Araştıran ve Derleyen: Yalçın ÖZGÜL 2024 Şubat ayı sonuna kadar Blog'a aktarılan film sayısı 7642 adet olmuştur. Film aktarımı devam ediyor.
25 Nisan 2018 Çarşamba
ARZU (1979)
Senaryo ve Yönetmen: Semih Servidal
Kamera Erhan Canan
Yapım: Dal Film/Semih Servidal
Renk Uzmanı: Kamil Kutay, Montaj: Cesur Kutay, Işık: Enis
Özaydın, (Kaya Ören Stüdyolarında hazırlanmıştır)
Oyuncular: Sabahan, Yaşar Yağmur, Peri Zat, Kazım Eryüksel, Baykal Kent, Gonca
Gül, Duygu Ceylan, Doğan Kamuran, Gonca Duygu, Turgut Özatay, Çetin Başaran,
Niyazi Gökdere, Ali Demirel, Ahmet Servidal, Tevfik Atakan, Alpay Ziyal, Nizam
Ergüden, Tevfik Atakan,
Konu: Tecavüze
uğradıktan sonra randevu evine düşen bir kızın birerkek tarafından bataktan
kurtarılması.
ANKARA PEŞİMİZDE (1979)
Yönetmen Hasan Karcı
Senarist : Hasan Karcı
Görüntü Yönetmeni: Aram Keskinay
Yapım: Başkent Film
Işık Şefi ; Kahraman Kongur Metin
Devrim
Oyuncular: Sönmez Yıkılmaz, Hüseyin Ererez, Alpay Ziyal; Suna Sezer, Süheyl
Eğriboz
Konu: Filmde hapisten kaçan dört mahkumun yakalanmamak için verdikleri
mücadele konu edilir.
ANASINA BAK KIZINI AL (1979)
Yönetmen: Naki Yurter
Senaryo: Recep Filiz
Görüntü Yönetmeni: Sedat Ülker
Yapım: Gaye Film/Erdoğan Tilav
Oyuncular: Dilber Ay (Kezban), Zafer Doğan (Kâmil), Emel Canser (Leman),
Yılmaz Şahin (Osman), Recep Filiz (Dayı bey), Tevhit Bilge (Kezban’ın amcası),
Çetin Başaran (Şair Kemal)
Konu: Üvey bir anne ile kızının arasında geçen olayların öyküsü.
ANAHTAR (1979)
Yönetmen: Naki Yurter
Senaryo: Recep Filiz
Kamera Salih Dikişçi
Yapım: Birlik Film/Müfit İlkiz
Kurgu: Cevat Sezer, Renk Uzmanı: Kamil Kutay, Senkron: Recep
Pala, Set: Yaşar Davutoğlu, Işık: Enis Özaydın, (Kaya Ören Stüdyolarında
hazırlanmıştır)
Oyuncular: Cesur Barut, Funda Gürkan, Yüksel Gözen, Ayşen Selvi, Sami Tunç,
Çetin Başaran, İhsan Gedik, Nazan Kutlu, Gündüz Akar
Konu: Esrar
kaçakçılarını yakalamak üzere görevlendirilen bir polisim maceraları.
ALMANYA ACI VATAN (1979)
Yönetmen: Şerif
Gören
Senaryo: Zehra
Tan
Müzik: Rahmi
Saltuk
Görüntü Yönetmeni: İzzet
Akay
Yapım: Fatoş
Film/Selim Soydan
Reji Asistanı: Muzaffer Hiçdurmaz, Kamera Asistanı: Cem Moldav, Prodüksiyon
Amiri: Halil Dede, Set Ekibi: İlyas Akarsu, Bedri Uğur, Sesleri
Alan: Erkan Esenboğa, Laboratuar Şefi: Selahattin Hoşses, Senkron:
Mevlut Koçak, Montaj: Şerif Gören, (Yeni Lale Film Stüdyosunda
hazırlanmıştır)
Oyuncular: Hülya Koçyiğit, Rahmi Saltuk, Mine Tekgöz, Fikriye Korkmaz,
Bedri Uğur, Suavi Eren. Bigi Schöner, Orhan Alkan, Seda Sevinç, Karl Wenzel,
Fehmi Uğur, Sabahat Gönül, Veysel Pala,
Konu: Sadece
para kazanmayı amaçlayıp bir robot haline gelen fabrika işçisi Güldane ile,
formalite icabı evlendiği kocasının Almanya öyküsü. Almanya-dan köyüne iznini
geçirmek üzere gelen Güldane (Hülya Koçyiğit) Mahmut (Rahmi Saltuk) ile
tanışır. Almanya düşleriyle yaşayan Mahmut, para ve arazi karşılığında
Güldane'ye evlenme teklif eder. Mahmut'un amacı böyle bir formalite evliliği
sayesinde Almanya'ya gidip yerleşmektir. Ve evlenip birlikte otomasyon düzenine
karşı çıkıp isyan eder Almanya'ya giderler. Para biriktirmekten başka bir şey
düşünmeyen Güldane Almanya'ya vardıklarında Mahmut'u terk eder. Mahmut tek
başına yabancı bir ülkede kalırken, Güldane çalıştığı fabrikada giderek
robotlaşır. Alman polisi aylak aylak dolaşan Mahmut'u yakalayıp karısına teslim
ederler. Bu beraberlik yeni bir şey getirmez. Çünkü Güldane'nin kocasına karşı
ilgisizliği devam eder. Ama sonunda kendisini uzun bir süreden beri rahatsız
eden bir Türk’ten kurtulmak için Mahmut'a yaklaşmak zorunda kalır. Böylece
aralarındaki gerginlik sona erip gerçekten karı-koca olurlar. Ve Mahmut sadece
karısının parasıyla birahanelere gider, çapkınlık yapar. Güldane'nin hamileliği
karşısında ise Mahmut bir vurdum duymazdır. Bütün bu olaylardan sonra Güldane
kocasının bu tavrına ve özellikle de kendini bir makine haline getiren
otomasyon düzenine karşı çıkıp isyan eder.
* Köye iznini geçirmeye dönen Güldane,
Berlin' e dönüşünde yanında kuru fasulye, nohut, sucuk, vs. ile birlikte
Mahmud'u da getirir: Almanya düşleri gören Mahmud, köyde Güldane'yi kendisiyle
formalite gereği evlenmeye kandırmış, böylece Almanya'ya girebilmiştir.
Güldane, bu işe para karşılığı yanaşmıştır, onun için Berlin' e gelince
Mahmud'u yapayalnız ortada bırakıverir. İki Türk kızıyla birlikte oturmaktadır
Güldane: Biri şen şakrak, "kendi hayatını yaşıyan", onun için namus
bekçisi. Türk işçileriyle başı derde giren bir kızdır. Bunların diğeri eve
kapanmış, bir "prens" beklemektedir... Güldane'nin tek istediği ise
paradır: Olabildiğince kazana-rak bir köşeye koymak...
Diğer yandan, tıpkı "Otobüs"teki Türk işçisi gibi bir
süre büyük Batı kentinin görkemli, ürkütücü ve kendisine ilgisiz yaşamını bir
karabasan gibi duyumsayan Mahmut, sonunda arkadaşlarını bulur. Güldane'ye karşı
ilgisi, kızı korumaya, sonunda onunla yatmaya dek gider. Ama Mahmut, tipik bir
Türk erkeğidir, bencil, kadına karşı sorumsuz, kadına yukardan bakan...
Birahanelerde içki içip tombul Alman kızları tavlamayı öğrenince Güldane'ye
ilgisi azalır. Öylesine ki Güldane'nin gebeliği onu hiç ilgilendirmez, giderek
kızdırır...
Güldane önce aldırmak istediği çocuğunu korumaya karar verir. Bu
arada, Alman fabrikasındaki çalışmanın boğucu tek düzeliği, otomasyonun
yaygınlaşması sonucu makinanın insanın yerini almasına karşı belli belirsiz
duyduğu öfke de somutlaşır. Tüm bunlar, onu Almanya'yı bırakıp vatanına dönmeye
yöneltir... Ama bunu yapacak mıdır, yoksa artık alıştığı, bildiği bu düzende
ülkesinde bulamadığı güvenceyi sağlamak için robotluğu kabullenip bir süre
daha kalacak mıdır?
"Almanya Acı Vatan" Almanya'daki Türk işçileri gibi
toplumu yakından ilgilendiren bir konuda sinemamızın anlaşılmaz ve bağışlanmaz
sessizliğine son veren, konuya ("Almanyalı Yarim" gibi bir kaç kötü
örneğin ve çok kendine özgü bir Yapım olan "Otobüs"ün başarısının
dışında) ilk kez ciddi ve boyutlu biçimde eğilen bir film... Diğer yandan, odak
noktası olarak bir kadın işçinin alınması, bir kadın olan senaryo yazarına
(Zehra Tan'a) öyküsüne daha ger-çek gözlemlerle yaklaşmak ve önemli şeyler
söyle-mek fırsatını vermiş.
"Almanya Acı Vatan"ın hızlı anlatımı, sanki nefes
nefese temposu içinde birçok şeye dokunuluyor, birçok şey gösteriliyor. Alman
sanayinde verimliliği alabildiğine artırmak için çalışmanın git gide
mekanikleşmesi, insanın robotlaşması, gerekirse kolayca gözden çıkarıl-ması...
Türk kırsal kesiminde egemen olan feodal dönem kalıntısı ahlak anlayışının,
kadın erkek ilişkilerinin, çağdaş Batı sanayi toplumlarının ahlak anlayışıyla
çarpışınca paramparça olması, ama yerine konacak bir değer sistemi
bulun-madığından karmaşanın sürüp gitmesi... Yeni düzene uymada kadınca
içgüdülerini kullanarak daha başarılı, daha verimli olan kadının yanı sıra,
feodal yaşamın kalıntılarına büsbütün yapışarak boşlukta kalan, uyumsuzluk
içinde kıvranan erkek... Bozuk bir toplum yapısının kendisini savurduğu bu
yabancı ellerde 15 yıldır başarıyla yaptığı çöpçülük görevi dolayısıyla
"yılın çöpçüsü" seçilen ve Alman ilgililerinden ödül alırken iç
burucu bir konuşma yapan Türk işçisi... Vs. vs...
"Almanya Acı Vatan", tüm bunlara ve başka şeylere
değiniyor. Şerif Gören bir kez daha kıvrak, akıcı bir sinemayı
gerçekleştiriyor. Ne yazık ki Gören, bu denli hızlı bir anlatımın,
nefes nefese bir kurgunun, bitmez tükenmez zoom'ların 1970'lerde, giderek
1960'larda kalan bir sinema anlayışı olduğunu, günümüzde sinemanın artık bu
biçimsel oyunlara rağbet etmeyen, daha sabırlı, daha incelemeci, olayların ve
kişilerin üstünde daha uzun biçimde duran bir sinema olduğunu bilmiyor. Bu
yüzden dokunduğu, değindiği onlarca şeyin çoğu, gerçek bir tortu bırakmadan
siliniyor, seyircinin belleğinden..
Ama haksızlık etmeyelim. "Almanya Acı Vatan"dan
yine de bazı şeyler kalıyor. Özellikle Türk erkeğinin kadına karşı feodal
kalıntısı koşullanmışlığı... Mahmut'un hastaneen yeni çıkmış, çocuğunu aldırmaktan
vazgeçmek gibi önemli bir karar almış Güldane'nin çantasına sarılarak kumar
parası alması, Alman kızıyla yatakta yakalandığında üste çıkarak Güldane'yi
azarlaması gibi bölümler, insana tokat gibi çarpıyor. Türk çöpçüsüne ödül
verilmesi bölümü ise tümüyle çok etkileyici...
"Almanya Acı Vatan" sonuç olarak, dürüst, ciddi,
önemli bir çaba... Amacına tam erişemese bile bir hayli yaklaşıyor. Hülya
Koçyiğit çok iyi, ilk filminde Rahmi Saltuk, senaryoda tam belirginleşmemiş
kişiliğine karşın aksamıyor, ama filmin en önemli başarısı, Almanya'da çalışan
gerçek Türk işçilerinin bir bölümünden aldığı çok başarılı sonuç... Şerif
Gören, bir dönem İtalyan sinemasının bu yöntemini ustalıkla yeniliyor ve gerçek
işçilerle profesyonel oyuncula-rın karmasından seyirciyi hiç yadırgatmayan şaşırtıcı
bir sonuç alıyor... (Atilla Dorsay, 12 Eylül Yılları ve Sinemamız, syf, 142)
* Rahmi Saltuk, oyuncu olarak başarılı
değil bizce. Acemiliği batan sona kadar sürüp gidiyor. Ama Hülya Koçyiğit'in o
çok değişik Güldane'si sanırız meslek yaşamının en önemli başarılarından
biri...Koçyiğit, canlı duyarlıklı bir işçi kızını çok büyük bir ustalıkla
oynuyor. Abartmaya kaçmadan çizdiği bu kişilik Gören'in filmine de işçiyi daha
bir boyutlu yansıtma olanağı veriyor. Gören bu noktada Akad'ın ustalığına
erişmiş görünüyor. Bütün olarak Gören'in sineması, Atıf Yılmaz'ın akıcı, rahat
anlatımıyla kolayca boy ölçüşebilecek düzeyde. (Nezih Coş Aydınlık, 9 Şubat
1980)
* Almanya Acı Vatan", bir başyapıt olmamakla beraber görülmesi
gereken bir film. Ticari ödünler verilmiştir ama, gene de filmin belli bir
özgünlüğü vardır. En azından işçiler kendilerini oynamışlardır, en azından
"Otobüs"ten beri beş yıldır boş kalan bir alana bir adım atılmıştır,
az şey değildir bunlar. (Hakkı Alacakaptan- Milliyet Sanat Dergisi, S.1, 1 Şubat
1980)
AFERİN ÇOCUĞA (1979)
Senaryo ve Yönetmen: Çetin İnanç
Görüntü Yönetmeni: Mükremin Şumlu
Yapım: Osmanlı Film / Mehmet Karahafız
Oyuncular: Aydemir Akbaş, Sabahan, Ata Saka, Nizam Ergüden, Zerrin Egeliler
Konu: Salak
bir berber çırağının, patron kızıyla olan aşk öyküsü. Baba, kızını yanında
çalıştığı çırağın (Aydemir Akbaş) aptal bir kişiliğe sahip olması nedeniyle
vermez. Ve bir gün dükkan gangsterler tarafından soyulur. Sonunda berber çırağı
soyguncuları yakalayınca baba, kızını (Zerrin Egeliler) verir.
ADAK (1979)
Yönetmen: Atıf
Yılmaz
Senaryo: Başar
Sabuncu
Eser: Faruk
Erem (1962/64 yılları arasında Erzincanın’ın Kargın ilçesinin Peritli
köyünde geçen bir olaydan)
Görüntü Yönetmeni: İzzet
Akay
Yapım: Yeşilçam
Filmcilik/Atıf Yılmaz
Yönetmen
yardımcıları: Erdoğan Kar, Leyla Çetin, Müzik: Yalçın
Tura, Kurgu: Özdemir Arıtan, Seslendirme: Tuncer Aydınoğlu,
Sanat Yönetmeni: Balkan Naci, Yapım Yönetmeni: Selahattin Koca,
Aydınlatma: Abullah Baştuğ, Yardımcısı: Cem Molvan, Çevre Düzeni:
Şeref Yılmaz, Azmi Yıldız,
Oyuncular: Tarık Akan, Necla Nazır, Yaman Okay, Erol Keskin, Celile
Toyon, Çetin İpekkaya, Tuncer Necmioğlu, Gökhan Mete, Hikmet Zeybek, Murat Tok,
Abdullah Ferah, Dündar Aydınlı, Garihe Gündem,
Konu: Oğlunu
tanrıya kurban eden Müslüm ile, kara yazgılı eşi Gülbahar'ın Öyküsü. Müslüm
(Tarık Akan), kaçırdığı Gülbahar'la evlenip, bir kasabaya yerleşir. Yoksul bir
yaşam süren bu iki kişilik ailenin bir oğulları olur. Müslüm biraz daha para
kazanabilmek için toprak işçisi olarak Çukurova 'ya çalışmaya gider. Ve
birlikte çalıştığı işçilerden birinin altını çalınır. Müslüm, hırsız olarak
suçlanıp tutuklanır. Müslüm, dini inançlarına bağlı bir iç yapıya sahip
olduğundan, eğer bu iftiradan kurtulup kendini temize çıkarırsa ilk doğacak
çocuğunu Tanrıya kurban edeceği ne söz verir. Ve bir süre sonra gerçek suçlu bulunur.
Müslüm köyüne döndüğünde karısı Gülbahar'ı hamile bulur. Ve çocuk doğduktan
sonra Müslüm adağını hatırlar. Her geçen gün yoksullukları giderek artar, büyük
oğlu hastalanır, köyde kuraklık çıkar. Ve tüm bu felaketlerin adağını yerine
getirmediği için ortaya çıktığına inanır. Müslüm Hz. İbrahim kıssasından
esinlenerek 2,5 aylık oğlunu Tanrı'ya kurban ederek adağını yerine getirir.
“Agah Özgüç “Türk Filmleri Sözlüğü, 2. Cilt” syf, 103 ”
* 1979 yılı, Türk sinemasının film
niceliği bakımından pek sıkıntı çekmediği yıllardan biri oldu. İki arada bir
derede dizginleri eline alan seks filmleri furyası ortalamayı ister istemez
yükseltmiş yükselttikçe kontrolden çıkmış, kontrolden çıktıkça ürkütücü bir hal
almıştı. Ama 1979'un elle tutulur filmlerinden biri, bu kuru kalabalığın
arasından sıyrılmayı mümkün kılacak kadar mühim bir meseleyi masaya
yatırıyordu. Söz konusu film "Adak"tı, yönetmeni ise 1979'dan çok
önce rüştünü ispatlamış olan Atıf Yılmaz. Senede en az 3 film çekerek
yönetmenlik kariyerinin en aktif dönemini yaşayan Atıf Yılmaz, değişik türler
arasında dolanıp durduğu o senenin 10 günlük bir bölümünü "Adak"a
ayırmaya karar verdi. Belki kafasında 10 günlük bir çekim planı yoktu, ama
başrol oyuncusu Tarık Akan'ın aniden ortaya çıkan askerlik sorunu az zamanda
büyük işler yapmasını zorunlu kılmıştı.
Yılmaz'ın bu meşakkatli filme girişmesinin en büyük nedeni,
elindeki hikayenin sarsıcı gerçekliğine güveniyor olmasıydı kuşkusuz. Gerçekten
de çeşitlilikten güç alan bir yönetmenin kaçırmak istemeyeceği türden bir
öyküsü var "Adak"ın. Çalışmak için gittiği Çukurova'da iftiraya
uğrayıp hapse düşünce, şayet adalet yerini bulursa doğacak ilk çocuğunu Allah'a
kurban edeceğine yemin eden Mümin Koca, gerçek suçlu yakalandığında adadığı
adakla vicdanı arasında gelgitler yaşamaya başlar. Evine döndüğünde karısı
Gülbahar'ın ikinci çocuklarına hamile oluşunu bir hatırlatma mesajı, köy
halkının aniden oluşan kuraklık yüzünden zor durumda kalışını ve büyük oğlunun
hastalanmasını bir uyan mesajı olarak algılayan Mümin, zor da olsa adağını
yerine getirmeye karar verir. Gerçek bir olaydan esinlenen film, bu gerçekliği
iyice vurgulamak istercesine, konuyla ilgili toplumun değişik kesimlerinden ve
meslek gruplarından insanlarla yapılmış röportajlarla desteklenmiş.
"Adak"ın belgesel vari havasını en iyi tanımlayacak kelime
'canlandırma' olurdu herhalde. Zira Yılmaz hikaye anlatımını yer yer keserek,
öykünün gerçek kahramanı Müslüm Koca hakkındaki yorumları ve finalde de
Koca'nın akıbetini seyirciyle paylaşmış, izlenilen filmin Bir tür temsil
olduğunu her fırsatta hatırlatmış.
Bir koç görüntüsüyle açılan film, Allah için oğlunu kurban etmek
isteyen Hz. İbrahim'in hikayesini anımsatarak yola çıkıyor. Daha sonra da yer
yer çeşitli resimler ve tekrarlarla, anlamayan kimse kalmayana kadar hikayenin
üzerinden geçiliyor. Adak Hz. İbrahim'in oğlunu kurban etme niyetinden yola
çıkmış olsa da, İslam dinini ve Allah'ın büyüklüğünü yüceltmekten ziyade,
gerçekten yaşandığını bir an bile unutmamıza izin vermemek suretiyle olayın
toplumsal boyutlarını irdeliyor ki şüphesiz ki böylesi çok daha ilginç.
Yılmaz'ın ve senarist Başar Sabuncu'nun temel derdi,
seyircinin yakından tanımasına izin verdikleri tek karakterin, kendine göre
mantıklı sebeplerle işlediği cinayetin toplumdaki yankılarını incelemek. Sadece
Türk sinemasının değil, dünya sinemasının da en büyük tabularından biri olan ve
konu edilmesinden çoğunlukla sakınılan 'kasıtlı olarak bir çocuğun canına
kıyma' suçunu filminin merkezine yerleştirme cesareti gösteren yönetmen, söz
konusu suçun aldığı tepkileri, dönemin 'öteki'ni yargılama işinden haz alan
toplumunu eleştirmek amacıyla kullanmış çoğunlukla. Bu bağlamda, toplumun
köylü/cahil kesimi ile şehirli/eğitimli kesimi arasındaki büyük uçuruma dikkat
çekilmiş. Dolayısıyla sınıfların birbirinden uzak seyrettiği her toplumda
olduğu gibi sözde modernliğin, varlığını tehlikeye sokacak herhangi bir durumla
karşı karşıya geldiğinde kapıldığı panik hali hakim filmin 'üst düzey fikir
sahiplerine. Seyircinin, adının hakkını fazlasıyla veren Mümin karakteri ile
ilgili hisleri şu noktada sınanıyor:
Filmdeki uzmanlardan birinin de iddia
ettiği gibi, Mümin yaşadığı çevrenin etkisiyle dahil olduğu inanç çemberinin
gerektirdiğini yerine getirdiği için, suçlu bulunmamalı mıdır? Yoksa nasıl bir
kültürden gelirse gelsin, nihayetinde öz çocuğunu gözünü kırpmadan öldüren bir
baba gibi mi algılanmalıdır? Karısının basitçe ifade ettiği gibi 'iyi' bir adam
mıdır? Yoksa toplumun üst-orta sınıfından çeşitli insanın tekrar tekrar dile
getirmeye bayıldığı gibi bir 'canavar' mıdır? Adağını yerine getirmek Mümin
için kaçınılmaz mıdır? Yoksa ortada basitçe bir cehalet sorunu mu vardır?
Yılmaz, bir an için bile saf değiştirmeden sonuna kadar filmin en mantıklı
adamı olan Mümin'in yanında kalarak ve Mümin'in aleyhinde konuşan herkesi
kasıtlı olarak komik duruma düşürerek kendi hislerini açık ediyor zaten. Dahası
seyircinin çıkaracağı olası sonuçları tahmin edercesine,
meselenin ekonomik ve psikolojik boyut-larını ele almayı da ihmal
etmiyor. Böylece derdini didaktizme kaçmadan ve dramatize etmeden anlatma
başarısı gösteren yönetmen, ustaca çizdiği sancılı toplum manzarası ve Tarık
Akan'ın abartısız oyunculuğundan güç alarak, dönemin 'mış gibi yapan' seks filmlerinin
yanı başında, bir tür 'gerçek kesit' örneği sunuyor. (Selin Gürel)
* "Adak" başarılı renkli
görüntülere, dengeli bir fon müziği çalışmasına sahip. Oyuncular da çok ön
plana çıkmadan, seyircisiyle özdeşleşmeden ustaca yö-netilmişler. Ama sinemamızın
"epik" bir denemesi olarak çok derin, çok temel sorunlar değil. Bu
nedenle Yılmaz'ın bu izlemeye değer filminin asıl eksikliği senaryosunda.
(Nezih Coş - Aydınlık: 8 Aralık 1979)
* "Adak" Atıf 'Yılmaz'ın zengin
filmografisi içinde bir doruk noktası, belki en iyi filmi. Çok dramatik bir
olaya getirdiği akılcı yaklaşım sinemamız için bir dönüm noktası sayılabilir.
Başar Sabuncu'nun örnek senaryosu, İzzet Akay'ın kamera ve Yalçın Tura'nın
müzik çalışmaları da övgüye değer... Tarık Akan'ın gitgide gelişen ve büyük
oyuncu düzeyine iyice yaklaşan oyuncunun da sinemamızda şimdiye dek verdiği en
iyi oyun... (Atilla Dorsay Cumhuriyet: 7 Aralık 1979)
* Türkiye’nin geri kalmış yörelerinde geçen, bu geri kalmışlığı en
çarpıcı biçimde somutlayan filmler, son yılların Türk sinemasında çok fazla
yapıldı. Bu filmleri savunduk. Ancak' artık bu türde fazla direnmemeli. Türkiye
yalnızca geri kalmışlığın damgasını taşıyan bir toplum değil çünkü... Başka
oluşumlar, gelişme-ler ve zenginlikler de taşıyan bir toplum. Sürekli bu tür
filmlerde diretmek, hem bu geri kalmışlığın çarpıcı, "pitoresk"
yanını kullanarak seyirci avlamak gibi dürüst olmayan bir tutumu akla
getiriyor; hem de Batıya, sinemamızla (haklı olarak) açılmak iste-diğimiz
Batıya neden yalnızca en geri kalmış yüzümüzü göstermekte direttiğimizi sorup
duran bazı çevrelere hak verdirecek bir düzeye getiriyor işi...
"Adak" filmine bu nedenle olumsuz biçimde yaklaştım.
İki buçuk aylık oğlunu Tanrıya kurban eden, tutup tavuk gibi kesen bir babanın
öyküsü... İlk ağızda geri kalmışlığı bundan. iyi simgeleyen, bundan daha çok
insanı tedirgin edebilecek bir öykü olur mu?
"Adak", baştan olumsuz bir yaklaşımı tümüyle yanlış
çıkaran, çok önemli ve çok başarılı bir film... Atıf Yılmaz, böylesi bir
konunun getirdiği tuzakların hepsini ustalıkla önlemiş. Böylesine dramatik ,
bir malzemeye böylesine akılcılıkla ve soğukkanlı biçimde yaklaşma,
sinemamızda hemen hemen hiç görülmemiş bir tavır. Öncelikle biçimsel planda
görülüyor bu yaklaşım. Öykünün çizgisel gelişimini öyküye karışmış gerçek
kişilerin, hukuk ve ruh bilimi otoritelerinin olay üstüne tanıklıklarıyla yer
yer kırıyor film. Böylece göstermeci (epik) bir biçem (üslup) yaratıyor;
seyircinin, olayın en dramatik bölümlerinde birden ayılarak gerçeğe dönmesi,
olayı çeşitli boyutlarıyla kavranması sağlanmış oluyor.
Bu göstermeci tutumu, yalnızca aradaki bölümlerle sağlamıyor
Yılmaz. Bunu tüm filmine sindirmiş. Dramatik gelişimin doruğuna ulaşır gibi
olduğu bölümlerde filmi kesmesi, filmin (seyircinin) heyecanını, duygusallığın
sürekli ve akılcı biçimde denetim altına alması çok ustaca... Bunda olağanüstü
özenli saat gibi bir kurgu çalışmasının da payı büyük. Bir tek fazla uzatılmış
plan bir fazla saniye yok filmde... Sinemamızda gördüğüz en ustaca kurgulanmış
filmlerden biri "Adak".
Bu "dakika" kurgu Yılmaz’ın bu filminde eriştiği
sinemasal olgunluğu da daha iyi belirliyor. Hapis odasında, Müslim'in namaz
kılarken köyünden Hazreti İbrahim'in efsanesini adağını gerçekleştirmesi
bölümleri, büyük sinema anları canlandıran bir halıyı düşleyerek adağını
yapması, gece yağmur yağdığını düşlemesi Diğer yandan "Adak", yorum
olara da ilginç...
Böylesine vurucu bir olayın karmaşık yapısını belli bir
yalınlığa indirirken, sorunun çok yönlü yapısını koruyor film... Olayın
gerisinde yatan toplumsal, eko-nomik sorunlar var kuşkusuz... Yanlış bir dinsel
eğitim, özünden, kökeninden sıyrılıp yersiz inançlara hurafelere indirgenen bir
din öğretimi de suçlanabilir., Ama sorun yalnızca bu mu? Bu biraz da bir
"klinik olay" değil mi? Yılmaz, bu konuda kesin bir yanıt vermiyor
ancak etken olan, olmuş olabilecek her noktaya değiniyor. Bu açıdan, söz gelimi
Osman Şahin'in olayın tümüyle ekonomik kökenli olduğunu ileri süren yorumuyla,
"saplantı" biçiminde beliren bir akıl hastalığının söz konusu
olduğunu ” ileri süren Prof. Çetin Özek'in yorumları birbiriyle
çelişiyor. Ama gerçek de zaten bu çelişkilerin bileşke noktasında değil mi? Tek
yüzlü ve yalın mı gerçek, yoksa çok yüzlü ve karmaşık mı? Filmin yorumu, bu
karmaşalığı sergilediği için doğru ve başarılı bizce...
"Adak", Atıf Yılmaz'ın zengin filmografisi içinde bir
doruk noktası, belki en iyi filmi.. Çok dramatik bir olaya getirdiği akılcı
yaklaşım sinemamız için bir dönüm noktası sayılabilir. Başar Sabuncu'nun çok
yalın, ekonomik, örnek senaryosu, İzzet Akay'ın kamera ve Yalçın Tura'nın müzik
çalışmaları da övgüye değer... Tarık Akan'ın, bu gitgide gelişen ve büyük
oyuncu düzeyine iyice yaklaşan oyuncunun da sinemamızda şimdiye dek verdiği en
iyi oyun... Daha kısa rollerinde Necla Nazır, Erol Keskin, Yaman Koray da
kutlanmaya değer... Tam bir ekip çalışmasının başarıya ulaştırdığı mutlaka görülmesi
gereken bir film "Adak"... “Atilla Dorsay “ Sinemamızın Umut Yılları”
syf, 145
ACEMİ DOLANDIRICILAR (1979)
Yönetmen: Yücel
Uçanoğlu
Senaryo: Adem
Ayral
Görüntü Yönetmeni: Abdullah
Gürek
Yapım: Sezer
Film/Berker İnanoğlu
Oyuncular: Aydemir Akbaş, Zerrin Egeliler, Erdinç Akıbaş, Muzaffer
Nebioğlu, Semra Uçar, Kamer Sandık, Remziye Fırtına,
KONU: Kızını
okutup, topluma yararlı olması uğruna dolandırıcılık yapan bir kadınla,
kendisine zengin süsü veren bir adamın öyküsü. Dolandırıcı kadın, sonunda tüm
paralarını almak istediği kurbanına aşık olur
24 Nisan 2018 Salı
ZOR OYUNU BOZAR (1978)
Yönetmen:Çetin
İnanç
Senaryo:Engin
Temizer
Kamera:Dinçer
Önal
Yapım:Gaye
Film/Erdoğan Tilav
Oyuncular:
Bülent Kayabaş, Enis Fosforoğlu, Karaca Kaan, Meral Deniz, Zafir Saba
Konu:
Bülent ve Enis sıkı fıkı ve yardımsever iki arkadaştır. İki genç kız ile
tanışır ve arkadaş olup, ilişkilerini ilerletirler. Kızların babaları çok
zengindir. Bir gün kızlardan birisinin babasının fabrikası soyulur ve iki
arkadaş tesadüfen hırsız-ları yakalarlar. Olaylar aniden büyük ve güzel bir hal
almaya başlar.
ZEYNEL'LE VEYSEL (1978)
Yönetmen: Yavuz Figenli
Senaryo: Aydemir Akbaş, /Agop Karadayı,
Yönetmen Yardımcısı: Fikret Tınaz,
Kameraman: Rafet Şiriner
Yapım: Aslan Film/Turgut Aslan
Oyuncular: Aydemir Akbaş (Zeynel), Erdinç Akbaş (Veysel), Özcan Özgür
(Hurşit), Gülden Gül (Selma), Cevat Kurtuluş (Michel Efendi), Nilgün Ceylan
Leyla), Hakkı Kıvanç (Hıyar Hurşit), Arap Celal, Yadigâr Ejf-der (Hurşit’in
adamı), İbrahim Kurt (Hurşit’in adamı), Kudret Karadağ, Sabahat İzgü, Sema
Yıldız (Serap), Mehtap Seba
Konu: Polis hafiyeliği yapan iki salak gazetecinin güldürüsü.
ZALOĞLU RÜSTEM’İN OĞLU “RÜSTEM İLE SUHRAP” (1978)
Türk filmi olmayan bu film Türk sineması film listelerine
eklenmiş: Yönetmen olarak da Yılmaz Duru’nun adı geçmektedir. Yılmaz Duru’nun
sevgili eşi Sabah Duru ile yapmış olduğum yazışmada, Filmin Türk filmi
olma-dığı, Özbek filmi olduğu hatırlatmıştır. Yılmaz Duru sadece filmin özbek
yönetmenine yardımcı olmuştur.
YÜZME BİLMİYORSAN İŞİN NE AĞAÇTA (1978)
Yönetmen: Yavuz Figenli
Senaryo: Aydemir Akbaş
Kamera: Erhan Canan
Yapım: -Rimel Film/Ali Barlık
Oyuncular: Aydemir Akbaş, Zerrin Egeliler, Tevhid Bilge, Yüksel Gözen, Özcan
Özgür
Konu: Bir
uşağın beceriksizliğin öyküsü
YÜZ NUMARALI ADAM (1978)
Senaryo ve Yönetmen: Osman F. Seden
Kamera: Cahit Engin
Yapım: Can Film/Fatma Girik, Kemal Sunal
Yönetmen Asistanı: Zafer
Par, Arif Erkuş, Kamera Ast: Ali Güvenci, Işık Şefi: Ömer Ekmekçi,
Prodüksyon Amiri: Adnan Uygur, Set Ekibi: Erdil Demirbaş, Kadir
Yılmaz, Necmettin Çobanoğlu, Sami Meriç, Renk Uzmanı: Hasan Örnek,
Laboratuvar: Selahattin, İsmet Tomaçgil, Yeni Stüdyoda hazırlanmış ve
renklendirilmiştir).
Oyuncular: Kemal Sunal, Oya Aydoğan, Cem Erman, Ali Şen, Reha Yurdakul
Orhan Elmas, Oya Akkartal, Leman Akçatepe, Feridun Şavlı, Asım Par, Orhan
Çoban, Misafir Oyuncu: Süleyman Turan,
Konu: Bir
reklam şirketi TV reklamlarında kullanmak üzere Şaban'la anlaşır. Şaban büyük
reklamlarla TV'ye çıkar. Fakat bir süre sonra reklamını yaptığı malların bozuk
olduğu anlaşılır. Daha önce halkın çok sevdiği Şaban birden gözden düşmüştür.
Duruma el koyar ve halkı aldatanlarla bu kez Şaban mücadele eder. Kemal Sunal'ın
en iyi güldürülerinden biri.
► Seden, piyasanın istediğine, belirlenmiş kalıpla kolayca
uyan bir sinemacı. Bu konuda hiçbir sıkıntısı, bir direnişi yok "100
Numaralı Adam" nasıl seyircinin beklediği tipik bir "Kemal Sunal
fimi" ise "Çilekeş" de seyircinin beklediği tipik bir
"Orhan Gencebay filmi". Her şey güvenceye alınmış, hiçbir sürpriz
yok. Her 2 film de bunun dışında, Seden'in sinemasının kusurlarını ve
erdemlerini taşıyorlar.
"100 Numaralı Adam", kuşkusuz Seden açısından daha
önemli. "100 Numaralı Adam", ilginç yanlar taşıyor konu olarak…
► Tüketicinin henüz Batı ülkelerinde olduğu gibi
örgütlenmediği, tüketim mallarının gerekli denetimden geçmediği reklamların
içeriğinin doğru veya yanlışlığının söz konusu edilmediği bir ülkede, üstelik
reklamcıların TV'ye egemen olduğu istemediği programları bile yayınlatmak
gücüne sahip olduğu bir ülkede, konu bu yönüyle ilgi çeki-yor. Ancak Seden’in
senaryosu bu konulara yüzeysel biçimde yaklaşıyor. 1940'ların TV'de izlediğimiz
Frank Capra komedilerinin ana şemasını, iyimserIiğini ve ideolojisini taşıyor
film.. İyiler/kötüler arasında, "kötü" üreticiIere karşı tüketicileri
koruyan saf Ve iyi yürekli Şaban da, önce kötülerin yanındayken sonunda Şaban'a
destek olan reklamcı kız da tipik Capra kahramanları. Buna Kemal Sunal’ın bir
çoğu eski Jerry Lewis filmle-rinden alınma buluşlar ve yine tipik Lewis
mimikleri de eklenince, filmin özgünlü-ğünden söz etmek zorlaşıyor.
Osman Seden, kamera denen aygıta tümüyle egemen, sinema dilini
kurmuş, anlatacağını en rahat biçimde anlatan bir sinemacı. Ne yazık ki
anlattığına pek önem vermiyor. Moda akımların, ticari kuralların, piyasaya uyma
kaygısının peşine takıImış giden bir sinema bu... Örnekse, Seden gibi yıllanmış
bir sine-macı bir Orhan Gencebay filmi çekti-ğinde artık "Çilekeşli gibi
bir öyküyü sinemalaştırmayı kabul etmeli miydi? Seden sinemasının biçimsel
ustaIığını bir olgu olarak kabul ettikten sonra, bu eleştiriyi getirmenin de
gereği var. Sinemacılar, çağımızda nasıl anlattıklarından çok ne anlattıklarıyla
yargılanıyorlar artık ... “Atilla Dorsay, “Sinemamızın Umut Yılları” syf, 168 ”
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)