Powered By Blogger

15 Mart 2020 Pazar

BERDUŞLAR SOSYETEDE (1984)


Yönetmen: Yücel Uçanoğlu
Senaryo: İlhan Engin
Yapım: Kurşun Film/Sertaç Karan,
Muhsin Kurşun

Işık Şefi: Aslan Yıldız, Montaj: Mehmet Özdemir, Senkron: Mustafa Kent, Negatif Montaj: Turgut İnangiray, Renk Uzmanı: A. Tümay Rızai, Laboratuvar: Armağan Köksal, Şems Tokgöz, Sesleri Alan: Erkan Esenboğa, Dublaj Yönetmeni: Ayşin Atan, Müzik Direktörü: Yunus Bülbül, Prodüksiyon Amiri: Semih Servidal, Kamera Asistanı: Soner Saygılı, Reji Asistanı: Mesut Taner, Kameraman: Erhan Canan, Yardımcı Yönetmen: Engin Temizer, Sineray Film stüdyolarında renklendirilmiş, Yeni Stüdyoda seslendirilmiştir

Oyuncular: Ercan Turgut, Yunus Bülbül, Oya Aydoğan, Filiz Ersüer, Öztürk Serengil, Bülent Kayabaş, Hulusi Kentmen, Eray Özbal, Özlem Özcan, Hamdi Kalkavan, Özlem Gülten, Özcan Ceylan, Nevcdet Yakın, Oktar Durukan, Şişko Nuri, Hakkı Koşar, Küçük Yıldız: Soner Karan,

Konu: Filmde, işportacılık yapan iki arkadaşın bir iş adamı sayesinde hayatlarının değişmesi konu edilir. Yakın arkadaş olan Yunus ve Ercan işportacılık yapar. Ancak yeteri kadar para kazanamazlar. Birkaç kez zengin iş adamı Fehmi Koç’dan para koparmaya çalışırlar. Bu süreçte Yunus ve Ercan’ı tanıyan Fehmi Bey, onlara iş teklif eder. Yapacakları bu iş sayesinde iki arkadaşın hayatları değişecektir. (Meltem İşler Sevindi)


BENİ KALBİNDEN ATMA (1984)



Yönetmen: Recep Filiz, Mehmet Alemdar
Senaryo: Recep Filiz
Kamera: Şener Işık
Yapım: Alemdar Film/Mehmet Alemdar

Oyuncular: Meral Zeren, Ünsal Emre, Feryal Feray, Ahmet Sabahi, Mesut Engin, Ali Pehlivan, Levent Çakır, Asuman Gülcan

Konu: Bir emekli polisin kötü yola düşmesiyle kendisini asan kızı ve intikam peşinde koşan iki gencin öyküsü.

BEN TÖVBEMİ GERİ ALDIM (1984)


 Yönetmen: Cevat Okçugil
Senaryo: Sevgi Nurdan
Kamera: Mükremin Şumlu
Yapım: Güneş Film/Sevgi Nurdan

Set Ekibi: Şeref Coşkun, Dursun Doğan, Çetin Bozdemir, Işıklar Ender Işık servisi: Şef: Ender Işık, Asistanı: Gaffur, Reji asistanı: Ali Ekdal, Kamera Asistanı: Mehmet Aydoğdu, Prodüksiyon Amiri: Rasim Kılıç, Renk Uzmanı: Kaya Ören, Laboratuvar: Kamil Kutay, Negatif Montaj: Osman Koşkan, Senkron Montaj: Recep Pala, Sesleri Alan: Kunt Tulgar, (Kaya Ören Renkli laboratuvarlarında hazırlanmıştır)

Oyuncular: Hakkı Bulut, Nazan Berk, Tugay Toksöz, Ali Ekdal, Kadir Han, Mustafa Dik, Rahmipala, Asiye Birdal, Leyla German, Gökhan Bahadır, Ali Demir, Reşit Çıldam, Neriman İlhan, Asiye Birdal, Yücel Şahin, Kemal Öztürk, Vildan Dal, Feriz Demirok, Rasim Kılıç, Nevin Buket, İsmail Yazıcı,Küçük Yıldız: Veysel Fidan, Oryantal Dans: Leyla Çiçek, Rahmi Plala,

Konu: İFilm, fakir bir gençle bir ağa kızının aşk öyküsünü konu edinir. Hakkı ile Kasım Ağa’nın kızı Çiğdem beşik kertmesidir. Ancak Kasım Ağa zamanla sözünü unutarak kızını fakir birine vermekten vazgeçmiştir. Bu arada komşu köyün ağası Tahir’in Nusret adındaki oğlu, Kasım Ağa’yı ziyarete gelir. Kasım, kendisine büyük bir servet kalan bu genci ideal damat adayı olarak görür ve kızını onunla evlendirmeye karar verir. Hakkı ise yaşananlar yüzünden gurbete çıkmaktan başka yol bulamaz. İstanbul’a gelen Hakkı, tesadüflerin yardımıyla ünlü bir şarkıcı olur. Ancak henüz Çiğdem’i unutmamıştır. (Hasan Sakın)




BELALI FEDAİLER (1984)




Senaryo ve Yönetmen: Hidayet Pelit
Kamera: Soner Saygılı
Yapım: Pelit Film/Hidayet Pelit

Oyuncular: Mehmet Karataşlı, Mecit Yavuz, Bülent Pelit, Funda Fırat, Sönmez Yıkılmaz, Yadigar Ejder, Hicran Pelit, Nejat Gürçen, Fehmi Gülay, İhsan Gedik, Hüseyin Zan, Gülay Tuncer, Hüsran, Abdullah Açık, Osman Gülcüoğlu, Küçük Sanatçı: Enver Danış

Konu: Amcası tarafından öldürülmek istenen bir kızla, ona aşık olan iki koruyucusunun öyküsü.

BEKLENMEYEN RANDEVU (1984)






Yönetmen: Kunt Tulgar
Senaryo: Emel Tulgar
Kamera: Şener Işık
Yapım: Kunt Tulgar/Türk-İtalyan-İsveç
Ortak Yapımı

Ses Mühendisi: Cenk Aral, Montaj, Senkron: Kaan Tulgar, Renk uzmanı: Aslan Tektaş, Set Ekibi: Adil Kıbıcı, Aslan, Ekrem, Reji Asistanı: Arif Erkuş, Kamera Asistanı: Cem Esertepe, (Kunt Film Stüdyosunda hazırlan
mıştır)

Oyuncular: Barbara Bouchet, Gordon Mitchel, Oya Demir, Bülent Bilgi., Lorenzo, Bobnacorsi, Yılmaz Köksal, Oktar Durukan, Ayla Başar, Meral Boduroğlu, Kunt Tulgar, Fahri Aktürk, Cihan Alp, Hasan Yıldız, Niyazi Gökderte, Çetin Başaran,




[1]  İtalyan yönetmen Sergio Bergonzelli'nin Türkiye'de çekilen “Beklenmeyen Randevu” isimli bu filmi, bir sene sonra 1985 yılında Kunt Tulgar’ın yönetmenliğinde çekilmiş gibi Kunt Tulgar İmzalı “Belalı Elmaslar” adı altında video kopyası yapılarak sinemalarda seyirciye sunulmuştur.


13 Mart 2020 Cuma

BEKÇİ (1984)


Yönetmen: Ali Özgentürk
Senaryo: Işıl Özgentürk (Orhan Kemal’in Murtaza isimli romanından uyarlama),
Kamera: Ertunç Şenkay
Yapım: Asya Film/Ali Özgentürk

Montaj: Khadıcha Bariha, Görevli Yapımcı: Mete Türkben, Destek Yapımcılar: Hans Peter Mayer (ZDF), Yönetmen Yardımcıları: Leyla Özalp, Fehmi Yaşar, Çevre Düzeni: Sadık Karamustafa, Müzik: Sarper Özsan Türküler: Arif Sağ, Halime Halilagiç, Miksay: Alain Garnier, Miksaj Stüdyosu: GLPP (Leavallois), Kamera Asistanları: Ali Utku, Ünal Temizyürek, Set Görevlileri: Baki Soğukpınar, Kemal Altun, Kahraman Kırlı, Prodüksiyon Amiri: Erol Deniz, Prodüksiyon yardımcıları: Sabit Çolak, Ahmet Kavak, Işık Yönetmeni: Şevket Bey, Işık Yardımcısı: Kadir Çöl, Müzik Miksaj: Baha Boduroğlu, Seslendirme Yönetmeni: Ersan Uysal, Dialog Kayıt: Ercan Okan, Efekt Kayıt: Erkan Aktaş, Montaj Asistanı: Hamido Mekki, (Fono Film Stüdtyosu’nda seslendirilmiştir.)

Oyuncular: Müjdat Gezen (Murtaza), Güler Ökten (Murtaza’nın karısı), Halil Ergün (Mazhar), Macit Koper (Palavracı Tefo), İhsan Yüce (Azgın), Orhan Çağman (İbrahim Usta), Ferda Ferdağ (Akile Hala), Menderes Samancılar (1. İsa), Neslihan Acar, Damla Coşkunoğlu (büyük kız), Neslihan (Küçük Kız), Refik Durbaş, Nurettin Karasu (Dilsiz), Ülkü Ülker, Ajlan Aktuğ (Ferhat), Selahattin Fırat (Nuh), Saim Yavuz (2.İsa), Nurettin Şen (3.İsa), Reha Bilgen (Ramazan), Erdinç (Orhan),

Konu: Bekçi Murtaza, "kurs görmüş, iyi terbiye almış" bir memur olarak, bekçiliğine atandığı fabrikaya 'disiplin' getirmeye, 'önce vazife' anlayışını yerleştirmeye çalışıyor. işine son derece bağlı, görevine düşkün biri Murtaza... Sabah akşam yalnızca işini düşünen, sabahın köründe gidip gece yarılarına dek çalışan, istirahat iznini bile almak istemeyen... Temelde işine bağlı olmak görev duygusuna sahip olmak iyi, güzel nitelikler değil mi? Birer erdem değil mi bunlar? Ne var ki Murtaza, bu yolda dur durak bilmiyor, sınır tanımıyor. 'Vazife' duygusu, bir şizofreniye dönüşüyor, çocukların oyunundan kadınların türkü çağırmasına, ailelerin geç yatmasından 'kenefte en çok üç dakika kalınmasına' (!) dek her şeye karışmaya başlıyor kahramanımız. Dedesi Kolağası Hasan Bey'in Balkan Savaşı kahramanlıklarına sığınmak, toplumu o kahramanlık günlerine, akşamları insanların toplanıp birbirlerine ecdatlarının savaşlarını, gözü pekliklerini anlattığı günlere geri götürmek istiyor... Ancak dedesinin kahramanlıklarını anlatmaya kalktığı bir sünnet düğününde alaya alınıyor... Geçmişte, geçmişin değerlerinde yaşamak, tümüyle gününden, çağından kopmuş olmak, sonunda Murtaza'ya felaket getiriyor... Onu gerçeğe döndürmek için, kimi dinsel efsanelerde olduğu gibi, evladının (küçük kızının) acılı ölümü kaçınılmazdır...

ÖDÜL:

1986 yılında 14. Strasbourg (Fransa) Film Festivali’nde
►“Bir Avuç Cenet” filmi ile beraber ikincilik ödülü aldı. 
Sinema Yazarları (SİYAD) seçiminde
► En İyi 3. Film ödülü aldı.
► Güler Ökten “En İyi yardımcı Kadın Oyuncu” seçildi.

* Ali Özgentürk sinemasında en ilgimi çeken şeylerden biri, hep yeni biçim arayışları içinde olması, yeni öz/biçim dengeleri aramasıdır. "Hazal", kazandığı başarıya karşın, tümüyle farklı bir fılm olan "At"a çok az şey esinlemişti. Aynı biçimde, "Bekçi" de ilk iki filmden tümüyle farklı olmayı deniyor. Özgentürk, çok genel olarak "yaşamın içindeki fantastiği ortaya çıkarmayı" seven ve deneyen bir yönetmen... "At" ta da belirgin olan bu tavır, "Bekçi"de ön plana çıkıyor. Ya doğrudan doğruya fantastik, düşsel bölümlerin filme eklenmesiyle: işçilerin, ellerinde süpürgelerle, Murtaza'nın peşinden gitmeleri, genelev sahnesi, ağızların bantlanması, yıkıntılarda dans bölümü, tel örgüyle çevirme, Kolağası Hasan Bey'le konuşma gibi bölümler... Ya da, tümüyle gerçek/gerçekçi olması gereken kimi bölümler, kaydırmalı bir yaklaşımla, gerçek/düş arası gibi sunuluyor. Böylece Orhan Kemal'in tümüyle gerçekçi türdeki romanı, perdede simgesel/düşsel boyutların damgasını bastığı yarı fantastik bir denemeye dönüşüyor.

Ama Ali Özgentürk, bence, bu karmaşık yapıyı gereği gibi kuramıyor, istediğini perdede somutlaştıramıyor. Filmin ro-mandan da güçlü biçimde beliren temel bildirisi, aslında açık: bir yerleri, bir şeyleri 'kurtarmak', 'disiplini kurmak' için gelenlerin, sonunda nasıl yaşama, yaşamın özüne karşı çıkmaya başladıklarını ve baskıcı, totaliter bir düzene giden yoldaki durakları anlatıyor film, bir bir...

Ancak bu bildiri, zaten öykünün yapısında gereğince var. Öykü Orhan Kemal'in kurduğu gerçekçi temelden kaydırılınca, bu bildiri bizce olsa olsa sarsılıyor, zayıflıyor. Siyasal bir güldürü, siyasal çağrışımları güçlü bir alegori yapmak kolay değil, belki sinemada en güç iş. Bunun için aynı zamanda güldürüye yatkın olmak, kimi bölümleri bir tüy gibi hafif, dantel gibi ince biçimde işlemek gerekiyor. Oysa filmde bu tür bölümler, tüy gibi hafiflik şöyle dursun, tonlar çekiyor nerdeyse... Buna en belirli örnek, final, (daha doğrusu finaller) bölümü. Bekçi Murtaza'nın anlamsız otoritesinin simgesi olan giysilerinin, başta ölen kızının sevgili-si, bir avuç genç tarafından yakılması çok güzel bir sahne... Ama bundan sonra gelen, Murtaza'nın yaralı haliyle, kanlar içinde fabrikaya gelip koro eşliğinde (!) 'vazifenin önemi' üstüne nutuk çek-mesi, yenilir yutulur gibi değil. Filmde bu vb. sahnelerde egemen olan bir saflık, bir 'naif'lik duygusu var ki, her şeyden önce çok 'zeki, çok alaycı olması gereken bir türe, siyasal alegori türüne hiç yakışmıyor. Sonuç olarak "Bekçi", kuşkusuz yürekli tavrından özgün yapısına, Müjdat Gezen'in ilginç kompozisyonundan tüm yan oyunculara, oyun düzeyinin yüksekliğinden, görüntü ve müzik çalışmasının: kalitesine, yılın sıradanlıktan hemen sıyrılan, önemli yerli filmlerinden biri... Ancak amaçladığı sonuca tam olarak ulaşamayan ve değişik, çarpıcı bir yapı kurma çabasının bedelini oldukça ağır ödeyen bir film... Özgentürk'ün Orhan Kemal uyarlamasından, doğrusu daha iyisini bekliyorduk. (Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız” syf: 276)

► Bütün öykünün belirsiz bir fabrikada, düzende geçmesi, fılmin soyut çizgisini ağırlaştırarak, somutta genellemelere ve özdeşleşmelere gitmemize olanak tanımamaktadır. Başta belirttiğimiz gibi, romanın ellili yılların başındaki anamalın özelleşmesi sürecine oturtan Orhan Kemal'in, somut tabanı ve hedefi, "Murtaza"yı özel ve özgül bir yapıt olarak görmek zorunlu olmaktadır. Müjdat Gezen de ne yazık ki bu dar tipi giymiş üzerine. (Yavuzer Çetinkaya, Milliyet Sanat Dergisi, S.: 140, 15 Mart 1986)


BATAK (1984)



Senaryo ve Yönetmen: Yücel Uçanoğlu
Foto Direktörü Muzaffer Turan
Yapım: Topkapı Film/Yaşar Tunalı

Prodüksiyon Amiri: Ercan Tuman, Yönetmen Asistan: Somer Özer,
Kaya Ören Stüdyosunda hazırlanmış, Barış Ören stüdyosunda seslendirilmiştir

Oyuncular: Vahdet Vural, Şehnaz Dilan, Erol Taş, Damla İra; Osman Ateş, Sela-hattin Fırat, Ahmet Kostarika, Yüksel Pekmezoğlu, Tarzan Çetin, İbrahim Kurt,

Konu: Almanya’dan dönünce evlenmek istediği sevgilisini pavyonda bulan işçinin öyküsü.

BALAYI (1984)


Yönetmen: Nazmi Özer
Senaryo: İlhan Engin
Kameraman: Salih Dikişçi
Yapım: Emek Film/Nazmi Özer

Set: İhsan Gedik, Ercan Tuman, Mustafa Albayrak, Işık Ekibi: Turgut Köse, Abdurrahman Kıl, Ali Koşun, Laboratuar: Armağan Köksal, Sems Tokgöz, Selahattin Kılıççeken, Renk Uzmanı: A. Tümay Rızai, Negatif Montaj: Ali Berkant, Kurgu: İsmail Kalkan, Sesleri Alan: Erkan Esenboğa, Yönetmen Asistanı: Muharrem Özabat, Kameraman Asistanı: Erdal kahraman, Yardımcı Yönetmen: Şahin Gök, Prodüksiyon Müdürü: Mustafa Doğan, (Sineray Film Stüdyolarında hazırlanmıştır)

Oyuncular: Kadir İnanır, Nazan Şoray, Murat Soydan, Neriman Köksal, Cengiz Sezici, Necla Fide, Alev Altın , Tünay Süer, Ekrem Dümer, Yüksel Gözen, Hakkı Kıvanç, Yavuz Karakuş, Cemal Arsunar, İhsan Gedik, Günay Güner,

Konu Konu: Filmde, iki adamın arasında kalan bir kadının hikâyesi anlatılır. Sema, sevgilisi Kemal ile beraber dolandırıcılık yapar. Yapacakları son işte Kemal, iş adamı Ayhan Bey’i dolandırmayı plânlar. Bunun için Sema, Ayhan Bey’i kendine âşık edecektir. İşler Kemal’in plânladığı gibi gitmez ve Sema da Ayhan Bey’e âşık olur. Kemal, Sema ile Ayhan Bey’in arasını bozmaya çalışacaktır. (Meltem İşler Sevindi). 




BAHTI KARALI (1984)





Yönetmen: Oğuz Gözen
Senaryo: Nadire Zeybel
Kamera: Mükremin Şumlu
Müzik: Hüseyin Altın
Yapım: Mete Film/Necdet Erdur

Oyuncular: Hüseyin Altın, Zahide, Tugay Toksöz, İnci Saner, Muzaffer Sönmez, Yılmaz Kurt, Ali Demir

Konu: Hem üniversitede okuyan, hem de müzikle uğraşan bir gencin hayat hikayesini anlatmaktadır.

AYŞEM (1984)


Yönetmen: İbrahim Tatlıses
Senaryo: Safa Önal
Görüntü Yönetmeni: Kaya Ererez /Hüseyin Ererez
Müzik: Burhan Bayer
Yapım: Burak Film/Sungur Eser, İbrahim Mertoğlu

Yönetmen Yrd: Oğuz Yalçın, Sevda Aktolga, Sema Öztüzün, Set: Taci Erşan, İbrahim Öner, Mustafa Boğan, Işık Şefi: Aslan Yıldız, Yardımcılar: Gürcan Küçüker, İzzet Yılmaz, Erdem İstanbullu, Renk Uzmanı: A. Tümay Rızai, Laboratuvar: Armağan Köksal, Selahattin kılıçkesen, Şems Tokgöz, Montaj: İsmail Kalkan, Senkron: Turgut İnangiray, Negatif Montaj: Ali Berkant, Seslendirme Yönetmeni: Abdurrahman Palay, Sesleri Alan: Erkan Esenboğa, Prodüksiyon: İsmail Karahan, Mustafa Doğan, (Sineray Film stüdyosunda Hazırlanmıştır).

Oyuncular: İbrahim Tatlıses, Hülya Avşar, Nilgün Saraylı, Süleyman Turan, Şükriye Atav, Abdurrahman Palay, Diler Saraç, Ali Yalaz, Hüseyin Kutman, Ayşegül Uygurer, İlkay Dumantepe, Süreyya Cankoy,

Konu: Film, bir şarkıcı ile genç bir kız arasındaki aşk öyküsünü konu alır. Ünlü şarkıcı İbrahim gazinoda sahne aldığı sırada dinleyenler arasında gördüğü bir kızın peşine düşer. Ayşe adındaki bu kızı elde etmek için günlerce peşinde koşan İbrahim, bir türlü kızdan yüz bulamaz. Bir süre sonra Ayşe’nin duyguları değişir, ancak İbrahim de bu arada çabalamaktan vazgeçmiştir. Bununla birlikte Ayşe gururunu yenerek İbrahim’e gider. Ani bir kararla evlenirler. Ancak İbrahim’in sağlık sorunları nedeniyle çifti zor bir dönem beklemektedir. (Hasan Sakın)



Eleştiri: "Bütün bunlar Günah ve Yorgun/la daha bir ilgi uyandırmış olan Tatlıses sinemasının dikkatle izlenmesi gerektiğini gösteri-yor. Bu halk çocuğunun içinden gelen duyar/ıkIı yaklaşımlara daha bir bilinç kattığı gün (tıpkı 1970'lerde yaşanan bilinen örnekte olduğu gibi) daha dikkate değer yapıtlar vermesi olanaksız değil.(Nezih Coş, Videosinema, Ocak 1985, sayı 7, syf,19) “Okan Ormanlı “Türk Sinemasında Eleştiti ”

AYRILIK (1984)


Senaryo ve Yönetmen: Oksal Pekmezoğlu
Görüntü Yönetmeni: Muzaffer Turan
Yapım: Umut Film/Abdurrahman Keskiner

Oyuncular: Vahdet Vural, Beyhan Baysal, Hülya Meriç, Öztürk Serengil, Tuluğ Çizgen, Nubar Terziyan, Sırrı Elitaş, Sabahat Işık

Konu: Film, iki kadının aşkı arasında kalan bir şarkıcının öyküsünü konu alır. Gazino piyasasının aranılan ismi Vahdet ünlü gazino patronu Asım Bey’in kızıyla nişanlanır. Asım Bey nişandan sonra Vahdet’in başka gazinolarda sahne almasına sıcak bakmaz. Bu nedenle Vahdet gelen teklifleri geri çevirir. Bu arada Vahdet’in eskiden çalıştığı Taşlık Gazinosu’na Beyhan adında yeni bir assolist alınmıştır. Ancak sahneye çıkacağı gece gazinoyu kapalı bulan Beyhan geceyi geçirecek bir yer ararken, Vahdet’in kaldığı otele yolu düşer. Bu tesadüf Vahdet’le Beyhan arasında bir aşkın doğmasına yol açar. Ancak diğer taraftan Vahdet’in nişanlısı Filiz ruhsal bir bunalıma sürüklenecektir. (Hasan Sakın

AYNA (1984)


Senaryo ve Yönetmen: Erden Kıral
(Osman Şahin’in “Beyaz Öküz” isimli öyküsünden)
Görüntü Yönetmeni: Kenan Ormanlar
Müzik: Brynmor Jones
Yapım: Von Vietinghoff Film Produktion Gmbh-Berlin, Berlin Film on Four Internatıonal Londra ve ZDF (Alman televizyonunun 2. kanalı) ortak Yapımı

Oyuncular: Nur Sürer, Suavi Eren, Hikmet Çelik, Nikos Skiadas, Vasilis Tsaglos, Vera Deludi

Konu: Film Yunanistan'da çekilmiştir...Keto, Zeli'yi kaçırmış ev kurmuştur; Cercis Ağa'nın marabasıdır. Cercis Ağanın kardeşi Küçük Ağa bir süre sonra Zeli'nin yoluna çıkmaya başlar, olmadık yerlerde karşısına çıkar, gözlerini üzerine diker. Bir süre sonra Zeli'nin önüne para koyar, Zeli kaçar; daha sonra kovasına birkaç toka ve bir demet çiçek atar. Zeli durumu eri Keto'ya söyler, Keto bir anlam veremez, düşünüp, sonra yine para verirse almasına söyler. Küçük Ağa bu kez para ile bir cep aynası verir. Zeli aynayı kendisine saklar, parayı Keto'ya verir. Keto düşünüp taşınır, Cercis Ağadan Palu'ya gitmek için bir günlük izin ister. Küçük Ağa Palu'ya gitmişken siparişi ayakkabılarını getirmesini ister. Keto, yola çıkıyormuş gibi yapıp evine geri döner, yüklüğe saklanır, bir süre sonra Küçük Ağa gelir, Zeliye bir çıkın içinde hediye getirmiştir: Zeliye yanına gelmesini söyler, yaklaşır, Keto saklandığı yerden çıkar, Küçük Ağayı öldürür. Sonra damlarının altında bulunan Cercis Ağanın malı beyaz öküzün yattığı yere gömer. Palu'ya gider, ertesi gün köye dönerken , olayın duyulmuş olduğunu düşünmektedir: fakat böyle bir şey yoktur,

her taraf sakindir; yalnız Zelide bir dur-gunluk vardır. Bir kaç gün sonra Küçük Ağanın yokluğu fark edilir, önce çevre köylere haber gönderilir, sonra marabalar aramaya çıkar. Zeli ise günden güne değişmekte suskunlaşmakta, konuşmamaktadır. Zeli iş yapmamaya, yemek pişirmemeye baş-lar. Keto, Zeli’yi konuşmaya zorlar, ikna etmeye çalışır, bahar geldiğinde buradan gideceklerdir. Bir gece Keto, Zeli’yi iyice sıkıştırır... Zeli ise üzerine gelmemesini söyler, susar. Keto, Zeli ile Küçük Ağa arasında bir şeyler olmuş olacağı şüphe-sine kapılırsa da, üzerinde durmaz. Geç vakit uyur, uykusunda sesler, duyar. Rü-yadır sanır, uyanır sesler devam etmek-tedir.O geceden beri beyaz öküze elini sürmeyen, bakımını yapmayan Zeli'nin beyaz öküzün boynuna sarılmış, sevmekte olduğunu görür ve Küçük Ağayı öldürdüğü bıçakla beyaz Öküze saldrrır…

Film ise şöyle gelişir; Zelihan, Necmettin'in üç aylık gelinidir. Küçük Ağanın, Zelihan da gözü vardır, önüne çıkıp para, ayna verir, baştan çıkarmaya uğraşır. Zelihan karşı korsa da, Küçük Ağa düşlerine girer. Necmettin bir gün Küçük Ağayı evinde yakalar ve öldürür, karısı ile birlikte beyaz öküzün yattığı yere gömerler. Zelihan Küçük ağanın etkisindedir. Cesedin üstündeki beyaz öküzü Küçük Ağa ile özdeştirdi Ve bir gün onu okşayıp severken gören Necmettin, bu kez de beyaz öküzü öldürür. Orhan Ünser, a.g.e. syf 206-207”

Ödül:

* Akdeniz Kültürleri Film Festivali'nde (1984) "Film Eleştirmenleri Ödülü"nü aldı. 
* Lüksemburg Film Şenliği (1985) "büyük ödülü" nü kazandı. 
* Uluslararası Sinema Günleri (1985) Altın Lale Yarışmasında "özel mansiyon"la değerlendirildi. 
* Figuera'da Foz Uluslararası Film Şenli-ği'nde (Portekiz 1985) "büyük ödül"ü kazandı.

Eleştiriler:

"İnsan Ruhuna tutulan bir Ayna”
Ayna","klasik" sözcüğünün çağrıştırdığı bir çok şeyi içerir: Alabildiğine yalınlık, sadelik ve bu yalınlığın altında insanı insan yapan temel duyguların, zayıflık ve erdemlerin irdelenmesi, sergilenmesi... Sanatın bin bir olası süsünden, sinema tekniğinin ve çağdaş teknolojinin bin bir cilasından sanki isteyerek soyutlanmış, öze, 'esasa' indirgenmiş bir filmdir "Ayna"...

Anadolu'nun yitip gitmiş bir köşesinde yaşamları alabildiğine ilkel biçimde akıp giden, bir 'ağa' için dişini tırnağına katıp çalışan 'maraba' Necmettin ve Zelihan çiftinin yazgısına egemen olan 2 güç vardır: Ağa ve doğa. Yağmurdan, soğuktan, içine kapandıkları elektrik, su ve ışığı olmayan kulübede bambaşka etkiler yapan fırtına ve karanlıktan alabildiğine bilenir duyarlıkları... En azla yetinen, yalnız temel gereksinimleri karşılamaya çalışan bir ilkel insan yaşamıdır bu... Ama öyle midir gerçekten? Ağanın kardeşi 'küçük ağa', yağız, yakışıklı ve cüretli görüntüsüyle Zelihan'ın hayatına girmek istediğinde ne olacaktır? Başka insanların, hele insanın gözünün, gönlünün kayacağı bir 'kadın'ın yok denecek denli az olduğu bu yörede, sosyal sınıflamanın açık biçimde üst katlarında oturan 'küçük ağa'ya karşı direnmek Zelihan'ın harcı mıdır? Üstelik kendisine ilk kez 'hediye' veren, önce 'kağıt para', sonra bir küçük 'ayna'yı yanı başına bırakıveren, bakışlarının sertliği içinin yumuşaklığını saklayamayan bu adama karşı? Ama Zelihan kendi başına düşünüp karar veremez ki!... Gelenekler onun hele namus konularında tek başına düşünüp karar vermesine engeldir... 'Ağa'nın ilgisi ilk iş kocaya, Necmettin'e açılacak, Necmettin'in bu 'yasak ilgi'ye karşı yanıtı da, namus kavramının feodal koruma biçimlerine ters düşmeyecek bir karar olacaktır: Ölüm...

Ama ölüm bir 'çözüm' müdür ki? Dövülmüş toprak tabanlı kovuklarında sürdürdükleri ilkel yaşam içinde bile, Necmettin ve özellikle Zelihan gelişmiş toplum bireylerine özgü biçimde pişmanlığın, 'vicdan azabının ne olduğunu keşfedecekler, 'günah' işlemiş olmanın duygusal kıskacına yakalanacaklardır. 'Namus' temizlemek için bile olsa, insan öldürmek, doğanın da, Tanrı'nın da bağışlamadığı bir suçtur. Zelihan, 'küçük ağa' dan arda kalan aynaya bakıp dururken, kendisini istemiş, belki sevmiş olduğu için artık yaşamayan bu adama karşı içinde geç kalmış bir ilginin kıpırdadığını duyacaktır. Ölmüş bir adam, cesedi dövülmüş toprak zeminin, kıpır kıpır yerinde oynayan beyaz öküzün altında yatan bir adam sevilebilir mi? Bu ilkel yaşam içinde böylesine karmaşık, yoğun ve garip bir duygusallık, böylesine olanaksız, giderek akıldışı bir ilişki yaşanabilir mi? Necmettin'in tüm uyarılarına, tüm sağduyuya çağrılarına karşın, ağzı var dili yok Zelihan'ın 'küçük ağa'ya, 'ayna'yı veren adama karşı pişmanlıkla, korkuyla, azapla karı-şık duyguları gelişecek, pekişecek ve bu hastalıklı, akıl dışı duygular, sonunda küçük ağanın üstünde kıprayıp duran beyaz öküze doğru yönlenecektir... Ve sonunda Necmettin, Zelihan'ın namusunu ve sevgisini korumak, onun ilgisini yalnız kendinde yoğunlaştırmak için bir cinayet daha işlemeye, bu kez beyaz öküzü öldürmeye zorlanacaktır...

İnsan, insan, insan... Kim ne derse desin, sinema en çok insanı anlattığı zaman ilginç oluyor, başarılı oluyor. İnsan ruhu hala öylesine 'bakir', öylesine keşfedilmemiş, öylesine yoğun gizler, gizemler içeren bir alan ki... Bu alana yeni, değişik ve özgün bakışlarla bakan her sanatçı baş tacı ediliyor. İşte "Ayna"nın başarısı burada yatıyor... Osman Şahin'in bu gizemli öyküsünün içerdiği tüm insan malzemesi, Erden Kıral'ın alabildiğine yalın sinemasıyla perdede saydamlaşıyor, canlanıyor..

Kıral, ilginç bir yöntemle, yer yer biçim oyunlarına başvurmasına karşın (düş sahneleri, beyaz öküzün öldürülmesi gibi), filmin tümüne alabildiğine yalın ve sade bir anlatımın egemen olmasını sağlamış. Sözünü ettiğim biçimsel denemeler ve oyunlar, sonuçta filmin yalınlığını bozmuyor... Anlatılan öykünün yalınlığıyla denk düşen bu tavır, sonuç olarak, bu yalınlığın içinden fışkıran insan dramının ve alışılmamış, garip gelişimlerin de, tüm etki gücünü korumakla birlikte seyirci tarafından 'olabilir' sayılması-nı, kabul edilmesini sağlıyor...

Necmettin, Zelihan ve 'küçük ağa'nın dramları, son derece ilkel koşullarda yaşanmasına karşın, daha önce de değindiğim gibi, sanki günümüzün bunalımlı, ruhbilimine meraklı, kendisini sürekli dinleyen ve ruh doktorlarına dinleten, Freud okumuş ve teknolojik devrim içinde gizemci bir yanı korumuş insanına ilişkin bir dram malzemesine sahipmiş gibi gözüküyor. İlkel toplumlarda uygulanan kimi geleneklerin, göreneklerin, aslında bu toplumlara yakıştırılan 'ilkel' nitelemesiyle ne denli çeliştiği, ilkel toplumları ilkel saymamıza neden olan öğelerin aslında ne denli görece oldukları üstüne bir tartışma, özellikle Levi Strauss'un yapıtlarından ve "Yabanıl Düşünce"den sonra gündeme gelmedi mi? Aslında kuşkusuz Necmettin ve Zelihan'ın yaşamı o anlamda 'ilkel' değil. Burada ilkellik değil, daha çok 'geri kalmışlık' söz konusu... Ancak ilkel veya geri kalmış, bu tür bir dramın, bu tür karmaşık, yoğun ve sıra dışı duyguların herhangi bir çevrede, herhangi bir toplumda yaşanabileceği konusunda "Ayna"nın getirdiği sav ve içerdiği inandırma gücü, yabana atılır gibi değil.

"Ayna" böyle bir drama, yoğun, bunaltıcı ve sanırım uzun süre akıldan çıkmayacak bir yaşantıya ışık tutuyor. Ulaştığı özgünlük düzeyi, yalınlığı içinde ulaştığı yoğun insan malzemesi, bu filmi gerçekten de ilginç, önemli bir sanat yapıtı düzeyine çıkartıyor. İnsanın özüne, temeline, kökenine dönüş yapan filmlerden biri bu, her türlü ciladan, yapaylıktan ve göz boyacılıktan sıyrılmış.. (Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız” syf, 191-192-193)

ATLA GEL ŞABAN (1984)


Yönetmen: Natuk Baytan
Senaryo: Aydemir Akbaş
Kameraman: Rafet Şiriner
Yapım: Cem Film/Yahya Kılıç

Kamera Asistanı: Soner Saygılı, Reji Asistanları: Zuhal Üstüntaş, Meral Bayer, Sesleri Alan: Erkan Esenboğa, Senkron: Mustafa Kent, Montaj: Turgut İnangiray, Renk Uzmanı: A. Tümay Rızai, Laboratuvar: Armağan Köksal, Şems Köksal, Selahattin Kılıççeken, Set Ekibi: Cengiz Özgen, Mehmet Balat, Osman Yavaşoğlu, Aslan Gür, Işık Ekibi: İsmet Yurtçu, İsmail Dinçer, Prodüksiyon Amiri: Ekrem Gökkaya, (Sineray Film Stüdyo ve Laboratuarlarınca hazırlanmıştır)

Oyuncular: Kemal Sunal, Nevra Serezli, Turgut Özatay, Zihni Göktay, Dinçer Çekmez, Nezahat Tanyeri, Nermin Denizci, Renan Fosforoğlu, Reha Yurdakul, Hayri Caner, Zafer Önen, Ekrem Dümer, Ali Berge, Mehmet Özegit, Uğurtan Atakan, Ahmet Kostarika, Ünal Gürel, Selahattin Fırat, Yavuz Şeker, Nizam Ergüder, Metin Çekmez, Erhat Alince, Oktay Güzeloğlu, Mustafa Dik, Taner Yiğin, Yüksel Doğan, Zeki Yıldırım, Erdoğan Dikmen, Talat Bozuk,

Konu: Niyazi bir şekerleme firmasında çalışmaktadır. Zaten az olan maaşına patronuda bir türlü zam yapmamaktadır.Niyazi ailesiyle kıt kanaat geçinir üstelik borçlarından dolayı köşe bucak mahalle esnafından kaçmaktadır…

Bir gün tüm mahalleliyi saran at yarışı oyununa merak salar ve işine gitmek için bindiği minibüste oynar.At yarışını tutturur fakat kuponu yatırmadığı için ikramiyeyi alamaz… Niyazi her gün minibüste kupon yaparak kendini sınar fakat kuponu yatırmaz…

At yarışlarını izlemeye giden Niyazi tüm atları yine bilir…Buna şahit olan bir adam, at yarışlarını oynatan mafya babası Kazım’a haber verir…Kazım, Niyazi’ye kendisi için at yarışı oynamasını ister bu sayede zaten zengin olan Kazım parasına para katacaktır. Kazım Niyazi’yi kendi evinde alıkoyar ve kupon yaptırır fakat kuponlar bir türlü tutmaz. Niyazi’nin at yarışı kuponlarını sürekli minibüste yaptığı için ilham gelmediğinden şikayetçi olur ve onlardan minibüsteki ortamı yaratmalarını ister… Niyazi git gide at yarışını tutturmaya yaklaşır bunun farkına varan Kazım,Niyazi’ye ilham gelmesi için tüm şartları sağlar…

Sonunda Niyazi gerçek bir minibüs ve minibüste çalan “Şiki Baba” şarkısını bulmalarını ister onlar da temin edilmiştir. Niyazi de at yarışını nihayet tutturmaya başlar. Kazım artık her şeyden emin olduğu için tüm parasını Niyazi’nin yaptığı kupona yatırır. Fakat Niyazi Kazım’a parayı yedirmemek için bir atı yanlış yazmış onun yerine kendi doğru atı yazmıştır.