Yönetmen: Orhan Aksoy
Senaryo: Erdoğan Tünaş, Fuat Özlüer
Müzik: Metin Bükey
Foto Direktörü: Çetin Gürtop
Yapım: Erler Film/Türker İnanoğlu
Oyuncular: Bülent Ersoy (Bülent), Gülşen Bubikoğlu (Gülşen), Şemsi
İnkaya (Rıza), Hulusi Kentmen (Gülşen’in babası), Turgut Boralı (Okul müdürü),
Cevat Kurtuluş (Öğretmen), Mürüvvet Sim (öğretmen), Nubar Terziyan (Bülent’in
öğretmeni), Feridun Çmlgeçen (öğretmen), Kayhan Yıldızoğlu (öğretmen), Saadet
Gürses (öğrenci), Bülent Avcı (öğrenci), Birtane Güngör, Sami Hazinses
Konu: Düğünlerde
şarkı söyleyerek yaşamını sürdüren, fakir ve kimsesiz bir lise öğrencisidir
Bülent (Bülent Ersoy). Okul arkadaşlarının çoğu ise zengin, şımarık, akılları
bir karış havada, her şeyi hafife alan ve eğitimlerini ciddiye almayan
öğrencilerdir. Aksine olgun ve çalışkan bir kişiliğe sahip Bülent, giderek
sınıf arkadaşlarının hedefi olur. Düzmece bir oyunla onu aralarından Gülşen’e
(Gülşen Bubikoğlu) aşık ederler. Amaçları sevdadan başını döndürüp derslerden
soğutarak okulda başarısız olmasını sağlamaktır. Bülent tuzağa düşer,
tembelleşir, dersleri kötüye gider. Fakat bir gün rastlantı olarak bu aşkın
aslında bir oyun olduğunu, salt kendisini küçük düşürmek için düzenlendiğini
anlar.
Yıkılmıştır. Okulu bırakır, bir saz salonunda şarkıcı olarak
çalışmaya başlar. Gülşen ise pişmandır. Bülent’e karşı güçlü duygular
beslediğini fark eder. Bülent’i çalıştığı gazinoda bulur, ondan af diler ve onu
gerçekten sevdiğini itiraf eder. Onu ikna ederek okula dönmesini sağlar. İki
sevgili bir süre sonra evlenme karar verirler. Gülşen’in babasının karşı
çıkması ve suç olduğu için okuldan kovulma riski bile sevdalıları durduramaz.
İşler kötü gider, geçim sıkıntısı çekerlerken Gülşen’in yumuşayan babasının
duyurmadan büyük bir gazinoda Bülent’e iş bulması mutlu bir gelişme olur. Tüm
dostları gazinoya hücum ederler. Konserin yarısında Gülşen birden fenala-şıp
hastaneye kaldırılır. Bülent, Gülşen’in kan kanseri olduğunu, çok az bir ömrü
kaldığını ve babasının da bunu bildiği için evlenmelerine karşı çıktığını
öğrenir. Kısa bir süre sonra Gülşen ölür. Bülent, tam mutluluğu yakaladıklarını
sandığı anda Gülşen’in sevgi dolu genç yaşamının avuçlarından kayıp gittiği
gerçeğiyle; üzgün, çaresiz ve yapayalnız kalmıştır...
► Gazinoların yeni "prensi" Bülent Ersoy da ilk filmiyle
sinemada ... Önceleri, Zeki Müren'in 20 küsur yıl önceki ilk filmi
"Beklenen Şarkı’ının yeni bir uyarlamasıy-la sinemaya geçmesi tasarlanan
Ersoy, sonunda vazgeçilen projenin yerine özgün bir senaryoyla sinemaya
girişini yapıyor. "Ozgün" kuşkusuz, sözgelimi... Yoksa, önemli bölümü
"Hababam" serisinden olmak üzere, senaryo, Türk sinemasının bütün
bilinen trüklerini, numaralarını 'antolojik biçimde ortaya getirmekten öte bir
yenilik taşımıyor ...
Şimdi, "Sıralardaki Heyecan" gibi bir filmi nasıl
eleştireceğiz? Her ne kadar sine-madan asıl beklenen kitlelere bir mesaj, bir
bildiri vermesi, bir düşünce iletmesi ise de, sinema yalnız bunun için yapılmaz
ve sinemaya yalnız bunun için gidilmez. Sinemaya bazen sürükleyici bir film
sey-redip vakit geçirmek, sevilen bir oyuncuyu görmek, ünlü bir şarkıcıyı
dinlemek için de gidilir. Bu tür bir oyalayıcı sinema vardır ve ne denirse
densin, daha çok uzun süre de var olacaktır. O zaman, bu tür bir sinemayı da
kendi kuralları ve kalıpları içinde ele almak gerekmez mi?
Öyle yapalım. Ve iki örnekle bu filmi eleştirelim. Bir
"Çağlayan Saz" sahnesi var filmde ... Bir de "Maksim" de
konser bölümü ... Şimdi soralım bu filmi yapanlara: Bir "saz salonu"
öyle mi olur? Bir saz salonunda, tıpkı bir konser salonu gibi seyirci oturmuş
sahneyi mi seyreder? Orada bin bir dert taşıyan insan vardır; içmeye, unutmaya
gelmiş insan vardır... Herkes kendi alemindedir... İçeri girildi-ği zaman (hem
de filmdeki gibi 20 kişi birden!) kapıdan insanı karşılayıp kuşkulu bir gözle
süzen, yer gösteren bir garson takımı vardır. Filmi hazırlayanlar, hiç saz
salonu
görmemişler mi? Bu da inanılır gibi değil, çünkü Yeşilçam tam
bu tür yerlerin göbeğinde.Ya Maksim veya benzeri bir gazinoda öyle bir atmosfer
mi vardır? En ön sıra-ları (hem de bir gala gecesi) yalnızca liseli
öğrencilerin tutması ve gazinoda (bizim görebildiğimiz kadarıyla) okulun
kadrosundan başka hiç kimsenin olma-ması nasıl mümkün olur? Babanın 300.000
lirasıyla Bülent'i gazinosuna assolist olarak almaya karar veren kimse, bir kez
gelip de çocuğu görmez, sesini dinlemez mi? Bu konularda Fahrettin Arslan'a da
mı danışılamazdı?
İşte sorun burada... Yoksa, Bülent Ersoy'u merak etmek, gidip
bir filmini seyret-mek isteyebilir herkes (bizim gibi)... Bu tür bir filmden
bir baş yapıt çıkmaz elbet; ama kurallarına, müzikal bir vakit geçirme filminin
kurallarına, uygun bir yapım çıkabilir. Ancak onun için, önce Çağlayan Saz'ın,
Çağlayan Saz'a, Maksim'in de Maksim'e benzemesi gereklidir. Sinema, bir gerçeği
yansıt-ma sanatıdır çünkü... En basit, gündelik, sıradan gerçekleri,
gerçeklikleri ek-rana yansıtmayı bilmeyenler sinemanın başında oldukça,
yapımcısı, yönetme-ni. senaryocusuyla bu takım bu işi aynı kafayla ve seyirciyi
çocuk yerine koyarak sürdürdükçe, bu işi böyle gider. Önce gerçeğe benzer
sinema yapacağız. Sinemanın diğer sorunları, ancak bu aşamaya eriştikten sonra
çözüm yoluna girebilecektir. “Atilla Dorsay, “Sinemamızın Umut Yılları”
syf, 182 ”