Senaryo: Bülent Oran, Halit
Refiğ, Memduh Ün
Foto Direktörü Cahit
Engin
Yapım: Uğur Film/Memduh Ün
Sesleri Alan: Tuncer
Aydınoğlu, Montaj: Özdemir Arıtan, Negatif Montaj: Recai Karataş,
Reji Asistanları Namık Karakılıç, Zafer Par, Kamera Asistanı: Ferhat
Bakır, Prodüksiyon Müdürü: Adnan Uygur, Prodüksiyon Amiri: Sabri
Aslankara, Işık Direktörü: Erol Batıbeki, Ar Direktör: Güven
Öktem, Set Amiri: Mustafa Buvan, (Acar Film Stüdyosunda hazırlanmış ve
seslendirilmiştir)
Oyuncular:
Cüneyt Arkın (Murat), Bahar Erdeniz
(Leyla), Meral Zeren (Hacer), Hayati Hamzaoğlu, Kazım Kartal (Gaffar), Yusuf
Sezer (Hamza), Atıf Kaptan (Kâmil Paşa), Süleyman Turan (Faruk), Cemil Can
Bıçakçı (El Yakup), Reşit Çıldam (Meyhaneci), Giray Alpan (Kabadayı), Murat Tok
(İmam Talha), Nermin Özses, Mustafa Yavuz, Kadir Kök, Sabahat İzgü, İhsan Özenç,
Sıdıka Duruer, Ali Demir, Sümer Tilmaç, Agâh Hün
Konu: Aynı kıza aşık olan İki
Osmanlı
subayının Yemen Çöllerinde
geçen aşk öyküsü.
1913. Balkan Savaşları
sonrası. Kamil Paşa, Osmanlı Ordusu’nun iki zabitine madalya takıyor. “… Bulgar
komitacılarına karşı yapılan harekâtta gösterdiğiniz büyük kahramanlık ve
şecaatten dolayı milletimiz sizlerle iftihar etmektedir.”
Murat ve Faruk Beyler.
Ömürleri ‘mahalle mektebinde falaka yemekten Harbiye’ye, Harbiye’den de
siperlere kadar omuz omuza beraber geçmiş’. Birbirleri için hayatlarını vermeye
hazır iki can yoldaşı. İkisinin de yiğitliğine diyecek yok ama sanki Murat
biraz daha etkili. Bir konu dışında aralarından su sızmıyor. Söz dönüp dolaşıp
aşka gelince ikisi de dut yemiş bülbül gibi. Ser verip sır vermiyorlar. “Bazen
insan yakın dostuna bile açamayacağı durumlar içine giriyor.”
Balkan
dağlarında bir yıl süren koşturmadan sonra “Canını sevdiğim Boğaziçi. Kaderde
gene sana kavuşmak varmış”. Ancak Faruk’un burada ‘kaybedecek vakti yok’.
‘Ferahfeza Peşrevi’ (Tamburi Cemil Bey). Kamil Paşa’nın kızları Leyla ve Ayla
okuldan evlerine dönüyorlar. ‘Şu tesadüfe bakın ki’ kahramanımız da oradan
geçiyormuş(!).O geceki toplantıda ‘Yemen vilayetinin hâkimi İmam Talha’nın
torunu veliaht Hüseyin Efendi de var. ‘Küçük aslanımız Kuleli Askeri
Mektebi’nin en gözde talebelerinden’. Ertesi gün ‘yaz tatilinden bilistifade
uzun müddetten beri hasret kaldığı dedesine kavuşmak üzere yola çıkıyormuş’.
Kamil Paşa “İstanbul’daki son gecesini kahramanlık destanlarını duyduğu Faruk ve
Murat yüzbaşıların yanında geçirmek istedi” diyor.
Davette çok ilginç bir kişi
daha var; Alman İstihbarat Teşkilatı’ndan Herr Jacobi. Seyahat konusundaki bir
kuşkuya verdiği yanıt sağlam pabuç olmadığını düşündürdü.
Murat; “Yüksek
müsaadelerinizle şunu arz etmek isterim Paşam. Arap Yarımadası’nda İngilizlerle
İtalyanların bazı çöl kabilelerini devletimize karşı kışkırttıkları bir sırada
böyle bir yolculuk muhterem misafirimiz için tehlikeli olabilir.” Jacobi;
“Murat Bey’in endişeleri çok yerinde. Fakat muhterem veliahdın geçeceği yol
güzergâhından haberi olan yok aşiretler arasında.” Askeri erkânın bile
bilmediği bir konuda bu denli kesin konuşması kimsenin dikkatini çekmiyor.
‘Bu
unutulmaz gecenin şerefine, Paşa’nın kızları bizzat kendi elleriyle şekerleme
ve şerbet hazırlamışlar’. İkram sırasında Faruk’un bir şeyler anlaması
gerekirdi. Çünkü Leyla şerbet tepsisi ile önüne geldiğinde yalnızca 2 saniye
duruyor. Oysa Murat’a bardağını verirken bu süre 10 saniye. Sonraki sahnede
Murat ve Leyla’nın birbirlerine nasıl sevdiklerine tanık oluyoruz. Şimdi
beraberler ama genç kız ‘şu bir yılı her tanrının günü ölüm korkusuyla
kahrolarak; Her saniye Onsuzluğun acısıyla eriye eriye” geçirmiş.“Ben kalender
meşrebim güzel çirkin aramam//Gönlüme bir eğlence isterim olsun//Saçları samur,
gözleri mahmur//Biraz da şirin olsun.” Kantodaki hoş çelişme Faruk’ta da var.
Meyhanede Suzan Bizimer’in sesiyle şarkı söyleyen sanatçıyı dinleyeceğine
Leyla’ya bir şeyler yazıyor. Sarhoş rolündeki Giray Alpan, meyhaneci Reşit
Çildam’ı ittirince dökülen İçki mektubu mahveder. ‘Şehnaz Longa’ (Santuri Ethem
Bey). Çıkan kavgaya Murat da katılıyor. Dövülmedik adam kalmaz. Ancak hâlâ
birbirlerine gönüllerini açmamışlar.
“Bir gün bu yüzüğü sevdiğim
ve hayatı boyunca bana bağlanacağına inandığım bir kızın parmağına takacağım.”
Murat’ın sevdiği ile ilgili olarak söylediği yalnızca bu kadar. Faruk ise
“Senin kalemin kuvvetlidir. Mektepte de tahrirden iyi not alırdın hep” diyerek
‘oturaklı (‘tumturaklı’ demek istediler galiba) bir mektup’ yazdırır. “Sevda
ummanlarının biricik ilahesi” diye başlayan mektuba Leyla yanıt vermiyor bile.
‘Seyit İdris ve adamlarının
Veliaht Hüseyin’i götüren kervana saldırısı ‘Lawrence of Arabia’daki melodi
ile. İşin ilginç yanı Jacobi de haydutların arasındaydı. İdris “Osmanlı’yı
kuyruğundan ateşe verdik. Başını da yakmamız yakındır” diye zafer çığlıkları
atıyor. Veliahdın hayatına karşılık olarak istedikleri şey Türklerin Yemen’den
çıkması. Kamil Paşa, tahmin edileceği gibi, ‘Hüseyin’i İdris eşkıyasının
pençesinden kurtarma görevini kahramanlarımıza verir’. ‘Padişahtan ferman
çıktığı an’ gidecekler. İstanbul ve Leyla’dan uzak olmak çok zor.Balkan
dağlarından Yemen çöllerine. “Günlerdir sadece kum, kum, kum. Bir de kahrolası
güneş.” Faruk ve Murat, İmam Talha’nın torununu arıyorlar. Leyla da sevdiğinin
hasreti ile yataklara düşmüş. ‘Alay Marşı’ duyulurken yüzüğü öpüyordu; “İçimde
garip bir his var. Sanki bir felaket olacakmış gibi.”
‘Baskına
uğramaları ve Hüseyin’in kurtarılışı bu melodi ile. O karmaşada yaralanan Murat’ı
öldü zannediyorlar. Dönüşte Faruk’un göğsüne ikinci madalya takılır. Artık adı
‘Yemen Kahramanı’. Fakat çöllerde bıraktığ “İmam’ın torununu kurtarmak için O
kendini feda etti. Şanı şerefi de bana düştü.” Kamil Paşa ‘bu müziç meseleyi
kökünden halletmek için Yemen kuvvetlerinin idaresini bizzat üzerine alacak’.
‘Geçirdiği bir takım ruhi sarsıntılar nedeniyle Leyla’nın oralara gitmesi
mahzurluymuş’. Konuşmanın tam burasında Faruk “Sıkıntılarına ortak olmak
isterdim. Sizden haddim olmayarak kerimeniz hanımefendinin desti izdivacını
talep etsem” diyor. Genç kız, Murat’la dolu olmasına karşın sırf ‘zavallı
babasının yüreği rahatlasın, Yemen’e giderken gözü arkada kalmasın’ diye razı
olur.
Tekrar kızgın çöldeyiz. Öldü
zannedilen Murat ağır yaralı. Haydutlardan kaçmış, nereye gittiğini bilmeden
oradan oraya sürükleniyor. Kurtuluşu bir ‘mucize’ ve çöl güzeli Hacer
sayesinde. ‘Kurutulmuş kaktüs çiçeği ve kaplumbağa kanı ile yaptığı merhem’
yaralarını iyileştirmiş. Belli ki Murat’a âşık. Ancak delikanlı veda bile
etmeden kaçar gibi İstanbul’a gidiyor. Leyla ve Faruk’un ‘izdivaç töreni’.
Mutluluk ve üzüntü dolu geceyi üç şarkı eşliğinde izliyoruz.
Zifaf odasında seyirciyi
rahatlatacak bir şey var. ‘Karısının’ parmağındakini görüp, kalbindekini
öğrenen Faruk’un hoşgörüsü az bulunur; “Murat’ın yüzüğünü taşıdıkça, zevcem
dahi olsanız sizden uzak duracağım. Münasebetimiz hiçbir vakit dostluk
hudutlarını aşmayacak. Çünkü Murat benim için de aziz bir hatıra… Siz O’nun
bana mukaddes bir emanetisiniz.”
Murat
tekrar Hacer’in yanına dönmüş. Hep sarhoş. Silah kullanmaktaki ustalığı
İdris’in dikkatini çeker. Gözlerinin renginden, O’nu İngiliz ajanı zannediyor.
Jacobi de orada. Artık adı Él Yakup. Kamil Paşa, nedense, küçük kızını da
oralara götürmüş. İdris’in adamlarından Gaffar, gizlice garnizona giriyor.
Ayla’nın kafasını kesmesi filmin en sarsıcı sahnelerinden biri. Sonradan bir
fırsatını bulan Murat aynı şeyi Gaffar’a yapacaktır. Haberi duyunca Leyla ve
Faruk da Yemen’e geliyorlar. Sevdiği adamın gizli aşkını anlayan Hacer’in
kıskançlığı; Leyla ve Faruk’un esir düşmeleri; Murat’ın Türk olduğunun
anlaşılması; Hacer’in kahramanlarımızı kurtarmak isterken ölmesi; Kanlı
çatışma.Bu sırada Faruk ağır yaralanır. Ölmeden önce ‘emaneti sahibine iade
ediyor’. Onların ellerini birleştirir. Yemen ise artık hoş bir seda.