Powered By Blogger

15 Mart 2018 Perşembe

ARKADAŞ (1974)


Senaryo ve Yönetmen: Yılmaz Güney
Görüntü Yönetmeni: Çetin Tunca
Müzik: Şanar Yudatapan
Yapım: Güney Film / Yılmaz Güney

Oyuncular: Yılmaz Güney, Kerim Afşar, Melike Demirağ, Azra Balkan, Ahu Tuğbay, Civan Canova, Nizam Ergüden, Yusuf Tunalıoğlu, Özden Yüce

Konu: Dünün yoksul öğrencisi Cemil (Kerim Afşar), sınıf atlayıp zengin bir müteahhit olmuştur. Hayatını İstanbul'un en güzel sayfiye yerlerinden biri olan Kıyıkent'te, herkesin hayran olduğu çekici karısı Necibe (Azra Balkan) ve on yedi yaşındaki içine kapanık baldızı Melike'yle (Melike Demirağ) sürdürmektedir. Lüks evinin denize bakan balkonunda birasını yudumlar, poker oynar. Güzel karısı Necibe'yle sık sık tartışır. Köy kökenli olup da giderek burjuvalaşan Cemil mutlu gibi görünmektedir. Ama gerçekte mutlu değildir.

Yine bir tartışma sırasında telefon çalar. Melike açar. Eniştesini sorup kendisini de 'Azem' diye tanıtan telefondaki adam, (Yılmaz Güney) Cemil'in gençlik arkadaşıdır. Okulu bitirip yolları ayrıldığından beri birbirlerini görmemişlerdir. Yıllar sonra Çiçek Pasajı'nda buluşurlar. Gece, Sulukule ekibinin göbekli danslı gösterisiyle devam eder. Sonra da lüks bir randevu evine giderler. Cemil eski Cemil değildir. Zengin olduktan sonra kişiliğiyle birlikte hayatını da değiştirmiştir.

Karayollarında mühendis olarak görev yapan Azem, İstanbul'a yıllık iznini geçirmeye gelmiştir. Cemil'in bir kinle baktıktan sonra ona yaklaşır ve birden Azem'in yüzüne şiddetli bir tokat atar. Cemil bitkin, Melike kendisine bambaşka duyguların tattıran, hayatı sorgulamayı öğreten 'arkadaş'ının ardından sessizce ağlamaktadır. Azem elinde bavuluyla Kıyıkent'i terk ederken bir silah sesi duyar. Ölen ya da intihar eden kimdir? Acaba Cemil midir? (Agah Özgüç, “Bütün Filmleriyle Yılmaz Güney”, syf, 337)

* Ortak bir geçmişi paylaşmalarına rağmen geleceklerini farklı şekillendirmiş iki inşaat mühendisi olan Azem ve Cemil'in yıllar önceden kalan dostlukları, onları bir ziyaret sonucunda tekrar buluşturur. Azem, karayolları hesabına dağ başlarındaki mezralarda yol çalışmaları yapan bir memur-mühendis olmuş, Cemil ise Boğaz'ın en nadide yerlerinde projeler yürüten, 'deri el çantalı' bir müteaahite dönüşmüştür. Filmin hikayesi Azem ve Cemil'in mezun olduktan sonra yaşadığı gelişmelere, geçirdikleri değişime hiç değinmeden şimdiki zamana ulaşsa da, filmi izleyen ve Türkiye'de yaşayan herkes, aradaki boşlukları tahminle doldurmayı becerebilir. Hangi meslek dalında eğitim alırsa alsın Türkiye'nin insanları, her zaman kendilerini bekleyen iki farklı kariyer planından birini benimsemek mecburiyetinde olmuşlardır. Bu yollardan biri, düzen ve sistemle barışık olmayı ve sistemin her tür beklentisini koşulsuz biçimde yerine getirmeyi dayatır ve diyeti ödeyenleri de ikbal ile ödüllendirir. Eğer bu ödüle erişmek kişi için yeterliyse, verilecek taviz sonucunda ortaya çıkacak manevi çöküntü de çok fazla göze batmayacaktır. İkinci yol ise her geçen gün sapanların sayısının azaldığı engebeli bir yoldur ve bu yolun sonunda ne saygınlık, ne itiibar, ne de manevi tatminden bahsetmek en azından günümüzde mümkün değildir Ne var ki dünya, artık gülünç bir trajedi haline gelen 'İnsanlık Oyununu’ hala oynamayı sürdürüyorsa ve modern çağın öğretileri olan sosyalizm, kapitalizm ve sınıf çatışması, emek-sermaye çelişkisi, sosyal devlet gibi kavramları günlük hayattan söküp atacak yeni teoriler üretememişse 'insan' olanlar için tercih edilmesi gereken yolun ikincisi olduğunu kabul etmekten başka seçenek bulunmamaktadır. İşte "Arkadaş" bu iki farklı yolun sonunda duran Alem ve Cemil'in hikayesini anlatmaktadır.

12 Mart'ın insan hak ve özgürlüklerinin üzerine indirdiği balyozdan, Türkiye'nin en yetenekli sinemacısı Yılınaz Güney de nasibini fazlasıyla almış ve 'anarşistlere yardım ve yataklık' iddiasıyla "Zavallılar"ı çektiği sırada tutuklanarak hüküm giymiştir. Yarım kalan filmi tamamlama göreviyse Güney'in ustası Atıf Yılmaz'a düşmüştür. Hapisliğini askeri cezaevlerinde geçirmeye başlayan Güney, acı ve işkenceleri göğüslediği bu döneminde tam anlamıyla bir aydınlanma yaşayarak, ileride gerçekleştireceği filmlerinin zeminini oluşturacak bir kendini sorgulama süreci sonucunda, olgun bir sanatçı olarak 1974 yılının Mayıs ayında tahliye olmuştur. Güney'in imbikten geçirdiği düşünce ve duygularını insanlara aktarma arzusunun ilk meyvesi "Arkadaş" olacaktır. Uzun yıllardır görmediği arkadaşı Cemil'i ziyaret eden Azem karakteri bu bağlamda uzun bir mahpusluk döneminden sonra yeniden hayatın içine karışan Yılmaz Güney'in ülkesinde tanıklık ettiği çürüme ve dejenerasyonun bir nevi tezahürü olarak rahatlıkla değerlendirilebilir. "Arkadaş"ın önermesi, başka bir dünyanın mümkün olduğudur. İnsanların kendilerine biçilen gömlekleri giyerek yaşadıkları, cinsiyetçi, tüketim çılgını, iki yüzlü bir kapitalist ahlak ile çevrelenmiş dünyanın ötesinde, başka bir dünya. Güney'in de söylediği gibi eski ve bozuk arkadaşlığın çöküp yok olarak yerini yeni bir arkadaşlığa bıraktığı bu dünya tasavvuru, gerek filmin gösterime girdiği dönemde gerekse günümüzde didaktizm ve kuru bir poliitik tavır olarak eleştirilme eğilimindedir. Film içerisinde Semra Özdamar'ın canlandırdığı devrimci kız karakteri ve Azem arasında geçen diyaloglar bu eleştirinin çıkış noktasını oluşturur. Oysa Güney, Azem ile Semra arasındaki diyaloglarla dönemin Türk Solu'ndaki jargonu belgesel bir tavırla gözler önüne sermenin yanı sıra bu karakterin uzlaşmaz tavrı üzerinden de anlayana çok özel göndermelerde bulunmaktadır. Öte yandan Türk silahlı Kuvvetleri'nin Kıbrıs'a müdahale etmeye hazırlandığı dönemde çekilen "Arkadaş", söz konusu dönemde Türkiye'de hakim olan militarist yükselişi de en azından filmde yer alan bir plan ile dahi olsa gösterir. Zaten filmin doğal platoosu olarak önce Gebze-Bayramoğlu'nu düşünen, ancak bu yöredeki kimi çevrelerin baskısı sonucunda çekimleri başka bir yere taşımak zorunda kalan Yılmaz Güney de, söz konusu yükselişin mağduru olacaktır. Filmin ikinci bölümünde memleketlerine dönen Azem ve Cemil, bölgenin geri kalınışlığını fotoğraflayan turistler üzerine yaptıkları konuşmayla bölgeler arası uçurumun o dönemde de var olduğunu gözler önüne sermektedirler.

Filmde, Yılmaz Güney ve Kerim Afşar'ın performanslarının yanı sıra, Melike Demirağ, Azra Balkan ve Ahu Tuğbay'ın oyunculukları ayrıca değerlendirilmesi gereken bir orijinallik barındırmaktadır. Güney'in, burjuva karakterleri canlandırması amacıyla seçtiği bu isimler filıne adeta belgesel bir nitelik kazandırmıştır. Gencecik Civan Canova'nın performansı da özellikle anlanması gereken unsurlardandır. Filmin bir başka orijinalliği Necibe, Azem'den hoşlanmamıştır. Bir yabancının, hem de hoşlanmadığı bir yabancının evlerinde kalmasını istemez. Melike ise Azem'e çocuksu bir heyecanla yaklaşır. Aralarında iyi bir dostluk oluşmuştur. Azem'e Kıyıkent'i gezdirir. Kıyıkent'in gösterişli hayatı ve yozlaşmış ilişkileri dışında kalıp Azem'in gelişiyle de sessiz dünyası renklenmiştir Melike'nin.

Melike'nin ablası Necibe ise Kıyıkent'in bol dedikodulu, güneşiyle, deniziyle, cinselliği tetikleyen dünyasına ayak uyduran, rahat bir kadındır. "Karısı güzel olanlar karımı öpebilir, ödeşmesi kolay olur çünkü. Baldızı güzel olanlar da baldızımı öpebilir. Karısı güzel olanlara karımı öptürüyorum. Ben de onların karılarını öpüyorum," diyebilecek kadar çürümüş bir kimlik sergileyen kocası Cemil'i aldatmaktadır Necibe. Terzisi ve kuaföründen sonra genç bir adamla (Yusuf Tunalıoğlu) garsoniyerinde buluşur, sevişirler. Necibe'nin bu tür ilişkileri Kıyıkent çevresi içinde de sürüp gitmektedir.

Yörenin bekçisiyle, bahçıvanıyla, inşaat işçisiyle, cam kırıp lastik patlatan Halil'le (Civan Canova) biraraya gelip dostluk kuran Azem'in bu tavrı Kıyıkent'te dikkat çekmektedir

Bu ilişkilerden tedirgin olanlar sorar: "Bu adamlarla ne konuşuyor?" diye. Necibe, kardeşi Melike'nin Azem'le olan konuşmalarından da endişe etmektedir. Cemil'e Azem'i göndermesi konusunda baskı yapmaktadır.

Kıyıkent'in çekici ve güzel kadınlarında biri olan Ahu (Ahu Tuğbay) Azem'e göz koymuştur. Bir gün, herkesin gözü önünde, masadan Azem'i alıp götürmüştür. Melike, Ahu'nun bu davranışı karşısında şaşkındır. Cinsel çekiciliğini bir silah gibi kullanıp istediği her erkeği rahatlıkla elde edebileceğini çevresine kanıtlamaya çalışan Ahu da, Necibe gibi, Kıyıkent'in bir gecelik kadınlarından biridir Ondan farkı bağımsız, dul olmasıdır.

Necibe kocasını aldatmayı sürdürmektedir. Nitekim, bakışarak kesiştikleri belli olan Cemil'in kumar arkadaşı Erdoğan beyin evine girmiştir gizlice. Necibe iyice kontrolden çıkmıştır. Kıyıda birasını yudumlayan Cemil'le otururken, arkasındaki Azem'e bakıp gülümser, ona açıkça pas verir. Bir süre önce koynuna girdiği Erdoğan beyle olduğu gibi, aynı oyunu Azem'le de oynamak ister. Bu oyuna dayanamayan Azem, yerinden fırlayıp Cemil'e, "Sen bir pezevenksin," diye haykırır. Cemil, Azem'in üstüne yürür, kapışırlar. Tekme ve yumruklarla yere düşen Azem yerdedir. Cemil ise ağlamaktadır. Azem, Cemil'i doğup büyüdüğü, buna karşılık yıllarca gitmeyip unuttuğu köyüne ve kardeşi Muhittin'e (Nizam Ergüden) götürür. Muhittin ağabeyini suçlar. Anaları gözü açık gitmiştir, Cemil'i göremeden. Köyün yolunu unutan Cemil, kumar ve içki masalarında yitirdiği gençliğini hatırladıkça yıkılır. Anasının mezarı başında eziktir.

Kıyıkent'e döndüklerinde Azem bavulunu hazırlar. İzni bitmiştir. Ama nasıl gidecektir? Aralarında yalnızca saf bir arkadaşlık bağı olan ve daima öz değerlerini koruyabilmiş, bozulmamış Melike'yi burada nasıl bırakacaktır? Ama başka çaresi yoktur. Son kez birbirlerine sarılırlar. Necibe düzenlerini bozan Azem'e büyük ise dönemin ünlü ve çapkın futbolcularından Beşiktaşlı Yusuf'un da hayatından izler taşıyan bir rol ile izleyici karşısına çıkmasıdır. Çetin Tunca'nın iyi bir görüntü yönetmeni olarak anılmasında büyük payı olan film, Şanar Yurdatapan ve Atilla Özdemiroğlu ikilisinin efsanevi müzikleriyle de haklı bir övgü toplamıştır. Belirli aralıklarla aynı alın yazısını yeniden yaşayan Türkiye toplumu için "Arkadaş"ın güncelliğini yitirmiş bir film olduğunu söylemek henüz mümkün değildir.

Yine ölümünün üzerinden yirmi dört yıl geçmiş olmasına rağmen Yılmaz Güney'in sinemacılığı da, günümüz sinemacıları için 'koca bir vicdan' olarak köşede duruyor. Eğer öyle olmasaydı hala bu kadar adam köşe yazılarında ona saldır mıydı? (Özgür Şeyben) ”Kırk Yılın Serüveni” SİYAD”

Ödülleri
12. Antalya Altın Portakal Film Festivali (1975)
►En iyi 2. film,
►Şanar Yurdatapan ve Atilla Özdemiroğlu 'en başarılı özgün müzik' bestecileri,
►Sinematek Derneği'nin 'Mevsimin En İyi Filmleri' soruşturmasında 'en iyi film
4. Yarımca ızmit Şenligi'nde (1975) 'En İyi Film
Yeni Sinema dergisinin '1970-1980 Yıllarını içeren En iyi 10 Türk Filmi' soruşturmasında 'en iyi 3. film'

Eleştiri:
Onat Kutlar dergideki bir yazısında, Yılmaz Güney'in Arkadaş filmini değerlendirirken kendinin de dahil olduğu ideolojik görüşü savunan sanatçının bu eserine mümkün olduğunca tarafsız bir biçimde yaklaşıyordu.

* "Arkadaş'ta iç içe işlenen üç tema, bir yandan yoz, kokuşmuş bir kentsoylu çevresinin kesiti, öbür yandan belirli bir ideolojik tavra sahip bir aydının bu çevre içindeki kısa deneyi üçüncü olarak da kısaca yansıtılan köylülerin ve işçilerin bilinçlenmesi sürecidir. Bu üçüncü tema, yönetmenin eğildiği kesit daha çok kent soylu çevresi olduğu için şimdilik geri planda bırakılmıştır. Arkadaş, Yılmaz Güney'in dünya görüşünün tamamım kapsayan, bütün sorunlatrı ve çözüm yollan içeren bir film değildir. Yönetmenin kafasındaki çok daha kapsamlı bir dünyanın sadece küçük bir bölümünü, yıkılan kentsoylu ahlakı ile ilgili görüşleri ele alan filmi bu bakımdan 'ele almadığı konu ve çelişkilerle' yargılamak doğru değildir” (Onat Kutlar, Milliyet Sanat 15. 10.1984,syf, 106) “Okan Ormanlı “Türk Sinemasında Eleştiri” syf; 96

* Çetin Aktepe, eleştirilerin çoğunlukla, sanatsal kaygılarla değil bir çeşit filmi tavsiye etme veya pazarlama çabası içinde yazıldığını iddia etmektedir. Aktepe, aynı yazıda şu saptamalarda bulunmaktadır:

"Bu nedenledir ki bu tip eleştirmenlerin yazılarında, filmsel bir dünyanın belli bir mantık ölçütüne değerlendirildiğine rastlayamayız. Karşımıza çıkan yargılar kısmi üzerinde akıl yürütülerek varıImış, bütünü kapsamına alamayan yarım yamalak yargılardır. Ülkemizde eleştiriye karşı duyulan kuşkunun bir nedeni de bu olsa gerektir: Sanat alıcısı, kısmının abartılması ile bütünde bulunmayan şeylerin bütüne mal edilmesinin nasıl şaşırtıcı sonuçlar verdiğini görmüş; ürüne yaslanmayan yorumların yalıtkanlığının bilincine varmış ve bu nedenle de eleştiriye sırt çevirmiştir. (Çetin Akçatepe, Yedinci Sanat, Kadsım 1974, Syı, 20, syf, 12) Okan Ormanlı, a.g.e”

Türk sinemasının en güçlü isimlerinden biri Yılmaz Güney. Çoğu son derece sert öykülere sahip olan filmleri içinde "Arkadaş" her ne kadar daha yumuşatılmış bir söyleme sahip olsa da, siyasi sinemanın önemli örneklerinden bili kabul ediliyor. Üniversiteden sonra yolları ayrılan iki arkadaşın; Azem ve Cemil'in hayatları üzerinden toplumsal düzeni sorgulayan bir karşılaştırma yapan Güney, terazinin bir kefesine emeğine, ailesine, köklerine sahip çıkan Azem'i, diğerine ise sadece maddi kazammları önemseyen, yozlaşmış ve ahlaki değerlerini yitirmiş Cemil'i yerleştiriyor. Yıllar sonra Cemil'i ziyarete gelen Azem, arkadaşını dejenere olmuş hayatından kurtarmaya çalışsa da başarılı olamıyor. Kötü bir insan değil Cemil, ama içine düştüğü bataklığa öylesine gömülmüş ki, kurtulmak için sarf ettiği en ufak çaba, dibe daha hızlı batmasından başka işe yaramıyor. Arkadaşından umudunu kesen Azem, onu ardında bırakmaya mecbur kalıyor. Güney bu geride bırakışı, Cemil'in evinden ayrıldıktan hemen sonra bir el silah sesi duyan Azem'i resmederek anlatmış. Belki de bu sahnede gerçek anlamda ölen kimse yok. Ölen sadece Azem'in belleğindeki Cemil... Güney, Azem'in çevresindeki gençlerle, işçilerle konuşmaları ve özellikle de henüz kirlenmemiş genç bir kız olan Cemil'in baldızı Melike ile kurduğu dostluk çerçevesinde, düzenin değişmesi gerekliliğini anlatıyor seyircisine. İçinde yaşadığı zengin çevreye karşı öfke duyan, bir taraftan saçlarım uzatarak onlara benzemeye, bir taraftan da kızgınlığını zenginlerin otomobillerine zarar vererek dindirmeye çalışan Halil'in şahsında ise bu değişimin şiddete başvurarak değil, planlı bir bilinçlenme ile gerçekleşebileceğini dile getiriyor. Cemil'in ailesinin yaşadığı köyde çalışma ve azimle meydana getirilen değişim, bu düşüncenin en güzel örneği. Çorak bir toprakta bile sayısız ürün yetiştirmeyi başaran köylüler, Güney'in kurduğu ideal toplum düşünün mükemmel bir dışavurumu. "Arkadaş" Güney'in simgesel anlatıma başvurmaksızın, mesajını direkt iletmeyi seçtiği bir film. Hatta kendisine sıklıkla yöneltilen 'Türkiye'yi geri kalmış gösteriyor' suçlamalarına bile bu filmde cevap vermek istemiş yönetmen: Köyde turistlerin fotoğraf çekmesine şaşıran Cemil, 'Neyi çekiyor bunlar?' diye soruyor Azem'e. 'Sefaletimizi' diyor Azem. Cemil 'O zaman engel olalım' dediğindeyse, Azem'in cevabı son derece çarpıcı 'Biz önce sefaletimize engel olmalıyız!' "Arkadaş" Güney filmografisinin en iyimser eserlerinden biri. Aksaklığı belirten, çözüm öneren, umut dolu bir yapım. Filmle aynı adı taşıyan Melike Demirağ'm seslendirdiği parçadan da anlaşılabileceği gibi, her sorunun üstesinden dostlukla gelinebileceğini savunuyor . (P.T.) {Sinema, En İyi 100 Film}

ANTER “KARA ALİ” (1974)


Yönetmen: Oğuz Gözen
Senaryo Sait Seyit, Orhon M. Arıburnu
Dialog: Seyit Mogribi
Görüntü Yönetmeni: Mükremin Şumlu
Yapım: Venüs/Abdülkerim Uzun (Türk,Lübnan Ortak Yapımı)

Ses mühendisi: Kunt Tulgar, Senkron: Necdet Tok, Negatif Montaj: Mehmet Tezgâhtar, Kamera Asistanı: Ünal Uğur, Reji Asistanı: Çetin İzzet Özkaya, Kamera: Tuncay Ural, Ali Seyit, Dublaj Yönetmeni: Orhan Aykanat,
Kunt Film stüdyosunda hazırlanmış ve seslendirilmiştir

Oyuncular: Muhammet Mevla, Silvana Bedrehan, Abdullah Favvaz, Seyit Mogribi, Filiz Alpan, Yavuz Selekman, Yeşim Tan, Tuba Çetin, Yeşim Soydan, Nurhan Nur, Gönül Tansel, Memduh Ünsal, Ahu Tuğba,Burçin Bozhan, Berit Johanson, Orhan Emir, Canan Candan, Baki Tamer, Erbay Efem, Gül Banu, Okan Önder, Ahmet Aslan, Ahmet Sert, Rahmi Aydın,

Konu: Aşiret kızının bir masal kahramanı olan Anter ile aşkları.

ANASININ GÖZÜ (1974)


Yönetmen: Jose Sanches
Senaryo: İrfan Atasoy
Kamera Muzaffer Turan
Yapım: İrfan Film / İrfan Atasoy

Oyuncular: Richard Harrison, İrfan Atasoy, Erol Taş, Figen Han, Türkan Erdem, Teresa Di Sario, Alca Leoni, Gordon Mitchell,

Konu: Kadınların sırtından geçinen işsiz güçsüz bir hovardanın yaşantısı.

AMAN NE GIRGIR (1974)


Yönetmen: Aram Gülyüz
Senaryo: Ahmet Üstel
Foto Direktörü Çetin Gürtop
Yapım: Yıldız Film / Manuk Manukyan

Reji Asiatanı: Arif Erkuş, Kmera Asstanı: Uğur Bilge, Işık Şefi: Şevket Yılmaz, Jenerik: Refik Onubil, Renk Uzmanı: Turgut Ören, Sesleri Alan: Marko Buduris, Prodüksiyon Amirleri: Ahmet Akkaş, Ergin Demirçubuk, Set: Baki Soğukpınar, (Ören Film stüdyosunda hazırlanmıştır)

 Oyuncular: Müjdat Gezen, Arzu Okay, Bahar Erdeniz, Orçun Sonat, Mine Soley, Figen Han, Renan Fosforoğlu, Ali Sururi, Cemil Akacan, Tarık Şimşek, Erol Yeşilyaprak, Tevfik Şen, İhsan Bayraktar,

Konu: Tahsilini yapmak üzere Kayseri’den İstanbul’a gelen zengin bir adamın aşk ve macera öyküsü.

ALMANYALI YARİM (1974)


Yönetmen: Orhan Aksoy
Senaryo: Fuat Özlüer
Görüntü Yönetmeni: Çetin Gürtop
Yapım: Erler Film / Türker İnanoğlu

Oyuncular: Filiz Akın, Kadir İnanır, Atıf Kaptan, Sami Hazinses, Hüseyin Zan, Mualla Fırat, Kayhan Yıldızoğlu, Yadigâr Ejder, Mahmure Handan, Turgut Boralı, Nubar Terziyan, İlhan Hemşehri, Mualla Fırat

KONU: Murat (Kadir İnanır) Almanya da çalışan bir fabrika işçisidir. Maria ise (Filiz Akın) zengin bir Alman işadamının kızıdır. Bir gün hafif bir trafik kazası sonucu Murat ve Maria tanışır. Aynı günün akşamı Murat iş arkadaşlarıyla gittiği bir barda Maria ile karşılaşır. Sudan bir nedenle barda çıkan kavga sonucu Murat ve arkadaşları tutuklanır. Ama ertesi gün Maria’nın tanıklık etmesiyle kurtulurlar. Bu alçakgönüllü, dürüst ve güzel Alman kızı Murat’ı derinden etkilemiştir. Maria’nın duyguları da Murat’ınkinden farklı değildir. İki genç arasında duygusal bir ilişki başlar. Maria davet ettiği doğum günü partisinde Murat’ı ailesi ile tanıştırır. Babası Maria’nın bir işçiyle, hem de yabancı uyruklu bir işçiyle evlenmesine karşı çıkar. Bunun üzerine Maria ile Murat Türkiye’ye birlikte gitmeye karar verirler. Maria için, dil, din, ırk ayrılıklarından doğabilecek sorunlar umurunda bile değildir. Emin olduğu tek şey Murat’ı tüm yüreğiyle sevdiğidir. Hiçbir güçlük onu durduramayacaktır. Babasının şikayeti sonucu polisler Murat’ı sınır dışı eder. Maria da Murat’la birlikte gider. Onun ailesi ile tanışır ve müslüman olarak adını Meral diye değiştirir. Murat ile eski Maria, yeni Meral evlenirler. Maria’nın babası izlerini sürmektedir. Yaşadıkları yeri bulur ve yanlarına gelir. Annesinin ağır hasta olduğunu söyleyerek kızından Almanya’ya dönmesini ister. Meral Almanya’ya Murat’la birlikte döner. Maria’nın babası Almanya’da iken gizlice Murat’ın çantasına uyuşturucu koydurtur ve ihbar eder. Murat polis tarafından tutuklanır .

Meral eşinin suçlu olduğuna inanmamaktadır. Bu yüzden ailesini suçlar ve evi terk eder. Bu arada Murat bir fırsatını bulup polisin elinden kaçar ve Meral’le buluşur. Sahte pasaportla Almanya’dan kaçacaklardır. Ama polise yakalanırlar. Bu yolun geriye dönüşü olmadığının farkında olan Meral’le Murat polisle bir kovalamacaya girer. Meral açılan ateşle vurulup biricik sevgilisinin kucağında can verir. Murat çılgına döner ve polislere ateşle karşılık verir ve o da öldürülür. Kader, acımasız yüzüyle iki ayrı dünyadan gelmiş olan iki sevgiliye bir parça mutluluğu çok görmüştür. Ve bu trajik oyunun kazananı yoktur...

Çevre ve mekan değişimi sinemamızın yıllardır kendine göre bir takım öyküler anlatan yönetmeni Orhan Aksoy'u hiç mi hiç etkilemiyor. Almanya'da yaşayan bir milyon Türk işçisinin yaşamı, dertleri, sorunları, Aksoy'un umurunda değil... İnanılmaz bir pembe gözlülde ve çağımızda hiçbir toplumda hiçbir sanatçının inatla sürdürmeyi artık düşünemeyeceği bir bireycilikle eğiliyor, Almanya olayına... Bir Türk işçisi ile zengin bir aileden gelen bir Alman kızının aşkını anlattığı " Almanyalı Yarim", aynı konuyu binlerce kez işlemiş Türk filmlerinden hiçbir ayrılık taşımıyor. Sürekli aşk fılmleri yapmak insanın adını "hassas yönetmen"e çıkarabilir, "aşk fılmleri yönetmeni"ne çıkarabilir belki... Aksoy'un filmlerini hala seven, bu filmlerde hala gözyaşı döken vatandaşlar da bulunabilir. Ama Aksoy'un fılmlerinin, bizim gibi kalbi nasır bağlamışlara söyleyecek bir sözü yok. O yoluna gitsin, biz yolumuza... Ve umalım, hiç karşılaşmamak üzere...”Atilla Dorsay, “Sinemamızın Umut Yılları” syf, 85”


ALMANYA'DA BİR TÜRK KIZI (1974)


Yönetmen: Oksal Pekmezoğlu
Senaryo: Hulki Saner
Görüntü Yönetmeni: Cahit Engin,
Manasi Filmeridis
Yapım: Saner Film / Hulki Saner

Oyuncular: Neşe Karaböcek, Engin Çağlar, Ceyda Karahan, Osman Alyanak, Ahmet Kostarika (Turgutlu), Suat Yalçın

Konu: Zeynep’le evli olan Murat çalışmak için Almanya’ya gitmiştir. Gurbetteki kocasının yolunu gözleyen her kadın gibi Zeynep de mutsuz, Murat’ını beklemekte, gelen otobüslerden kimse çıkmayınca, Postacı Kadir Amcanın postasından bir haber gelmedikçe çok üzülmektedir. Zeynep bir gün bahçede çamaşır asarken çocuklar Almanya’dan mektup geldiğini müjdelerler. Nihayet beklediği haber gelmiştir. Mektupta bir kaç güne kadar döneceğini yazan Murat turistlerle geleceklerini yazar. Artık ayrılık bitmiştir. Zeynep kocasına kavuşacağından büyük bir sevinç içindedir. Nihayet Murat ve grubu gelir. Zeynep kocasının kendisine biraz uzak kaldığını, hatta ona yabancı gibi baktığını hissetmiştir. Eve gelip sofrasını kuran Zeynep bütün hazırlıklarını tamamlamış, süslenip püslenmiş Murat’ını beklemektedir. Senelerdir beklediği kocası meydanda yoktur. Saatler ilerlemiş gece olmuştur. Zeynep merak eder ve otele bakmaya gider. Murat’ı içmiş Gertha ile dans ederken görür. Murat gelişinden dönüşüne kadar hep eğlencededir. Nihayet dönüş günü gelmiştir ve Zeynep onu gözyaşları içinde Almanya""ya uğurlamıştır. Almanya’dan bir müddet sonra gelen mektupta Murat, onun bir kasaba kızı olarak kaldığını, Almanya’nın onu çok değiştirdiğini, aralarındaki farklılıktan dolayı ayrılmaları gerektiğini yazmıştır. En yakın arkadaşı Fatoş’la dertleşmektedir. Fatoş mutlaka Almanya""ya gitmesini ve Murat’ı bulmasını söylemektedir. Zeynep de kararını vermiştir. Almanya’ya gider. Oraya seneler evvel giden arkadaşı Rukiye’yi bulur. Ama ona yük olmak istemez ve kendisine iş bulmasını, çalışmak istediğini söyler. O da onu kendi çalıştığı lokantada yardımcısı olarak işe aldırtır. Diğer tarafta Murat ve Gertha ile mutsuzdur. Zeynep’e haksızlık ettiğini ve onu bir zamanlar ne kadar çok sevmiş olduğunu düşünmektedir. Nihayet Zeynep doğurmuştur. Bir gece hep beraber bir Türk gecesine giderler. Zeynep’ten bir şarkı isterler. Bu güzel ses Zeynep’in patronu Hans’ı da çok etkiler. Ona artık şarkıcı olarak çalışacağını bildirir. Zeynep bu teklifi kabul eder. Türklerin çok geldiği bu lokantada şarkı söylemeye başlar. yavaş, yavaş meşhur olmaya başlamıştır. Bir gün arkadaşlarının methettiği bu şarkıcıyı dinlemeye gelen Murat gözlerine inanamaz. Bu Zeynep’ten başkası değildir. Kuliste onunla görüşmek ister. Adamlar onu Zeynep’in yanına sokmazlar. Faşing zamanı gelmiştir. Zeynep bir yandan çocuğunu büyütmekte, bir yandan da çalışmaktadır. 

Fakat Murat’la karşılaştığı her eğlence yerinde çılgınca eğleniyor havasında onu deli etmektedir. Bir gün Murat karşılaştıkları bir yerde dayanamaz pistin ortasından kucakladığı gibi Zeynep’i evine getirir.Ertesi gün Zeynep, Murat’ın üstüne bir motosikletinin gittiğini görür ve kendini motorun önüne atar. Murat yaralıdır hastane kaldırılır. Kendisini kurtaranın Gertha olduğuna inandırılan Murat onu öpmektedir. İçeri giren Zeynep çok üzgündür ve Murat’a memlekete geri döneceğini ve bu arada bir yavruları olduğunu itiraf eder. Murat inanmaz. Zeynep Türkiye’ye dönmek üzere hazırlanır. Yakın arkadaşı Rukiye Murat’ı ziyarete hastaneye gider ve Zeynep’in söylediklerinin doğru olduğunu, Faşing gecesi motosikletinin önüne kendisini atanın Gertha değil Zeynep olduğunu anlatır. Zeynep’e hep hayran olan Patron Hans onunla beraber trene biner, memlekete gelirler. Zeynep’in de artık ret gücü kalmamıştır. Hans’ın evlenme teklifini kabul eder. Fakat nikah masasında halen Murat’ı sevdiğinin farkında olarak hayır yapamıyorum diye bağırarak kaçar. Hans sünnet olduğuyla kalmıştır. Murat dönmüştür. Büyük bir sevgi ve hasretle kucaklaşırlar. Yavrularını alıp mutlu sona erer.

AH DEME OH DE (1974)



 (KADIN OKŞANMAK İSTER) 

Senaryo ve Yönetmen: Nazmi Özer
Görüntü Yönetmeni: Salih Dikişçi
Yapım: Emek Film / Nazmi Özer

Oyuncular: Sermet Serdengeçti, Mine Mutlu, Arzu Okay, İlhan Dener, İ. Hakkı Şen, Özden Yüce, Senar Seven

Konu: Bir şoförle, kendisini çevresini zengin olarak tanıtan bir gencin aşk ve macera dolu erotik bir film.

AÇLIK (1974)


Senaryo ve Yönetmen: Bilge Olgaç
Görüntü Yönetmeni: Ali Uğur
Müzik: Yalçın Tura
Yapım: Funda Film / Fethi Oğuz

Sesleri Alan: Necip Sarıcıoğlu, Renk Uzmanı: Türker Vatan, Montaj ve Senkron: İsmail Kalkan, Mevlut Koçak, Negatif Montaj: Sezai Elmaskaya, Işık Şefi: Mustafa Koçyiğit, (Funda Işık Servisi), Set Teknisyenleri: Mustafa Buvan, Erdal Sümer, Raif Özkök,
(Yeni Stüdyo Laboratuarlarında hazırlanmış ve seslendirilmiştir.)

Oyuncular: Türkan Şoray, Mehmet Keskinoğlu, Mümtaz Ener, Hüseyin Kutman, Tuncer Necmioğlu, Birtane Güngör, Zeynep Ramazanoğlu, Renan Öz, Senar Seven, Hakkı Kıvanç, Faik Coşkun, Zeynep Ramazanoğlu, Zeynep Buval, İbrahim Şeker,

Konu: "Açlık", günümüz Türkiye'sinde köy kadınının durumunu ele almaya çalışan bir film... Kadının, çeşitli durumlarda, çeşitli olaylar karşısındaki zavallılığı, edilgenliği, kuklalığı anlatılmaya çalışılıyor. Öykünün aşamaları arasında... Bilge Olgaç'ın senaryosu, Meryem'i önce küçücük bir kızken, yoksul ana-babası tarafından köyün ağasının yanına (evlatlık) verilirken gösteriyor. Meryem büyüyor, güzel bir kız oluyor. Ağanın yanındaki diğer iki kızla birlikte, adamın şehvetine, saldırısına uğruyor. Kızlığını karşı koyamadan yitiriyor Meryem. Sonra, köy civarında kendi halinde yaşayan yoksul bir baba-oğuldan, evlenmek isteyen oğluna karı arayan babanın ağaya başvurmasıyla, Meryem'in kaderi değişir gibi oluyor.

Ağa, bu dik başlı, yaptığını unutacak gibi gözükmeyen kızdan kurtulmak için veriyor onu... Meryem, en sefil koşullar içinde bile, erkeğine hizmet ediyor, kendinin olan bu yuvayı yaşanır hale koyuyor, erkeğine iki de çocuk doğuruyor.. Ancak kıtlık, kuraklık başlamıştır yörede.. Kocası, iş bulmak için İstanbul'a gittiğinde, Meryem, iki yavrusuna ve yaşlı kayınbabasına kol, kanat geriyor, onları kuraklığın şerrinden korumak için, ağaya, namusunun diyetini almaya bile gidiyor... Zamanı gelince ise, canını vermekten çekinmiyor. “Atilla Dorsay “ Sinemamızın Umut Yılları” syf, 99 ”

* "Açlık", öncelikle söyleyelim, Bilge Olgaç'ın şimdiye dek yönettiği en başarılı film, Olgaç için büyük bir aşama... Olgaç, aslında iddialı bir yönetmen... Hep çaplı konulara el atan, bu yüzden, ele aldığı öyküler altında çoğu zaman ezilmiş bir yönetmen... "Açlık" ta Olgaç, bizce ilk kez, bir öyküyü baştan sona hemen hiç aksamayan bir sinema diliyle vermeyi başarıyor. Özellikle ilk yanda, bir yandan köyde kadının evlilik kurumu karşısındaki sessiz, edilgin durumunu verirken, sinema dili olarak da yalın, sade, ama etkili bir anlatımı tutturmayı başarıyor.
Kötülüklerin iyilik tarafından yenildiği, öteye, itildiği, iyi, mutlu, güzel bir dünyanın kuruluşunu ve Meryem'in orda mutluluğu bulmasını anlattığı bölümler, filmin en başarılı bölümleri...

Kadınca bir duyarlık taşıyan.. Ancak, bir yerden sonra, filme yerli dramatik kaynaklar getirme zorunluluğu duyan, bunun için de "kuraklık" ve onun getirdiği "açlık" tema'larını işin içine sokan Olgaç; bu bölümleri zorlama olmaktan kurtaramıyor; filmin ilk yarısındaki doğallığı, sade, ama inandırıcı yanı bulamıyor. Açlık", dürüst, temiz, özenli, dikkate layık bir çalışma... Türkan Şoray’ın iyi bir oyun verdiği, gerçek bir oyuncu potansiyeli olan Mehmet Keskinoğlu'nun, özgün bir tiple, TV'deki "Yaşar" tipi arasında duraksadığı (Korkarız Keskinoğlu'nun “35” duraksaması uzun sürecek), yılın belli bir çizgiyi aşan yerli filmlerinden...

AÇ GÖZÜNÜ MEMET (1974)


Yönetmen: Süreyya Duru
Senaryo: Ahmet Üstel
Foto Direktör: Ali Uğur
Yapım: Murat Film / Süreyya Duru

Set Amiri: Turan Alok, Set Teknisyenleri: Mehmet Öztürk, Taşkın Arslan, Işık Şefi: Kahraman Kongur, Işık Teknisyenleri: Nurettin Uyarlı, Ekrem Taşdemir, Şakir Zenger, Reji Asistanı: Salih Dirikli, Kamera Asistanı: Ahmet Demir, Prodüksiyon Asistanı: Ramazan Özdemir, Prodüksiyon Amiri: Reşit Çıldam, Asistan Rejisör: Tolgay Ziyal, Sesleri Alan: Tuncer Aydınoğlu, Bican Avşar, İsmail Karataş, Montaj Senkron: Arif Özalp, Negatif Montaj: Şevket Uysal, Laboratuar Şefi: Recai Karataş, Acar Film laboratuVarında hazırlanmış ve seslendirilmiştir

Oyuncular: Mehmet Keskinoğlu, Füsun Önal, Kenan Pars, Talat Gözbak, Şemsi İnkaya, İhsan Yüce, Nevin Güler, Danyal Topatan, Muharrem Gürses, Muzaffer Hepgüler, Benan Öz, Haluk Orçun, ve Elif Pektaş, Müşerref Çapın, Hamit Has, Zerrin Yüce, Zülfikar Dıvanı,

Konu: Taşı toprağı altın dır diyip İstanbul’a gelen Sivaslı Mehmet’in aşk öyküsü

ZÜLEYHA (1973)


Yönetmen: Mehmet Bozkuş
Senaryo: Nuri Kırgeç
Kamera: İzzet Akay
Yapım: Osmanlı Film / Mehmet Karahafız

Oyuncular: Nuri Sesigüzel, Fatma Belgen, Diclehan baban, Atıf Kaptan, Önder Somer, Yeşim Yükselen

Konu: Ağa kızıyla fakir bir delikanlının aşkları.

ZAMBAKLAR AÇARKEN (1973)


Senaryo ve Yönetmen: Nejat Saydam
Eser: Kerime Nadir
Foto Direktörü Melih Sertesen
Müzik: Bora Ayanoğlu
Yapım: Acar Film / Murat Köseoğlu

Kostümler: Faize Sevim Modaevi, Kuaför: Muammer Yaprakgül, Sesleri Alan: Tuncer Aydınoğlu, Bican Avşar, İsmail Karataş, Montaj: Özdemir Arıtan, Laboratuar Şefi: Recai Karataş, Prodüktör Amiri: Refet Gülerman, Işık Şefi: Cengiz Arlı, Set Amiri: Ahmet Ateş, Dekorlar: Bilal Uysal, Mustafa Acar, Aksesuar: Hasan Aslan, Kamera: Abdullah Gören, Prodüksiyon Temsilcisi: Gürcan Köseoğlu, (Acar Film Stüdyosunda çevrilmiş ve renkli laboratuarlarında hazırlanmıştır.)

Oyuncular: Filiz Akın, Kartal Tibet, Suzan Avcı, Nuri Altınok, Aynur Aydan, Aytaç Arman, Ekrem Dümer, Renan Fosforoğlu, Başak Gürsoy, Yadigar Kırmızıgül, Nezihe Güler, İsmail Varol, Vahit Volkan, Hayri Arlı, Mankenler: Başak Gürsoy, Zülal Özbağ, Aynur Aydan,

► Babası tanınmış bir yazar olan ünlü bir futbolcunun, babasından habersiz bir şekilde evlenmesi ve maçlarından dolayı ülkesine dönemediği için,karısını babasına emanet etmesiyle başlayan olaylar” birbirini izler. Romanına sadık kalınarak çekilen bu filme ait roman özeti ve aynı zamanda filmin de konusu şöyle:

Her şey o mektupla başlamıştı. Otele geldiğinde, geniş koltuklardan birine oturdu. Doğrusunu söylemek gerekirse, önce bu işi muzip oğlunun bir şakası sanmıştı. Fakat otelin kayıt defterindeki o oda ayırttırılmış ve isimde aynı şahsa aitti. O an başından aşağı soğuk terler boşalıvermişçesine yerinden fırladı ve doğruca 216 numaralı odanın önüne gitti. Kapıda rahatsız etmeyin yazısını görünce bu işi yarına bırakmaya karar verdi. Akşam otelin barına gittiğinde genç güzel bir kız alkolün vermiş olduğu etki ile üstündekileri tek tek çıkartıyor ve Oğuz Bey’e öpücükler atıyordu. Buna daha fazla dayanamayarak odasının yolunu tuttu.

Ertesi sabah tekrar odanın önüne gidip kapıyı çaldığında, içerden gelen küstah cevaplar iyice sinirini bozmaya yetmişti. İçerdeki o ses, kapıyı açtığında büyük bir şok yaşadı.

Ona bakan yüz, akşam barda üstünü başını çıkartıp dans eden kızın ta kendisi idi. O anda oğlunun niye böyle bir işe kalkıştığını düşünerek kızgın bir şekilde hazırlanmasını söyleyerek buradan gideceklerini söyledi. Çiftliklerinin yolunu tutarken ikisi de konuşmuyor, gözlerini yoldan ayırmıyorlardı. Derken Perran özür dilercesine bir şeyler mırıldanıyordu. Fakat hiç bozuntuya vermeden yoluna devam eden Oğuz Bey, çiftliğe geldiklerinde evin işlerine bakan İclal Hanıma onu tanıştırmak için ağzını açtı. İclal Hanım da onu pek sevmemiş olacak ki yüzü bir karış açık şekilde işlerim var diyerek oradan uzaklaştı. Bu huzursuzluk devam ederken yanına gelen Perran, özür diliyor ve böyle çılgınlıkların bir daha olmayacağını tekrarlayarak Oğuz Bey’in gönlünü almaya çalışıyordu.

Bundan sonra, aralarında büyük bir yakınlaşma başlıyor ve sık sık çiftlikten uzak, geceleyin geri dönmeyen geziler Bu durum gelinini önceden tanıştırmış olduğu yakın arkadaşı, Sabir, halası, Tomris Albat ve ev halkını rahatsız ederdi. Bu geziler, bu yakınlaşma yanlış anlaşılmaya neden oluyor olmalı ki Sabır, Oğuz Bey’in odasına girerek ona tehditler savuruyordu. ”Oğlunun karısıyla nasıl böyle bir ilişkide bulunabilirsin?” gibi sözler sarf ettiğinde sorun anlaşılmıştı. Oysaki bu ilişki aralarında kurmuş oldukları büyük dostluktan başka bir şey değildi. Onu tersleyerek odadan çıkmasını sağladı. Ertesi sabah Perran ile çıkmış oldukları at gezisinde büyük bir patlama duyuldu ve ardından Sabir çalılıkların arasından görüldü.

Anlaşılan av merakı devam ediyordu. Ama neredeyse ikisinden birini vuracaktı. Eve döndüklerinde oğlundan gelen telgrafta, ilk uçakla geliyor olduklarını yazıyordu. Hava alanına vardıklarında büyük bir seyirci kitlesi futbol kafilesini bağrına basıyordu. Tabi bunların içerisinde oğlu da vardı. Oğlu Mete koşarak yanlarına geldi ve tek tek herkese sarıldı. Perran buna pek sevinmemiş gözüküyordu. Anlaşılan aramızdaki o muhteşem dostluğun bozulmasından korkuyordu. O sırada uçağın kapısında bir kadın belirdi ve Mete babasına onu işaret ederek “İşte karınız babacığım” diyordu. O boşanmak üzere olup ne zamandır görmediği karısı Mediha oğlunun mürüveti için geri dönmüş ve halası Tomris sayesinde boşanma kayıtlarını iptal ettirmişti. Oğuz Bey Mediha soğuk bir şekilde karşıladı. Çünkü her zaman ki gibi işlerine karışacak ve onu bir kölesi gibi kullanmaya devam edecek kendini beğenmiş biriydi. Sabır anlatmış olacak ki o da Perran’ı görünce pek sevinmemiş olduğu yüzünden okunabiliyordu. Çiftliğe gittiğinde Mete arkadaşlarını çağırdığını ve karısı ile birlikte yurt dışına giderek orada bir takıma transfer olmak istediğini söyledi. Perran buna karşı çıkarak hiçbir yere gitmeyeceğini söylüyor Mete de onu yatıştırmaya çalışıyordu.

O akşam beraber dışarı çıkan Mete ve karısı eve döndüklerinde Mete yalnızdı. Mete’nin ağzını bıçak açmıyordu. Perran’ı bulmaya gittiğinde Mete’den boşanmak istediğini söylüyordu. Bu çok iddialı bir söz idi. Perran konuşmaya başladı. Yurt dışına gitmek isteyişinin sebebinin zenci bir metresinin olduğu idi. Bu arada Mete yurt dışına gitmiş ve bir ön anlaşma imzaladığının haberi gelmişti bile. Bunun üzerine Perran‘ı çiftliğe getiren Oğuz Bey, evde Sabır ve karısının asık suratlarıyla karşılaştı. Ertesi sabah yine atla geziye çıkmaya karar verdiler. O gün zambaklar daha da büyümüş ve güzelleşmişlerdi. Şelalenin önüne geldiklerinde yine korkunç bir patlama ve Perran atın üstünden düşüyordu. O sırada Sabir çalılıklar arasından çıkarken Mete’nin namusunu kurtardığını haykırıyordu. Oğuz Bey acele bir şekilde Perran’ı kucaklayarak anayolu bulmaya çalışıyordu. Ama bir türlü kafasını toplayıp da doğru yolu bulamıyordu. Bulduğunda da zaten iş işten geçmiş, Perran ölmüştü.

Onun mezarını zambak bahçesinin ortasına yaptırdı. Ölüm haberini alan Mete, soluğu çiftlikte almış ve haberin doğruluğunun araştırıyordu. Gerçeği öğrenince yıkıldı ve onu annesinin yanına götürmek istediğini ve Sabir’in de orda olduğunu söyledi. Bu büyük bir fırsat idi onun için. Eve gittiklerinde Sabir her zaman ki gibi içiyordu. Onu görür görmez katil diye üzerine saldıran Oğuz Bey’i gören oğlu Mete donup kalmış ve olayı yorumlamaya çalışıyordu. O anda herkes büyük bir şok içinde iken Mediha ilk uçakla onu yurtdışına kaçıracağını söyledi. Bunu duyan Mete babasının göstermiş olduğu tepkiyi tekrarlayarak Sabir’in üstüne yürüdü. O sırada Mediha “O senin gerçek baban” diyerek babası olduğunu yüzüne vurdu. ”Onun gibi bir kadından başka bir şey beklenmez.” diyen Oğuz Bey kapıyı vurup çıktı. Arkasından Mete’nin sesi duyuldu. Bunca sene babalık yapan Oğuz Bey’i bırakıpta başka birinin oğlu olmak onun onuruna dokunurdu. Olup biten her şey onlar için bir rüyadan ibaretti sadece.

Karakterker:
Oğuz albatros: Olayların kahramanı, ünlü bir yazar.
Perran: Oğuz Bey’in gelini. Güzelliği ile herkesi etkileyen cıvıl cıvıl çılgın bir genç.
İclal Hanım: Evin işlerine bakan bir hanım
Sabir: Oğuz Bey’in yakın arkadaşı. Karısıyla kavga ettiği bahanesiyle çiftliğe gelir ve
durmadan içer.
Tomris Albat: Halası rolünü oynuyor. Yapmış olduğu eserler halk tarafından daha çok tutuluyor.
Mediha: Kendini beğenmiş, Oğuz Bey’i avucunun içine alıp istediği gibi yön verdiğinden dolayı birbirlerinden ayrılma kararı alan fakat daha sonra barışmak zorunda kalan ikili sonda büyük bir şok yaşatıyor.




ZALOĞLU RÜSTEM (1973)


Senaryo ve Yönetmen: Natuk Baytan
Foto Direktörü: Mükremin Şumlu
Yapım: Haydar Film / Mahmut Üçüncüoğlu

Asistan Rejisör: Ç. İzzet Özkaya, Operatör Asistanı: Adil Özbek, Tonmayster: Faruk Özer, Ar Direktör: Yüksel Tanık, Laboratuar Şefi: Hikmet Kuyucu, Laboratuar: Hayati Akbulut, Özkan Sevinç, Montaj ve Senkron: Osman Koşkan, Süleyman Karakaya, Set Teknisyenleri: Neci Ataman, Cesur Barut, Kostümler: Niyazi Er, Makyör: Ehad Alinçe, Işıklar: Kongur Işık Servisi: Işık Şefi: Ergun Şimşek, Jenerik: Refik Onubil, Renk uzmanı: Turgut Ören, Zihniye Ören, Prodüksiyon Amiri: Sabri Sezer, (Ören Film Stüdyosu’nda hazırlanmış ve seslendirilmiştir.)

Oyuncular: Yıldıray Çınar, Meral Orhonsay, Reha Yurdakul, Tarık Şimşek, Atilla Ergün, Süha Doğan, Renan Fosforoğlu, Hasan Ceylan, Hakkı Kıvanç, İhsan Gedik, Gündüz Akar, Arap Celal, Günay Güner, Adnan Mersinli, Süheyl Eğriboz, Tarık Şimşek, Sönmez Yıkılmaz, Zeki Tüney, Kadir Kök, Mustafa Doğan, Hakkı Kıvanç, Gündüz Akar, Erdoğan Seren, Mehmet Yağmur, Küçük Yıldız: Kenan Özcan ve Mualla Omay,

Konu: Oğlunu kaçıran Rus prensinin kalesini basıp, oğlunun intikamını alan Zaloğlu Rütem’in macerası.


ZALİM KARTAL (1973)


Yönetmen: Erdoğan Tokatlı
Senaryo Recep Filiz
Kamera: Fevzi Eryılmaz
Yapım: Topkapı Film / Yaşar Tunalı
.
Renk Uzmanları: Turgut Ören, Zihniye Ören, Laboratuar Şefi: Hikmet Kuyucu, Labr. Yrd: Özkan Sevinç, Hayrettin Çakmak, Sesleri Alan: Faruk Uzel, Senkron: Süleyman Karakaya, Negatif Montaj: Hüsam Üren, Kostümler: Niyazi Er, Reji Asistanı: Erol Erdoğan, Operatör Asistanı: Taci, Saraç, Ören Film stüdyosunda renklendirilmişti

Oyuncular: Tugay Toksöz, Meral Zeren, Muazzez Kurtoğlu, Lütfü Engin, Zeyno Çilem, Yüksel Gözen, Özcan Bilge, Lütfü Engin, Sema Engin, Kadir Kök , Murat Tok, Arap Celal,

Konu: “Boş Beşik” filminin uyarlamasıyla tekrar gündeme gelen bir film. “Yörük beyi Ali ile Fatma’nın evliliklerinden yedi yıl sonra doğan çocuk göç vaktini geciktirir. 40 gün sonra yola çıkılır. Ali kafilenin başında, Fatma ise sonunda yol almaktadır. Gecikme göçün koşullarını da zorlaştırır. Mola yerinde 40 günlük bebek Murat kuzgunlara yem olur. Evlat acısı ile deliye dönen Fatma sağa sola şuursuzca koştururken sularda boğulur”. Oyundaki bu gelişme Cumalı tarafından sonradan değiştirilerek yenide yazılır. “Filmde ise Fatma çocuğunu elinden alan kartalla girdiği mücadelede yaşamını yitirse de öcünü alır