Yönetmen: Osman F.
Seden
Senaryo Safa
Önal, Ahmet Üstel,
Erdoğan Tünaş
Kamera: Kaya Ererez
Yapım: Akün Film/İrfan
Ünal
Oyuncular:
Hülya Koçyiğit, Savaş Başar, Doğan
Bavli, Oktar Durukan, Bülent Kayabaş, İsmail Hakkı Şen, Günfer Feray, Danyal
Topatan, Osman Alyanak
Konu: Hapisten kaçan üç mahkumun zengin bir
kişinin evine gizlice girdikten, silah tehdidi ile kadına, kocasına ve çocuğuna
türlü anormal davranışlarda bulunduktan sonra, kocasının ve çocuğunun
öldürülmesiyle çıldıran kadının yıllar sonra bir rastlantıyla tanıdığı
katillerden intikam alışını öyküsü
► Jean
Jacques Rousseau, daha 18. yüzyılda, insanların "doğuştan eşit"
olduğunu, onları "iyi" veya "kötü" diye isimlendirmemize
neden olan niteliklerini, sonradan, toplum yaşamı içinde edindiklerini ileri
sürüyordu. Toplum-bilimi saygın bir bilim dalı haline getiren Durkkheim,
"bilgin, sosyal çevrenin insan bilinci üzerinde baskı yapan sosyal
olgularını, hukuk, ahlak, din gelenek gibi ortak fikirlerini inceleyerek
toplumun ve o toplumun içindeki bireyin gerçeğine varabilir" diyordu. Lise
düzeyindeki bu bilgilere sahip olmayan kişi bile, çağdaş dünyamızda etrafına
baktığında, toplumda (her toplumda) var olan "kötü"lerin,
"kötülük"lerin, önemli ölçüde o toplumda var olan dengesizlik,
haksızlık, adaletsizlikten, insanca bir yaşama düzeni kurulamamış olmasından
geldiğini görür görmek zorundadır. Toplumda soyutlanmış bir "iyi"
veya ''kötü'' anlayışı, günümüzde geçerli değildir. Ne var ki, belli bir
düzenin savunmasını yapan, yapmak durumumda olan bir tür sinema yıllar yılı bu
gerçeği örtbas etmeye çalışmış, kişiler, bireyler, onların özellikleri üzerinde
dönenip durmuş, kollektif olanı toplumsal olanı bireysel olanda, bireyin
öyküsünde toplumun ve içerdiği haksızlıkların etkisini göstermemeyi seçmiştir.
Onun içindir ki, Batı sinemasında yıllar yılı, örneğin çiftlerin öyküleri
(karı-koca-aşık üçgeni, karısını öldürmek isteyen dengesiz koca v.s), altın
yürekli, erdemli veya tam tersine kötü, manyak zalim kişilerin, gangsterlerin,
haydutların, hırsızların öyküleri anlatılmıştır. Bu açıdan yanlış ve eksik
olan, temelsiz bir dünya yaratan şartlandırmalar getiren bu filmler, ancak
anlatım açısından içerdikleri yenilikler, sinema dilinin oluşmasına yaptıkları
katkılarla saygımızı kazanabilmişlerdir.
Ama
günümüzde her şey değişmiştir artık... Birey / toplum ilişkisini hiç ortaya
koymayan, veya yanlış biçimde ortaya koyan sinema, bırakınız Türkiye gibi bir
ülkeyi, bireyciliğin, bireyci sanatın ve dolayısıyla bireyci sinemanın kalesi
olan Amerika gibi bir ülkede bile neredeyse gözden düşmüştür. Bireysel olandan
yola çıkmak aslında kolaydır. Dünya üzerinde üç milyar insan yaşamaktadır.
Bunlardan en aşağı 1 milyarı, bir insanın kişisel. özelliklerinden yola çıkmayı
seçen sinemayı ilgilendirebilecek özelliklere sahip olabilirler. Gerçekten de,
aranan her türlü şey bulunabilir bireylerde. Aşık olabilecekleri gibi hırsız da
olabilirler, manyak olabilirler, katil, deli, esrar tutkunu, cinsel sapık,
eşcinsel, hayvan sevici, röntgenci, poligam veya poliandr, düzenbaz, hileci,
soyguncu, casus, v.s. Ve bir film, herhangi bir sanat eseri gibi bunlardan
herhangi birini alıp öyküsünü anlatabilir. Ama inandırıcı olmak şartıyla... Bu
şarta da, o kişiyi, gökten zembille inmiş gibi değil, belli bir çevrenin, belli
bir ortamın, belli toplumsal ekonomik koşulların' içinde ele almak, özellikle
{neyse) çevresi ile ilişkili biçimde verilmek suretiyle ulaşılır. Başka
türlüsü, uydurmacılıktır. Kolaya kaçmaktır. Bir "kaçış sineması "dır.
"Çirkin
Dünya" işte tam bu tür bir sinemanın örneği... Bırakınız, Türkiye'de var
olmayan yüzme havuzlu evi ve bunun gibi toplumumuza uyarsızhkları. (Bunlar
filme konunun kopyalandığı "Ölüm Misafırleri-Les Intrus" adlı Fransız
filminin gereği olarak konmuştur). Ama daha başında, olanca gardarlıkları,
kötülükleri, zalimlikleri içinde gösterilen üç manyağın sunuluşuyla başlayan
film, bundan sonra, hiç bir temele dayanmayan kötülüklerle "meşru" Bu
kişilerden gelecek her hangi bir süprizi bile taşımaz olmaktadır. Yönetmen,
"işte size üç adet manyak. Bunlar her şeyi yapabilir. "Hazırlıklı
Olun!" demektedir. Ondan sonra da, yapılacak tek şey kalmaktadır: bu
kişilerin patolojik kötülüklerinin dozunu artırarak, geride kalan 1,5 saati
doldurmaya çalışmak. Ne bir çete etüdü, ne bir toplumsal değinme ne bir
sınıfsal konum, ne bütün olup - bitenlere mantıksal bir neden. Ve ne de,
kişilerde, öncelikle kabul edilmesi şart koşulan "kötü" veya
"iyi" olmalarının yanında herhangi bir diğer kişilik karakter boyutu.
Bir kopyacık daha boşa harcanmış, ne sinemamıza ne kimseye birşey kazandıracak
bir filme dökülmüş 6-7 yüz bin lira daha .. Yazık ... “Atilla Dorsay,
“Sinemamızın Umut Yılları” syf,
Sergio Gobbi (1938) ve Charles Aznnavor’un
(1924) senaryolarından Sergio Gobb’nin 1972 yılında filme çektiği “Intrusi Les”
(Ölüm Misafirleri” isimli bir İtalyan filminden uyarlama. Bu filmin başlıca
rollerini, Charles Aznavour, Marie-Christine Barrault (1944) ve Raymond Pellegrin (1925-2007) oynamışlardır.