Yönetmen: Orhan Aksoy
Senaryo: Sefa Önal (Necati Cumalı'nın "Makedonya 1900" adlı öyküsünden)
Görüntü Yönetmeni:Kaya Ererez
Yapım: Akün Film / İrfan Üna
Kurgu İsmail
kalkan, Yönetmen yardımcıları Şahin Gök ve Jan Brindizi, Müzik: Cahit
Berkay, Neg. Kurgu: Mahmut Eskici, Laborantlar: Mahmut Doğan,
Kamil Kutay, İsmet Tomaçgil, Hayrettin Çakmak, Renk Düz. Ast.: Hasan
Örnek, İşık Şefi: Erol Batıbeki, Koray Hersek, Ses Kayıt: Necip
Sarıcıoğlu ve Erkan Esenboğa, Set Ekibi: Şeref Yılmaz, Necmettin
Çobanoğlu, Mansur Kırık ve İlyas Kürtün
Oyuncular:
Türkan Şoray (Dila Hanım), Kadir İnanır
(Karadağlı Rıza), Erol Taş (Kara Haydar), Kadir Savun (Rıza Beyin kâhyası),
Hüseyin Peyda (Kocabey), Zerrin Egeliler (konuk oyuncu), Tarık Şimşek (Kâhya
Ferhat), Meri Erman, Zeki Tüney (Kara Haydar’ın adamı), Hakkı Kıvanç (Dilâs
hanımın adamı), Nevin Nuray (konuk oyuncu), Ferdi Akarnur (resepsiyonist),
Ahmet Üstel, Nubar Terziyan (değirmenci Osman), Ekrem Dümer (Doktor), İsmail
Hakkı Şen (Komutan), Yüksel Gözen (lokantacı), Oktar Durukan (İlyas), Osman
Han, Ata Saka (Dilâ hanımın adamı), İbrahim Uğurlu, Tevfik Şen (Rıza Beyin
adamı), Ahmet Karaca (Dilâ hanımın adamı), Cevdet Arıkan (Rıza beyin adamı),
Er-han Dilligil (Rıza beyin arkadaşı), Yadi-gâr Dağdeviren (Kara Haydar’ın
adamı), Abdi Akgül, İbrahim Kurt, Orhan Çoban (garson), İbrahim Uğurlu
Konu: Necati
Cumalı'nın Sait Faik Ödülü kazanan Makedonya 1900 kitabında-ki bir öyküden Safa
Ünal'ın senaryosuyla sinemaya aktarılan film, aşka dönüşen bir kan davası
serüveni sunuyor.
Filmin başında cinayeti görmeyiz ama Karadağlı Rıza Bey,
arazi anlaşmazlığı nedeniyle Barazoğlu İbrahim Bey'i vurmuş, suçu iki adamı
üstlenmiş, Barazoğlu'nun karısı Dila Hanım intikam yemini etmiştir. İşi
halletmesi için önce idamlık olduğu için dağa çıkmış,beşikteki bebeğe bile
acımayan gaddar katil Kara Haydar'ı kiralar. Rıza Bey pusudan yaralı kurtulur.
Bunun üzerine silahı eline alan Dila Hanım, yaralıyken bulduğu Rıza Bey'i
tanımadığı için tedavi etmek üzere kendi konağına götürür. Durumun farkına
varan genç adam, kimliğini gizler, kendisini değirmenci Yakup olarak tanıtır.
İki düşman arasında yavaş yavaş sevgi bağı kurulur, birlikte değirmende
çalışırlar. İkisi arasında şu tür konuşmalar geçer: "Öldürmen şart mı Rıza
Beyi? / O öç yaşatıyor beni / Neden? / Can alanda can konur mu? / Ölen geri mi
gele-cek? / Kocam yattığı yerde kabir azabı çekmeyecek, benim yere düşmüş
al-nım yükselecek."
Değirmende bir gece yalnız kaldıklarında kendisiyle birlikte olmak
isteyen Yakup'u reddetmesi ve adamın ısrar etmeyip uzaklaşması üzerine Türkan
Şoray'm yalnızca "Sağol!" demesi, sinema tarihimizdeki en samimi
teşekkür sahnelerinden biridir. Bunun gibi intikam peşindeyken Rıza Bey'in
konağına gelen Dila Hanm'n atıyla birlikte camdan içeri dalışı da değme western
filmlerine taş çıkartacak niteliktedir. Ama "Dila Hanım"ı bu denli
sevilen kılan, sanırız ki tüm bir final sahnesidir. Orhan Aksoy, oldukça güzel,
etkili biçimde kotardığı finalde Rıza Bey'e "Çal!" dedirtir ve düşman
aşıkları enfes bir dansla baş başa bırakır. Gelenekler devreye girer, her
ikisinin de adamları elleri bellerinde yavaş yavaş dans edenlere yaklaşır ve
mutsuz sonla kucaklaşırız.
Atilla Dorsay'a göre özenle çekilmiş, temiz, göz doldurucu
bir yapımdır "Dila Hanım". Usta eleştirmen şöyle der Sinemamızın Umut
Yılları kitabında: "Görsel açıdan ve sinema dili açısından aksayan hemen
hiçbir yanı yok. Orhan Aksoy yine sevdiği türden bir kara sevda öyküsünü, seven
ve sevdikleri için ıstırap çeken, sevgilerini her zaman bir ikilemin karşısında
feda edip etmemek durumunda kalan insanların öyküsünü, prodüksiyonun kendisine
verdiği olanaklarla, bildiği, sevdiği gibi, özenle, benimseyerek
anlatıyor." (TA.)
► ""Dila Hanım", özenle çekilmiş, temiz, göz
doldurucu bir yapım. Görsel açıdan ve sinema dili açısından aksayan hemen
hiçbir yanı yok. Orhan Aksoy, yine sevdiği türden bir "kara sevda"
öyküsünü, seven ve sevdikleri için ıstırap çeken, sevgilerini her zaman bir
ikilemin karşısına feda edip etmemek durumunda kalan insanların öyküsünü,
prodüksiyo-nun kendisine verdiği olanaklara bildiği, sevdiği gibi, özenle,
benimseyerek anlatıyor.
Ancak, diğer yandan da filmin sinema-mızdaki tüm kalıpları
nasıl bir kez daha yinelediğini görmemek olanaksız. Kay-nak ve köken ne olursa
olsun, ister Necati Cumalı'nın veya başka bir Türk yazarının eseri, ister
yabancı bir filmin kopyalanması, isterse Safa Önal veya Bülent Oran'ın özgün
bir senaryo çalışması olsun, Türk sineması yine belli kalıpların, klişelerin
içinde dönenip duruyor. Türkan Şoray/Kadir İnanır ikilisini bir arada
görür-seniz konuyu bile hemen çıkarabilirsiniz Şoray, kuşkusuz yine mağrur,
kendinden emin kadını oynayacak, Kadir'e istemeden aşık olacak: sonunda ise
boyun eğecektir. Kadir İnanır ise yine gururlu, kendini beğenmiş erkek olacak.
kasım kasım kasılacak, ama o da kalbini teslim etmekte gecikmeyecektir.
"Dila Hanım" bir kez daha, aşkları ve görevleri
gururları arasında duraksayan kişilerin, fotoroman edebiyatının bu bitip
tükenmez hazinesinin kalıntılarını getiriyor karşımıza... 1900'ların
Makedonya'sından günümüz Ürgüp 'yöresine nakledilen öykü, bilinen dekorların
(Sait Halim Paşa yalısı, Ürgüp yöresindeki Kaya Oteli, ve aynı yörenin peri
bacaları) önünde, sinemamıza özgü bunalımlar yaşayıp sinemamıza özgü büyük
laflar eden kişileri bir kez daha karşımıza getiriyor.
Kaya Ererez'in bol zoom'lu çalışmasının, Cahit Berkay'ın
gösterişli müziğinin de etkisiyle, her şeyin abartılı boyutlarda barok bir
sinema duygusuyla verildiği foto-roman aşkıyla İtalyan westerni kırması bir
film geliyor karşımıza. Bu açıdan Türk sineması cephesinde yeni bir şey yok...
Bir de final var... Asıl öykünün finalini bilmiyorum, ama
filmde belli ki aranmış, düşünülmüş, etkili olması istenmiş bir final var.
Güzel bir final aslında; öyle ki, son ayların filmlerini de düşünerek,
"sinemamız bir final sineması olmak yolunda diyebilirsiniz. Ne var ki asıl
güzel final, insanca, adamca olan asıl final, yine kim bilir kimi (seyirciyi)
memnun. etmek isteyen bir görüşün işe karışmasıyla kana bulanıveriyor, filmin
yere yıkılan kahramanlarıyla birlikte gerçek-ten güzel ve insancıl bir final yapmak,
seyirciye çağdaş bir bildiri sunmak fırsatı da yere yıkılıveriyor ... “Atilla
Dorsay, “Sinemamızın Umut Yılları” syf, 186 ”