Powered By Blogger

21 Mart 2020 Cumartesi

ARZU (1985)


Yönetmen: Şahin Gök
Senaryo: Macit Koper 
Görüntü Yönetmeni: Orhan Oğuz
Yapım: Uzman Film/Ferit Turgut, Kadir Turgut

Oyuncular: Banu Aklan (Arzu), Tolga Savacı (Cezmi), Yusuf Sezgin (Tan), Ek-rem Dümer (Polis), Songül Gündüz (Sevda), Tahsin Koray (Polis),

Konu: Ünlü bir fotomodel ve oyuncu olan Arzu (Banu Alkan) kız kardeşi sevda ile yaşamaktadır. Sevgilisi Tan (Yusuf Sezgin) ile çalışmaktadır. Cezmi (Tolga Savacı) Arzuyu evinin çevresinde sürekli takip eder ve gizlice fotoğraflarını çeker. Sevda Cezmi ile tanışmıştır ve ona ilgi duymaktadır. Cezmi’nin de kendisinden hoşlandığını düşünür. Cezmi’nin amacı Sevdayı kullanarak Arzuya yaklaşmaktır.

Cezmi hasta ruhlu sapkın biridir.Sevdaya fotoğraf sanatçısı olduğunu açacağı sergiye koymak için Arzunun fotoğraflarını çekmek istediğini söyler.Sonunda Arzunun evine girmeyi başaran Cezmi ona tecavüz edip ortadan kaybolur. Aradan geçen zamanda aklını Arzuya daha da takan Cezmi kız kardeşleri yeniden takip bulur. Bu kez Sevdaya saldırıp tecavüz etmek isterken Arzu Cezmi’yi öldürür.


 1976 yılında David Rayfiel’in senaryo-sundan, Lamont Johnson’un yönetiminde filme alınan ve baş rollerini; Margaux Hemingway (Chris Mc Cormick), John Bennett Perry (Martin Mc Cormick), Mariel Hemingway (Kathy Mc Cormick)’in oynadığı “Lipstick” filminden uyarlama.


ANADAN AYRI (1985)


Senaryo ve Yönetmen: Yücel Uçanoğlu
(Nami Dilbaz’ın öyküsünden)
Görüntü Yönetmeni: Aytekin Çakmakçı
Yapım: Topkapı Film/Yaşar Tunalı

Laboratuvar Şefi: A. Tümay Rızai, Renk Uzmanı: Sabahattin Hoşsöz, Laboratuvar: Şemsi Tokgöz, Armağan Köksal, Fehmi Acar, İzzet Tatlıcı, Ses Mühendisi: Erkan Esenboğa, Senkron: Cevat Sezer, Negatif Montaj: Ömer Aksu, Yönetmen Yardımcısı: Mesut Taner, (Sineray Laboratuvarlarında hazır-lanmıştır… )

Oyuncular: Kamuran Akkor, Ünsal Em-re, Piraye Uzun, Eray Özbal, Sümer Tilmaç, Baykal Kent, Songül Beyce, Renan Fosforoğlu, Ali Ekdal, Nermin Özses, Yılmaz Kurt, Fikret Fırtına, Filiz Taş,

Konu: İsmail, Adana’dan İstanbul’a gelmiş ve hemşerisini ararken dolandrılmıştır. Kamuran ise çok zengin, her istediğini elde eden, şımarık bir kızdır. Kamuran ve İsmail bir tesadüf sonucu tanışırlar. Kamuran, İsmail ile beraber olur ve sonra İsmail’i terk eder. Bir süre sonra Kamuran babasını kaybeder ve parasız kalır. Parasız kalınca batağın içine saplanır… Bu arada da İsmail çok zengin olmuştur.


20 Mart 2020 Cuma

AMANSIZ YOL (1985)


Yönetmen: Ömer Kavur
Senaryo: Barış Pirhasan, Ömer Kavur (Kerem Şahin’în “Çıkmaz Yollar” isimli film hikayesinden esinleni-miştir.)
Görüntü Yönetmeni: Orhan Oğuz
Yapım: Delta Film/Atıf Yılmaz

Set Ekibi: Erdal Sümer, Yaşar Davutoğlu, Şaban Derya, Işık Şefi: Recep Biçer, Yardımcısı: Nuri Ağaçabey, Yönetmen Yardımcısı: Muharrem Özabat, Yapım Görevlisi: Sadık Deveci, Yardımcısı: Yusuf Çetin, Ses Mühendisi: Erkan Esenboğa, Laboratuar Şefi: Sabahattin Hoşses, Kurgu: Mevlut Koçak, Müzik: Uğur Dikmen, Gör. Yön. Yrd. Cem Molvan, Sineray Film Stüdyosunda işlem görmüştür.

Oyuncular: Kadir İnanır (Hasan), Zuhal Olcay (Sabahat), Yavuzer Çetinkaya (Topal Yavuz), Mustafa Dik, Mine Çayıroğlu (Ayşe), Ümit yesin, Ferda Ferdağ, Hasan Yıldız (takipçi Mustafa), Ümit Yesin,

Konu: Sabahat da, sevgilisi Hasan'ın yıllar önce "zengin olmak için," endini terk etmesi sonucu istemediği biriyle evlenmek zorunda kalır. Sabahat kocası Yavuz'un yasa dışı ilişkilere girip sakat kalması sonucu, kendine ve kızına bakabilmek için fahişeliğe itilir. Sabahat artık yitirilmiş bir yaşamda "figüranlık" yapmaktadır. Yıllarca Sabahat'i arama cesaretini kendinde bulamayan Hasan, geri dönüşünde eski sevgilisine ve kızına sahip çıkmak ister, ama geçmişin geri gelmeyeceğini düşünen Sabahat'in ortadan sessizce kaybolmasıyla başarılı kadının özgür yaşaması ve kendi yaşamının öznesi olması olanağı sınırlıdır.

Kadın ya sevdiği adamla evlenerek ekonomik bağımlılığa rağmen mutlu olmanın yollarını arayacak (bu genellikle her şeyi Kabullenmeye varır) ya da bir başkasıyla evlendirilecek ve ona bağımlı olarak yaşayacaktır. Eş deyişle gönüllü bağımlılıkla gönülsüz bağımlılığın alternatifi sahipsiz kalmak, kimi zaman da kötü yola düşmektir. Bağımlılığa savaş açıp özgürlüğe ulaşma olasılığı ise çok düşüktür. Çünkü o zaman da, namus meselesi, iş bulamama, sarkıntılıklara maruz kalma, düşük ücretle geçimini sağlayamama gibi sorunlarla uğraşmaktadır.

ÖDÜL

22.An Altın Portakal Utalya Lusal Uzun Metraj Film Yarışması (22 – 29 Eylül 1985)
► ZühaI Olcay, "en iyi oyuncu" ödülü”.

Jüri Üyeleri: Lütfi Ö. Akad, Rekin Teksoy, Selda Alkor, Müşfik Kenter, Metin Deniz, Süreyya Duru, Halim Horasan, Nejat Gökçe, İhsan Yüceözsoy, Alpaslan Öner, Mevlüde Aydın, Süleyman Akyüz.

Amansız Yol", Kültür ve Turizm BakanIığı Sinema Başarı Ödülü olan 4 milyon TL. (1985).

► Uluslararası İstanbul Siinema Günleri 86'da Türk Filmleri Yarışması'nda
Dr. Nejat Eczacıbaşı Vakfı Ödülü 2 milyon TL. "Amansız Yol", "Adı Vasfiye" ve "Züğürt Ağa” arasında paylaştırıldı.
► Sinema Yazarlarınca "en iyi on film" seçiminde (1986) ise 5. oldu.:

* Amansız Yol"... Ya da İstanbul-Mardin... Bu film, pek ilgisi yok ama, bana "Paris- Texas"ı anımsattı. Yalnız İstanbul-Mardin deişinin Paris- Texas deyişini anımsatması nedeniyle değil. Konu/tema benzerliği açısından da... Çünkü nasıl 'Paris-Texas'ın kahramanı, Orta Amerika'nın bitmez tükenmez çöllerinde yıllar önce kendisinden kaçan eski karısının çirkefin, diğer bir deyişle 'seks endüstrisinin batağında kapıldığı yalnızlığı, umutsuzluğu, çaresizliği keşfederse, bu filmin başkişisi şoför Hasan da, yıllar önce 'zengin olmak için' bırakıp gittiği, sonra içerde (hapiste) geçirdiği 'yitik zaman' boyunca da aramak cesaretini bulamadığı eski göz ağrısı Sabahat'ı, önce çocukluk arkadaşı Yavuz'un karısı, sonra da Yavuz'un bilgisi ve itişiyle 'fahişe' olmuş, yaşama ve mutluluğa sırtını dönmüş bir yıkıntı halinde buluyor. İki eski sevgili, Yavuz'un karıştığı kirli işler ve kendilerinden sakladığı para nedeniyle peşlerinde olan haydutlardan yakalarını sıyırmaya uğraşırken, aralarında yeniden sıcak bir bağ oluşur gibi oluyor. Sabahat'ın Yavuz'dan olma boyu kadar kızı Ayşe de, bu mutluluğa hazırdır. Ama şu "kahpe dünya", bu geç kalmış sevginin yaşanmasına, kaçırılmış trenin yakalanmasına izin verecek midir?

"Amansız Yol", Ömer Kavur'un "Körebe" ile belirlenen üslubunun bir diğer tipik filmi... Kavur'un iki filmdeki sinema anlayışı şöyle özetlenebilir: Polisiye öğelerin işe karıştığı gerilimli bir öykü boyunca bir içserüveni de vermek, hem bir şeyler arayan ("Körebe"de kayıp kız) veya bir şeylerden kaçan (burada haydutlar) kişilerin öykülerini gerilimli biçimde anlatmak, hem de onların aralarındaki ilişkileri, geçmişten kaynaklanan hesaplaşmaları işlemek... Barış Pirhasan'la işbirliği sonucu ortaya çıkan iki filmdeki bu ortak gelişim, Ömer Kavur'a bizce oldukça ilginç anlatım öğeleri geliştirme fırsatı da veriyor.

Bunların başında "Amansız Yol"u o tıpkı "Körebe" gibi, çok ilginç bir çevre betimlemesi yapması var. "Körebe"de İstanbul kentinin gözlerden ırak gecekondu semtleri, tüm toplumsal yoksunluğu, sanki asıl kentten dışlanmışlığı içinde ilginç, gerçekçi biçimde gözlemleniyor. Burada, bu gözlem, İstanbul'dan başlayıp, bir TIR kamyonunun İstanbul/Mardin yolculuğu boyunca tüm bu 'güzergah'a kayıyor. Kavur bu anlamda dekoru yalnızca dramı/olayı destekleyici, altını çizici bir yardımcı öğe olarak başarıyla kullanmakla kalmıyor. Dekoru/çevreyi, aynı zamanda toplumsal bir gözlemin, güncel/çağdaş bir izlenimler dizisinin sahnesine dönüştürüyor. Filmin diğer yandan ve alttan alta bana bu kez bir Türk romanını, "Fikrimin İnce Gülü"nü düşündürmesi, sanırım bundan kaynak-landı. Bu 'gerçekçi çevre' anlayışı bir polisiye öykü anlatırken çevrenin sosyal yapısıyla da gösterilmesi, kavranması çabası, bana Amerikan kara filmlerinin parlak dönemini düşündürüyor.

Diğer yandan Kavur, bir bekleyişin, bir arayışın, bir 'takip'in, altını çizmesini, küçücük olaylara yüklü bir gerilim katmasını çok iyi biliyor. Hasan'la Ayşe kamyona yaklaşarak Sabahat'ın kaçmış olduğunu algılarken, küçük kızın haydutlarca parça parça edilmiş bebeğini bulma sahnesinin içerdiği gerilim, buna tipik örnek... Kavur'un büyük savlı öyküler yerine bu toplumsal tabanlı gerilim öyküleri anlatmasını kendi adıma çok başarılı buluyorum. Sinemamızda eksik olan bir tür bu; az denenmiş, denendiğinde de başarılı olunamamış. Kadir İnanır olsun, Zühal Olcay olsun çok rahat oyunlar sergiliyorlar. Yavuzer Çetinkaya'yı ilk kez tam bir kompozisyon rolünde çok inandırıcı buldum. Küçük Mine Çayıroğlu, çok iyi kullanılmış. "Amansız Yol", sinemamızda bir Ömer Kavur dünyasının sağlam biçimde oluştuğunu gösteren ilginç bir film... “Atilla Dorsay “12 Eylül Yılları ve Sinemamız” syf.175 “

ALTAR (1985)


Yönetmen: Remzi A. Jöntürk
Senaryo: Zeki Alan
Görüntü Yönetmeni: Mahmut Demir, Şener Işık
Yapım: Pars Film/Remzi Jöntürk, Sait Seyit

Yönetmen Asistanları: Uğur Duru, Tarık Günlü, Mehmet Söyler, Makyaj: Sarah Gülyüz, Sanat Yönetmeni: Ferhan Tanseli, Sesleri Alan: Erkan Aktaş, Kurgu-Eşleme: Eyüp Yıldız, Negatif Kurgu: Zeynep Tor, Renk Uzmanı: Adnan Şahin, Baskı Zekeriya Şan, Laboratuar: Yahya Öztürk, Set Görevlisi: Ali Güney, Işıklar: Mehmet Çakar, Ömer Ekmekçi, Fevzi Eryılmaz, Makyöz: Sarah Gülyüz, Trükaj: Rıdvan Atak, Sanat Yönetmeni: Ferhan Tanseli, Yapım Görevlisi: Suat Özbek, Süpervizör: Nejat Özbek, (Fono Film Stüdyolarında hazırlanmıştır.)

Oyuncular: Sait Seyit (Utah-Altar),: Çeçilya Daymaz (Alyoki -Nino), Nuri Alço (Hunka), Meral Utacı (Asena), Eşref Kolçak (Zodiak), Levent Çakır (Emte), Kazım Kartal (Osep), Aynur Aydan (Sabahnaz), Ferhan Tanseli, Recep Filiz (Darga), Cevat Pars (Küçük Altar), Canan Can (Nazo), Ali Güney (Samuray), Ferhan Tans (Çuçi-Li), Fer-hat Ünal (Hunzah), İhsan Gedik (Titan), Sönmez Yıkılmaz (Kondor), Leyla Somer (Geda-Tin)

Konu: Konu çok eski zamanlarda belir-siz bir ülkede geçer. Ülkeyi gaddar Zodiak (Eşref Kolçak) yönetmektedir. Zodiak ateşin sahibidir ve ateşin izinsiz kullanımını ölümle cezalandırır. Zodiak'a Utah (Sait Seyit) karşı çıkar, Gökten düşen bir taştan görkemli bir kılıç yapar ve granit bir kayaya saplar. Oğlu Altar (Cevat Pars) büyüyünce bu kılıçla ülkeyi kurtaracaktır. Utah kendini yakarak ölür. Altar büyür ve azman bir savaşcı olur. Esir tüccarı Osep'in (Kazım Kartal) eline esir düşer.

Günün birinde Osep'ten kurtulur, babasının da tanıdığı Kraliçe Alyoki'nin (Çeçilya Daymaz) kızı Nino (Çeçilya Daymaz) ile karşılaşır, ona zorla sahip olur. Nino hançeriyle Altar'ı yaralar sonra bir mağarada büyü yaparak Altar'ı tedavi eder. Nino, öldürülen Zodiak'ın oğlu Hunka'nın (Nuri Alço) sarayına gelir, esir düşer. Altar tek başına Hunka'nın askerlerini dağıtır, babasının kılıcını granit kayadan çekip alır ve Hunka'nın sarayını basar. Nino'yu kurtarır, Hunka'yı öldürür ve yeni maceralara doğru yol alır.

ALKOL (1985)


Yönetmen: Yavuz Figenli
Senaryo: Necati Er
Görüntü Yönetmeni: Serdar Servidal
Müzik: Nedim Otyam
Yapım: Türk-Kan Video/Sabri Demirdöğen

Oyuncular: Perihan Savaş, Fikret Hakan, Atilla Ergün, Kazım Kartal, Turgut Özatay, Süleyman Turan, Baykal Kent

Konu: Alkolik mobilyacı kocasını tekrar yaşama bağlayan fedakar bir kadının yaşam öyküsü.

ADI VASFİYE (1985)


Yönetmen: Atıf Yılmaz
Senaryo: Barış Pirhasan (Necati Cumalı'nın
beş öyküsünden)
Görüntü Yönetmeni: Orhan Oğuz
Müzik: Atilla Özdemiroğlu
Yapım: Estet Film /Cengiz Ergun, Odak Film/Leyla Özalap

Yönetmen yardımcısı: Leyla Özalp, Sevgi Saygı, Barış Pirhasan, Ümit Ünal, Sanat Yönetmeni. Şahin Kaygun, Kurgu Asistanı: Çetin Yaman,

Oyuncular: Müjde Ar (Vasfiye), Aytaç Arman Emin), Macit Koper (Rüstem), Yılmaz Zafer (Fuat), Levent Yılmaz (Kuyumcu Hamza), Suna Tanrıver, Erol Durak, Suna Tanrıver, Ali Rıza Özbilgiç, Sahra Gülyüz, Şahika Tekand, Reşide Kuraner, Server Mutlu, Cem Meto (Sunucu), Hasan Yıldız (alemci), Cem Kutluğ, Erol Durak, Oktay Kutluğ, Atilla Oğultekin, Ayhan Tanrıver

Konu: Batı Anadolu'nun bir kasabasında geçen öykü farklı sınıflardan dört erkeğin gözünden bir kadının yaşamını anlatır. Vasfiye'nin yaşamına ilk giren çocukluk arkadaşı Emin olur. Kökeni yıllar öncesine dayanan sevgi evlilikle sonuçlanır. Ne var ki, Emin, evlendikten sonra, bencil zorba; çıkarcı birine dönüşür. Vasfiye sanki yıllarca peşinden koştuğu değilmişçesine kabalaşır, sorumsuzlaşır, başka kadınlarla bayağı bir cinsellikten öteye geçemeyen ilişkiler kurmaktan çekinmez ve karısına aşırı kıskançlık gösterir. Kıskançlık Vasfiye'nin yaşamını sınırlamaya, kişiliği üzerinde baskılara değin uzanan davranışlara neden olur. Vasfiye için tek çare ayrılmak olur bu kez karşısı-na iğneci Rüstem çıkar. Vasifıye ile cinsel birliktelik için fırsat kollayan ama yüz bulamayan Rüstem, kasabadaki her gittiği yerde Vasfiye ile beraber olduğunu, her gün "düşüp kalktıklarını" yayar. Baskılardan, diğer bir deyişle kişiliğine, varlığına yönelen şiddetten bunalan Vasfiye çevresindekilerin de ısrarı sonucu yaşlı Hamza ile evlenir. Hamza da, bırakılıp gitme ve aldatılma korkusuyla Vasfiye için kıstırılmış bir ortam yaratır. Film boyunca Vasfiye’yi takip eden Emin önce Rüstem’i bıçakladıktan sonra, Vasfiye'nin Hamza ile olan evliliklerinin bitmesine de neden olur. Son olarak Vasfiye’nin karşısına çıkan erkek, Vasfiye'yi dürüst ve içten seven kentli doktor Fuat olur. Gençliği ve yakışıklılığı ile ile Vasfiye'nin dikkatini çeken doktor, insancıl ve içtenliği ile de Vasfiye'nin gönlüne girmeyi başarır. Ne var ki, Emin bu birlikteliğin uzun sürmesine de izin vermez. Film boyunca Vasfiye'nin yaşamını araştıran genç bir yazar pavyona düşen Vasfiye'yi eski kimliğine döndürmek ister, ama karşısına yine Emin çıkar.

Adı Vasfiye'de de aşkı. mutluluğu arayan sıkıştırılmışlıklar, ve baskılar içinde yaşayan kadın karakter olur. Yıllarca evlenebilmek için çaba harcayan Emin. istediğine sahip olunca. daha önce gösterdiği sıcaklığı. ilgiyi sevgiyi bırakıp, bencilleşir; kendisi istediğini yaparken. Vasfıye'nin de elinden kaçmaması için film boyunca Vasfiye'nin kendinden uzaklaştığını gördükçe. hırçınlığı artar. Sevgiye dayalı cinselliği yaşayamadığı için doyumsuzluk yaşayan Rüstem de yine Türk toplumundaki cinsel açlığın tipik temsilcisidir. Vasfiye'nin Hamza ile evliliği. bir erkeğin soyadını taşıyarak çevresel baskılardan kurtulma çabasıdır. Ne var ki. Hamza'nın da ataerkil değerlerle bezenmiş yaşamına cinsel eksiklik de eklenmesi ve Emin' in davranışları bu evliliği de bitirir. Vasfiye. dürüst ve içten birliktelik kurabileceği doktor Fuat'tan da Emin'in oraya girmesi sonucu ayrılır.

Ele alınan konu. küçük kasaba çevresindeki dört değişik yapıdaki erkeğin bu kadına. dolayısıyla genel olarak kadına bakış açısıdır. Bazı farklılıklar göstermesine rağmen. ortak yönleri olan bir bakış açısıdır bu. Cinsel ağırlıklı ve bencil bir bakış. Cinselliğinin tadına varmaya çalıştıkları kadının duygu ve düşüncelerine aldırmayan bu bakış" hem kadının mutluluğu engelleniyor. hem de içinde bulunulan yalnızlık. sevgisizlik ve doyumsuzluk duyguların acısı dayanılmaz hale geliyor. “Agah Özgüç “Türk Filmleri Sözlüğü” 2. Cilt ”

, ÖDÜLLER:

* İstanbul Uluslararası Sinema Günleri 86'da "yerli film yarışmasında
► Dr. Nejat Eczacıbaşı Vakfı Ödülü olan 2 milyon TL. "Adı Vasfiye",
"Amansız Yol" ve "Züğiirt Ağa" flImleri arasında paylaştırıldı.

Jüri Üyeleri: Türkan Şoray, M. Tali Öngören, Selim İleri, Sungu Çapan, Süreyya Duru).
Ayrıca Nokta Dergisinin (Senaryo: 17,4 Mayıs 1986) oluşturduğu 15 kişilik

Jüri Seçimiyle (Atilla Dorsay, Ertem Eğilmez, Bülent Oran, Burçak Evren, Vecdi Sayar, Fehmi Yaşar, Nezih Coş, Onat Kutlar, Tuğrul EryıJmaz, Füruzan, Haşmet Zeybek, Şerif Sezer, İbrahim Altınsay, Alim Şerif Onaran, Erdoğan Tünaş)

Sinema Günleri 86'ya katılan filmler arasında
► "Adı Vasfiye", "en iyi film",
► Atıf Yılmaz "en iyi yönetmen",
► Barış Pİrhasan "en iyi senaryocu",
► Müjde Ar "en iyi kadın oyuncu",
► Atilla Özdemiroğlu "en iyi müzikçi" seçildiler.

Sinema Yazarlarının (İbrahim Altınsay, Engin Ayça, Nezih Coş, Sungu Çapan, AtillaDorsay, Burçak Evren, Turhan Gürkan, Fatih Özgüven, Vecdi Sayar, Kamil Suveren, Rekin Teksoy) "en iyi on film" seçiminde (1986)

► "Adı Vasfiye" yılın filmi seçildi.
► Barış Pirhasan "eniyi senaryo yazarı",
► Müjde Ar, "en iyi kadın oyuncu",
► Atilla Özdemiroğlu "en iyi besteci" seçildiler.

23. Antalya Film Şenliği'nde (1986)
► "en iyi üçüncü film".
► Atıf Yılmaz "en iyi yönetmen"
► Müjde Ar "en iyi kadın oyuncu"

*1980'ler, Türk sineması için büyük oranda, ucuz ticariliklerin ve Avrupai sanat sinemasına acemice meyletmenin dönemi. "Adı Vasfiye", bu anlamda 80'ler Türk sinemasının namusunu kurtaran filmlerden biri sayılır. Sinemanın toplumla birlikte bunalım geçirdiği bir zamanda, bu kimlik bunalımını, ona sağ-lam yerlerden dokunmayı bilerek aşmış bir klasik. "Adı Vasfiye", Atıf Yılmaz'ın 'kadın filmleri'nden biri olarak anılır ancak eğer 'bu bir kadın filmi' diyeceksek, başarısına, aynı zamanda erkekleri de anlatabilmesini eklemek lazım. Yerini bulma endişesindeki kadının arayışı ve Türk erkeğinin tıkanık var olma biçimlerinin portresi, filmde birbirine ayna tutuyor. "Adı Vasfiye", soruna iki taraflı baka-bilmesiyle de Türk sineması açısından ilginç bir film. Durduğu yerin Yeşilçam adına sıra dışılığı, biçiminden başlıyor zaten. Necati Cumalı'nın beş öyküsünden Barış Pirhasan'ın senaryosuyla uyarlanan film, gerçeğin peşine "Rashomon"vari bir öykülemeyle düşüyor.

Vasfiye, Müjde Ar'ın oynadığı birçok karakter gibi, 'ırz düşmanları aleminde, güzelliği başa bela' bir kadın. Yeri geldiğinde dar imkanları aşmak için kadınca numaralara başvurmayı da, samimi ve mert olmayı da çok iyi biliyor. Hikayesini kendisi değil, karşısına çıkan erkekler anlatıyor: Namus davasına saflığını yitiren belalı aşık Emin (Aytaç Arman), Vasfiye'yi diğer erkeklerden korumak adına eve hapseden sahiplenici Hamza Abi (Levent Yılmaz), erkek dünyasında namı yürüsün diye Vasfiye'yle ilişki yaşadığını uyduran iğneci Rüstem (Macit Koper) ve aşk arayışında genç doktor Fuat (Yılmaz Zafer). Bu adamların anlattıkları gerçeklik adına şüpheli olduğu gibi, adamların varlıkları da şaibeli. Her şey, 'hikaye yok' diye dertli dertli ortada dolanan genç bir senaristin (Erol Durak), Sevim Suna adlı bir pavyon şarkıcısının afişine bakarken kurduğu hayallerden ibaret olabilir. Sevim Suna'nın pavyon afişindeki (Marilyn Monroe'vari) pozu öylesine parlaklık peşinde ki, tam tersi bir düşmüşlüğü akla getiriyor. Senarist afişe bakarken karşısına ilk olarak şoför. Emin çıkıyor;

"Asıl adı Vasfiye” Bir sürü hikaye dinliyoruz, sonuçta o hikayelerdeki doğruluk payı bir yana, finalde senaryonun oynadığı naif bir gerçeklik oyunuyla, Sevim Suna'nın hakikaten Vasfiye olup olmadığı da muğlak kalıyor. Vasfiye özneleşemeden, film bitiyor.

Fantastik Türk sineması' adı altında anılan B tipi macera filmlerini bir kenara bırakırsak, bile isteye gerçeküstü unsurları kullanmak, sinemamızın en büyük marifetlerinden sayılmaz. "Adı Vasfiye", bu açıdan özel bir film. Erol Durak'ın karakteriyle Vasfiye'nin ve 'adamları'nın çelişkilerle dolu kesişmeleri, filmin düşsellikle ilişki kurduğu noktalar. Filmdeki 'düş mü yoksa gerçek mi' temasının farklı işlevleri var; genç senarist üzerinden yaratıcılığı, Vasfiye üzerinden kadın kimliğinin bulanık zeminini gündeme getiriyor. Ayrıca böylece Vasfiye'nin karakter olarak gizeminden, filmin bütün atmosferi nasiplenmiş oluyor.

Filmin mizahla da incelikli bir ilişkisi var. Müjde Ar'ın sahici dramaya olduğu kadar parodiye de her daim yatkın oyunculuğu, filmin mizah duygusunu ayakta tutan unsurlardan biri.

Geriye dönüş sahneleri, çoğu kez karikatürize edilmiş. Vasfiye'nin evden kaçışında, kayınbiraderinin kurduğu tuzakta, iğneci Rüstem'in fantezisinde ya da Emin'in, erkekliğinin simgesi çizmeleriyle Hamza Efendi'nin evinden kaçtığı sahnede olduğu gibi. Bunlar, yaşamdan klişeleri temel alan sahneler. Pirhasan ve Yılmaz ikilisi, kantarın topuzunu kaçırmadan abartıyı işin içine katarak, filme toplumsal bir hiciv değerini de ekliyorlar.

Sonuçta karşılaştığımız tablolar, Vasfiye'nin hikayesinden yola çıkarak geniş bir çerçevede dönemin sosyal koşullarından ciddi ipuçları veriyor. Türkiye'nin kadın ve erkek kimliklerindeki sorunları öne çıkarsa bile, "Adı Vasfiye" diğer taraftan da köyden kente göçün çarpık hikayesi. Hayatına bir çiftlikte başlayan Vasfiye'nin yolu, yıllar içinde kasabaya, sonunda büyük kente varıyor ve orada geçmişi de geleceği de belirsiz bir kahramana dönüşüyor. Kadın kahramanları değişime ve dolayısıyla drama daha yakın bulduğu için seçtiğini söyleyen Yılmaz, bir kadının arayışları üzerinden, bütün bir toplumsal arayışı ve bocalamayı da anlatıyor "Adı Vasfiye" de. Bu buhrana, süreci hesaba katmadan basitçe kent değerlerini öcüleştirerek eğilen onca örneği düşününce, filmin Türk sinema tarihindeki ayrıcalıklı yeri bir kez daha ortaya çıkıyor. Kaldı ki sosyal gerçeklikleri fantastikle, hayal gücüyle buluşturması bile bu konumu alması için yeterdi. "Adı Vasfiye", az bulunur bir karışım; konusunun ve gözlemlerinin müthiş yerelliğine rağmen, stiliyle bu memleket için modern bir öncü. Sanatsal iddialılığına rağmen de, sinema salonlarında karşılığını aldığı üzere 'seyirci dostu' bir film. (Yeşim Tabak) SİYAD, “40 Yılın Serüveni”

* Cumalı'nın “Ay Büyürken Uyuyamam” isimli kitabında yer alan öykülerden Barış Pirhasan'ın senaryosu Atıf Yılmaz tarafından Adı Vasfiye adı ile sinemaya uyarlanır. Vasfiye çocukluğundan beri kendine aşık olan Emin ile evlenir: zamanla Emin değişir, sert ve bencil olur, pavyonlara dadanır, Vasfiye'de iğneci Rüstem ile ilişki kurar, bu duyulunca Emin, Rüstem'i bıçaklar, topal bırakır. hapse girer. Bu arada Vasfiye karşısına çıkan iyi niyetli, yaşlı Hamza ile evlenir. Ama cezaevinden çıkan Emin peşini bırakmaz, karısını Emin ile yakalayan Hamza, Vasfiye'yi boşar. Vasfiye, Dr. Fuat ile büyük bir aşk yaşar, nihayetinde yine Emin'in eline düşer, pavyona düşmüştür, şarkıcı ol-muştur, Emin hala başındadır Pirhasan senaryoyu kitapta yer alan “Vasfiye”, “İğneci”, “Çizme Delil Sayılmaz” öykülerinden hareketle yazar. İğneci” öyküsünde: Şükriye'i (Vasfiye) kocası sağlık ocağı karşısında kiraladığı odaya yerleştirir. Şükriye pencereden aşağı caddeyi seyrederek günlerini geçirir ve artık geçen her arabayı sesinden tanır hale gelir, sürücülerde Şükriye farkındadırlar. Bir süre sonra sağlık ocağına motosiklete binen bir sağlık memuru (iğneci) gelir ve Şükriye'nin dikkatini çeker. İğneci, Şükriye ile ilgilenmez. Şükriye bir gün önce akşam koca-sına hasta olduğunu ertesi gün sağlık ocağına gidip iğne yaptıracağını söyler ve gittiği sağlık ocağında iğneciden randevu alarak öğle tatilinde evinde ağırlar, sonunda iğnecinin dikkatini çekmiştir.

“Vasfiye” isimli öyküde askerlik sırasında bir köyün yakınında bulunan kahramanımız pencereden gördüğü, üç yıldır dul olan Vasfiye'ye tutulur: kendi ev sahibesinin aracılığı ile ilişkiye girer. Bir gece Vasfiye halası ve eniştesi geleceği için dört gün bulunamayacaklarını söyler. Bir kaç gün sonra bir arkadaşından Vasfiye'nin nişanlandığını, tümen bandosundan emekli olan bir trompetçi ile evlenip İstanbul'a gideceğini öğrenir. Vasfiye buluşmaları sırasında kendisinden devamlı olarak İstanbul'a gitmelerini istemiştir. Son bir gece buluşmasında Vasfiye, nişanlısının kendisine usul ve şarkı söylemeyi öğreteceğini bir gün şarkıcı olacağını söyler. Bir gün Vasfiye'yi afişlerde görürse hatırlamasını ister.

“Çizme Delil Sayılmaz” öyküsünde: Sefer köyün sessiz ve boş gezen delikanlısı iken Veli'yi vurunca kahraman sayılır. Bir süre saklanıp teslim olunca 15 yıla mahkum olur. Hanife (Vasfiye) de o günlerde peşinde gezen Sefer'e ilgi göstermez, mahkum olduğu yılda evlenir. Af ile cezası bitmeden cezaevinden çıkan Sefer, köye dönüşte eski yaşamını sürdürür ama şimdi itibarlıdır. Bir gün bağda artık üç çocuk annesi olmuş olan Hanife'yi tutar, kandırır, sevişirler. Hanife tütünün toplanması gerektiğini ileri sürüp sabahları çocuklarını uyandırmadan tarlaya gitmeye başlar, Sefer ile buluşurlar. Bir süre sonra büyük oğlu şüphelenmeye başlar. Hanife geceleri de yorgun olduğunu ileri sürüp, aşağı katta yalnız yatmaya başlar. Tütün işi bitince de Hanife kocası Hamza'ya ilgi göstermez, uzak durur. Bir gece yorgunluğunu, san-cısını bahane edip atıştığı kocasını üst katta bırakıp aIt kata yata-maya iner. Gece sesler duyan Hamza aşağı iner, elindeki kibrit sönünce Hanife'nin yattığı odanın penceresinden kaçan adamın kim olduğunu göremez, tekrar kibrit yakınca yatağın yanında Sefer'in çizmelerini görürse de, kibriti söndüren Hanife çizmeleri pencereden dışarı atar. Hanife, şüphelenip sorgulayan kocasına karşı koyar; Hamza muhtarı ve Hanife'nin kardeşlerini çağırırsa da gördüğü çizme-lerin Sefer'e ait olduğunu ve kaçan kişinin de Sefer olduğunu kabul ettiremez. Barış Pirhasan kitapta yer alan öykülerde ki kadın kahramanları, Vasfiye öyküsünde ki kahramanda birleştirerek ve ilişkiye girdiği erkeklerle ve ilişkileri birleştirmenin gerekli kıldığı şekilde kurgulayarak ve de Vasfiye'nin kim olduğunu sorgulayan bir kahraman da ekleyerek olayları birbiri-ne ağlar.“Orhan Ünser “Kelimelerden Görüntüye” syf: 109 ”

* İvan İvanoviç gerçekten Yaşadı mı?" diye soruyordu Nazım... Atıf Yılmaz'ın yeni filmiyse seyirciye 'Vasfiye gerçekten yaşadı mı?' sorusunu sordurmayı amaçlıyor. Ancak burada söz konusu olan, ne siyasal bir eğretileme, ne tümüyle gerçek dışı, fantastik bir dünya kurma çabası, ne de polisiye tilmlere layık bir ikilem... Seyircinin Vasfiye'nin yaşayıp yaşamadığı konusunda pek kuşkusu olmuyor, sinemadan çıkarken... Atıf Yılmaz ve ekibinin bu konuda kurdukları 'tuzaklar' çok karmaşık, çok etkili, çok başarılı değil çünkü... Bu açıdan 'Adı Vasfiye', eğer bir fantastik film denemesi olmayı amaçlıyorsa, bu amacına pek varamıyor. Çünkü Vasfiye'nin hikayesi, öylesine sağlam biçimde anlatılmış, Vasfiye (ve erkekleri), öylesine ayakları yerde, yaşayan, capcanlı tipler ki!.. Filme eklenen kuşkular, kuku yaratıcı öğeler, bu açıdan biraz 'yama' gibi kalıyor.

Ama tüm bunları bir kusur olarak almıyorum, olumsuz bir eleştiri olarak ileri sürmüyorum. Atıf Yılmaz ayakları yerde, gerçekçi bir yönetmen çünkü... Türk seyircisinin 'fantastik bir dünya' konusundaki kaygılarını, çekincelerini biliyor... Ona ancak alabileceği dozda fantastik veriyor, kabul edebileceği kadar soru işaretleri koyuyor filmine. Yıllar önce bu konuda, Atilla Tokatlı'nın senaryosuyla çok daha ileri gitmiş, "Kalbe Vuran Düşman" gibi bir film yapmış olan Yılmaz için, 'fantastik sinema' olarak bir aşama değil, "Adı Vasfiye. "

En son söylenmesi gerekeni başta söylemiş olarak rahatladıktan sonra şunu eklemek gerek: "Adı Vasfiye", herkes tarafından fantastik, hayal ürünü, düşsel yanları değişik düzeylerde algılanacak bir film, ama sanırım ki hemen herkes bu filmden hoşlanacak... Atıf Yılmaz, 30 küsur yıllık sinema deneyimiyle çok çekici, akıcı, baştan sonra seyirciyi kavrayan bir film yapmış. Necati Cumalı'nın Türk edebiyatında köy cinselliğini belki en iyi anlatan kitabı "Ay Büyürken Uyuyamam"dan seçilen beş hikaye-deki kadınların, sonuç olarak benzer nitelikler taşıdıkları doğru bir saptama, bunları birbirine bağlayarak tek bir öykü oluşturmak da ilginç bir düşünce... Bu öyküler arasında bir bağ kurmak için Yılmaz'ın da, senaryo yazarı Barış Pirhasan'ın da oldukça zorlandıkları anlaşılıyor. Bulunan çözüm, Vasfiye'yi her biri kendi açısından anlatan dört. erkeğin anlattıklarının, araya giren ve Vasfiye'nin gerçek kişiliğini öğrenmeye çalışan genç bir yazarda düğümlenme-si. Yazarın bu insanlara üst üste 'rastlaması' ve sonunda, her şeyin bir düş olup olmadığı konusunda beliren kuşku, acaba bu hikayeleri birbirine bağlamak için en iyi çözüm müydü? Filmi gördükten sonra, bu sorunun anlamı kalmıyor. Yılmaz ve ekibinin, biraz da rastlantılarla vardıkları sonuç, hiç de kötü değil çünkü...

Evet, böylece bir Ege kasabasında yeti-şip, en hafif deyimiyle 'hafif meşrep' bir çevrede serpilen Vasfiye'nin hikayesini izliyoruz. Çocukluğunda tanıyoruz önce Vasfiye'yi, ona daha çocukken abayı yakan Emin'in Vasfiye'yi aldıktan sonra nasıl değişip bencil, haşin, çıkarcı bir Türk erkeğine dönüştüğü anlatılıyor. Erkeği İzmir' de pavyon kadınlarıyla gönül eğlendirirken Vasfiye, önce bir iğneciyle ilişki kuruyor (mu?)... Emin, iğneciyi yaralamaktan içeri düşünce karşısına çıkan ilk erkekle, yaşlı, iyi yürekli Hamza ile evleniyor. Ama Emin, film boyunca, adeta yazgısıymışcasına Vasfiye'yi hep izleyecektir. Onu önce Hamza'dan, sonra da genç, yakışıklı ve Vasfiye'yi gerçekten seven kentli doktor Fuat'ın sevgisinden alıp koparacaktır. Genç yazar, filmin sonunda pavyon kadını Sevim Suna olarak karşısına çıkan Vasfiye'yi gerçek kişiliğine, Vasfiye'liğine yeniden döndürmek isteyince, karşısında yine Emin'i bulacaktır.

Atıf Yılmaz, bir kadının dört ayrı erkeğin gözünden anlatılması gibi sinemamızda hiç denenmemiş bir anlatım biçimini, oldukça usta görsel karşılıklar bularak gerçekleştirebilmiş. Filmin son derece işlek, akışkan bir anlatımı var.

Ama Yılmaz, bu akışkanlık içinde seyirciyi perdeye tam anlamıyla bağlayan, uzun zaman unutulmayacak sinema bölümleri yaratmayı bilmiş: Emin-Tahsin kardeşlerin ilk 'cinsel deneyleri', Emin'le Vasfiye'nin düğünleri, Tahsin'in Vasfiye'ye kurduğu tuzak, Vasfiye'ye Hamza'yla evliliğinden sonra yapılan komşu ziyaretleri, Emin'ın yeniden kadının hayatına girmesi,

Fuat'la yaşanan gerçek aşk deneyimi... Daha hangi birinden söz edeyim? Yılmaz'ın usta anlatımıyla alabildiğine canlılık, sıcaklık kazanmış sahneler... Mizah, erotizm, toplumsal eleştiri, kadın-erkek ilişkilerine yine toplumsal düzeyde bakış ve daha birçok şey Yılmaz'ın filminde oldukça ilginç bir birleşime kavuşmuş. Görüntü ve müzik çalışmaları olağanüstü başarılı, hemen tüm oyuncuların oyunları dört dörtlük (Yine de uzun zamandır ilk kez böylesine bir kompozisyon çizen Müjde Ar'a, sinemamızın en önemli oyuncularından saydığım Aytaç Arman'a ve de Macit Koper'e ayrı birer selam. Başta dediğim gibi, birkaç küçük kuşku tohumu, fantezi bir son, Yılmaz'ın başarılı anlatımına tuz biber oluyor sanki... Seyircinin bu soru Vasfiye'yi 'gerçek' olarak kabul edeceğini, onu sevip be-nimseyeceğini sanıyorum. "Adı Vasfiye", yapısındaki şaşırtmacı öğelere karşın böylesine yaşayan, böylesine inandırıcı bir filmse, bu film adına anca başarı hanesine yazılmalı “Atilla Dorsay “12 Eylül Yılları ve Sinemamız” syf, 49”m”

*Kasaba çevresinde gelişen olaylar çerçevesinde sıradan bir kızın sıradan insanların sıradan öyküsü. İşte "Adı Vasfiye"nin sıcaklığı bu sıradanlıktan geliyor. Evet, Vasfiye'nin ya da ilişkisi olduğu erkeklerin dünyası pek öylesine derinlemesine çizilmemiş. Bazı izleyiciler gibi, yani şimdi bu film bana ne anlattı bu sıradan öykü ile diyebilirsiniz. Ya da Vasfiye gibi sıradan insanlar sizi hiç ilgilendirmez. Ya da yazar çizerseniz, ne demek yani, yazar olan adam konu sıkıntısı değil, konusunu yazıya dökme gebeliğinin sıkıntısını çeker diye burun kıvırabilirsiniz bu filme. O zaman da yazık olur. Son zamanların en keyifle-nen, bir kır çiçeği demeti gibi alçak gönüllü ve sevecen filmlerden olan "Adı Vasfiye"yi kaçırırsınız. (Yavuzer Çetinkaya, Miliyet Sanat Dergisi, S.: 139, 1 Mart 1986) “Agah Özgüç “Türk Filmleri Sözlüğü” 2. cilt”

* Barış Pirhasan'ın, Necati Cumalı'nın "Ay Büyürken Uyuyamam" kitabındaki öykülerden senaryolaştırdığı Adı Vasfiye fantastik, gerçeküstü düşlerin olabildiğince zorlandığı ve bu nedenle farklı biçimlerde okunmaya-izlenmeye açık bir film.

Filmde Vasfiye yaşamına giren dört erkek tarafından farklı bir şekilde anlatılır. Bu anlatılanların arasına giren bir yazar ise Vasfiye'nin gerçek kimliğini açığa çıkarma uğraşısı verir. Her öykü ve yazarın çabası (Vasfiye gerçekten yaşadı mı?) sorusuna yanıt bulmaya çalışır. Karmaşık, karmaşık olduğu oran-da gizemli, sürükleyici ve kendi içinde gerilim olan bir kimliğin peşinde koşma uğraşısıdır bu. Bir kadın, dört erkek ve düşlerle anıların harmanlandığı fluluklar içinde gizemli bir kimlik ve bir o kadar da yanıt bekle-yen sorular.

Olay örgüsü, anlatımı, fantezisi ve düş zenginliğiyle alışılmış Yeşilçam filmlerinin normlarını zorlayan şaşırtıcı bir alışma.(Burçak Evren) www.europeanfilmfestival.co

Sevim Suna, Vasfiye veya adı her neyse... "Adı Vasfiye" tek bir kadının hikayesi değil. Önce adının o meşhur afişte gördüğümüzden farklı olduğunu öğrendiğimiz, sonra da anlatılan her hikayeyle başka başka özelliklerine şahit olduğumuz karakter ziyadesiyle genel bir kadın tasviri.

Atıf Yılmaz'ın çoğunlukla fantastik bir üçleme olarak anılan filmlerinin ilki olan "Adı Vasfiye", tıpkı diğer ikisi, yani "Aaahh Belinda" ve "Hayallerim, Aşkım ve Sen" gibi kadın karakter merkezlidir ve 'rol yapma' üzerine kuruludur. "Adı Vasfiye"de genç bir gazeteci Vasfiye'nin hikayesini onu tanıdığını iddia eden farklı erkeklerden dinler. Erkeklerin hepsi beklenmedik bir anda yerini yenisine bırakır ve ortaya çıkan her erkekle anlatı başka bir yöne gider. "Aaahh Belinda"da tiyatrocu Serap, kendisini oynadığı reklam filminde canlandırdığı orta sınıf ev kadını Naciye olarak bulur. "Hayallerim, Aşkım ve Sen"deyse genç senaryo yazarı Coşkun, hayranı olduğu Derya Altmay'la tanışma fırsatını yakalar ama yıllardır hayallerinde yaşattığı, aym oyuncunun filmlerinden iki karakter ona engel olmaya çalışır.

"Aaahh Belinda" ve "Hayallerim, Aşkım ve Sen"de sinema veya tiyatro, dolayısıyla oyunculuk hikayenin bir parçasıyken, "Adı Vasfiye"de daha dolaylı şekilde filme dâhil olur. Vasfiye, her erkeğin anlatısında başka bir kadına dönüşür. Kâh kaçırılmayı bekleyen sadık âşıktır, kâh herkesin gözü üzerinde olan köylü güzeli, kâh fettan, kâh iffetli, ya hayal kurmaktan vazgeçmeyen orta sınıf bir ev kadını, ya da kendi işine sahip bir dul... Vasfiye'yi Serap'la ve Derya'yla birleştiren önemli bir nokta rol yapmaksa, ayıran da profesyonel olmamaktır. Vasfiye için sahne hayatın ta kendisidir. Etrafındaki düzenin ve o düzeni belirle-yen erkeklerin taleplerine göre, hayatta kalmak için 'rol yapar' ve farklı kimliklere bürünür. İşin daha da ilginci, finalde anladığımız üzere, hikayeleri dinleyen genç gazeteci de hayalinde kendi Vasfiye'sini yaratmıştır. Dolayısıyla "Adı Vasfiye", farklı sınıflardan gelse bile, er-keklerin kadına dair algısının pek değişmediğini gösterir. Vasfiye'nin izlediğimiz tüm yüzleri aslında birer 'erkek fantezi'sin-den ibarettir. Ekranda donan görüntü-nün ayna gibi kırıldığı o unutulmaz finalle bir üstkurmaca örneği olduğunu bize tekrar hatırlatan "Adı Vasfiye", bir anlatı olduğuna gönderme yapan bu gibi trüklerle, kadının nasıl temsil edileceği sorusunun üzerine en etkili şekilde giden Türk filmdir belki de... .{ (E.E.) Sinema “En iyi, 100 Film”}

ACILARIN ÇOCUĞU (1985)


Yönetmen: Ümit Efekan
Senaryo: Erdoğan Tünaş
Görüntü Yönetmeni: Kenan Kurt
Yapım: Kerem Film/Kemal Dilbaz

Prodüksiyon Amiri: Hasan Demircan, Müzik : Uğur Bayar, Set Ekibi: Murat Özlük, Atilla Akarsu, Ali Yelmen, Işık Ekibi: Kemal Temel, Cemil Güney, Yönetmen Yardımcıları: Gülin Tokat, Mehmet Tekirdağ, Ses Kayıt: Erkan Esenboğa, Negatif Montaj: Ali Berkant, Montaj-Senkron: Mevlut Koçak, Renk Uzmanı: Sebahattin Hoşsöz, Laboratuvar: Tümay Rızai, Armağan Kök-sal,Fehmi Acar, Şems Tokgöz, İzzet Tatlıc (Sineray Stüdyosunda renklendirilmiş ve seslendirilmiştir.)

Oyuncular: Küçük Emrah, Özlem Onursal, Süleyman Turan, Kazım Kartal, Tuğrul Meteer, Songül Beyçe, Aliye Uzunatağan, Sümer Tilmaç, Ailla Demir, Ayhan Altın, Hüseyin Kaşif, Güner Toroman, Küçük

Konu: Karısının ve çocuklarının nafakasını kumar masalarında kaybeden bir baba suçluluk hissiyle intihar eder. Elvan üç çocuğuna bakabilmek için arkadaşının da aklını çelmesiyle kendini kadın ticareti piyasasının içinde bulur. Diğer çocukları küçüktür ancak Emrah olup bitenlerin farkındadır. Annesinin kazandığı kirli parayı kabullenemez ve evden ayrılır. Kendisine sahip çıkan bir ailenin yanında yaşamaya başlar. Bu arada Elvan’ın evde olmadığı bir gece çıkan yangında ev kül olur. Çocuklarını kaybeden genç kadın aklını yitirir ve hastaneye yatırılır. Oysa çocuklarının cesetleri bulunmamıştır. Ancak Elvan’ın onları bulma umudu yoktur. Emrah ise hayat şartlarının zorluklarına karşı yokluklar içinde mücadelesini sürdürmektedir. umudu yoktur. Emrah ise hayat şartlarının zorluklarına karşı yokluklar içinde mücadelesini sürdürmektedir.