Yönetmen: Feyzi Tuna
Senaryo: Feyzi Tuna, Safa
Önal, (Necati Cumalı’nın “ÖÇ” isimli öyküsünden)
Görüntü Yönetmeni: Çetin
Tunca
Yapım: Mine Film/Kadri
Yurdatap
Yönetmen Yardımcıları: Biket İlhan,
Metin Belgin, Kurgu ve Eşleme: Nevzat Dişiaçık, Savaş Akova, Sanat Yönetmeni: Deniz Özen,
Ses Çekimi ve Miksaj: Erkan Aktaş, Müzik: Cahit Berkay, (Fono Film
Stüdyosunda hazırlanıp seslendirilmiştir).
Oyuncular: Hülya Avşar, Kenan Kalav, Meral
Orhonsay, Celile Toyon, Savaş Akova, Melis Can, Metin Belgin, Savaş Ustay, Nuran
Oktar
Konu: Genç yılda dul kalan köylü kadını Gülsüm
Kadın (Meral Orhonsay) ve kızı Hacer (Hülya Avşar), sakin bir hayat
yaşamaktadırlar. Köyün yakışıklı işsiz delikanlısı Şerif Ali (Kenan Kalav)
Hacer’e tutkundur ve Hacer’de ona. Ali evlerinin önünde bulanan taşın altına
Hacer’e yazdığı mektubu bırakmakta zaman zaman da köyün dul Hanife’si
çöpçatanlık yapmakta ve onları birleştirmek için elinden geleni yapmaktadır.
Öte yandan genç ve güzel Gülsüm Kadın Şerif Ali’yi deliler gibi sevmekte ona
aşık-tır, onun olmak ister. Hacer’i seven Ali, Gülsüm kadına hiç yüz vermez.
Bir gün Şerif Ali Hacer’e yazdığı mektubu taşın altına gizlice koyarken Gülsüm
Kadın görür ve mektubun kendisine yazıldığını zannederek merakla açarsa da
kızına geldiğini anlar… Beyninden vurulmuşa dönen Gülsüm, hıncını kızından alır
ve onu sokak ortasında köylünün önünde döver de döver.
Bütün
bunlara rağmen sevdiğinden vazgeçmeyen Hacer çöpçatan Hanife ile Ali’ye haber
gönderir. Annesi yarın dere kenarına çamaşır gelirse de, bohçasını toplamış yıkamaya
gidecektir. Gelip Ali’nin kendisini kaçırmasını ister. Bu işe pek razı olmayan
Ali Hacer’in evine olan Hacer’i kaçırmaktan korkmuştur. Yaşı küçük olduğu için
hapse girmekten korkmuştur Şerif Ali.
Aradan geçen
zaman sonrası ana kız yakın komşu köylerden birine düğüne giderler ve orada
düğün sahibinin ısrarına dayanamayıp Zehra ve Gülsüm karşılıklı oynarlar. Bu
oyun esnasında Zehra’yı gören Selim Kahyanın oğlu ona aşık olur. Gülsüm Kadın
bir an önce kızı Zehra’yı evlendirip, Şerif Ali’ye sahip olma arzusundadır.
Zehra’nın kendisine
verilmeyeceğini bilen Şerif Ali’nin yapacağı tek şey kalmıştır, Zehra’yı her ne
bahasına olursa olsun kaçırmak ve ona sahip olmak. Gülsüm Kadın’ın tarlada
olduğu bir gün Zehra’yı bayıltıp atının terkisine atar ve tarlalara dağlara
doğru yol alır. Tarlada Gülsüm Kadını gören Ali, “Sen vermedin ama ben aldım”
der, ve uzaklaşır. Yağmurlu bir gecede sığındıkları dağ evinde Ali’nin
uyuklamasını fırsat bilen Zehra kaçmaya yeltenirse de başaramaz ve ağaçlar
altında ve şiddetli yağmura rağmen, kendisini Ali’ye teslim eder.
Artık bu iki çiftin
buralarda yaşaması imkansızdır. Köyden uzak yerlere gitmek üzere yol kenarında
geçen bir vasıtayı durdurmak üzere bekleşirlerken, Gülsüm Kadın onları bulur,
“Şerif Ali, bana yar olmayanı ben kimseye yar etmem dememiş miydim sana” diye
avazı çıktığı kadar bağırır ve silahını ateşleyerek, Şerif Ali’yi öldürür.
► Tuna son yıllarda 'köy
filmi' yapmayı istemediğini açıkça söylemiş, iyi bildiği çevreleri, kenti ve
burjuvazyi anlatmayı yeğlediğini belirtmişti. Necati Cumalı'nın
"Öç" hikâyesinden alınan bu filmle Tuna, 'köy filmine dönüş yapıyor.
Ama bu yalnızca görünürde böyle... Aslında Tuna'nın köy fonu üzerinde tipik bir
'burjuva hikâyesi' anlattığı da söylenebilir. Hikâyeleri 'köyde geçebilir',
'kentte geçebilir' diye kategorilere bölmek niyetinde değiliz, yanlış
anlaşılmasın... Ama Tuna'nın yaklaşımı, gerçekten de köy dekoru önünde tipik
bir 'melodram' anlatmak, aynı erkeğe âşık olan bir ana-kızın öyküsünü vermek…
Bu saptamayı
bir eleştiri değil, bir övgü olarak yaptığımı hemen belirtmeliyim. ... Evet,
Tuna'nın köyle kasaba arasındaki mekânı pek yaşamıyor... Filmin tüm kadın
oyuncuları, şık "köylü giysileri', özenli makyajları ve hayli 'kentli'
kokan tavırlarıyla o dekora da çok fazla uymuyorlar zaten... Ama önemli olan,
Tuna'nın filminin bunları ve de kaynak olarak aldığı öykünün bazı verilerini
aşıp. hayli inandırıcı, ilgi çekici ve de evrensel bir hikâyeye ulaşmış
olması... Köyün ve köylülüğün, en azından psikoloji açısından alabildiğine
sınırlı, gerçekten çağdaş ve ilginç insan portreleri ve dramları çizilmesine
elverişli olmayan bir çevre oluşturduğuna değin son yıllarda ileri sürülen bazı
savlara da katılıyor değilim. Ama Tuna'nın gerçekçi bir köy filmi' yapmanın
içerdiği bin bir tuzağı aşıp, köy, kasaba veya kent, nerede olursa olsun
ilginçlik taşıyan, kişileri ve dramları bizi ilgilendiren bir film yapabilmesi,
yabana atılır bir başarı değil...
Çünkü Tuna, filmini çok
ustaca kurmuş... Daha İlk sahnelerden, çizmeleri, yeleği ve tespihiyle tam bir
'köy bıçkını' olan Şerif Ali'ye tutkunluğu besbellidir Gülsüm Kadın'ın... Oysa
seyirci Serif Ali'nin Gülsümün güzel ve oynak kızı Hacer'e sevdalandığının
bilincindedir. Bu açıdan Gülsüm Kadın'ın dramı çok daha İyi belirir, neredeyse
bir gerilim kazanır. Hacer’in kendisini kaçırmaya cesaret edemeyen Şerif
Ali'den soğuması, oysa bir kez onun olduktan sonra genç adamı sevmesi ise,
filmin alışılmışın dışında kalan gelişmeleridir. Alışılmış,, bu yüz-den
beklenir olan şey ise sonunda gerçekleşir... Gülsüm Kadın'ın filme adını veren
'tutkusunun da, tam anlamıyla olumlu kahramanları olmayan bu öykünün 'mutlu
sonIa bitmesinin olanaksızlığının da bilincinde olan seyirciyi rahatlatacak,
boşaltacak bir sondur bu...
"Tutku",
ayrıntılı psikolojik irdelemeyi, insana 'birey' olarak boyutlu biçimde
yaklaşmayı, köy filminin genelde kaba çizgili yaklaşımı içine yerleştiren
değişik, yürekli bir çalışma, ilginç, başarılı bir film... Kent filmi tavrıyla,
köy filmi yapmak., bizce hayli yürekli bir çıkış. Filmin iş yapmamasına ise,
yapımcısını bilmem ama, Tuna üzülmesin... Çünkü özellikle bu mevsim, seyircimizin
nedendir bilinmez, filmlerin kalitesiyle tam anlamıyla ters orantılı giden
beğeni-si, en azından bu filmin de 'iyi bir film olduğunu gösteriyor. “Atilla
Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız” syf, 207”