Senaryo ve Yönetmen: Lütfi
Akad
Görüntü Yönetmeni: Gani
Turanlı
Kurgu: İsmail Kalkan,
Yapım: Erman Film / Hürrem
Erman,
Yönetmen Yardımcısı: Nurettin
İrişen, Ahmet Vural, Ahmet Atlan, Görüntü Yönetmen Yardımcısı: Ferhat
Bakır, Selçuk Turanlı, Ses: Yorgo İlyadis, Renk Uzmanları: Turgut
Ören, Zihniye Ören, Işık: Rıdvan Varol, Yardımcıları: Kazım
Pekmez, Selahattin Gözütürk, Düzenleme: İsmail Kalkan, Stüdyo: Yıldız
Film - Yalçın Tura, Sesleri Alan: Makro Buduris, Faruk Özar, Çevre
Düzeni: Nejat Buvan, Yardımcılar: Ethem Açıkgöz, Mustafa Kıtır, Yapım
Yönetmeni: (“Ören Film” Stüdyosunda hazırlanmış, “Yıldız Film” stüdyosunda
seslendirilmiştir)
Oyuncular:
Hülya Koçyiğit (Meryem), Kerem Yılmazer
(Veli), Kahraman Kıral (Osman), Ali Şen (Hacı İlyas), Aliye Rona (Anne),
Kamuran Usluer (Hıdır), Nazan Adalı (Naciye), Sedef Kızıltunç (Güler), Günay
Güner, Serdar İşsever, Işın İşsever, Kahraman Kıral
Konu: İstanbul’a göç eden Yozgatlı ailenin,
yeni koşullara ayak uydurma çabasını ve yaşam savaşımını anlatan Gelin,
sinemamızdaki en iyi iç göç öykülerinden biri. Ö. Lütfi Akad’ın, diğer
halkalarını Düğün (1973) ve Diyet’in (1974) oluşturduğu, sağlanan tema birliği
açısından dünya sinemasında da saygın yer edinen ünlü üçlemesinin ilk filmi
olan, aynı zamanda da üçlemenin en başarılı parçası kabul edilen Gelin;
İstanbul’daki, sonradan çok büyüyecek olan “küçük Anadolu”nun oluşum dönemini
başarıyla yansıtıyor.
► Taşı
toprağı altın olarak bilinir İstanbul’un… Memleketlerindeki bütün mal
varlıklarını satarak büyük kentte bir “bugün” ve “gelecek” kurmaya çalışan
insanların kararlılığını, son derece gerçekçi dokunuşlarla aktaran film, Meryem
rolündeki Hülya Koçyiğit’in başarısıyla da değer kazanıyor. Giderek güçleşen
yaşam koşulları içinde hasta oğlunu yitiren, bir süre sonra da fabrikada işçi
olarak çalışmaya başlayan genç kadının ve diğer aile üyelerinin “geri dönüşsüz”
yolculukları, Türk sinemasının 1970′lerin başındaki “büyük ileri atılımı”
içinde vazgeçilmez bir yer tutmakta. Akad’ın, Yozgatlı ailenin yaşadıkları
aracılığıyla, çözülen feodal ilişkiler ve gelişen proleterleşme sürecine dikkat
çekmesi de sinemamızda artık az rastlanan türden bir politik bilince karşılık
geliyor. Bu yaklaşım filmin, umut dolu “mutlu son”unda da kendisini gösteriyor
ve Gelin, dönem Türkiye’sinin değişim sancılarını, toplumcu gerçekçilikten
sosyalist gerçekçiliğe açılan kulvarda tartışıp yorumlayan bir film olarak
derin izler bırakıyor.
Dönemin sorunlarına ekonomik
bakış açısıyla yaklaşan, alegoriye dayanan yapısı, yalın anlatımı ve kurgu
başarısıyla dikkat çeken Gelin, gerçekçiliğini güçlendiren müzik çalışmasıyla
da İstanbulun kenar semtlerinden birindeki büyük bir avlusu olan eve gelirler.
Avluda, Ana ile Naciye (Hıdır'ın eşi) onları karşılar. Hıdır, karısı ve iki
oğlu ile babanın evinde yaşamaktadır. Veli ile ailesi de onlara katlır.
Ataerkil bir ailedir bu. Evin yakınında bir bakkal dükkanı vardır, Hacı İlyas,
mallarını mülklerini satarak Yozgat'tan buraya yerleşmişlerdir. Ancak bu dükkan
onlan doyurmamış, tatlı kar uğruna, İstanbul'un Şişli semtinde yeni bir
apartmanın alt katında yeni bir dükkan tutma yoluna girişmişleridir.
Eve girerlerken komşuları ve
hemşerileri İbrahim’le Veli'yi görür, hoş beş ederler. Hıdır İbrahim'e pek yüz
vermez. Evde paralar bir araya getirilir sayarlar. Veli'nin son mülkleri
satarak getirdiği para da bunlara eklenir. Böylece yeni dükkanın tutulması için
gerekli para tamamlanır, Odalarına giren Veli, Yozgat'ın Yerköy'ünden tanışları
İbrahim'i gördüğünü söyler karısına. Karısı Güler'i fabrikada çalıştırdığından,
Hıdır'ın ona pek yüz vermediğini de anlatır. Meryem;
- Çalışmak ayıp mı?"
diye sorar. Veli:
- Değil elbet. ama kadın
kısmı evde gerek" diye yanıtlar bunu.
Uyumakta
olan Osman, nefes darlığı çekermişçesine uykusunda çırpınr; sonra durulur.
Endişe ile bakarlar çocuğa. Ertesi sabah avluya bir arabadan boş tenekeler
doldurulur. Turşu kurmak içindir bunlar.. Ana; Veli ile Meryem'in muhabbetle
bakışmalarını görür, azarlar gelini. Meryem ses çıkarmaz. Ana :
- Yeni görenek mi ola bu
haller, yoksa İslanbul'a geldin diye mi? İstanbul bu avlunun dışında" der.
İlyas, dükkanda, Veli'ye
alış veriş üzerine bilgi verir.
Şu mahallenin bizim oradan
farkı yok. Bura İstanbul değil, bildiğin Anadolu kasabası. İstanbul taaa şu
yapıların ardı. Orayı bir tuttuk mu yaşadık der".
Komşular ufak tefek
alışveriş ederler. Evin avlusunda Meryem'le Naciye tenekeleri temizlerler, O
sırada Güler gelir hoşgeldine. Naciye bundan hoşnut olmaz. Ana, Osman'a fenalık
geldiğini haykırarak onları çağırır içerde sedirde yatan çocuk zor nefes
almaktadır. Meryem çocuğu kaparak pencere önüne götürür, havalandırır. Güler
çocukla ilgilenir; doktora götürülmesini önerir. Ana bu müdahaleden hoşlanmaz.
Güler ayrılınca, gelinden onunla. konuşmamasını ister.
Dükkanda
iki oğluyla çalışmakta olan İlyas ayrılınca Hıdır, açık şarap satar tezgahta.
Veli'ye bunun, dükkanın tüm karından fazlasını getirdiğini söyler. Babasına da,
akşam alışverişi hızlı olduğundan fazla kar sağlandığını söyleyerek durumu
idare ettiğini ettiğini anlatır. Akşam odalarına çekilince, bakkallığın
sırlarını öğrendiğinden söz eden Veli'ye, Meryem; çocuğun hastalığını anlatmağa
çalışır. Veli, "Hava değişikliğindendir" der. üzerinde durmaz.
Çocuğun doktora gösterilmesi fikrini önemsemez. Aklı fikri, babası ve ağabeyi
gibi yeni açılacak bakkal dükkanındadır. Mahallede çocuklar oynarken Osman bir
kenarda onları seyreder. Sonra bir çocuğun kışkırtmasıyla Osman'a saldırır
oğlanlar.. Çocuk kaçayım derken sendeler, yere düşer. Onu, yoldan geçen Güler
kucağına alarak kendi evine götürür. Yeğeni Hüseyin gider, durumu eve baber
verir. Meryem koşar Güler'in evine. Çocuğu dik oturtup rahat ettirir, Sonra da
konuşurlar.
Güler, Osman'ı götürüp
hastanede muayene ettirmesini ihmal edilmeyecek bir derdi olduğnu söyler
Meryem'e. Meryem'in yanıtından buna evdekilerin yanaşmadıklarını öğrenince,
birlikte gitmeyi, evdekilere sormadan çocuğu kapıp gelmesini önerir.
Avluya gelince geciktiği
için Ana'dan yine azar işitir Meryem. Dükkanda Veli alışveriş yaparken Hıdır
gelir, yeni dükkan için konuşurlar. Hacı İlyas eczaneden diş ağrıları için ilaç
almış, eve döner. Yemekten sonra dizlerine merhem sürer karısı. Yeni dükkan
üstüne konuşurlar Hıdır'la. Kadınlar avluda turşu kurmaktadırlar. Sebzeleri
yıkamakta doğramakta sonra da tenekelere basmaktadırlar.
Bir ara fırsat bulan Meryem
çocuğu kaparak Güler’lere gider. İstirahatli olduğundan evde onu bekleyen
Güler'le birlikte hastaneye giderler Meryem doktora çocuğun derdini anlatır..
Röntgen çekilmesini ister doktor.
Eve dönen
Meryem önce Naciye'den sonra da Ana'dan sitem ve azar işitir işi bırakıp gitti
diye. Akşam eve gelen Veli'ye de anası kara çalarak, Güler'le sokakta sürten
karısını şikayet eder. Sorulunca Meryem Güler'le hastaneye gittiğini anlatır.
Veli hala oğlanın hastalığına inanmaz. Osman uyandırır, babasını görünce
nazlanır, Meryem, sonuç almak üzere hastaneye birlikte gitmeyi önerir. Veli
işini öne sürerek olmazlanır. Hacı İlyas'ta Hıdır da mal sahibiyle yeni dükkan
için kira pazarlığı içindedirler. Veli dükkanda meşgul olduğu için tek başına
hastaneye giden Meryem doktordan çocuğun kalbinin delik olduğunu öğrenir. Kanın
gereğince temizlenemediğini ameliyat gerektiğini anlatır. Devlet hastanesi
olduğu halde, bazı masraflar için en az 6-yedi bin lira ile bu işin
görülebileceğini söyler. Ayrıca ameliyat olmazsa çocuğun en çok iki ay
yaşayacağı da bildirir.
Osman'la eve dönen Meryem
avluda kovalar, süpürgeler ve diğer temizlik aletleriyle aileyi görünce
olağanüstü bir durum olduğunu anlar. Dükkanın tutulduğunu, temizliğe
gidileceğini öğrenir.. Ali’nin yanına sokulur çocuğun hastalığını anlatır.
İlyas çocuğun kalbinde delik olduğuna inanmaz.
Yeni dükkan tutulmuştur.
Cama “Sorgun Pazarı” yazar tabelacı… Öte yandan kadınlar temizliğe girişirler.
Hıdır Veli’ye bu tür dükkanların öbürüne benzemediğini, telefonla, aletlerle iş
görüldüğünü, siparişlerin de ya telefonla ya da müşterinin ayağına giderek
alınacağını buna karşılık fiyatların yüksek, karın tatlı olduğunu anlatır,
Ancak telefon, buzdolabı ve pastırma kıyma makinesi gibi gereçler için yeni
paralar gerekir.
Piyasada kredileri vardır
ama, borçları da epeyce kabarmıştır. Akşamleyin Hacı İlyas oğullarıyla hesap
görürken bütün bunlar konuşulur. Gelin ise çocuğunun derdindedir. Sofrada
isteksizlenir. Sorulunca ameliyat yapılmazsa yavrusunun ancak iki ay
yaşayacağını söylediğini anlatır, İlyas bu kadar borç altındayken ameliyat
parasını düşünmeyeceklerini: doktorların da hep böyle abarttıklarını söyler.
Ana, "Biz varken bişeycikler olmaz Osman'a diye böbürlenir.
Ertesi gün
Meryem gene Güler’lere gider; İbrahim'le karısına durumu anlatır. Kocasının
anasıyla babasının ağzına baktığından ameliyatın nasıl gerçekleşeceğini
bilmediğinden söz eder. Dükkan tutkusundan kimsenin çocuğunu görecek hallerl
olmadığından yakınır . Sonrada boynundan bir beze dikili 6-7 altın çıkararak
bozdurup paraya çevirmesi için İbrahim'e verir. Bu parayla cocuğu ameliyat
ettirmeyi düşünmektedir.
Öte yandan yeni dükkan için
yeni bir buzdolabı ve yazar kasa alınması düşünülür. Bir yandan yüklü alış
veriş yapılmakta tatlı kar sağlanmakta ama yine de yeni ihtiyaçlar için para
gerekmektedir. İbrahim yeni dükkanda Veli’yi görür. Meryem'in çocuğun ameliyatı
üzerine söylediklerini bir kere de o anımsatır, Veli''ye. Veli, dükkan
derdinden baş alıp bu isteğin hemen gerçekleştirilemeyeceğini söyler.
İlyas'ın evinde, Ana sedire
uzanmış İlyas'ın dizlerini ilaçla oğar. Hıdır, masada bir takım hesaplar yapar.
Naciye bir mendile sarılı ziynetlerini getirir. Dükkanın masraflarını
karşılasın diye. Ama 9-10 bin liraya daha ihtiyaç vardır. Veli, odasına
girmekte olan Meryem'den de altınlarını babasına vermesini ister. Meryem,
Osman'a gerekeceği için altınları sattığını söyler. 'Osman'a mı? Ya biz
neciyiz?' diye soran kocasına Meryem;
- "Dükkan sıtması
tutmuş hepinizi. Osman’ım elden gidecek. Toz duman bürümüş her yanı, göz gözü
görmüyor paradan baska" diye haykır. Veli, birden Meryem'e bir tokat
patlatır. Osman, irkilen
İlyas'la Ana'nın yanından Meryem'e doğru koşar. Ancak fenalık gelir üstüne...
Meryem Ana'dan önce çocuğu kucaklayarak:
-
"Bırak, bırak oğlumu, Osman'ım elden gidiyor" diye haykırır avluya
çıkar. Anası, babası, Güler'le konuşmasına izin verdiğinden Gelin'in
terbiyesizleştiğini söylerler Velli'ye... Odalarında ertesi sabah Veli uyanır.
Meryem'in bütün gece yatmayıp çocuğun başını beklediğini anlar O gün akşama
doğru Veli, Meryem ve Osman bir parkta otururlar. Veli İslan-bul'u över:
"taşı toprağı altın" diye... Meryem:
-"Tuttuğu altın olan
adam açlıktan ölmüş. Ekmeği, suyu hep altın olmuş " der.
Yeni dükkan açılalı daha
fakirleşmişler, tarhana bulgurla idare eder olmuş-lardır borçlarını kapatmak
için... Veli yakında feraha ulaşacaklarını söyler. Sonra da özür diler gibi
attığı tokata mazeret bulmağa çalışır. Osman'sa Yozgat'taki yaşamı özlediğini vurgulay-an
sözler eder.
- "Bana kaval da çalmaz
oldun" der babasına; "Buraya gelmeseydik keşki" Gelmeseydik
anama da vurmazdın değil mi?" diye sorar. Veli birden bozu-lur, Meryem'e
bakmak ister başını çevi-remez. Meryem, gözleri yaşlı başını eğer.
Ramazandır...
İftar sofrası kurulmuş ezan okunması beklenmektedir... Meryem, İlyas'tan
kusurunu "analık acısına" bağışlamasını dileyerek altın parasını ona
teslim eder. Esasen ameliyat için gerekli paradan iki bin lira noksandır bu
para. İlyas, paraları alır; bir süre susar sonra da bir kaç hafta geçtikten
sonra çocuğun hacetini görmeğe söz verir. Yeni dükkanın eksiği gediği
tamamlanmış alış veriş alabildiğine gelişmiştir. Meryem bir süre ev işleriyle
oyalanır: Avluda çamaşır, mutfakta yemek, hamur açma... Avluda turşu
hazırlamak... Osman'ı yedirip içirmek... Veli'yi soyup giydirmek…
Veli bayramda, Osman'ı
salıncaklara bindirir, gezdirir. Dükkana yeni düzenler gerekir. Toptancılara
yüklü paralar ödenir, Bir yandan da turşu yapımına ağırlık verllir. Yeni yeni
siparişler vardır. Bir ara Meryem, Hacı İlyas'a vaadini hatırlatır. Hacı İlyas
bayramın birinci günü önemli bir ödemeyi yaptıktan sonra mutlaka çocuğun
derdini halledeceğini söyler.
Bir gün Meryem'le Osman
kırlık bir yörede gezerlerken, çocuk kopardığı yeşil bir yaprağı anasına takmak
ister. Meryem,
- Bu sana gerek yavrum. Hep
böyle yeşil kalasın der, sonra da ağlar. Çocuk,
Ben öleceğim diye
ağlıyorsun, değil mi? diye sorar. Meryem kendini tutarak;
-Yok
yavrum anan seni iyi edecek diye yanıt verir. Meryem, çocuğun yaşamasından
artık ümit kestiğini; her birinin bu dükkana kurban olacaklarını: "ilkin
Osman, sonra da yeni gelen" deyince, Veli yeni bir çocuğa hamile kaldığını
anlar karısının. Sevinir, doğumdan sonra evi ayırmayı vadeder ona. Meryem,
"Ama önce Osman iyileşmeli der.
Oysa ilk
bayram geçmiş, ikinci bayram (kurban bayramı) gelmiştir. Böylece vaadler yerine
getirilrmeden daha sürüncemede kalınmıştır. Erkekler camiye giderler. Çocuklar
bayramlıklarını giyerler. Osman'ın giysisinin göğsünde anasının taktığı mazı
yaprağı vardır. Çocuklar önce Büyük Ana'nın sonra da kendi analarının ellerini
öperler ve avluya çıkarlar. Avluda kurban edilmek üzere alınan koç vardır.
Çocuklar hayvanla oynanmağa kalkar, tos vurdurmağa çalışırlar. Camiden dönen
erkeklerden Hıdır kurban kesmeğe hazırlanır. Veli dükkana yollanır. Hacı İlyas
dizlerini ilaçla ovdurmak için içeriye girer. O sırada bir davul zurna sesi
duyulur. Öteki çocuklar fırlayıp bu sese doğru koşunca, Osman da arkalarından
seyirtir. Hıdır, koçun ayaklarını bağlar, kurban etmek üzere... O sırada
Hıdır'ın oğullarından biri içeri girerek, Osman'ın düştüğünü haykırır. Hıdır,
kurbanı bırakır. Meryem sokağa fırlar, çocuğu yerden kaldırır. Osman
kötüleşmiştir boğulur gibidir. Meyem avlu kapısından fırlayan Hıdır'ı geçerek,
eve dalar, hepsi doğrulurlar. Çocuk mosmor kesilmiştir. Meryem:
- Gitti Osman'ım, yavrum,
şahinim gitti, diye haykırır.
Haber
ulaştırılan Veli de eve koşar. Meryem kaskatı, kucağında çocukla yere çöker.
Sonra içeri giren kocasına sitemle bakar. Hıdır, başını eğen Veli'nin omuzuna
elini koyar, Veli ağabeyinin göğsüne kapanır, hıçkırarak ağlar. Öğleye doğru
avluda küçük bir topluluk birikir. Evden çıkan çocuk tabutuna acıyla bakarlar.
Meryem feryat ederek avluya fırlar. İki kadın onu tutar, teselli eder.
Evde kadınlar kur'an
okumaktadır. Başı çatmalı Meryem de bir süre izler kur'anı... Sonra Hacı
İlyas'ın evden çıktığını görerek kalkar, avluya çıkar. O sırada Naciye evde
kavrulan helvayı tabaklara dağıtır.
Meryem,
önce avluda bağlı duran koçu çözerek salıverir. Serbest kalan hayvan, avludan
çıkarak evden uzaklaşır. Meryem yanından yöresinden geçen neş'eli çoçuk
kalabalığına bakmadan dükkana doğru ilerler. Dükkanda gaz ocağı yakılmış,
üzerinde bal süzdürülmektedir. İlyas yalnızdır, ağrıyan dizlerini uğuşturmaktadır.
Meryem dükkana girer. İlyas'ın karşısında öylece durur. "Osman öldü
baba" der İlyas başını eğer. "Bir daha gelmekte.. O da mı
ölecek?" diye soran Meryem. "Takdiri ilahi kızım. elimizden ne
gelir?" yanıtını alır. Birden gelinin şaşkın, donuk halini farkeder. Onu
eve götürmek için dışarı çıkarmağa çalışırken, gaz ocağı devrilir, kendisini
dışarı atar. Sonra da ağır ağır Meryem dükkandan uzaklaşır. Bir ara İlyas mal
derdiyle yenideni dükkana koşmak isterken, tutarlar. Kalabalık dük-kanı söndürmeğe
uğraşır. İbrahim Mery-em'i kolundan tutar, "Gel bacım" der, onu alır
götürür. Ahşap dükkan alev alev yanarken Hıdır’la Veli gelirler.
Bir kaç gün sonra yanık
tahtalar bir tarafa atılmış, eskisinin yerine yeni bir dükkan dikilmektedir.
Briketler, harçlar, çalışan ustalar görülür. Mahalle muhtarıyla kaybolan eşi
hakkında konuşur. Meryem'in İstanbul'dan ayrılamıyacağını düşünür.
Evde avluda, iki kardeş
konuşur: Meryem'in kadın başıyla nereye gidebileceğini tasarlarlar. Hıdır
sokakta İbrahim'e rastlar. Yol iz bilmeyen bir kadının kendi başına ortadan yok
olamayacağını bildiğinden, Güler'le İbrahim'in bu işte parmağı olabileceğini
tahmin eder, İbrahim'i sıkıştırır. Ondan yangın günü Meryem'i Gültepe'deki bir
akrabalarına götürdüklerini; sonra. da kendisine bir oda tuttuklarını fabrikada
çalışmakta olduğunu öğrenir. Veli odasında düşünceli sigara içmektedir.
Hıdır'dan Meryem'in durumunu öğrenen Hacı İlyas odaya girerek oğlunu teseli
eder. Sonra da karısının fabrikada çalışmakta olduğunu söyler.
Bir silah
temin ederek fabrika yöresinde bir yerde mesaiden çıkan işçileri gözleyen Veli,
fabrika kapısından çıkmakta olan Meryem’i görür. Yorgun ve bitkin bir hali
vardır. Veli'yi görünce irkilir; sonra ağır ağır yaklaşır, başına gelenlere
razıymış gibi Veli'nin önünde durur ikisinin de başı yerdedir. Veli
"Meryem" der; kadın başını kaldırır yavaşca, "fabrikada bana da
iş var mı?" diye sorar. Meryem önce şaşırır, sonra ağlayarak Veli'nin
göğsüne kapanır. Veli koluyla sarar onu, Sonra ikisi birliktle kalabalık
arasında kaybolur.
GELİN
Akad'ın
sineması üzerine "Anadolu Üçlemesi", "Kent Üçlemesi" ve
"Şarkıcı Üçlemesi" gibi bir takım yakıştırma ya da rastlantı
niteliğinde değerlendirmelere karşın. bu kez "Gelin"le başlayan
"Düğün" ve "Diyet'te tamamlanan gerçek ve bilinçli bir üçleme
ortaya çıkmaktadır."Son yaptığım üçleme bir rastlantı değildir. Onu
isteyerek ve ilk filmimden itibaren yapacağımı bilerek başlattım. Son üçlemenin
içeriği bir tek filme sığacak kadar değildi. Kır kesiminden büyük kentlere
gelen insanların (bir sınıf insan gelmiyor kır kesiminden, değişik sınıftan,
değişik ekonomik durumlarda olan insanlar geliyor) üç kesimini ele alıp ayrı
ayrı konu yapmayı düşündüm. Böylelikle birbirini tamamlayan üç film konusu
çıktı ortaya" (Akad/Onaran).
* Anadolu'nun
çeşitli yörelerinden gelen "İstanbul'un taşı toprağı altındır"
inancıyla kısmetini bu koca şehirde arayan, burada tutunabilmek için
özverilerde bulunan, "kurban" bile veren insanların büyük
serüvenlerinin bir bölümünü yansıtmakladır bu üçleme. Yıllardan beri bir gerçek
vardır: kır kesiminden büyük kentlere akımlar oluyor. Yalnız büyük kentlere
değil, yurt dışına da... Müşahade ettiğim ana vasıfları şu: Hangi sınıftan,
hangi kesimden gelirlerse gelsinler, bunlar sıradan insanlar değil. Hepsi çetin
ceviz. Mücadeleci ve başarı sağlayan insanlar. Gelip de başarısız olan hemen
hemen yok. Zaten böylesi gelmiyor. Son derece efendi, son derece iyi ve
geleneksel kültürlerinin bütün iyi vasıflarını taşıyan insanlar. kez
fonksiyonel olarak kullanılması gibi bilimsel yenilikleriyle de çizgi dışı,
olumlu blr çalışma örneğidir. (BurçakEvren).
* İşin bir de biçim yönü var: Akad, yıllardır
sürdürdüğü tutumundan bu filmde de kıl payı ayrılmıyor. Yine genel olarak
"orta genel planda çalışıyor, en çok 28-75-125 objektifleri kullanıyor.
Kamera, "fikse" edilmiş, kıpırdarmıyor. 'Zoom’ hiç yok Montaj da -
duru anlatıma düzgün bir paralel çeker gibi- sade mi sade! İşi bu açıdan
alırsak Akad'ın tutumu elbette münakaşa kaldırır: Yönetmen sinemasının bazı
imkanlarını kullanmayı yeğ tutuyor. Kamegerisinde Turanlı gibi bir gerçek
sanatçının oluğu bile tutumunu değiştirmiyor. Ve bütün bunlara rağmen ortaya
sinema mimarisi mükemmel, kuruluşu sağlam, dört dörtlük bir film koyuyor.
(ErmanŞener).
* Gelin'in bir başka dikkati
çeken yönü de fon müziğinin gerilimli bir kaç sahnenln (Osman'a hastanede
teşhis konması, evde kazanılan paranın sayılması) dışında hiç kullanılmayıp
daha çok doğal efektlere yer verilmesi. Örneğin Hacı İlyas'ların evindeki yemek
sahnelerinde, radyodan gelen saz müziğinin, türkülerin, Ramazan ayında ney
müziğinin fon müziği yerine kullanılması, dış sahnelerde aynı yola, örneğin
kahveden gelen türkülere başvurulması, filmin gerçekçi atmosferini daha bir
arttırmaktadır (NezihCoş).
* Oyunculara gelince, en önemli oyunlar,
birbirine kontrast oluşturan Meryem rolündeki Hülya Koçyiğit ile Hacı İlyas
rolündeki Ali Şen tarafından gerçekleştirilmiştir, 'Gelin'deki Hacı İlyas tipi
ilginçtır. Koyu dindar biridir Hacı İlyas, ama büyük oğlunun dükkanda
kendisinden gizli açık şarap sattığını bildiği halde, istifini bozmaz. Çünkü
karlı bir iştir şarap satmak. Öte yandan torununu doktora götürmeyi reddeder
koca-karı ilaçlarıyla iyileşebileceğini savunur. Çünkü tedavi ettirmesi para
kaybı demektlr. Böylece çıkarına geldi mi inançlarına boşveren, ama
çıkarlarının zedeleneceğini gördü mü dini töreyi bahane eden, bencil, hesapçı
kişiliğiyle genelliği olan bir kişiliği kazanır. Aynı zamanda Hacı İlyas tipi,
bu özellikleriyle törelerin maddi nedenler sonucu ortaya çıktığı ve yine maddi
nedenlerle değiştiği gerçeğini yansıtır (AydınSayman).
* Ali Şen, Hacı İlyas tipini büyük bir
başarı ile sinemaya yansıtabilmiştir. Ama filmdeki oyunculuk onuru, hiç
kimseyle paylaşılamayacak bir bütünlükte, Gelin rolündeki Hülya Koçyiğit'e
aittir. Her ne kadar. belki bir yıl önce film şenliklerinde ödül kazanmış
bulunduğu için, Koçyiğit'ten bu filmdeki oyunu dolayisiyle ödül kazanması
esirgenmişse de; kanımızca, Meryem rolündeki oyunuyla Koçyiğit, o güne kadar
"Susuz Yaz" ve "Gökçe Çiçek”teki oyunları da unululmayarak
oynadığı tüm oyunları aşan bir başarıyla bir bakıma sanat yaşamının en üstün
oyununu vermiştir."Gelin her bakımdan muvaffak oldu. Lütfi Bey'le anlaşma
bakımından ve seyircinin beğenisi bakımından 'Gelin'de başoyuncu olarak
canlandırılan kişilik, benim anladığım kadarıyla, tek kelimeyle Yeni Türkiye'de
genç neslin temsilcisi oluyor. Her türlü yobazlığı bırakıp, kadının özgürlük,
iktisadi özgürlüğü kazanması... Bunu, bu oyunda hissederek canlandırdım."
(HülyaKoçyiğit/Onaran)
* Filmde hasta çocuk Osman'ı oynayan
Kahraman Kıral'ın oyunu ayrıca övgüye değer. Bu rolün tüm isterlerini olanca
doğallığı ve özdenliği ile verebilmiştir. Gerçek bir değerlendirme yapılması
gerekirse: "Hülya Koçyiğit ile Kahraman Kıral'ın oyunları iyidir,
duyarlıdır. Ali Şen Akad'a rağmen teatral oyununu sürdürür. Aliye Rona yine
(Metin Erksan'ın 'Yılanı Üçleme"de ele alınan iç göç konusu Tahir Kutsi
Makal'ın bu konudaki güçlü kitabını hatırlatıyor. Anadolu'nun geri kalmış
bölgelerinde hergün artan tüketime karşılık, aynı ölçülerde kalan hatta, aynı
ölçüde kalan, hatta bazı bölgelerde gittikçe azalan bir üretim karşısında
bunalan insanların göçünü anlatıyor bu üçleme... 'Gelin' de böyle bir
zorlamanın, büyük şehirlerln cazibesine kapılanların mutsuz hikayesidir. Yalnız
gelirken bir ormanın, bir bina ve insan ormanının içine geldiklerinin bilincine
varıyorlar. Bu ormanda yaşamın kurallarına uyuyorlar. O zaman yırtıcı ve kırıcı
oluyor-lar. Amerika'nın batısına gelen insanlara benzetiyorum ben
bunları...Tutunmak zorunda bunlar İstanbul'da. Geri dönmek olanaksız Geliyorlar
ve tutunuyorlar. Geldikleri yerde Varlarını yoklarını satıp burada tutunma
kavgasına girişiyorlar. Bunlan ele aldım. Hacı İlyas ailesi de bunların tipik
bir örneği. Ben şöyle yaptım müşahadelerimi: Oniki yıla yakın bir süre
Mecidiyeköy'de oturdum. Aşağı yukarı bu insanlar çevremde gördüğüm insanlardı.
Hizmetçi olarak, kapıcı olarak, bakkal olarak. Bunların içinden bazıları da
bize yardımcı olarak evde çalışmaya geldiler. İşte bu kişileri konu edindim.
(Akad/Onaran).
"Üçleme'nin ilk yapıtı olan
"Gelin", Türk sinemasının l973'teki ortamı içinde bütünü ile
"önemli " denilebilecek bir atılım niteliği taşıyor.
"Gelin"in önemli bir yandan ele aldığı konunun tutarlılığında. bir
yandan da anlatım biçiminin, sinemasının taşıdığı estetik ve teknik bütünlükten
doğuyor. (Nezih Coş)
* Bir bakıma işi öz açısından ele alırsak. Akad'ın
tavrı kolaylıkla kabullenilir cinsten değildir. Akad ne demektedir
"Gelin'de? Bilcümle küçük esnafa dönüp yerinizde oturun, yoksa
mahvolursunuz" mu demektedir, yoksa "kurban" simgesiyle de
belirtdiği gibi "büyük tüccar olmak için maddi ya da manevi kurbanlar
vermeniz g-reklidir" mi demektedir? Bu iki savın da kabullenilir cinsten
olmaması, ister istemez başka ipuçları üstünde düşündürüyor insanı (Erman
Şener).
* Simgeler,
ipuçları da getiriyor. Küçük Osman'ın ölümüne yaklaşmasının, kurban edilecek
koçla paralel verilmesi; filmin sonun da Meryem'in yeni fabrikaya girmesi Hacı
İlyas'ın kapitalistleşme süreci içinde "bencilleşmesinin” Osman'ın
hastalığıyla ilgilenmemesine karşılık kendi diz ağrıları için ilaçla tedavi
yolunu gidişiyle verilmesi gibi (NezihCoş).
* "Gelin" büyük ölçüde allegoriye
dayanır. Oğlu'nun Tanrı'ya kurban git-mek isteyen Hazreti İbrahim kıssasından
yararlanarak yapılmış bir allegoridir bu. Sorgunlu Ailesi sınıf atlamanın
eşiğine gelmişken bir sorunla karşılaşır: Torunları Osman, tedavisi çok para
isteyen ölümcül bir hastalığa yakalanmıştır.
Kıssa'da, Tanrı, Hazreti
İbrahim'e koyun göndererek oğlunu kurban etmesini önlemiştir ama, kimse
Sorgun‘lu ailesini gittikleri yönden çeviremez ve Osman kurban edilir (Aydin
Sayman).
Son ferdinin de İstanbul'a
gelişiyle toplanan ailenin iki kutbunu oluşturan küçük gelinle aile reisi
babanın çatışması filmin içindeki mesajı bütünleşmiş adeta… Büyük kentin
tutkularını, simgeleyen baba ile büyük oğlun daha iyi koşullar altında
yaşamaktan çok, hırsın getirdiği dükkan alış verişine dayanan kaçınılmaz
kentleşmenin yanısıra, marazlı oğlunu yaşatabilmek için çaresiz kalan Gelin'in
insancıl duygusu arasındaki kontraslık köyden kente göçün en belirgin fakat en
az sözü edilen bir özelliğini yansıtmış. Aynı zamanda ailenin öz çıkarlarına
uygun düştüğü için kentlileşmeyi yeğ tutan tavırlarına karşılık yine aynı
şekilde çıkarlarıyla bağdaşmadığı gerekçesiyle marazlı çocuğu iyileştirmek için
baş vurduğu sudan çareler, Akad'ın kontrastlık içindeki eleştirel yönünü de
ortaya koymuş (Burçak Evren).
* Bizce,
gerçekte filmin sonu Osman'ın ölümüyle yapılan allegori'nin son görüntüleridir.
Ancak senaryonun kuruluşundaki olumsuz bir tutum, "gelin"i hem
gerçekçilik açısından hem de bilimsel yönden zedeliyor. Akad, ''kurbanlık
koyun/kurbanlık çocuk" alle-gorisini yapmak için bir tesadüf ya-ratmış.
Ailenin çok önemli değişikliklere adım atacağı sırada Osman'ın hastalığının
ortaya çıkması. Böyle üzgün bir olay yaratılınca, Meryem'le Osman'ın içinde
bulunduğu dram öyküde faz-lasıyla yer kaplıyor. Bu da dış geçekçi-liğin
verilmesinde eksikliklere yol açmış Akad, kamerasını Sorgunlu Ailesi'nde
yoğunlaştırırken onları, içlerinde yaşadıkları sosyal çevreden neredeyse
soyutlamış. Üstelik bu betimleme eksikliği Akad'ın yorumunu soyut planda
bırakıy-or. Ticaret düzeninde insanın yabancı-laşmasını soyut bir planda
lanetleyen Akad, karşılığında emeği kutsamak zo-runluluğunu duymuş. Nltekim
Osman'ın ölümünden sonra, eski dükkanı yakıp kaçan Meryem'in bir fabrikada
çalış-maya başlaması, bunu oğrenen Hacı İlyas'ın Veli'ye karısını öldürmesini
söylemesi, Veli'nin Meryem'i öldürmeyip onunla beraber fabrikaya işçi olması bu
kutsamayı sağlamak için oluşturulmuş. Yoksa, gerçekte işçi olmak daha kesin bir
yabancılaşmanın içine girmektir. Akad, iç tutarlılığı sağlamak için
"yangın", silah gibi motiflere başvurmuş. Kanımızca bu, gerilimi aynı
ölçüde sür-dürmeğe yeltenmiştir. (Aydın Sayman).
* Aydın Sayman'ın filmin senaryosu ve kimi
aksiyonlarının tutarsızlığı üstüne getirdiği bu eleştiri tartışılabilir.. Onun
kusur gibi göstermek istediği "toplumdan soyutlama" "ekleme
aksiyonlar getirme gibi eleştiriler, aslında filmin tutarlılığını ve senaryonun
oluşturduğu belkemiğini ve sağlamlılığını belirlemektedlr. Nitekim öteki
eleştriler blzim bu görüşümüzü desteklemektedir. 'Gelln', özündeki yapmacığa
kaçmayan abartmasız, yalın, yalın olduğu kadar belirli bir duyganlığın limitini
zorlayan sarsıcı anlatım dilinin yanı sıra, Türk sinemasında görmediğimiz koşut
kurgu gibi, bir görüntü dilinin de ilk ra Makal'ın İç göçüyle",
"Gelin" aynı paralelde gelişen olayların bir dizisidir (Kami Suveren)
* Yozgat’ın Sorgun
ilçesinden İstanbul'un gecekondu semtine gelen ailenin büyük şehirdeki
yaşamları aynı öze dayanan filmlerden gerek yorum, gerekse anlatım bakımından
değişim perspeklifleri içinde ele alınıp işlenmiş. Visconti'nin "Rocco ve
Kardeşleri"ni hatırlatan bir trenin gara girmesiyle başlayan film, ailenin
son bireyinin de büyük kente gelmesiyle doğrudan doğruya köyün uzağında
İstanbul'daki yaşamından kesitler vermiş. Akad da Visconti gibi konunun
bütünlüğünü dağıtmamak için, aynı ailenin Yozgat'taki yaşamını yansıtmayı
gereksiz bulmuş (Burçak Evren).
* Akad'ın filmi, İstanbul'a göçen bir
taşra ailesinin büyük kentteki hikayesini anlatırken, ilk bakışta çok yeni blr
nitelik taşımıyor. Örneğin. Duygu Sağıroğlu'nun "Bitmeyen Yol", Halid
Refiğ'in "Gurbet Kuşları" gibi filmlerde bu konularda daha önce
yapılmış ilginç örnekler olarak hemen akla geliveriyorlar. Ancak Akad'ın
'Gelin'i, hem hikayesi anlatılan ailenin niteliği ve büyük kentteki durumun
başkalığı, hem de değişik yorumuyla Sağıroğlu ve Refiğ'in filmlerinden
ayrılıyor hatta onları aşan daha tutarlı ve ileriye dönük bir çizgiye ulaşıyor.
"Gelin", Akad'ın filmi, İstanbul'a göçen bir taşra ailesinin büyük
kentteki hikayesini anlatırken, ilk bakışta çok yeni blr nitelik taşımıyor
Örneğin. Duygu Sağıroğlu'nun "Bitmeyen Yol", Halid Refiğ'in
"Gurbet Kuşları" gibi filmlerde bu konularda daha önce yapılmış
ilginç örnekler olarak hemen akla geliveriyorlar. Ancak Akad'ın 'Gelin'i, hem
hikayesi anlatılan ailenin niteliği ve büyük kentteki durumun başkalığı, hem de
değişik yorumuyla Sağıroğlu ve Refiğ'in filmlerinden ayrılıyor hatta onları
aşan daha tutarlı ve ileriye dönük bir çizgiye ulaşıyor.
"Gelin",'Bitmeyen Yol"da olduğu gibi ekonomik zorluklar yüzünden
büyük kente göçen ve orada işçi olarak çalışan köylülerin hikayesi değil.
Gurbet Kuşları"ndaki gibi ‘toprağı altın’ diye geldikleri büyük kentte
işlerini güçlerini unutup "kadın'a kapılan ve parçalanan bir köylü
ailesinin dramı da değil. "Gelin”in göçmenleri Yozgat’ın arazi sahibi,
küçük tüccarlarından Hacı İlyas ve ailesi. Akad, Hacı İlyas ailesinin büyük
kentte nasıl bir gelişme ve tırmanma çizgisine girdiklerini gösleriyor. Böylece
"Gelin", "Gurbet Kuşları"nın moral yorumunun tersine,
sorunlara ekonomik bir bakış açısı getiriyor, eleştirisini de tavrını da bu
düzeyde koymuş oluyor. "Gelin" bugüne kadar Türk sinemasında
"gerçekçilik" yönünden dikkati çeken bir kaç filmden de biri. Akad.
bu filmiyle anlattığı ailenin İslanbul'daki yaşantısını adeta bir belge
filmcisi gibi izliyor. Hacı İlyas ailesinin evlerlndeki hava bütün ayrıntısı ve
aksiyonu ile karşımıza getiriliyor. Akad. Bütünüyle "gerçek" bir
hikayeyi, bütünüyle gerçekçi" bir dille anlatıyor.Bir Türk filminde, Türk
ailesinin yaşamına karışmış önemli bir olgu olan "Bayram ve
bayramlaşma"ya yer verildiğini yanılmıyorsak ilk kez "Gelin'de
görüyoruz. Ramazan ayı ve iftar sofraları, filmde Meryem'in direnişini
zayıflatıcı, onu etkisizleştirici birer unsur olarak Hacı il-yas'lar tarafından
kullanılıyor. Ayrıca Akad, filmde, gerçekçi öğelerin arasından ünlü rolü
'Irazca Ana'yı oynar. Kamuran Usluer ile Kerem Yılmazer iki arada bir
derededirler: yani kah sinema oyuncusudurlar, kah 'tiyatrocudurlar" (Erman
Şener).
* Akad, "Hudutların Kanunu"nu
Urfa'da çevirip İstanbul'a döndüğünde "ulusal sinema" tartışmalarını
sürüp gitmekte olduğunu gördü. Bir yandan Halid Refiğ, Metin Erksan, Atıf
Yılmaz ve Duygu Sağıroğlu ve bunları destekleyen Türk Filmi Arşivi: öte yandan
Yılmaz Güney başta olmak üzere Devrimci ve Yenl Gerçekçi bir sinema anlayışını
tutan yönetmenler ve bunları desteleyen Türk Sinematek Derneği vardı. Bu
yönetmenlerin "Ulusal Sinema', kısaca, "eski kaynaklara eğilerek,
eski kültürümüzün değerlerini bugüne getirmek ve bugün onlara dayanarak yeni
bir sanat kurmak" anlamına geliyor. Akad, "Bizde yerli film var. Türk
Sineması yok" görüşüne katılmamaktadır . Bizim insanımızın Türk filmi
diyebileceğimiz düşünce ve davranış biçimini, bizim anlatım ve deyiş
özelliklerimizi getiren filmler yapılmaya başlanmış ve bu tutum sürdürülmüştür.
Akad, bunlara örnek olarak Halid Refiğ'in "Harem'de Dört
Kadın","Bir Türke Gönül Verdim': Atıf Yılmaz''ın "Yedi Kocalı
Hürmüz","Kuma"; Metin Erksani'ın Yılanların Öcü", "Susuz
Yaz","Kuyu", "Sevmek Zamanı” adlı filmleriyle kendisinin
filmlerini göstermektedir. "Ulusal Sinema"yı sinema tekniği ve
estetiği bakımından Akad şöyle özetlemektedir: İçerik bakımından
meselelerimizin tarihsel kökeni (ticari içeriğin yer verdiği oranda) insanımız.
Olaylar karşısında davranışı eylem biçimi. konuşma dili (eski kaynaklarımızda
var olan duru Türkçeyi konuşmalarda dile getirmek)... Görsel olarak: Batılı resim
etkisinden kurtularak, insanımızın davranışına, konuşmasının yalın bir biçimine
uygun yeni bir estetik düzen aramak... "Akad, doruğuna varmış bir
yönetmen. Bu dorukta bir çok iyi film sundu Türk seyircisine, "Gelin"
hiç kuşkusuz bunların en iyilerinden biri. Gelin/Aile çatışmasının tedirgin bir
sessizlik içinde verilmesi ve bu sessizliğin doğurduğu gerilim, bu gerilimi
izleyen Gelin'in patlaması, tek bir sahneyle İlyasoğullarının o boş
gururlarının betimlenmesi, Gelin'in öfkesinin bilinçlendiği sahneler, hepsi
gerçek bir ustanın izlerini taşıyor. “www.europeanfilmfestival.com ”
Akad bu film ile bir kez
daha gerek düşünce, topluma bakış açısından gerek sinemacılık açısından ne
denli sağlam olduğunu gösterdi. Akad'ın filmi gerçekten de amaçlarının büyük
kısmını gerçekleştirmiş, önemli sağlam bir yapıt... Oturduğu toplumsal temelden
kişilerin simgesel özelliğine dek bütünüyle iyi kurulmuş, iyi anlatılmış, iyi
oynanmış bir hikaye (Alilla Dorsay).
Ödüller
En İyi Film, En İyi Yardımcı
Kadın Oyuncu,
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu
Adana
►
İstanbul'a göç eden Yozgatlı ailenin, yeni koşullara ayak uydurma çabasını ve
yaşam savaşımını anlatan Gelin, sinemamızdaki en iyi iç göç öykülerinden biri.
Ö. Lütfi Akad'ın, diğer halkalarını Düğün (1973) ve Diyet’in (1974) oluşturduğu,
sağlanan tema birliği açısından dünya sinemasında da saygın yer edinen ünlü
üçlemesinin ilk filmi olan, aynı zamanda da üçlemenin en başarılı parçası kabul
edilen Gelin; İstanbul'daki, sonradan çok büyüyecek olan "küçük
Anadolu"nun oluşum dönemini başarıyla yansıtıyor. Taşı toprağı altın
olarak bilinir İstanbul'un... Memleketlerindeki bütün mal varlıklarını satarak
büyük kentte bir "bugün" ve "gelecek" kurmaya çalışan
insanların kararlılığını, son derece gerçekçi dokunuşlarla aktaran film, Meryem
rolündeki Hülya Koçyiğit'in başarısıyla da değer kazanıyor. Giderek güçleşen
yaşam koşulları içinde hasta oğlunu yitiren, bir süre sonra da fabrikada işçi
olarak çalışmaya başlayan genç kadının ve diğer aile üyelerinin "geri
dönüşsüz" yolculukları, Türk sinemasının 1970'lerin başındaki "büyük
ileri atılımı" içinde vazgeçilmez bir yer tutmakta. Akad'ın, Yozgatlı
ailenin yaşadıkları aracılığıyla, çözülen feodal ilişkiler ve gelişen
proleterleşme sürecine sinemamızda artık az rastlanan türden bir politik bilince
karşılık geliyor. Bu yaklaşım filmin, umut dolu "mutlu son"unda da
kendisini gösteriyor ve Gelin, dönem Türkiye'sinin değişim sancılarını,
toplumcu gerçekçilikten sosyalist gerçekçiliğe açılan kulvarda tartışıp
yorumlayan bir film olarak derin izler bırakıyor Dönemin sorunlarına ekonomik
bakış açısıyla yaklaşan, alegoriye dayanan yapısı, yalın anlatımı ve kurgu
başarısıyla dikkat çeken Gelin, gerçekçiliğini güçlendiren müzik çalışmasıyla
da unutulmazlık kazanmış durumda.