleyip kendini kapatır, yemeden içmeden kesilir. Buraya kadar her şey bildiğimiz gibi, hatta karakterin ismi olarak seçilen Dilb er' in bu hikayelerin gönülçelen güzel kadınlarını temsil ettiğini düşünebiliriz. Güzel ve mutsuz Dilber'in uzak yollardan köye gelen sakat Mehmet'e varıp köyünden ayrıldığı noktaya kadar filmin ilk yarısı görsel olarak da birtakım kalıplarla ilerliyor: Doğuda bir köy, köyün az dışında aşıkların buluştuğu bir nehir, köyü dışarıdaki dünyaya bağlayan kıvrımlı toprak yollar, o yolların birinin kenarında tek bir ağaç, tepelerin ardından köye gelen bir yabancı. Filmin görsel dünyasının alışıldık bir manzara etkisi uyandırmasını sağlayan genel plan kullanımı ve aynı müziğin sekansların arasına girip tekrar ederek nakarat işlevi görmesi geleneksel yapıyı destekleyen öğeler olarak öne çıkıyor. Gelgelelim, buraya kadarki kısım çoğu versiyonda hikayenin sonunu oluşturup, muradına eremediği için uğruna ağıt yakılan bir aşığı anlatırken film hem hikayesi hem de üslubu aracılığıyla bu noktadan sonra başka bir şey yapmaya başlıyor. Dilber ve Mehmet'in birlikte yola düşüp, köyü, kız isteme adetlerini, başlık parasını, kendilerine yüklenen rolleri arkalarında bırakıp, kasabaya, birlikte oturacakları eve, iki kişilik hayatlarına ulaşmalarından itibaren birer karaktere dönüşmeye başladıklarına şahit oluyoruz. Filmin tematik olarak kabaca gelenekselden moderne olan bu geçişi hem karakterleri ele alış biçimine, hem ritmine hem de üslubuna yansıyor. Birbirlerini hiç tanımayan bu iki kişi, aynı mekanı paylaşmayı ve ortak bir hayat kurmayı adım adım öğrenip, birbirlerinin mahremiyetine dokunmadan bir arada var olmaya çalışıyor, bir anlamda birbirlerini eş kılma sürecini de yaşamaya başlıyorlar. Kamera giderek öznel olana ağırlık vermeye başlasa da, film, hikayeyi günlere bölen yapısı sayesinde bizi bu sürece eşlik eden bir konuma yerleştiriyor. Tıpkı, Mehmet'in dış sesiyle kasabayı Dilber'e tanıttığı bölümde olduğu gibi, bir yandan filme olan mesafemizi akılda tutarken, bir yandan da filmle içli dışlı hissetmemizi sağlayan bir sami miyet duyuyoruz. Dilber'in Sekiz Günü'nün sunduğu seyir deneyimindeki en büyük pay oyuncularında. Nesrin Cavadzade ve Fırat Tanış, hem aşina olduğumuz hem de ezberlemediğimiz yüzleri ve hem kendi içinde hem birbirleriyle uyumlu oyunlaarıyla filmin hem mesafe hem samimiyet içeren bu dengeyi tutturabilmesini sağlayan en önemli unsurlar. Dilber’in Sekiz Günü filmin bütününe göre biraz aceleci sahnelenmiş finaline rağmen, geleneksel ve kalıplaşmış olandan yola çıkan ama klişe olmak yerine akılda kalıcı ve özel bir dünya kurabilen bir film (Övgü Gökçe) “Altyazı Aylık Sinema Dergisi sayı 78”

 FİLMİ İZLE