Powered By Blogger

7 Nisan 2020 Salı

BİZ DOĞARKEN GÜLMÜŞÜZ (1987)


Yönetmen: İsmail Güneş
Senaryo: Yusuf Özaslan
Görüntü Yönetmeni: Sedat Ülker
Müzik: Cahit Berkay
Yapım: Varlık Film /Lokman Kondakçı
Yapım Görevlisi: Kutay Köktürk, Ses Mühendisi: Erkan Esenboğa, Montaj: Sedat Karadeniz,

Oyuncular: Komedi Dans Üçlüsü: (Erol Köse, Hakan Rullas, Murat Akaya), Erol Günaydın, Suna Pekuysal, Leyla Somer, Şeyda Dilek, Cavidan Akyol, Arzu Aydın, Şemsi İnkaya, Sönmez Yıkılmaz, Kutay Köktürk, Şeyda Paftalı, Seyhan Esen, , Baykal Kent, Yüksel Gözen, Gül Yalaz, Hakkı Kıvanç, Halduın Kanık, Nevin Ekin, Osman Cavcı, Hikmet Karagöz, Arzu Aydın, Kutay Köktürk, Cavidan Akyol, Seyhan Esen, Safinaz Gönlübol, Mehmet Akdil, Mehmet Uğur, Oktay Güzeloğlu, Emine Küçük, Nuri Tuğ, Evrensel Orduhan, Toygun Ateş, İbrahim Kul, Ra-miz Yalçın, Regaip Yamanlar, Kemal Gültekin, Mevlut Çınar, Misafir Oyuncu-lar: Cemal Çolak, Süheyl Eğriboz, Abdurrahman Gençtürk, Şemsi İnkaya, Menderes Samancılar, Sönmez Yıkılmaz,

Konu: Sinemadaki dünyayı ve bu dünyayı oluşturan kahramanları hicveden bir güldürü.


BİRİ VE DİĞERLERİ (1987)


Senaryo ve Yönetmen: Tunç Başaran
Görüntü Yönetmeni: Aytekin Çakmakçı
Müzik Süheyl Denizci
Yapım: Magnum Film / Tunç Başaran

Sanat Yönetmeni ve Bar Dekoru: Jale Başaran, Kurgu: Tunç Okan, Sanat Yönetmeni: Jale Onanç, Yardımcı Yönetmen: Hülya Orca, Yönetmen Yardımcısı: Saime Akçura, Kamera Asistanı: Ahmet Servidal, Set Fotoğrafları: Naci özer, Labora-tuar: Ufuk Kayar, Işık Şefi: Gürcan Küçükler, Mustafa Doğan, Makyaj: Corci, Kuaför: Ahmet Karasu, Makyaj Asistanı: Çiğdem Usluer, Kuaför Asistanı: Gürbüz Ulaş, Efekt: Sudi Yılmaz, Prodüksiyon Amiri: Arda Çetin, Set: Hikmet Aydın, Ali Meyet, Mehmet İnci, Seslendirme Yönetmeni: Mustafa Alabora, (Sinefekt Laboratuıarlarında hazırlanmış ve Yeni lale Laboratuaraında seslendirilmiştir )

Oyuncular: Aytaç Arman Barış), Meral Oğuz (Gülin), Sharon Sinclair, Reha Yurdakul, Güler Ökten (Müşteri), Füsun Demirel (Hasan’ın karısı), Savaş Yurttaş (Ferit), Engin İnal (Müşteri), Mücap Ofluoğlu (Nedim), Kemal İnci (Şef Gar-son), Hikmet Karagöz, Turgay Betil (Barmen Ali), Bülent Oran (Faruk), Nuret-tin Şen (Hasan), Uğurtan Sayıner (Kemal), Kutay Köktürk (Patron), Hikmet Karagöz (Mahmut), Ramiz Yalçın

Konu: Günümüzde moda olan entel barlardan birinin ve düşsel bir aşkın Öyküsü. Yağmurlu bir gecede, genç bir adam bir bara sığınır. Bilinmeyen bir kadını beklemeye koyulur. Oysa böyle bir kadın yoktur. Varsa da bir türlü gelmez. Genç adam, barın müşterilerini izlerken, beklediği değil, hiç beklemediği güzel bir kadın gelir. Yan yana düştükleri barda duygusal bir yakınlaşma başlar. Ve bu şiirli düş, kadının kocası gelip onu alıncaya kadar sürer... Düş, yağmurlu bir sabahta yeniden bir yalnızlığa dönüşmüştür.

Ödül:
24. Antalya Film Şenliği'nde (1987)
"Jüri özel ödülü”
Ø    7. Uluslar arası İstanbul Sinema Günleri (1988) “En İyi Film”

v    Tunç Başaran’ın Dönüş Filmi:

Çokluk Beyoğlu'nda toplanmış olan "entel barlarından birinin bir gecesi... Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurdan kaçarak buraya sığınan bir adam, bir kadını düşler ve bekler (bekler mi?)... Ona sürekli telefon eder (eder mi?)... Bu arada bar, gündelik müşterileriyle dolmaktadır. Eski oyuncular, efsaneleşmiş tiyatrocular, boşanmış çiftler, şen dullar, geveze reklamcılar, düşünen yönetmenler, "Kibar kadın" havalarındaki randevuevi yosmaları, bir gecelik macera peşinde koşan sonradan görme para babaları, vs. vs... Bu arada, Aytaç Arman'ın ince yakışıklılığını taşıyan "yabancı" ile bir dönemin Türkân Şoray'ını sürekli düşün-düren "kadın" (Meral Oğuz) arasında bir yakınlaşma olur...

"Biri ve Diğerleri", çok uzun bir süredir (15 yıl mı?) sinemadan kopmuş olan Tunç Başaran'ın "dönüş filmi"... Başaran, bu 15 yılda alabildiğine "teknik" kazanmış. (Reklamcılığın önlenemez sonucu!).. Tek bir mekânda geçen film, ustaca geçişlerle, ustaca bağlantılarla, yumuşak bir sürükleyicilikle anlatılıyor. Mekân tekdüzeliğini fark etmiyorsunuz bile... Ama ya senaryo? Ne yazık ki Başaran, burada aynı düzeyi tutturamamış... Bir tür Başaran / Edmond Rostand / Sabri Esat Siyavuşgil ortak çalışması bu...

Başaran, Rostand'm "Sirano dö Berjerak" çevirisinden (rahmetli Siyavuşgil'in imzasını taşıyan o güzel çeviri) o denli yararlanmış!.. Bu 'Sirano duyarlığı", aşırı kullanılmış olmasının yanı sıra yine de filmin senaryosu içinde en ilginç bölümleri oluşturuyor. Çünkü geri kalanı, özellikle filmin 2 başkişisi, Aytaç Arman ve Meral Oğuz arasındaki tüm konuşmalar, öylesine sıradan, öylesine banal"... Bir "aydın filmi" yapmak savıyla ortaya çıkan Başaran, filmine bu tür bir filmin mutlaka gereksindiği "mots d'auteur"ü, Türkçesi ilginç, esprili, zekâ eseri sözleri, diyalogları katamamış... Elbette Başaran bir Neil Simon değil... Yine de böyle bir film için, sanırız biraz daha incelikli, esprili bir senaryo gerekirdi.

Biri ve Diğerleri", ilginç bir deneme... Ama bir kez daha, sinemamızın temel eksikliği olan senaryonun darbesini yemiş ve hedeften vurmaktan yoksun kalmış... Yine de, umalım ki Başaran, sinemaya "kesin dönüş" yapmış olsun... (Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve sinemamız”, syf, 213)

v    Evet, mekânı, bu mekânın oluşturduğu atmosferi ve ortaya koyduğu kişilerle değişik bir film "Biri ve Diğerleri". Ama ne var ki (Özgüven dostumuzun dediği gibi Türk filmi yazanlar için kaçınılmaz bir kelime bu) her değişik film tam bir başarıyı da peşinde sürükleyip getirmiyor. Erdemleri denli, bu erdemlere yakışmayacak kusurları ve hataları da içeriyor. Filmin en büyük hatası yada şablonu ise, alegorik ve simgesel bir anlatımı tümüyle dışlaması. (Burçak Evren, "Biri... Ve Diğerlerinin cesareti, Güneş, 15 Ocak 1988) ”

BİR KIRIK BEBEK (1987)


Yönetmen: Nisan Akman,
Senaryo: Ayşe Kulin “Güneşe Dön Yüzünü” kitabında yer alan “Gülizar” adlı öyküsünden
Görüntü Yönetmeni: Colin Mounier
Yapım: Mine Film/Kadri Yurdatap

Müzik: Doğan Canku, Işık Şefi: Hakkı Yazıcı, Kasting: EksKast, Makyaj: Zübeyde Erden, Nevin Barut, Teknik Ekip: Hamdullah Erdoğan, Ekrem Konya, Hayrettin Kaya, Işık Ekibi: Sinan Gencal, Hakkı Yazıcı, Işık Şefi: Bekir Toyer, Görüntü Yardımcısı: Kemal Şallı, Yönetmen Yardımcısı: Bülent Hekimoğlu, Devamlılık: Cânâ İşleri, Yapım Sorumluları: Erdem Alpınar, Metin Erarabacı, Montaj: Orhan Cesur,

Oyuncular: Hülya Avşar (Gülizar), Erdal Özyağcılar (Remzi), Orhan Çağman (Artin), Derya Alabora, Doğan Şen, Güzin Özyağcılar, Burçin Yazıcı, Elizabeth Şahbaz, Zübeyde Erden, Arda Ural, Sühan Baydar, Gülten Mızraklı, Çağkan Neşeli, Emre Seyhan, Alev Altındiş, Banu Çayözü, Olgun Arun, Nadi Özerkal, Ke-rem Cerrahoğlu, Mithat Kılıç, Polat H. Kasarcı, İbrahim Özdemitr, Sema Gürses, Cenk Biniş, Üstün Oyman, Perihan Akıntunç, Didem Çayözü, Yavuz Tosun,

Konu: Daha iyi yaşama koşullarına duyduğu özlem ile sınıf atlamanın yollarını deneyen. kendisi ve çevresiyle bir çeşit ödeşmeye giren Gülizar'ın (Hülya Avşar) yaşam serüvenini, gerçek yaşamda karşılığını bulacak bir inandırıcılık çizgisinde işledi. Artin Usta ile ışıkçı Ramiz komşudurlar. Artin Usta (Erdal Özyağcılar) eski mesleği manken yapımcılığını sürdürür. Tekdüze yaşamının ışığı ise, Ramlz'in küçük kızı Gülizar'dır (Hülya Avşar). Gülizar kendi evinde bulamadığı ilgi ve sıcaklığı Aı:tin Ustanın mekanında bulur. Ramiz bir gün kızıyla birlikte işe gittiğinde Cülizar'a reklam filmlerinde oynaması teklif edilir.Ramiz çok gönüllü olmamasına karşın, maddi sıkıntıda olduğundan önerilen paraya da lıayır diyemez. Gülizar reklam filmlerinde oynamaya başladı-ğında yaşamında büyük değişiklikler olur ve çevresiyle ilişki kurrnakta zorluk çeker. Aclını Güli olarak değiştirerek kendisine çevresindekilerden farklı bir görünüm vermeye çalışır. Yeni yaşamının kendisine sağladığı rahatlıkla da cömertçe kullanmaya başlar. Tüm bunlara karşın mutsuz ve huzursuzdur. Her sorununa çözüm bulan Artin Usta da giderek ona yardımcı olmakta yetersiz kalır. Gülizar yetiştiği çevre ile geldiği çevre arasındaki farklılıklar nedeniyle tüm tedirginlikleri ve uyumsuzluğu yaşamaya başlar.

Fakat çalışma saatlerinin düzensiz olması nedeniyle birbirlerini sık sık görüp bir arada olamazlar. Kansını yeterince görmemek Bülent'] bıktırır. Gürün işini bırakmasını ve bir çocuk yapmasını ister. Gül ise eşini sevmesine rağmen çocuk yapma açısından kararsızdır. Gül ile Bülent yakın arkadaşları Selda'yı dünyanın en mutlu kadını olarak tanımlarlar. Selda, Gül'ün işini bırakması için ona yardımcı olur. Işini bırakmak zorunda kalan Gül ise kendisini güvensiz olarak hissetmeye başlar ve eşini iş arkadaşı Pelin'den kıskanmaya başlar. Bu durum da Pelin'in hoşuna gider. Ve Gül'le garip bir savaşımın içine girer. Karı koca arasında güvensizlikten kaynaklan kıskançlık giderek aralarındaki sevgiyi de törpülemeye başlar. Ateşli bir tartışma sırasında Bülent'in söylediği bir söz Gürün gerçekleri görmesine yardımcı olur. Gül tekrar işine döner, fakat her şey umduğu gibi olmaz. Evlilikleri her geçen gün çekilmez bir birlikteliğe dönmeye başlar. Artık ikisi de çıkmaz bir sokağın içindedirler.

Ödül:

Kültür, Sanat ve Turizm Bakanlığı'nın 8 milyonluk para ödülünü (1987)
Ø    Ankara 1. Film Şenliği'nde (1988) Derya Yücel, "en iyi yardımcı kadın oyuncu", Orhan Çağman da "en iyi yardımcı erkek oyuncu" Ödüllerini kazandılar.

v    Nisan Akman bu ikinci filminde bili-nen bir türe, hatırı sayılır yenilikler ve yaklaşımlar getirmesine karşılık ilk filminde olduğu gibi bir fotoroman estetiğinden kurtulamamış. Onca kanlı-canlı, inandırıcı olan bu tiplerini hareketli bir fotoroman yöntemi ile yansıtırken, bir takım yapay-zorlama olaycıklara da oldukça ödün vermiş. (Burçak Evren, Bir Kırık Bebek, bir kınk film, Güneş, 20 Kasım 1987)

BİR KADIN TUZAĞI (1987)


Senaryo ve Yönetmen: Şahin Gök
Görüntü Yönetmeni: Süha Kapkı
Yapım: Tezcan Film / Mahmut Tezcan

Laboratuvar: Selahattin Kılıççeken, Hüseyin Kuğu, İzzet Tatlıcı, Montaj, Senkron: Mustafa Kent, Renk Uzmanı: Hayati Akbulut, Negatif Montaj: Selahattin Kılıççeken, Prodüksiyon Amiri: Hasan Demircan, Yönetmen Yardımcısı: Süreyya Tezel, Kamera Asistanları: Yusuf Acet, Naci Özer, Işık Şefi: Gavur Aram, Işık Asistanı: Ziya Kaplan, Set Amiri: Selçuk Gonca, Set Yardımcısı: Akif Kilman, Rıfat Pınar, Fikret Battar, Özgün Hikaye: Mahmut Tezcan, Kısmet Film stüdyosunda renklendirilmiş ve Yeni Stüdyoda seslendirilmiştir

Oyuncular: Kenan Kalav, Arzu Aydın, Selma Poyraz, Reha Yurdakul, Sümer Tilmaç, Hüseyin Kutman, Sevsin Cantürk, Ali Kopuz, Mehmet Samsa, Mehtap Yalçın, Çocuk Oyuncu: Nadide Gonca, Yılmaz Kurt, Mustafa Bayraktar, Mahmut Tezcan,

Konu: Bir iş adamı (Kenan kalav), oto stop yapan 17 yaşında bir kızı (Arzu Aydın) arabasına alır. Ancak bir başka kişi tarafından tecavüze uğrayan kızın suçlusu olarak iş adamı tutuklanır. Gerçek suçluyu bulmak için kızın babasıyla beraber aramalar başlar.

BİR GÜNAH GİBİ (1987)



Senaryo ve Yönetmen: Alev Akakar
Görüntü Yönetmeni: Ferhat Bakır,
Yapım: Fırat Film/Alev Akakar

Oyuncular: Zuhal Olcay, Halil Ergün, Efkan Efekan, Betül Arım, Ülkü Ülker, Kutay Köktürk

Konu: Film, evli olan bir erkek ile bir kadının birbirine âşık olmasını konu edinir. İkisi de evli olan Ufuk ile Selma’nın yolları bir kitapçıda kesişir. İlk karşılaşmada birbirlerinden etkilenen ikili, rastlantılar sonucu yeniden bir araya gelir. Kısa sürede birbirlerine duygusal olarak yakınlaşırlar. Ancak bu yakınlaşma, Ufuk ve Selma’yı bir çıkmaza sürükleyecektir. (Hasan Sakın)


BİR ÇEMBER KIRILIRKEN (1987)


Yönetmen: Oğuz Yalçın
Senaryo: Ömhur Kaynak
Görüntü Yönetmeni:, Halil Güngör
Müzik: Nadir Göktürk
Yapım: Rop Yapım / Murat Akman

Yönetmen Yardımcısı: Filiz Kaynak, Laboratuar: Lale Film,

Oyuncular: Sevtap Parman, Mahmut Hekimoğlu, Süleyman Turan, Erdinç Akbaş, Meltem Savcı, Dursun Ali Sağıroğlu, Yılmaz Tezcan, Savaş Konca, Burçin Tuncay

Konu: Genç yaşta bir çocukla dul kalan Feride (Sevtap Parman), ablasıyla eniştesinin yanına sığınır. Ve bir süre sonra da onlara fazla yük olmamak için eniştesinin arkadaşı Barbut Ali'yle (Erdinç Akbaş) imam nikahi yapılarak evlenir. İmam nikahlı kocası, bir olay nedeniyle hapse düşünce Feride, oğlu ile birlikte İstanbul'a yerleşip bir dükkanda çalışmaya başlar. Dükkan sahibinin niyeti kötüdür. Oğlu durumu farkedince, adamı bıçakta yaralar.

Feride'nin oğlu, olaydan sonra bir ıslah evine gönderilir. Bu ara Nihat (Mahmut Hekimoğlu) adlı bir psikolog, suçlu çocuklar üzerinde bir araştırma yapmak üzere çalışmalarını sürdürürken Feride'ye büyük bir hayranlık duyar. Ve olaylar Barbut Ali’nin hapisten çıkmasıyla sürüp gider.


BiR AVUÇ GÖKYÜZÜ (1987)


Senaryo ve Yönetmen: Ümit Elçi (Çetin Altan’ın aynı isimli romanı)
Görüntü Yönetmeni: Aytekin Çakmakçı, Erdoğan Engin
Müzik: Sezer Bağcan
Yapım: Varlık Film / Lokman Kondakçı

Oyuncular: Aytaç Arman, Şahika Tekand, Zuhal Olcay, Engin İnal, Zerrin Abraş, Lale Oraloğlu, Ali Yaylı, Nazan Diper,

Konu: Bir süre önce siyasi bir suç nedeniyle tutuklanmış olan Ahmet (Aytaç Arman), bir türlü o acılı günlerin etkisinden kurtulamamıştır. Birlikte olduğu sevgilisi Neşe’nin (Şahika Tekand) dışında herkese, her şeye kuşkuyla bakmakta, garip korkular içinde yaşamaktadır. Tüm korkularını karısı Ayşe’yle (Zuhal Olcay) de paylaşması olanaksızdır. Çünkü, ilişkilerinin temelinde büyük bir uyumsuzluk yatmaktır.. Üstelik sürekli karısı tarafından suçlanır. Bir gece yarısı evlerine bir bekçi gelir. Gittiği karakolda cezasının kesinleştiği tebliğ edilir. Yedi gün içinde teslim olması gerekmektedir. Ve daha üç yıl cezaevinde yatacaktır. Ahmet, bu olay üzerine iyice bunalıma girer. Korkunç bir yalnızlığın içinde çırpınan Ahmet, çocukluk arkadaşı Hüseyin’den (Engin) yardım bekler. Ne var ki Hüseyin gizli bir görevlidir. Ahmet’e yardım elini uzatır gibi görünmesine karşılık, amacı arkadaşını çıkmaza sokmaktır. Ahmet’in şimdi seçeneği ne olacaktır? Cezaevine gidip mahkumiyetini mi tamamlayacaktır, yoksa arkadaşı Hüseyin‘in elinde bir oyuncak mı olacaktır? “21”

v    “Bir Avuç Gökyüzünde başlıca ak-sayan nokta, geçmişteki bir atmosfer içinde yazılmış diyaloglar ve olay örgüsünün, günümüz koşulları içine beraber oturtulması. Bu anlamsız anakronizm, sonunda romandaki yazarın paranoyasını, filmde yönetmenin paranoyasına dönüştürüyor. Ümit Elçi, “onlar’ diye nitelenen onlarca sivil polis gösterip bunları herhangi bir bağlam içine oturtmayarak kanıtlıyor bu paranoyayı. Bu bakış açısının doruk noktasını ise Tophane’de gece yarısı Amerikan gangster filmlerinden fırlayıp “Bir Avuç Gökyüzüne giren kalkık pardesülü, şapkalı, purolu eski dostun göründüğü plan oluşturuyor. (Serdar Öztürk, Atacak barut kalmayınca, Nokta 5 - 8, 28 Şubat 1988)

v    Bilhassa yazarın paranoyasının işlendiği sahnelerde, Elçi’nin tutturduğu ritim çok hoş. Bazen “sürrealist takıldığı” sah-neler bile hoş bir etki uyandırıyor: sürekli uçuk görüntüleri. Denizin içinde görünüp kaybolan Sultanahmet cezaevi kapısının silueti gibi. (Coşkun Çokyiğit, Genç yö-netmen Ümit Elçi’nin “seyre değer” filmi, Tercüman, 4 Mart 1988).

v    Ümit Elçi, bu ikinci filminde diline alabildiğince egemen. Birbirinden ilginç eşlemeler, her biri yerine oturmuş geri dönüşler, yapaylıktan ve gereksiz konuşkanlıktan arınmış diyaloglar filmi baştan sona ilgiyle izlettirmeye yetiyor. Oyuncu seçiminin de yerli yerinde olduğunu söyleyebiliriz. Ama ne var ki filmde yine de izleyeni rahatsız eden, ya da bir başka söyleyişle eksik olan yanlar var... Konuşmaya başlamasından korkulan ya-zar, kendine özgü esprileri dışında bir türlü konuşmuyor/konuşturulmuyor. “Yine içeri giriyoruz” sözcüğü ise oldukça ekonomik kullanılmış diyaloglar arasında öylesine yöneliyor ki, sonunda neredeyse ‘içeriye girmek” bir bakıma “kahramanlıkla eş anlamlı olup çıkıyor. (Burçak Evren, Güneş, 11 Mart 1988).

v    Özetlemek gerekirse Ümit Elçi, elindeki değerli bir malzemeyi iyi kullanamamış, harcamış: Film yapılmaya elverişli, izleyiciyi sarıp sarmalayabilecek, somut ve sağlam sosyo/politik mesajlar verebi-lecek bir konuyu deforme etmiş (Erdal Çetin, Milliyet, 10 Mart 1988).


v    “Bir Avuç Gökyüzü” ya da baskı dönemlerinde bir aydının “içeri” alınmadan önceki son 7 günü... Çetin Altan’ın “Büyük Gözaltı” dan sonraki ikinci romanı, bir yazarın 12 Mart’ın bunalımlı günlerinde, daha önce de başına geldiği gibi tutuklanma durumuyla karşılaşmasını, bir yandan kimi “dost”larının önerisiyle içeri alınmayı yasal yollardan ertelemeye çalışırken, öte yandan son bir haftalık özgürlüğünün tadına varmayı denemesini anlatır. Elbette belli bir dönemin belli koşullarıdır söz konusu olan... Ancak bu koşullar ve bu koşullar içindeki özgün hikaye, kendi sınırlarını aşıp her türden baskı, özgürlük kısıtlaması ve siyasal bunalım dönemlerindeki aydının soyut ve evrensel çığlığına dönüşür...

İlk filmi,” Kurşun Ata Ata Biter”de en azından yer yer ilginç bir Tarık Dursun romanı uyarlaması gerçekleştiren Ümit Elçi, ikinci filminde de Çetin Altan’ın bu romanına sığınmış... Elçi, belli seçimlerle yola çıkmış. Döneme ve dönemin olaylarına değin ipuçlarını hemen tümüyle bilmezlikten gelmiş... Romanda Çetin Altan’dan büyük ölçüde izler taşıyan “yazar” kişiliğini oldukça soyutlaştırmış. Bu dönem / kişilik çifte soyutlaması, yapıta belki de Elçi’nin istediği yönde bir’ evrensellik”, bir “zaman / mekan ötesi olma niteliği kazandırmıyor değil. Ama daha belli bir zemine oturtularak, daha hızlı, gerilimli, Amerikanvari bir tempo kazanabilecek olan filmi de belli bir durağanlığa, soyutlamanın getirdiği (seyirci açısından) bir boş vermişlik duygusuna mahkum ediyor. Ancak bu, Elçi’nin kişisel seçimi... Saygı duymak gerekir…

Öte yandan Elçi, filmde Özenli, dikkatli bir anlatımla plastik açıdan zevkli düzenlemeler çok iyi ışıklandırılmış çekimler, değişik mekanlar kullanmasını ve bunları filme yedirmesini bilmiş... Boğaz’da lüks bir vapur restoranda yemek, metresi oynayan Şahika Tekand’ın Ortaköy sırtlarındak “manzaralı’ evi, bir sabah alaca karanlığında Salıpazarı rıhtımı, bir gece yarısında mezarlık, vb. mekanları çok iyi kullanmış... Sinema dili açısından, hele ikinci filmini çeviren bir yönetmen için oldukça başarılı bu anlatım, öte yandan yapıtın özüne değin kimi noktaları da etkili biçimde ortaya koyuyor. Özellikle yazarımıza yakın tarihimizde zaman zaman görülen “tuzak”lardan birinin kurulmaya çalışılması, ona ‘özgürlük” ve “kaçma” vaatleriyle hazırlanan, olasılıkla örneğin Sabahatiin Ali’ninden farklı olmayacak son, filme belli bir iç gerilim kazandırıyor. Bunalımlı günlerde bir aydının, hele ‘konuştuğu zaman özellikle tehlikeli olan” bir gazeteci yazarın çevresinde çeşitli ilişkilerle örülen ağ, yapay ya da gerçek dostlukların, sevgi ya da nefretlerin gelgiti filmde oldukça başarılı biçimde betimleniyor,

Yine de filmde eksik olan bir şeyler var. Hayır, Çetin Altan’ın kendine özgü alaycı, giderek yıkıcı mizahı değil... “Görüş günü’nde karısının göğüslerine bakarak masturbasyon yapan mahkum, yazarımızın metresiyle sevişmesini, onun için camide dua eden karısının görüntüleriyle koşut kullanan bölümler veya “Babamın mezarında içtim. İki kişi de birbirini beceriyordu” vb. konuşmalar Altan üslubunun korunmasına yardımcı oluyor. Ancak yazarımızın “tehlikeli” sayılabilecek hiçbir siyasal, toplumsal, hatta “ciddi” konuşma, yazma, üretme etkinliği içinde (hiç) gösterilmemesi, yalnızca içme, sevişme, boş gevezelik, vb. türünden etkinliklere ağırlık verilmiş olması, olayın döneminden (12 Mart’ tan) soyutlanmasını da katkısıyla yaşa-nan karabasanın gerçek boyutlarını, siyasal baskının gerçek yüzünü tam anlamıyla perdede canlandıramıyor denebilir.,.

Zuhal Olcay, bir kez daha üzgün kadına mutsuz bakışlarını ve ıslak gözlerini armağan ederken, Şahika Tekand’da bir kez daha “başarılı yardımcı oyunculuk” gösterisi yapıyor. Yazar rolünde Aytaç Arman’ın ise uzun zamandır ilk kez inandırıcı, benimsenmiş gözüken bir oyun verdiği kanısındayım... Hem de rolün kendisine getirdiği ufuk çizgilerinin belirsizliğine karşın...

“Bir Avuç Gökyüzü”, yılın ilginç ve görülmesi gereken yerli filmlerinden... “Tempo” ve “gerilim” meraklıları için değil... Ama sonuç olarak kendi soluğunu alan, kendi dünyasını oluşturabilen bir film... (Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız” syf, 313)

NOT: Bir Avuç Gökyüzünün 19 Şubat 1988 tarihli belgeyle şartlı olarak gösterimine izin verildi. Ve “şartlı izinin 4 maddelik gerekçesi:

1) Rüyasındaki işkence sahnesi, hapishanedeki pencere önünü de çok uzun süren bağrışmaları duyma sahnesi.

2) Hapishanede, ziyaretçi gelen kadın göğüslerini açtıktan sonra bir diğer adamın mastürbasyon sahnesi ve onun götürülüş sahnesi.
3) Annesiyle konuşurken, babasının mezarında içki içtiğini ve mezarlıkta iki kişinin birbiriyle “düzüştüğünü gördüğünü” söylediği sahnelerin konuşmaları.

4) Karısı ile yatakta gece cereyan eden cinsel ilişki sahnesinin çıkartılması. (Agah Özgüç)

BEZ BEBEK (1987)


Yönetmen: Engin Ayça
Senaryo: Macit Koper, Engin Ayça
Görüntü Yönetmeni: Erdoğan Engin
Müzik: Melih Kibar
Işık Şefi: Naci Temel
Yapım: Varlık Film/Lokman Kondakçı
Çevre Düzenleme: Deniz Özen, Yardımcısı: Dilek Oktar, Işık: Dünya Filmcilik Işık Srervisi, Naci Temel, Ali Menyet, Cengiz Yaşar. Set: Bedri Uğır, Hasan Yılmaz, Yönetmen Yar-dımcısı: Jan Brindizi, Kamera Yardımcısı: Haluk Bener, Fotoğraf: İlhan Arkan, Yapım, Yönetim: Gülsen Tuncer, Sesleri Alan: Erkan Aktaş, Laboratuvar: Yahya Öztürk, Baskı: Zekeriya Şahin, Renk Uzmanı: Adnan Şahin, Seslendirme Yönetmeni: Mustafa Alabora, Efektler: Sudi Yılmaz, Kurgu: Celal Köse, Şar-kı Sözü ve Yorum: Gülsen Tuncer
Fono Film stüdyosunda hazırlanmış ve seslendirilmiştir

Oyuncular: Hülya Koçyiğit, Hakan Balamir, Mehmet Akan, Kemal Toroman, Oktar Durukan, Kenan Bal, Şener Gezgen, Tufan Balamir, Savaş Ustay, Selahattın Koca, Cengiz Yaşar, Çocuk Oyuncu: Begüm Örnek

Konu: Melek (Hülya Koçyiğit), küçük kızı Gülcan'la (Begüm Örnek) kasabadaki bağ evinde dört yıldan beri yalnız yaşam sürmektedir. Çünkü kocası Recep (Mehmet Akan), işlediği bir suç nedeniyle hapistedir.  

Kocasının özgürlüğüne kavuşacağı günlerde sıvaları dökülmüş evini onarmak ister. Ve bu iş için kayın biraderi Hasan, Ahmet ustayı (Hakan Balamir) bulur. Ahmet Usta, işe başladıktan bir süre sonra, Melek'le ilgilenmeye başlar. Ve bir gün duygularına hakim olamayıp kadına tecavüz eder. Önceleri bu olayı nefretle karşılayan genç kadın, bir süre sonar yıllardır uyuyan cinselliğinin farkına varır. Bu kez, isteyerek Ahmet'le ilişkiye girer. Çünkü ilk kez kadınlığını hissetmeye başlamıştır. Bir gün kocası Recep hapis-ten çıkıp gelir. Karısına ve çocuğuna kavuşan Recep, mutludur. Ancak, karısındaki değişiklik dikkatini çeker. Ve bir gün Recep, cinsel tutkuların esiri olan karısıyla Ahmet Ustayı yakalar. Ahmet, gözünü kırpmadan Recep'i öldürür.

Ödül: 1988 yılında;
"Bez Bebek", Ankara 1. Film Şenliğin'nde "ilk filmler yanşması'nda
►"en iyi 2. film"
► Engin Ayça, "en iyi senaryo" ödülü .

8. Uluslurarası Amiens Film Şenliği’nde (Fransa)
►Hülya Koçyiğit, "en Iyi kadın oyuncu "

v    Sıradan Değil Bilinçli bir Yalınlık”
"Bez Bebek", bize Ege yöresinde bir küçük kasabanın kıyısında geçen bir hikaye anlatmaya başlıyor. Melek ve küçük kızı, uzaklardan bir yerlerden dönüp gelecek olan erkeği bekliyorlar... Bu arada eskiyip dökülen evlerini onarmak için Melek, kayın biraderinin yardımıyla bir usta buluyor. Ahmet usta, duvarları sıvayıp boya vurmak, eve bir el vermek için uğraşıyor. Bu ara Melek günlük işlerini yaparken, küçük kız da bezden bebeğine öyküler anlatıyor, dertlerini açıyor...

Engin Ayça, bize hikayesini alabildiğine sakin, yumuşak bir tempoyla anlatıyor. Yaşamın gerçek ritmini buluyorsunuz sanki; bu küçük sakin çevrede bir kaç kişi arasındaki ilişkiler alabildiğine dura-ğan, sıradan bir seyir izliyor. Batan günün, geçip giden bulutların, kuşların böceklerin üzerinde de duruyor kamera sanki Yılmaz Güney'den beri ilk kez doğal çevreye, kuşlara, hayvanlara bu denli dikkatli, duyarlı bir anlatımla karşılaşıyorsunuz. Ancak bütün bu durgunluk, durağanlık altında bir şeylerin kıpır kıpır oluştuğunu, donuk görünüşlü kişilerimizin içinde fırtınalar kaynaştığını, bir dramın patlak vereceğini seziyorsunuz. Ayça sakin sineması içinde bu "potansiyel tehlikeyi bize sezdirmek başarısını gösteriyor.

Ve birden, hiç beklenmedik bir anda Ahmet usta Melek'e saldırıyor, kadını tüm direnmelerine karşın teslim alıyor. Sahnenin fil-min yumuşak, sakin gelişim içinde birden ortaya çıkışının içerdiği dramaturji ustalığı kadar yalnızca iki uzun çekimle verilmesindeki teknik ustalığa da hayran oluyorsunuz. Sonra gerçek bir zabıta olayından alınmış hikayenin düğümleri gelişmeye ve ortaya bir tür "köy polisiyesi" ya da taşra kara filmi çıkmaya başlıyor. Filmin son bölümlerinde ise sanki bir rastlantı gibi, bir "kaza eseri" gibi başlayan karanlık, karmaşık bir ilişkinin bir büyük tutkuya dönüştüğüne de tanık oluyorsunuz.

Engin Ayça'nın ilk fılmi, aslında sıradan bir küçük hikayenin iddiasız, yalın biçimde anlatılmasına dayanıyor. Ama ne düşünülmüş bir yalınlık, ne görkemli bir iddiasızlık. Son derece özlü, ekonomik, ama çok uğraşıldığı belli, çok hoş bir senaryodan, yine çok ölçülü, çok ekonomik ama hepsi çok yerinde kamera hareketlerine, özenli bir çekim planına (dekupaja) dek birçok şey Ayça'nın fılminin yalınlığının sıradan bir yalınlık değil, istenmiş, aranmış bir yalınlık olduğunu belirliyor. Tüm dramatik sahnelerin (tecavüz, öldürme, ikinci öldürme) alabildiğine ekonomik, kimi zaman kameranın görüntü alanının dışında verilmesi filmin gerilimini arttıncı bir öğe olarak çok iyi gerçekleştirimiş. Genelde Melek üzerine yoğunlaşan filmin, sonda Ahmet ustaya yöneldiği konuşma bölümünde hemen yalnız onu gösteren uzun çekim çok yerinde:" Aynı biçimde, Recep'in (koca) eve dönüşünde, sonraki ilk yemekte veya Recep'in eski arkadaşlarıyla bahçede yemek yeme sahnesindeki kamera hareketleri oldukça ustalıklı... Ayça'nın eski usul "kararma"larla filmi bağlaması ise, bana çok sempatik gözüktü.

Evet Engin Ayça, ilk filminde bence çok başarılı... sevdiği, üzerinde iyice çalıştığı bir hikayeyi yine düşünbaşlı, ama olgun bir sinemayla anlatmayı, hikayenin içerdi tetiği seyircisine geçirmeyi başarmış. Hülya Koçyiğit ve Hakan Balamir'in son derece usta işi oyunları, Melih Kibar'ın ancak yerlerde öykünün altını çizen çok ölçülü müziği, Erdoğan’ın görüntüleri de filme katkıda bulunuyor. "Bez Bebek" bir ilk fılm" değil. Her şeyiyle bilinçli bir sinema üslubunun peşinde koşacağı belli olan bir sinemacıyı da kazandırdığı için önemli bir film... Engin Ayça'nın sinemasıyla başlayıp uzun bir sinema yazarlığından geçerek yöne ulaşan çabasına içtenlikle "Hoş geldin" diyorum... “Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız” syf, 326” Not: Cumhuriyet Gazetesinin 22 Ocak 1988 tarihli nüshasında da yer almıştır.

v    Hülya Koçyiğit'in zaman zaman büyük şehir kadını (bilhassa yatak sah-nelerinde ve aşk söyleşmelerinde) tavrını andıran tavırlan ve Hakan Balamir'in iyi mi, kötü mü, yoksa hasta ruhlu mu olduğunu bir türlü belli etmeyen, hep aynı hareketlere sıkıştırılmış oyununu bir tarafa bırakırsak bir bağ evinin dışına çıkamayan ve bir kadının görebildiği dünyayı bize vermeye çalışan film bu bakımdan başarılı. Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi, Ayça'nın birilerinin cinselliğinin farkına varmasının bu kadar pahalıya mal olmayacağını, en azından gerçek hayatta yaşanan olayın kaba bir aşk ve cehaletten doğduğunu unutmaması gerekirdi. Cinselliği ve daha doğrusu birleşmeyi bir istiğrak anı gibi göstermekle herhalde "maddeciliğin yeni mabedinin" yatak olduğunu söylemek istiyordur. (Coşkun Çokyiğit, Maddeciliğin yeni mabedi: Yatak, Tercüman, 15 Ocak 1988). “Agah Özgüç, “Türk Filmleri Sözlüğü” 2.cilt, syf,291”

v    "Bir ilk film pek umulmayacak ol-gunluktaki teknik ustalıklarla, sınırlı bir mekanda geçen, sıradan ve kuru olarak nitenrebilecek konusuna, belirgin " mizansen" çabalanyla bir "atmosfer" kazandırmanın üstesinden gelen Engin Ayça, görünürde her şeyin alabildiğine durağan seyrettiği yalnız bir taşralı kadın yaşamından görünümler sunarken, yüzeye çıkmayan, kıstırılmış, fokur fokur kaynayan tutkuları, tutsak-lığı, cinselliği, sinemamızda pek alışıl-mamış bir ayrıntı zenginliğiyle, yalın ve alçak gönüllü bir tutumla yansıtıyor. Bilinçle, bilerek seçilmiş bir yalınlık bu. (Bkz.: Sungu Çapan, Milliyet Sanat Dergisi, S.: 185, 1 Şubat 1988).

v    Engin Ayça, çoğu kişinin elinde kolaylıkla melodramın bilinen tuzaklarına düşecek olan böylesine bir konudan düz bir çizgide gelişen bir film çıkarmanın da üstesinden gelebilmiş. Herşey anlatımın yalınlığına paralel giden düz bir çizgide gelişip sonuçlanıyor. Hatta tecavüz ve öldürme ve ölüm sahneleri bile bu çizginin dışına taşmıyor. Melek'in (Hülya Koçyiğit) küçük kızıyla içerden çıkacak kocasını bekleyişi, bu sırada evini Ahmet Ustaya (Hakan Balamir) yeniletmesi, derken usta ile aralarındaki yakınlaşma ve bu yakınlaşmanın kaçınılmaz yaptığı öldürme ve ölümler... Hepsi öylesine yalın, öylesine ekonomik işlenmiş ki... (Burçak Evren, Engin Ayça'dan "Bez Bebek", Güneş, 11 Mart 1988).


BEYAZ YAZ (1987)



Yönetmen: Yücel Uçanoğlu
Senaryo: İlhan Engin
Kamera: Muzaffer Turan
Yapım: Umut Film / Abdurrahman Keskiner

Oyuncular: Özlem Onursal, Yaşar Alptekin, Sırrı Elitaş, İhsan Baysal, Hicran Ertaş, Erdem Kıvırcık

Konu: Bir afiş yarışmasına katılmak üzere fotoğraf çalışmaları yapan Cengiz (Yaşar Alptekin), bir tatil köyünde Mine'yle (Özlem Onursal) tanışır. Bir-birlerini sevdiklerini anlarlar bir süre sonra. Ancak genç kadın, gizli bir korku içindedir. Cengiz, sevgilisinin bu esrarengiz yanını çözmeye çalışırken, Mine, gerçeği açıklar. Mine, kurtuluşu olmayan bir hastalığa yakalanmıştır. Günleri sayılıdır. Oysa, sevgilisi Cengiz için de aynı şey geçerlidir. Çünkü, yıllardan beri peşinde Kan davalısı bir Adam onu adım adam izlemektedir. Öıüm korkuları içinde yaşayan sevgililerden hangisi daha önce azrailin karşısına çıkacaktır


BENİMSİN (1987)





Yönetmen:Samim Utku
Senaryo: Mehmet Aydın
Görüntü Yönetmeni: Ümit Ardabak
Yapım: Metro Film / Zeki Kafadar

Montaj, Senkron, Göksel Güngör, Negatif Montaj: Yusuf Aldırmaz, Işık Şefi: Fevzi Eryılmaz, Set Amiri: Baki Soğukpınar, Kamera Asistanı: Cenap Cevahir, Yönetmen Asistanları: Funda Aras, Dilek Akıska, Prodüksiyon Amiri: Erol Deniz,
(Yeni Lale Film Stüdyosunda Hazırlanmıştır )

Oyuncular: Coşkun Sabah, Fulden Uras, Enver Demirkan, Nubar Terziyan, Diler Saraç, Ünsal Emre, Ali Özmen

Konu: Yoksul olan iki arkadaşla aralarına giren komşu kızının aşk öyküsü.


BENİM OLSAYDIN (1987)


Senaryo ve Yönetmen: Melih Gülgen
Kamera: Orhan Temizkan
Yapım: Sarıkaya Film/Aziz Sarıkaya

Oyuncular: Faruk Tınaz, Neslihan Acar, Eşref Kolçak, Güzin Doğan, Burak Gülgen

Konu: 
: Film, zengin bir erkekle fakir bir kızın engellerle dolu aşkını konu edinir. Faruk, Adana’nın varlıklı ailelerinden birine mensuptur. Okulunu bitiren Faruk, bir gecekondu semtinde yaşayan Gül’le evlenmek ister. Ancak Faruk’un babası Abuzer bu fikre karşı çıkar. Abuzer, oğlunu Davut Ağa’nın kızı Serpil’le evlendirerek bu sayede zenginliğini arttırmaya plânlar. Bu nedenle Faruk’u İstanbul’dan uzaklaştırmak amacıyla bir oyun oynar. Ancak Adana’ya giden Faruk burada geçirdiği bir trafik kazası sonucu sakat kalır. İyileşme sürecinde, Serpil Faruk’a destek olur. Abuzer de Gül’ün oğluyla iletişim kurmasını engelleyince, iki genç birbirinden uzaklaşmaya başlar. (Hasan Sakın)