Powered By Blogger

25 Nisan 2018 Çarşamba

ANKARA PEŞİMİZDE (1979)


Yönetmen Hasan Karcı
Senarist : Hasan Karcı
Görüntü Yönetmeni: Aram Keskinay
Yapım: Başkent Film

Işık Şefi ; Kahraman Kongur  Metin Devrim

Oyuncular: Sönmez Yıkılmaz, Hüseyin Ererez, Alpay Ziyal; Suna Sezer, Süheyl Eğriboz

Konu: Filmde hapisten kaçan dört mahkumun yakalanmamak için verdikleri mücadele konu edilir.

ANASINA BAK KIZINI AL (1979)


Yönetmen: Naki Yurter
Senaryo: Recep Filiz
Görüntü Yönetmeni: Sedat Ülker
Yapım: Gaye Film/Erdoğan Tilav

Oyuncular: Dilber Ay (Kezban), Zafer Doğan (Kâmil), Emel Canser (Leman), Yılmaz Şahin (Osman), Recep Filiz (Dayı bey), Tevhit Bilge (Kezban’ın amcası), Çetin Başaran (Şair Kemal)

Konu: Üvey bir anne ile kızının arasında geçen olayların öyküsü.

ANAHTAR (1979)


Yönetmen: Naki Yurter
Senaryo: Recep Filiz
Kamera Salih Dikişçi
Yapım: Birlik Film/Müfit İlkiz

Kurgu: Cevat Sezer, Renk Uzmanı: Kamil Kutay, Senkron: Recep Pala, Set: Yaşar Davutoğlu, Işık: Enis Özaydın, (Kaya Ören Stüdyolarında hazırlanmıştır)

Oyuncular: Cesur Barut, Funda Gürkan, Yüksel Gözen, Ayşen Selvi, Sami Tunç, Çetin Başaran, İhsan Gedik, Nazan Kutlu, Gündüz Akar

Konu: Esrar kaçakçılarını yakalamak üzere görevlendirilen bir polisim maceraları.


ALMANYA ACI VATAN (1979)


Yönetmen: Şerif Gören
Senaryo: Zehra Tan
Müzik: Rahmi Saltuk
Görüntü Yönetmeni: İzzet Akay
Yapım: Fatoş Film/Selim Soydan

Reji Asistanı: Muzaffer Hiçdurmaz, Kamera Asistanı: Cem Moldav, Prodüksiyon Amiri: Halil Dede, Set Ekibi: İlyas Akarsu, Bedri Uğur, Sesleri Alan: Erkan Esenboğa, Laboratuar Şefi: Selahattin Hoşses, Senkron: Mevlut Koçak, Montaj: Şerif Gören, (Yeni Lale Film Stüdyosunda hazırlanmıştır)

Oyuncular: Hülya Koçyiğit, Rahmi Saltuk, Mine Tekgöz, Fikriye Korkmaz, Bedri Uğur, Suavi Eren. Bigi Schöner, Orhan Alkan, Seda Sevinç, Karl Wenzel, Fehmi Uğur, Sabahat Gönül, Veysel Pala,

Konu: Sadece para kazanmayı amaçlayıp bir robot haline gelen fabrika işçisi Güldane ile, formalite icabı evlendiği kocasının Almanya öyküsü. Almanya-dan köyüne iznini geçirmek üzere gelen Güldane (Hülya Koçyiğit) Mahmut (Rahmi Saltuk) ile tanışır. Almanya düşleriyle yaşayan Mahmut, para ve arazi karşılığında Güldane'ye evlenme teklif eder. Mahmut'un amacı böyle bir formalite evliliği sayesinde Almanya'ya gidip yerleşmektir. Ve evlenip birlikte otomasyon düzenine karşı çıkıp isyan eder Almanya'ya giderler. Para biriktirmekten başka bir şey düşünmeyen Güldane Almanya'ya vardıklarında Mahmut'u terk eder. Mahmut tek başına yabancı bir ülkede kalırken, Güldane çalıştığı fabrikada giderek robotlaşır. Alman polisi aylak aylak dolaşan Mahmut'u yakalayıp karısına teslim ederler. Bu beraberlik yeni bir şey getirmez. Çünkü Güldane'nin kocasına karşı ilgisizliği devam eder. Ama sonunda kendisini uzun bir süreden beri rahatsız eden bir Türk’ten kurtulmak için Mahmut'a yaklaşmak zorunda kalır. Böylece aralarındaki gerginlik sona erip gerçekten karı-koca olurlar. Ve Mahmut sadece karısının parasıyla birahanelere gider, çapkınlık yapar. Güldane'nin hamileliği karşısında ise Mahmut bir vurdum duymazdır. Bütün bu olaylardan sonra Güldane kocasının bu tavrına ve özellikle de kendini bir makine haline getiren otomasyon düzenine karşı çıkıp isyan eder.

* Köye iznini geçirmeye dönen Güldane, Berlin' e dönüşünde yanında kuru fasulye, nohut, sucuk, vs. ile birlikte Mahmud'u da getirir: Almanya düşleri gören Mahmud, köyde Güldane'yi kendisiyle formalite gereği evlenmeye kandırmış, böylece Almanya'ya girebilmiştir. Güldane, bu işe para karşılığı yanaşmıştır, onun için Berlin' e gelince Mahmud'u yapayalnız ortada bırakıverir. İki Türk kızıyla birlikte oturmaktadır Güldane: Biri şen şakrak, "kendi hayatını yaşıyan", onun için namus bekçisi. Türk işçileriyle başı derde giren bir kızdır. Bunların diğeri eve kapanmış, bir "prens" beklemektedir... Güldane'nin tek istediği ise paradır: Olabildiğince kazana-rak bir köşeye koymak...

Diğer yandan, tıpkı "Otobüs"teki Türk işçisi gibi bir süre büyük Batı kentinin görkemli, ürkütücü ve kendisine ilgisiz yaşamını bir karabasan gibi duyumsayan Mahmut, sonunda arkadaşlarını bulur. Güldane'ye karşı ilgisi, kızı korumaya, sonunda onunla yatmaya dek gider. Ama Mahmut, tipik bir Türk erkeğidir, bencil, kadına karşı sorumsuz, kadına yukardan bakan... Birahanelerde içki içip tombul Alman kızları tavlamayı öğrenince Güldane'ye ilgisi azalır. Öylesine ki Güldane'nin gebeliği onu hiç ilgilendirmez, giderek kızdırır... 

Güldane önce aldırmak istediği çocuğunu korumaya karar verir. Bu arada, Alman fabrikasındaki çalışmanın boğucu tek düzeliği, otomasyonun yaygınlaşması sonucu makinanın insanın yerini almasına karşı belli belirsiz duyduğu öfke de somutlaşır. Tüm bunlar, onu Almanya'yı bırakıp vatanına dönmeye yöneltir... Ama bunu yapacak mıdır, yoksa artık alıştığı, bildiği bu düzende ülkesinde bulamadığı güvenceyi sağlamak için robotluğu kabullenip bir süre daha kalacak mıdır?

"Almanya Acı Vatan" Almanya'daki Türk işçileri gibi toplumu yakından ilgilendiren bir konuda sinemamızın anlaşılmaz ve bağışlanmaz sessizliğine son veren, konuya ("Almanyalı Yarim" gibi bir kaç kötü örneğin ve çok kendine özgü bir Yapım olan "Otobüs"ün başarısının dışında) ilk kez ciddi ve boyutlu biçimde eğilen bir film... Diğer yandan, odak noktası olarak bir kadın işçinin alınması, bir kadın olan senaryo yazarına (Zehra Tan'a) öyküsüne daha ger-çek gözlemlerle yaklaşmak ve önemli şeyler söyle-mek fırsatını vermiş.

"Almanya Acı Vatan"ın hızlı anlatımı, sanki nefes nefese temposu içinde birçok şeye dokunuluyor, birçok şey gösteriliyor. Alman sanayinde verimliliği alabildiğine artırmak için çalışmanın git gide mekanikleşmesi, insanın robotlaşması, gerekirse kolayca gözden çıkarıl-ması... Türk kırsal kesiminde egemen olan feodal dönem kalıntısı ahlak anlayışının, kadın erkek ilişkilerinin, çağdaş Batı sanayi toplumlarının ahlak anlayışıyla çarpışınca paramparça olması, ama yerine konacak bir değer sistemi bulun-madığından karmaşanın sürüp gitmesi... Yeni düzene uymada kadınca içgüdülerini kullanarak daha başarılı, daha verimli olan kadının yanı sıra, feodal yaşamın kalıntılarına büsbütün yapışarak boşlukta kalan, uyumsuzluk içinde kıvranan erkek... Bozuk bir toplum yapısının kendisini savurduğu bu yabancı ellerde 15 yıldır başarıyla yaptığı çöpçülük görevi dolayısıyla "yılın çöpçüsü" seçilen ve Alman ilgililerinden ödül alırken iç burucu bir konuşma yapan Türk işçisi... Vs. vs...


"Almanya Acı Vatan", tüm bunlara ve başka şeylere değiniyor. Şerif Gören bir kez daha kıvrak, akıcı bir sinemayı gerçekleştiriyor. Ne yazık ki Gören, bu denli hızlı bir anlatımın, nefes nefese bir kurgunun, bitmez tükenmez zoom'ların 1970'lerde, giderek 1960'larda kalan bir sinema anlayışı olduğunu, günümüzde sinemanın artık bu biçimsel oyunlara rağbet etmeyen, daha sabırlı, daha incelemeci, olayların ve kişilerin üstünde daha uzun biçimde duran bir sinema olduğunu bilmiyor. Bu yüzden dokunduğu, değindiği onlarca şeyin çoğu, gerçek bir tortu bırakmadan siliniyor, seyircinin belleğinden..

Ama haksızlık etmeyelim. "Almanya Acı Vatan"dan yine de bazı şeyler kalıyor. Özellikle Türk erkeğinin kadına karşı feodal kalıntısı koşullanmışlığı... Mahmut'un hastaneen yeni çıkmış, çocuğunu aldırmaktan vazgeçmek gibi önemli bir karar almış Güldane'nin çantasına sarılarak kumar parası alması, Alman kızıyla yatakta yakalandığında üste çıkarak Güldane'yi azarlaması gibi bölümler, insana tokat gibi çarpıyor. Türk çöpçüsüne ödül verilmesi bölümü ise tümüyle çok etkileyici...

"Almanya Acı Vatan" sonuç olarak, dürüst, ciddi, önemli bir çaba... Amacına tam erişemese bile bir hayli yaklaşıyor. Hülya Koçyiğit çok iyi, ilk filminde Rahmi Saltuk, senaryoda tam belirginleşmemiş kişiliğine karşın aksamıyor, ama filmin en önemli başarısı, Almanya'da çalışan gerçek Türk işçilerinin bir bölümünden aldığı çok başarılı sonuç... Şerif Gören, bir dönem İtalyan sinemasının bu yöntemini ustalıkla yeniliyor ve gerçek işçilerle profesyonel oyuncula-rın karmasından seyirciyi hiç yadırgatmayan şaşırtıcı bir sonuç alıyor... (Atilla Dorsay, 12 Eylül Yılları ve Sinemamız, syf, 142)

* Rahmi Saltuk, oyuncu olarak başarılı değil bizce. Acemiliği batan sona kadar sürüp gidiyor. Ama Hülya Koçyiğit'in o çok değişik Güldane'si sanırız meslek yaşamının en önemli başarılarından biri...Koçyiğit, canlı duyarlıklı bir işçi kızını çok büyük bir ustalıkla oynuyor. Abartmaya kaçmadan çizdiği bu kişilik Gören'in filmine de işçiyi daha bir boyutlu yansıtma olanağı veriyor. Gören bu noktada Akad'ın ustalığına erişmiş görünüyor. Bütün olarak Gören'in sineması, Atıf Yılmaz'ın akıcı, rahat anlatımıyla kolayca boy ölçüşebilecek düzeyde. (Nezih Coş Aydınlık, 9 Şubat 1980)

* Almanya Acı Vatan", bir başyapıt olmamakla beraber görülmesi gereken bir film. Ticari ödünler verilmiştir ama, gene de filmin belli bir özgünlüğü vardır. En azından işçiler kendilerini oynamışlardır, en azından "Otobüs"ten beri beş yıldır boş kalan bir alana bir adım atılmıştır, az şey değildir bunlar. (Hakkı Alacakaptan- Milliyet Sanat Dergisi, S.1, 1 Şubat 1980)


AHLAKSIZ/UTANÇ (1979)


Yönetmen: Savaş Eşici
Senaryo: Kazım Kartal
Görüntü Yönetmeni: Hüseyin Özşahin
Yapım: Barış Film/Savaş Eşici

Oyuncular: Zerrin Egeliler, Kazım Kartal, Yüksel Gözen, Nilay Bora

Konu: Yaşlı bir adamla evli bir kadının, şoförüyle kurduğu ilişkinin öyküsü

AFERİN ÇOCUĞA (1979)


 Senaryo ve Yönetmen: Çetin İnanç
Görüntü Yönetmeni: Mükremin Şumlu
Yapım: Osmanlı Film / Mehmet Karahafız

Oyuncular: Aydemir Akbaş, Sabahan, Ata Saka, Nizam Ergüden, Zerrin Egeliler

Konu: Salak bir berber çırağının, patron kızıyla olan aşk öyküsü. Baba, kızını yanında çalıştığı çırağın (Aydemir Akbaş) aptal bir kişiliğe sahip olması nedeniyle vermez. Ve bir gün dükkan gangsterler tarafından soyulur. Sonunda berber çırağı soyguncuları yakalayınca baba, kızını (Zerrin Egeliler) verir.

ADAK (1979)


Yönetmen: Atıf Yılmaz
Senaryo: Başar Sabuncu
Eser: Faruk Erem (1962/64 yılları arasında Erzincanın’ın Kargın ilçesinin Peritli köyünde geçen bir olaydan)
Görüntü Yönetmeni: İzzet Akay
Yapım: Yeşilçam Filmcilik/Atıf Yılmaz

Yönetmen yardımcıları: Erdoğan Kar, Leyla Çetin, Müzik: Yalçın Tura, Kurgu: Özdemir Arıtan, Seslendirme: Tuncer Aydınoğlu, Sanat Yönetmeni: Balkan Naci, Yapım Yönetmeni: Selahattin Koca, Aydınlatma: Abullah Baştuğ, Yardımcısı: Cem Molvan, Çevre Düzeni: Şeref Yılmaz, Azmi Yıldız,

Oyuncular: Tarık Akan, Necla Nazır, Yaman Okay, Erol Keskin, Celile Toyon, Çetin İpekkaya, Tuncer Necmioğlu, Gökhan Mete, Hikmet Zeybek, Murat Tok, Abdullah Ferah, Dündar Aydınlı, Garihe Gündem,

Konu: Oğlunu tanrıya kurban eden Müslüm ile, kara yazgılı eşi Gülbahar'ın Öyküsü. Müslüm (Tarık Akan), kaçırdığı Gülbahar'la evlenip, bir kasabaya yerleşir. Yoksul bir yaşam süren bu iki kişilik ailenin bir oğulları olur. Müslüm biraz daha para kazanabilmek için toprak işçisi olarak Çukurova 'ya çalışmaya gider. Ve birlikte çalıştığı işçilerden birinin altını çalınır. Müslüm, hırsız olarak suçlanıp tutuklanır. Müslüm, dini inançlarına bağlı bir iç yapıya sahip olduğundan, eğer bu iftiradan kurtulup kendini temize çıkarırsa ilk doğacak çocuğunu Tanrıya kurban edeceği ne söz verir. Ve bir süre sonra gerçek suçlu bulunur. Müslüm köyüne döndüğünde karısı Gülbahar'ı hamile bulur. Ve çocuk doğduktan sonra Müslüm adağını hatırlar. Her geçen gün yoksullukları giderek artar, büyük oğlu hastalanır, köyde kuraklık çıkar. Ve tüm bu felaketlerin adağını yerine getirmediği için ortaya çıktığına inanır. Müslüm Hz. İbrahim kıssasından esinlenerek 2,5 aylık oğlunu Tanrı'ya kurban ederek adağını yerine getirir. “Agah Özgüç “Türk Filmleri Sözlüğü, 2. Cilt” syf, 103

* 1979 yılı, Türk sinemasının film niceliği bakımından pek sıkıntı çekmediği yıllardan biri oldu. İki arada bir derede dizginleri eline alan seks filmleri furyası ortalamayı ister istemez yükseltmiş yükselttikçe kontrolden çıkmış, kontrolden çıktıkça ürkütücü bir hal almıştı. Ama 1979'un elle tutulur filmlerinden biri, bu kuru kalabalığın arasından sıyrılmayı mümkün kılacak kadar mühim bir meseleyi masaya yatırıyordu. Söz konusu film "Adak"tı, yönetmeni ise 1979'dan çok önce rüştünü ispatlamış olan Atıf Yılmaz. Senede en az 3 film çekerek yönetmenlik kariyerinin en aktif dönemini yaşayan Atıf Yılmaz, değişik türler arasında dolanıp durduğu o senenin 10 günlük bir bölümünü "Adak"a ayırmaya karar verdi. Belki kafasında 10 günlük bir çekim planı yoktu, ama başrol oyuncusu Tarık Akan'ın aniden ortaya çıkan askerlik sorunu az zamanda büyük işler yapmasını zorunlu kılmıştı.

Yılmaz'ın bu meşakkatli filme girişmesinin en büyük nedeni, elindeki hikayenin sarsıcı gerçekliğine güveniyor olmasıydı kuşkusuz. Gerçekten de çeşitlilikten güç alan bir yönetmenin kaçırmak istemeyeceği türden bir öyküsü var "Adak"ın. Çalışmak için gittiği Çukurova'da iftiraya uğrayıp hapse düşünce, şayet adalet yerini bulursa doğacak ilk çocuğunu Allah'a kurban edeceğine yemin eden Mümin Koca, gerçek suçlu yakalandığında adadığı adakla vicdanı arasında gelgitler yaşamaya başlar. Evine döndüğünde karısı Gülbahar'ın ikinci çocuklarına hamile oluşunu bir hatırlatma mesajı, köy halkının aniden oluşan kuraklık yüzünden zor durumda kalışını ve büyük oğlunun hastalanmasını bir uyan mesajı olarak algılayan Mümin, zor da olsa adağını yerine getirmeye karar verir. Gerçek bir olaydan esinlenen film, bu gerçekliği iyice vurgulamak istercesine, konuyla ilgili toplumun değişik kesimlerinden ve meslek gruplarından insanlarla yapılmış röportajlarla desteklenmiş. "Adak"ın belgesel vari havasını en iyi tanımlayacak kelime 'canlandırma' olurdu herhalde. Zira Yılmaz hikaye anlatımını yer yer keserek, öykünün gerçek kahramanı Müslüm Koca hakkındaki yorumları ve finalde de Koca'nın akıbetini seyirciyle paylaşmış, izlenilen filmin Bir tür temsil olduğunu her fırsatta hatırlatmış.

Bir koç görüntüsüyle açılan film, Allah için oğlunu kurban etmek isteyen Hz. İbrahim'in hikayesini anımsatarak yola çıkıyor. Daha sonra da yer yer çeşitli resimler ve tekrarlarla, anlamayan kimse kalmayana kadar hikayenin üzerinden geçiliyor. Adak Hz. İbrahim'in oğlunu kurban etme niyetinden yola çıkmış olsa da, İslam dinini ve Allah'ın büyüklüğünü yüceltmekten ziyade, gerçekten yaşandığını bir an bile unutmamıza izin vermemek suretiyle olayın toplumsal boyutlarını irdeliyor ki şüphesiz ki böylesi çok daha ilginç.

Yılmaz'ın ve senarist Başar Sabuncu'nun temel derdi, seyircinin yakından tanımasına izin verdikleri tek karakterin, kendine göre mantıklı sebeplerle işlediği cinayetin toplumdaki yankılarını incelemek. Sadece Türk sinemasının değil, dünya sinemasının da en büyük tabularından biri olan ve konu edilmesinden çoğunlukla sakınılan 'kasıtlı olarak bir çocuğun canına kıyma' suçunu filminin merkezine yerleştirme cesareti gösteren yönetmen, söz konusu suçun aldığı tepkileri, dönemin 'öteki'ni yargılama işinden haz alan toplumunu eleştirmek amacıyla kullanmış çoğunlukla. Bu bağlamda, toplumun köylü/cahil kesimi ile şehirli/eğitimli kesimi arasındaki büyük uçuruma dikkat çekilmiş. Dolayısıyla sınıfların birbirinden uzak seyrettiği her toplumda olduğu gibi sözde modernliğin, varlığını tehlikeye sokacak herhangi bir durumla karşı karşıya geldiğinde kapıldığı panik hali hakim filmin 'üst düzey fikir sahiplerine. Seyircinin, adının hakkını fazlasıyla veren Mümin karakteri ile ilgili hisleri şu noktada sınanıyor: 

Filmdeki uzmanlardan birinin de iddia ettiği gibi, Mümin yaşadığı çevrenin etkisiyle dahil olduğu inanç çemberinin gerektirdiğini yerine getirdiği için, suçlu bulunmamalı mıdır? Yoksa nasıl bir kültürden gelirse gelsin, nihayetinde öz çocuğunu gözünü kırpmadan öldüren bir baba gibi mi algılanmalıdır? Karısının basitçe ifade ettiği gibi 'iyi' bir adam mıdır? Yoksa toplumun üst-orta sınıfından çeşitli insanın tekrar tekrar dile getirmeye bayıldığı gibi bir 'canavar' mıdır? Adağını yerine getirmek Mümin için kaçınılmaz mıdır? Yoksa ortada basitçe bir cehalet sorunu mu vardır? Yılmaz, bir an için bile saf değiştirmeden sonuna kadar filmin en mantıklı adamı olan Mümin'in yanında kalarak ve Mümin'in aleyhinde konuşan herkesi kasıtlı olarak komik duruma düşürerek kendi hislerini açık ediyor zaten. Dahası seyircinin çıkaracağı olası sonuçları tahmin edercesine,
meselenin ekonomik ve psikolojik boyut-larını ele almayı da ihmal etmiyor. Böylece derdini didaktizme kaçmadan ve dramatize etmeden anlatma başarısı gösteren yönetmen, ustaca çizdiği sancılı toplum manzarası ve Tarık Akan'ın abartısız oyunculuğundan güç alarak, dönemin 'mış gibi yapan' seks filmlerinin yanı başında, bir tür 'gerçek kesit' örneği sunuyor. (Selin Gürel)

* "Adak" başarılı renkli görüntülere, dengeli bir fon müziği çalışmasına sahip. Oyuncular da çok ön plana çıkmadan, seyircisiyle özdeşleşmeden ustaca yö-netilmişler. Ama sinemamızın "epik" bir denemesi olarak çok derin, çok temel sorunlar değil. Bu nedenle Yılmaz'ın bu izlemeye değer filminin asıl eksikliği senaryosunda. (Nezih Coş - Aydınlık: 8 Aralık 1979)

* "Adak" Atıf 'Yılmaz'ın zengin filmografisi içinde bir doruk noktası, belki en iyi filmi. Çok dramatik bir olaya getirdiği akılcı yaklaşım sinemamız için bir dönüm noktası sayılabilir. Başar Sabuncu'nun örnek senaryosu, İzzet Akay'ın kamera ve Yalçın Tura'nın müzik çalışmaları da övgüye değer... Tarık Akan'ın gitgide gelişen ve büyük oyuncu düzeyine iyice yaklaşan oyuncunun da sinemamızda şimdiye dek verdiği en iyi oyun... (Atilla Dorsay Cumhuriyet: 7 Aralık 1979)

* Türkiye’nin geri kalmış yörelerinde geçen, bu geri kalmışlığı en çarpıcı biçimde somutlayan filmler, son yılların Türk sinemasında çok fazla yapıldı. Bu filmleri savunduk. Ancak' artık bu türde fazla direnmemeli. Türkiye yalnızca geri kalmışlığın damgasını taşıyan bir toplum değil çünkü... Başka oluşumlar, gelişme-ler ve zenginlikler de taşıyan bir toplum. Sürekli bu tür filmlerde diretmek, hem bu geri kalmışlığın çarpıcı, "pitoresk" yanını kullanarak seyirci avlamak gibi dürüst olmayan bir tutumu akla getiriyor; hem de Batıya, sinemamızla (haklı olarak) açılmak iste-diğimiz Batıya neden yalnızca en geri kalmış yüzümüzü göstermekte direttiğimizi sorup duran bazı çevrelere hak verdirecek bir düzeye getiriyor işi...

"Adak" filmine bu nedenle olumsuz biçimde yaklaştım. İki buçuk aylık oğlunu Tanrıya kurban eden, tutup tavuk gibi kesen bir babanın öyküsü... İlk ağızda geri kalmışlığı bundan. iyi simgeleyen, bundan daha çok insanı tedirgin edebilecek bir öykü olur mu?

"Adak", baştan olumsuz bir yaklaşımı tümüyle yanlış çıkaran, çok önemli ve çok başarılı bir film... Atıf Yılmaz, böylesi bir konunun getirdiği tuzakların hepsini ustalıkla önlemiş. Böylesine dramatik , bir malzemeye böylesine akılcılıkla ve soğukkanlı biçimde yaklaşma, sinemamızda hemen hemen hiç görülmemiş bir tavır. Öncelikle biçimsel planda görülüyor bu yaklaşım. Öykünün çizgisel gelişimini öyküye karışmış gerçek kişilerin, hukuk ve ruh bilimi otoritelerinin olay üstüne tanıklıklarıyla yer yer kırıyor film. Böylece göstermeci (epik) bir biçem (üslup) yaratıyor; seyircinin, olayın en dramatik bölümlerinde birden ayılarak gerçeğe dönmesi, olayı çeşitli boyutlarıyla kavranması sağlanmış oluyor.

Bu göstermeci tutumu, yalnızca aradaki bölümlerle sağlamıyor Yılmaz. Bunu tüm filmine sindirmiş. Dramatik gelişimin doruğuna ulaşır gibi olduğu bölümlerde filmi kesmesi, filmin (seyircinin) heyecanını, duygusallığın sürekli ve akılcı biçimde denetim altına alması çok ustaca... Bunda olağanüstü özenli saat gibi bir kurgu çalışmasının da payı büyük. Bir tek fazla uzatılmış plan bir fazla saniye yok filmde... Sinemamızda gördüğüz en ustaca kurgulanmış filmlerden biri "Adak".

Bu "dakika" kurgu Yılmaz’ın bu filminde eriştiği sinemasal olgunluğu da daha iyi belirliyor. Hapis odasında, Müslim'in namaz kılarken köyünden Hazreti İbrahim'in efsanesini adağını gerçekleştirmesi bölümleri, büyük sinema anları canlandıran bir halıyı düşleyerek adağını yapması, gece yağmur yağdığını düşlemesi Diğer yandan "Adak", yorum olara da ilginç...

Böylesine vurucu bir olayın karmaşık yapısını belli bir yalınlığa indirirken, sorunun çok yönlü yapısını koruyor film... Olayın gerisinde yatan toplumsal, eko-nomik sorunlar var kuşkusuz... Yanlış bir dinsel eğitim, özünden, kökeninden sıyrılıp yersiz inançlara hurafelere indirgenen bir din öğretimi de suçlanabilir., Ama sorun yalnızca bu mu? Bu biraz da bir "klinik olay" değil mi? Yılmaz, bu konuda kesin bir yanıt vermiyor ancak etken olan, olmuş olabilecek her noktaya değiniyor. Bu açıdan, söz gelimi Osman Şahin'in olayın tümüyle ekonomik kökenli olduğunu ileri süren yorumuyla, "saplantı" biçiminde beliren bir akıl hastalığının söz konusu olduğunu ileri süren Prof. Çetin Özek'in yorumları birbiriyle çelişiyor. Ama gerçek de zaten bu çelişkilerin bileşke noktasında değil mi? Tek yüzlü ve yalın mı gerçek, yoksa çok yüzlü ve karmaşık mı? Filmin yorumu, bu karmaşalığı sergilediği için doğru ve başarılı bizce...

"Adak", Atıf Yılmaz'ın zengin filmografisi içinde bir doruk noktası, belki en iyi filmi.. Çok dramatik bir olaya getirdiği akılcı yaklaşım sinemamız için bir dönüm noktası sayılabilir. Başar Sabuncu'nun çok yalın, ekonomik, örnek senaryosu, İzzet Akay'ın kamera ve Yalçın Tura'nın müzik çalışmaları da övgüye değer... Tarık Akan'ın, bu gitgide gelişen ve büyük oyuncu düzeyine iyice yaklaşan oyuncunun da sinemamızda şimdiye dek verdiği en iyi oyun... Daha kısa rollerinde Necla Nazır, Erol Keskin, Yaman Koray da kutlanmaya değer... Tam bir ekip çalışmasının başarıya ulaştırdığı mutlaka görülmesi gereken bir film "Adak"... “Atilla Dorsay “ Sinemamızın Umut Yılları” syf, 145

ACEMİ DOLANDIRICILAR (1979)


Yönetmen: Yücel Uçanoğlu
Senaryo: Adem Ayral
Görüntü Yönetmeni: Abdullah Gürek
Yapım: Sezer Film/Berker İnanoğlu

Oyuncular: Aydemir Akbaş, Zerrin Egeliler, Erdinç Akıbaş, Muzaffer Nebioğlu, Semra Uçar, Kamer Sandık, Remziye Fırtına,

KONU: Kızını okutup, topluma yararlı olması uğruna dolandırıcılık yapan bir kadınla, kendisine zengin süsü veren bir adamın öyküsü. Dolandırıcı kadın, sonunda tüm paralarını almak istediği kurbanına aşık olur


24 Nisan 2018 Salı

ZOR OYUNU BOZAR (1978)



 "ÖNCE BANA GEL"

Yönetmen:Çetin İnanç
Senaryo:Engin Temizer
Kamera:Dinçer Önal
Yapım:Gaye Film/Erdoğan Tilav

Oyuncular: Bülent Kayabaş, Enis Fosforoğlu, Karaca Kaan, Meral Deniz, Zafir Saba

Konu: Bülent ve Enis sıkı fıkı ve yardımsever iki arkadaştır. İki genç kız ile tanışır ve arkadaş olup, ilişkilerini ilerletirler. Kızların babaları çok zengindir. Bir gün kızlardan birisinin babasının fabrikası soyulur ve iki arkadaş tesadüfen hırsız-ları yakalarlar. Olaylar aniden büyük ve güzel bir hal almaya başlar.


ZEYNEL'LE VEYSEL (1978)


Yönetmen: Yavuz Figenli
Senaryo: Aydemir Akbaş, /Agop Karadayı,
Yönetmen Yardımcısı: Fikret Tınaz,
Kameraman: Rafet Şiriner
Yapım: Aslan Film/Turgut Aslan

Oyuncular: Aydemir Akbaş (Zeynel), Erdinç Akbaş (Veysel), Özcan Özgür (Hurşit), Gülden Gül (Selma), Cevat Kurtuluş (Michel Efendi), Nilgün Ceylan Leyla), Hakkı Kıvanç (Hıyar Hurşit), Arap Celal, Yadigâr Ejf-der (Hurşit’in adamı), İbrahim Kurt (Hurşit’in adamı), Kudret Karadağ, Sabahat İzgü, Sema Yıldız (Serap), Mehtap Seba

Konu: Polis hafiyeliği yapan iki salak gazetecinin güldürüsü.

ZALOĞLU RÜSTEM’İN OĞLU “RÜSTEM İLE SUHRAP” (1978)



Türk filmi olmayan bu film Türk sineması film listelerine eklenmiş: Yönetmen olarak da Yılmaz Duru’nun adı geçmektedir. Yılmaz Duru’nun sevgili eşi Sabah Duru ile yapmış olduğum yazışmada, Filmin Türk filmi olma-dığı, Özbek filmi olduğu hatırlatmıştır. Yılmaz Duru sadece filmin özbek yönetmenine yardımcı olmuştur.


YÜZME BİLMİYORSAN İŞİN NE AĞAÇTA (1978)


Yönetmen: Yavuz Figenli
Senaryo: Aydemir Akbaş
Kamera: Erhan Canan
Yapım: -Rimel Film/Ali Barlık

Oyuncular: Aydemir Akbaş, Zerrin Egeliler, Tevhid Bilge, Yüksel Gözen, Özcan Özgür

Konu: Bir uşağın beceriksizliğin öyküsü

YÜZ NUMARALI ADAM (1978)




Senaryo ve Yönetmen: Osman F. Seden
Kamera: Cahit Engin
Yapım: Can Film/Fatma Girik, Kemal Sunal

Yönetmen Asistanı: Zafer Par, Arif Erkuş, Kamera Ast: Ali Güvenci, Işık Şefi: Ömer Ekmekçi, Prodüksyon Amiri: Adnan Uygur, Set Ekibi: Erdil Demirbaş, Kadir Yılmaz, Necmettin Çobanoğlu, Sami Meriç, Renk Uzmanı: Hasan Örnek, Laboratuvar: Selahattin, İsmet Tomaçgil, Yeni Stüdyoda hazırlanmış ve renklendirilmiştir).

Oyuncular: Kemal Sunal, Oya Aydoğan, Cem Erman, Ali Şen, Reha Yurdakul Orhan Elmas, Oya Akkartal, Leman Akçatepe, Feridun Şavlı, Asım Par, Orhan Çoban, Misafir Oyuncu: Süleyman Turan,

Konu: Bir reklam şirketi TV reklamlarında kullanmak üzere Şaban'la anlaşır. Şaban büyük reklamlarla TV'ye çıkar. Fakat bir süre sonra reklamını yaptığı malların bozuk olduğu anlaşılır. Daha önce halkın çok sevdiği Şaban birden gözden düşmüştür. Duruma el koyar ve halkı aldatanlarla bu kez Şaban mücadele eder. Kemal Sunal'ın en iyi güldürülerinden biri.

► Seden, piyasanın istediğine, belirlenmiş kalıpla kolayca uyan bir sinemacı. Bu konuda hiçbir sıkıntısı, bir direnişi yok "100 Numaralı Adam" nasıl seyircinin beklediği tipik bir "Kemal Sunal fimi" ise "Çilekeş" de seyircinin beklediği tipik bir "Orhan Gencebay filmi". Her şey güvenceye alınmış, hiçbir sürpriz yok. Her 2 film de bunun dışında, Seden'in sinemasının kusurlarını ve erdemlerini taşıyorlar.
"100 Numaralı Adam", kuşkusuz Seden açısından daha önemli. "100 Numaralı Adam", ilginç yanlar taşıyor konu olarak…

► Tüketicinin henüz Batı ülkelerinde olduğu gibi örgütlenmediği, tüketim mallarının gerekli denetimden geçmediği reklamların içeriğinin doğru veya yanlışlığının söz konusu edilmediği bir ülkede, üstelik reklamcıların TV'ye egemen olduğu istemediği programları bile yayınlatmak gücüne sahip olduğu bir ülkede, konu bu yönüyle ilgi çeki-yor. Ancak Seden’in senaryosu bu konulara yüzeysel biçimde yaklaşıyor. 1940'ların TV'de izlediğimiz Frank Capra komedilerinin ana şemasını, iyimserIiğini ve ideolojisini taşıyor film.. İyiler/kötüler arasında, "kötü" üreticiIere karşı tüketicileri koruyan saf Ve iyi yürekli Şaban da, önce kötülerin yanındayken sonunda Şaban'a destek olan reklamcı kız da tipik Capra kahramanları. Buna Kemal Sunal’ın bir çoğu eski Jerry Lewis filmle-rinden alınma buluşlar ve yine tipik Lewis mimikleri de eklenince, filmin özgünlü-ğünden söz etmek zorlaşıyor.

Osman Seden, kamera denen aygıta tümüyle egemen, sinema dilini kurmuş, anlatacağını en rahat biçimde anlatan bir sinemacı. Ne yazık ki anlattığına pek önem vermiyor. Moda akımların, ticari kuralların, piyasaya uyma kaygısının peşine takıImış giden bir sinema bu... Örnekse, Seden gibi yıllanmış bir sine-macı bir Orhan Gencebay filmi çekti-ğinde artık "Çilekeşli gibi bir öyküyü sinemalaştırmayı kabul etmeli miydi? Seden sinemasının biçimsel ustaIığını bir olgu olarak kabul ettikten sonra, bu eleştiriyi getirmenin de gereği var. Sinemacılar, çağımızda nasıl anlattıklarından çok ne anlattıklarıyla yargılanıyorlar artık ... “Atilla Dorsay, “Sinemamızın Umut Yılları” syf, 168

YÜZ KARASI (1978)


Yönetmen: Çetin İnanç
Senaryo: Ali Fuat Kalkan
Kamera: Dinçer Önal
Yapım: Gaye Film/Erdoğan Tilav

Oyuncular: Yalçın Gülhan, Zerrin Egeliler, Karaca Kaan, Tarık Şimşek, İhsan Gedik, Baki Tamer, Ayşen Selvi, Tevhid Bilge, Turgut Özatay

Konu: Kötü yola düşen bir kadınla, onu kurtarmaya çalışan bir komiserin öyküsü

YIKILIŞ (1978)



Yönetmen: Natuk Baytan
Senaryo: Erdoğan Tünaş
Görüntü Yönetmeni: Orhan Kapkı
Yapım: Sezer Film/Berker İnanoğlu
Montaj Senkron: Necdet Tok, Negatif Montaj: Mehmet Tezgahtar, Laboratuar: Aslan Tektaş Renk Uzmanı, Fahrettin Sözen, Set Düzeni: Sonay Kanat, Cengiz Öktem, Yadigar Atik, Murat Özlük, Işık: Kâzım Çakır, İlhami Olcay, Yönetmen Yardımcısı: Fikret Tınaz, Kamera: Ömer Atabalcı, Prodüksiyon: Zeki Tezcan, Nihat Cerit, Kunt Film Stüdyosunda hazırlanmış ve seslendirilmiştir

Oyuncular: Serdar Gökhan, Perihan Savaş, Yılmaz Köksal, Atilla Ergün, Zeyno Senem, Süheyl Eğriboz, Sevgi Akın, Coşkun, Nejat Özbek, Hasan Ceylan, Çocuk Yıldız: Sezer İnanoğlu (d. 1967),

Konu: Soyguncular, Almanya'da çalışıp dönen bir ailenin tüm parasını çalarlar. Motosikletleriyle kaçarken de ailenin küçük çocuğuna çarpıp sakat kalmasına sebep olurlar. Anne-baba, arabalarını satıp oğlunu tedavi ettirirler. baba sonunda, soyguncuların saklandığı yeri bulup, intikamını alır.