Yönetmen: Osman F. Seden
Senaryo: Safa Önal
Görüntü Yönetmeni: Çetin
Tunca
Yapım:
Akün
Film / İrfan Ünal
Oyuncular:
Türkan Şoray, Kadir İnanır, Yıldırım
Gencer, Zerrin Arbaş, Ali Poyrazoğlu, Mümtaz Ener, Atıf Kaptan, Turgut Boralı,
Bülent Kayabaş, Feridun Çölgeçen, Kayhan Yıldızoğlu, Hikmet Taşdemir, Aydemir
Akbaş, Yılmaz Gruda, Süheyl Eğriboz
Konu: 1877 Osmanlı-Rus savaşının ünlüsü Nene
Hatun'un macerası filme alınmış ancak senaryonun sansüre takılması nedeniyle
hemen ismi değiştirilmiş ve Gazi Kadın olarak çekimi yapılmıştır. Gazi Kadın
"Zeynep" (Türkan Şoray), Ahmet'le gerdeğe girdiği gün savaş çıkıyor
ve cepheye gidiyor... Öldü diye haberi geliyor daha sonra. Zeynep bu habere
inanmayıp, Rusya'ya kocasını aramaya gidiyor. Kocasını Çar'ın yaveri olarak,
casusluk yaparken buluyor. Kendisi de bu işe karışıyor; karı-koca Rus hücumunun
planlarını çalıp kaçıyorlar...
► Haziran
ayı başında belli alan MTTB Sinema Kulübü'nün düzenlediği 1973-74 Sezonunun En
iyi On Türk Filmi" anketine göre sezonun en iyi on filmleri arasnda yerini
alır. Buna rağmen, filmi beğenmediğini söyleyerek eleştirenler de olur: Ara
Sıra çizgi üstü yapımlara imzasını atmış, uzun bir sinema geçmişine sahip Osman
F. Seden, değil seyircimizi en kolay yoldan etkilemeyi amaçlayan dinsel tavrın
ön plana alındığı bir tarihi film yapmak, en azından, sinemamızda çok az
yönetmene tanınan olanaklardan faydalanıp "seyirlik" bir film dahi
koyamamış ortaya koyamamış Gazi Kadın'da. Tarihi bir motif içinde kocası
evlendiği gecenin sabahı askere gitmiş olan bir kadının Erzurum'dan Rusya'nın
içlerine kadar uzanan çileli yaşamı Seden'in elinde kah sevda, kah bir duygunun
getirdiği duygusallıkla alabildiğine abartılmış. Bu abartmanın izleyicilik
niteliğini yitirdiği sahnelerde ise Seden, ilk kez GeIenbevi’nin Barbaros
Hayrettin'de baş vurduğu yabancı filmlerden alma dekope sahneler ve iç
mekanların süsleyiciliği ile filmin düz anlatımını saptırmayı denemiş. Ama ne
var ki bütün bu türük ve görüntülerle halledilmeye çalışılan filmin uzun bir
bölümünü oluşturan kardaki amansız takibin tekdüzeliğini kaybettirmeye yetmemiş,
aksine bu bölülmede yaratılmaya çalışılan gerilimi oldukça etkilemiş. Kısacası
Seden, kriz geçiren sinemamızın tüm olanaklarını kullanarak gerçekleştirmeye
§çalıştığı üstün yapımcılığın sadece görkemli iç mekan görüntüleriyle, süslü
giysilerinin göz boyacılığı ötesinde ilerisi için Yeşilçam'da üstün yapım
olarak bu tür filmlere umut veren bir çaba ortaya koyamamış. “Gülşah Nezaket
Maraşlı, “Osman F. Seden’le Türk Sinemasında Düet”
►
Sinemamızın yıllardır bel bağladığı belli bazı klişelerin artık seyirci tarafından
tutulmaması üzerine yeni konular, yeni temalar, yeni türler aranıyor...
Bunlardan biri de sinemamızın ya çok az, ya da çok yetersiz biçimde eğildiği
tarihsel film türü... ” “Gazi Kadın" Zeynep, sözlüsü Ahmet'le gerdeğe
girdiği gün savaş patlıyor, cepheye gidiyor kocası... "Öldü" diye
haberi geliyor... Zeynep inanmıyor buna, kalkıp Rusya'ya gidiyor, orada
kocasını, kendisini Çar'ın yaveri olarak yutturmuş, casusluk yaparken buluyor,
kendisi de işe karışıyor; karı-koca Rus hücumunun planlarını saray'dan bir
güzel çalıp kaçıyor, vs, vs ... "Gazi Kadın"ın anlattığı öykünün
yenilir-yutulur, ipe sapa gelir hiçbir yanı yok;.. Ne Beylerbeyi sarayında
çekilmiş Abdülhamit'le ilgili bölümleri ciddiye almaya, ne Gerede'nin karlarını
Rusya diye yutmaya, hele hele kendi halinde iki köylü diye gösterilen Ahmet'le
Zeynep'in birdenbire birer Lawrens'le Mata Hari haline gelmelerini kabullenmeye
olanak yok!. Senaryo, örneğin Ahmet'in Rusça'yı bildiğine ilişkin en küçük bir
imada bile bulunmaksızın öyküye girdikten sonra, onu birdenbire şakır şakır
Rusça konuşurken göstermek gibi bağışlanmaz sakatlıklarla dolu...
"Vatan-millet edebiyatı, Kelime-i Şahadet, ezan; milli, dini, her türlü
duyguyu sömürecek her şey, karmakarışık biçimde birbirini izliyor. Yabancı filmlerden
apartılmış birkaç savaş bölümü, kırmızı jelatin, kağıdıyla çekilmiş birkaç
"şafak" da eklenince, ışte size bir "üstün yapım"!...
Aslında belki de gerçekten iyi niyetle, sinemamıza yeni bir şeyler getirebilmek
için çekilmiş bu ve benzeri filmleri görünce, sorunun yalnızca bir
"tür" veya "konu" değiştirme değil, toptan kafa değiştirme,
sinema anlayışı değiştirme sorunu olduğu da anlaşılıyor ... Sinemacılarımız,
günlük konuları, yaşadığımız günlerin içinden gelen öyküleri anlattıkları filmlerde
bile bir "iç-gerçeklik", bir "insan gerçekliği", bir
"yaşanmışlık" elde, edemediklerine göre, bir tarihsel filmde bunu
elde edebilmelerini beklemek zaten gereksiz ... Hele hele Osman F. Seden gibi,
ne anlattığının hiçbir zaman farkında olmamış, kendisine yakıştırılan "biçimci"
yaftası altında olmadık filmlerle karşımıza çıkmış bir yönetmenle, yılda
yazdığı 20 küsur senaryo arasında boğulmuş bir Safa Önal'la ciddi ve olumlu bir
iş yapmak ellbette ki olanaksız ... Ama "biz kırk kişiyiz, birbirimizi
biliriz", üstelik de "birbirimize yeteriz" esprisi içinde
sinemaya kimseleri yaklaştırmayan, örneğin bir senaryocu dendiğinde, son
yıllarda başarılı çalışmaların eşiğinde bulunan bir Ayşe Şasa'yı, bir Selim
ıleri'yi bile çarkın dışına atıveren sinemacılarımız, en umut bağladıkları
projeleriinin bile "yattığını" görürlerse (ki göreceklerdir),
herhalde üzülen biz olmayacağız... “Atilla Dorsay, “Sinemamızın Umut
Yılları” syf, 79
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder