Powered By Blogger

8 Nisan 2020 Çarşamba

SEVDAM BENİM (1987)





Yönetmen: Cüneyt Arkın
Senaryo: Nurettin Erişen
Görüntü Yönetmeni: Şener Işık
Yapm: Adana Film/Hüsnü Çetiner

Oyuncular: Cüneyt Arkın, Sibel Savaş, Aykut Düz, Aydın haberdar, Cüneyt Tari, Kadir Kök

Konu: Baba oğulun gangsterler arasında geçen maceraları.

SERBEST KÜRSÜ HÜSNÜ/Cici Kızlar (1987)


Senaryo ve Yönetmen: Cavit Yürüklü
Görüntü Yönetmeni: Mükremin Şumlu
Yapım: Sun Film/Erol Şenbecerir

Oyuncular: Şemsi İnkaya, Fulden Uras, Nazan Ayaz, Gökçe Gürsoy, Rafet Kalkan

Konu: Adam karısıyla mutlu değildir. Kendisine bir sevgili bulur. Fakat gene de mutlu olamaz. Bu kez taşralı, uyanık olmayan bir kızla ilişki kurar. Adam artık aradığı mutluluğa kavuşur. Çünkü bu taşralı kız, adamın önünde kul köle olmaktadır. Ne var ki bir süre sonra bu taşralı kız da arkadaşları tarafından uyandırılır. Birden yüzü gözü açılır.


SENİ SEVİYORUM (1987)




Yönetmen: Ertem Eğilmez
Senaryo: Sadık Şendil Kamera: Mike Rafaelyan
Yapım: Arzu Film/Ertem Eğilmez, Kadri Film/Kadri Yurdatap

Oyuncular: Hülya Koçyiğit, Ekrem Bora, Münir Özkul, Tugay Toksöz, Semih Sezerli, Danyal Topatan, Sadettin Erbil, Ferah Nur

Konu: Birbirlerine aşık olan evli bir kadınla, kirli işler çeviren bir gangsterin öyküsü.


  Henri La Barthe’nin romanından gene kendi yazdığı senaryodan Julien Duvivier’in (1896-1967) 1937’de filme aldığı ve 3 Mart 1941 yılında Amerika’da (USA) gösterime giren “Pépé Le Moko” isimli filmden uyarlama. Başlıca rolleri Jean Gabin (1904-1976), Gabriel Gabrio (1887-1946) ve Fernan Charpin (1887-1944) oynamıştır. (Kyn: www.imdb.com)


SEN DE YÜREĞİNDE SEVGİYE YER AÇ (1987)


Yönetmen: Şerif Gören
Senaryo: Hüseyin Kuzu
Görüntü Yönetmeni: Erdal Kahraman
Müzik: Bora Ayanoğlu
Yapım: Burak Film/Sungur Esen, İbrahim Mertoğlu

Yön. Yred.: Ayşegül Gökçe, Görüntü Yön. Yard: Ahmet Servidal, Set Ekibi: Bedri Uğur, Halil Dede, Adnan Gürkonak, Işık Şefi: Arslan Yıldız, Işık Ekibi: Renk Uzmanı: SMurat İşçi, Bülent Buget, Sabahattin Hoşsoz, Laboratuvar: Tümay Rızai, Şems Tokgöz, Armağan Köksal, Fehmi Acar, Arslan Tektaş, Sesleri Alan ve Miksaj: Erkan Esenboğa, Montaj ve Senkron: Sedat Karadeniz, Negatif Montaj: Ömer Aksu, Sultan Yıldırım, Fadime Yıldırım, Yapım Yönetmeni: Turgay Aksoy, Yapım Yön. Yrd.: Savaş Akova,
(Sineray Film Stüdyosunda hazırlanmıştır)

Oyuncular: Kadir İnanır, Sibel Turnagöl, Erdal Özyağcılar, Aytaç Öztuna, Serra Yılmaz, Savaş Akova, Ali Selman, Turgay Aksoy, Mehmet Gülcü, Cafer Çoban, Hasan Gülcan, Ayhan Özen, Yakup Can, Melek Yıldırım, Ebru Çoban, Hasan Subaşı, İbrahim Özen, Hasan Özen, Ali Sırcan, Hasan Sırcan, Mustafa Başak, Remzi Bayrak, Mustafa Güzel, Mustafa Çoban, Şaban Balcı, Michel Farrere, Kazım Aral, Süleyman Subaşı, Yılmaz Karagöz, Mehmet Yediaylık,

Konu: Ali İhsan Can (Kadir İnanır), 12 Eylül sonrası girdiği davalarda ün yapmış bir avukattır. Aynca, sosyal bir demokrat bir partide, ön safhalarda görev almış popüler bir halk adamı olan Ali Can, bu yalnız geçen yıllardan sonra doğup büyüdüğü Side’ye döner. Uzun süreden beri ayrı yaşadığı karısı da Side’de bir pansiyonda kalmaktadır. Kendisini bekleyen eşi Aytaç’ın (Aytaç Öztuna) bazı sorunları nedeniyle karşılıklı bir sürtüşmeye girerken, Ali can bu arada karşılaştığı Su (Sibet Turnagöl) adlı genç bir kızla ilgilenme-ye başlar. Ali Can geçmiş günlerin getirdiği karmaşa içindedir. Su, onun için bir yaz macerası mı olacaktır. Yoksa bu ilişki tutkulu bir aşka mı dönüşecektir?

Ali İhsan'ın politik kişiliğinin Üzerinde biraz durulup, tezgahlanan sansasyonun etkisi de biraz daha geniş kapsamlı işlense, kısaca senaryo üzerinde daha Uzun bir süre çalışılıp, aceleye getirilmeseydi, filmin 'sevgi' üzerine kurulu o alçak gönüllü bildirisi de güme gitmez-di kanımca (Ali Ulvi Uyanık, Milliyet Sanat Dergisi, S. 179, 1 Kasım 1987)

SEN AĞLAMA (1987)



Yönetmen: Orhan Elmas
Senaryo: Edoğan Tünaş
Kamera: Rafet Şiriner
Yapım: Sezer Film/Sezer İnanoğlu

Prodüksiyon Şefi: Hasan Kubilay, Set Şefi: Cavit Aydın, Yardımcıları: Hasan Apohan, Kadir Tiryaki, Işık şefi: Yusuf Tümen, Yardımcıları: Selçuk Erkan, Murat Urgun, Seslendirme Yönetmeni: Erhan Yazıcıoğlu, Renk uzmanı: Sabahattin Hoşses, Sesleri Alan: Erkan Esenboğa, Montaj, Senkron: Cevat Sezer, Negatif Montaj: Ömer Aksu, Metin Çeşmebaşı, Laboratuvar: Tümay Rızai, Şems Tokgöz, Sineray Film Stüdyosunda hazırlanmıştır Oyuncular: Necla Nazır, Cüneyt Arkın, İsmet Özhan, Umut Ulaş, Hüseyin Peyda, Agâh Hün, Turgut Özatay, İhsan Baysal, Necati Er, Baki Tamer, Merih Fırat, Osman Betin

Konu: Hapisten çıktıktan sonra kaybolan karısını ve çocuğunu arayan tövbekâr bir kabadayının öyküsü

SELAMSIZ BANDOSU (1987)


Yönetmen : Nesli Çölgeçen
Senaryo : Hakan Aytekin, Nesli Çölgeçen, İrfan Eroğlu
Görüntü Yönetmeni: Ertunç Şenkay
Müzik: Serdar Ateşer
Yapım: Arzu Film/Nahil Ataman, Erler Film/Türker İnanoğlu

Yönetmen Yardımcısı: İrfan Eroğlu, Nazan Çölgeçen, Kamera Asistanı: Hakan Gürtop, Dublaj Yönetmeni: Ersan Uysal, Işık: Mustafa Koçyiğit, Laboratuvar: Yahya Öztürk, Negatif Kurgu: Erol Şahin, Renk Uzmanı: Adnan Şahin, Ses: Gökhan Şıracı, Yapım Koordinatörü: Selahattin Koca,
(Fono Film Stüdyosunda hazırlandırılmıştır).

Oyuncular: Şener Şen, Ali Uyandıran, Üstün Asutay, Uğur Yücel, Güzin Çorağan, Can Kolukısa, Cengiz Tünay, Celal Perk, Tayfun Çorağan, Ayla Aslancan, Bican Günalan, Tuncay Akça, Faruk Savun, Ahmet Açan, Serap Çölgeçen, Işık Aras, Ahmet Pınar

Konu: Cumhurbaşkanının trenle yurt gezisine çıkacağını öğrenen Selamsız ilçesinin belediye başkanı, hemen belediye meclisini toplar. Kasabanın dertlerini anlatmak için Cumhurbaşkanına bir merasim düzenlenecektir. Bir bando kurulur ancak bu bandonun başına bir şef gerekmektedir. Şef İstanbul'dan getirilir. Cumhurbaşkanı karşılanır bando çalar ancak tren durmadan devam eder. Halk ve belediye başkanı büyük bir üzüntüye kapılırlar. Tatlı bir komedi.

" Şüphesiz hoşluklar ve boşluklar mevcut filmde. Örneğin Bay Başkan'ın şefle birlikte dolaşıp esnafı bir enstrüman çalmaya zorladığı bölüm, ya da sonra Uğur Yücel'in trenin yanısıra koşarak cumhurbaşkanının ineceği varsayılan merdivene halı yetiştirme çabası ne kadar görülmeye değerse, futbol maçı ile ilgili bölümler de o kadar özensiz ve kötü.

Çölgeçen, bir kasabadan yola çıkarak ülkenin geneline tutmaya çalışıyor ka-merasını. Bay Başkan'ın sürekli göz kamaştıran takım elbiselerle gezmesinin nedeni de bu olsa gerek. Toplumsal eleştiriye ironik bir anlatımla varmaya çalışıyor yönetmen. Ancak zeka payı kısılınca ironi yerini siyasal yergiye bırakıyor ve kaba bir sembolizme. itiraf etmek gerekir ki bütün olumsuzluklarına karşın gidip rahatlıkla izlenebilecek bir film. Bol güldürü, kaliteli oyunculuk var. (Serdar Öztürk, Zurnanın "zırt" dediği yer, Nokta, S.: 7, 21 Şubat 1988).

"Selamsız Bandosu" ilk bakışta yüzey-sel bir güldürü gibi görünüyor. Ama, Nesli Çölgeçen - Hakan Aytekin - İrfan Eroğlu'nun ürünü olan senaryo, pek o kadar "toplumcu" olmasa da, giderek bir Aziz Nesin öyküsü akıcılığı, kıvraklığı kazanıyor. (Kerim Evren, Bir Yıldız Yönet-men Nesli Çölgeçen, Haftanın Sesi, S.: 8, 19 Şubat 1988).

v    "Selamsız Bandosu" filmine 'İtalyan komedisi' düzeyini yakıştıranların aklına şaşarım. Ucuz ve yavan tecihlerin dışına çıkmamış olan bu "iyi niyet", heves edenlerin kursağında kalmış. (Sezer Tansuğ, Şener Şen kendinden korkuyor, Güneş, 18 Şubat 1988).

v    Büyük bir titizlikle gerçekleştirilen film, hemen söyleyelim bir atmosfer filmi. Çölgeçen, daha ilk iki üç sahneden itibaren beyaz perdede Selamsız'ı bize yaşatmaya başlıyor. Gerçeklik duygusunu seyirciye vermede bir falso yok. Her şey mantıklı olarak (yaşanabilirliği bağlamında) doğru. Bize komik gelen, fakat yaşayanların dramını yapan hadiselerin derece derece kahkahaya dönüşmesi ise çok sade ve başarılı bir ifadeyle veriliyor. Ve burada uzun bir tartışma açabilecek bir ikilem oluşturuyor Çölgeçen. Hem mantıklı, hem komik! .. (Coşkun Çokyiğit, Başarılı bir ekip çalışması, Tercüman, 19 Şubat 1988).

v    Türkiye'de siyasal yergi denen şeyin kuşkusuz ki saygın bir geleneği var. Edebiyatımızda ve basınımızda Nef’i den Neyzen Tevfık'e, Aziz Nesin'den Şinasi Nahit Berker'e bu alandaki üretim azımsanamaz. Sinemada özellikle Atıf Yılmaz'ın 1950-60' lardakİ o ilginç köy - kasaba güldürülerinde siyasal değinmeler olduğu gibi,

"Selamsız Bandosu" cumhurbaşkanımızın geçeceği haberi yayılan Selamsız kasa-basının bu vesileyle bir bando oluşturma çabalarını anlatıyor. Kimi çok popüler belediye başkanlarımızdan çizgiler taşıyan (veya bilinmez, oyununda belki onlardan da esinlenen) Şener Şen'in oynadığı "Bay Başkan", bakkallıkla başkanlığı birlikte yürüten, yeterince "hinoğlu hin", halk çıkarlarıyla particiliği kendince kaynaştırmış bir politikacıdır. İlanla bulunan "bando şefi" ise, en büyük tutkusu olan mesleğini alkol düşkünlüğü yüzünden bırakmak zorunda kalmış, önüne gelen bu son fırsatı değerlendir-meye çalışan duygusal zayıf bir kişiliktir. Belediyenin bütçesi şeften ve gerekli çalgılardan başka şeye yetmediği için, kasaba halkının bandocu olarak yetiştirilmesi çabaları başlar... Önceleri olanaksız gözüken (aslında da olanaksız olan) bu iş, türlü çeşitli engellerden ve olaylar dan sonra başarılacaktı. Çünkü filmimiz, ne de olsa bir politik masal "dır!..

"Selamsız Bandosu", "Kardeşim Benim" ve "Züğürt Ağa" ile iki başarılı film yapmış olan Nesli Çölgeçen'in üçüncü sinema denemesi. "Züğürt Ağa'nın başarısı, Çölgeçen'i yeni filminde de bu türü sürdürmeye itmiş... "Selamsız Bandosu", düzeyli ilginç, büyük bir keyifle izlenen bir film,.. Ama bir "Züğürt Ağa" düzeyinde değil. (Bu hele "Muhsin Bey" filmini de yazıp yönettiği göz önüne alınırsa, "Züğürt Ağa"nın asıl başarısının senaryo yazarı Yavuz Turgul'a ait olduğunu düşündürtmüyor da değil.

Selamsız Bandosu", ilginç konusuna karşın, bir türlü beklenen espri patlamasını yapamıyor, beklenen keskinliğe ulaşamıyor. Oldukça ağır geçen bir ilk yarıdan sonra, filmin asıl başarılı bölümleri geliyor. Özellikle, "müstakbel" çalgıcıların işi bırakmaya karar verdikten sonra, dayanamayıp yeniden çalgılarına el attıkları bölümler ve şefin bir gece dolaşmasında bunu keşfettiği bölüm, olağanüstü başarılı. Bir zamanların bu türdeki Çek veya Macar başyapıtlarını, örneğin Milos Forman'ın 'Koşun İtfaiyeciler"! vb. filmleri düşündürüyor. Ne yazık ki, bu iki bölüm arasında, senaryo yetersizliği nedeniyle (füme tam anlamıyla yedirilememiş olan şefin alkol tutkusu sahnelerinde) film adam akıllı sarkıyor ve bu bölümlerin keyfine tam anlamıyla varılamıyor. Kimi sahnelerde (karşılama töreninde muhalefetin yeri gibi) beklenen espriler bir türlü patlamıyor. Ancak tüm final bölümünün (trenin geçip gidişi) yine çok hoş olduğunu da belirtmek gerekir...

"Selamsız Bandosu" seyri hoş bir film, ancak başta belirttiğimiz gibi, edebiyat, basın ve sinemamızda zengin örnekleriyle var olan bir alana pek yeni bir şey katamıyor. Filmin ustaca seçilip yönetilmiş oyuncu kadrosu içinde özellikle yeni tanıdığımız Ali Uyandıran (bando şefi) ve Üstün Asutay'ın (muhalif başkan adayı) ilginç kompozisyonları dikkat çekiyor. “Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”


SEFiLLER (1987)


Yönetmen: Ümit Efekan
Senaryo: Erdoğan Tünaş
Görüntü Yönetmeni: Sertaç Karan
Yapım: Kemal Dilbaz

Set Ekibi: Cengiz Öktem, Ali Çağlar, İsmet İlvur, Işık Şefi: Bayram İlvur, Yardımcısı: Murat İşçi, Celal Ağbek, Prodüksiyon: Ahmet Çakarlı, Hüsnü Barutçu, Renk Uzmanı: Sabahattin Hoşsöz, Laboratuvar: Tümay Rızai, Ses Mühendisi: Erkan Esenboğa, Negatif Montaj: Ömer Aksu, Senkron: Metin Çeşmebaşı, Mustafa Kal-kan, Soner Şenbecerir. Çetin Yaman, kamera Asistanı: Orhan Gök, Engin Saygılı, Reji Asistanı: Uğur Perveroğlu, Kurgu Eşleme: Mevlut Koçak, Yardımcı Yönetmen: Mesut Taner,
Sineray Stüdyolarında yapılmıştır

Oyuncular: Küçük Emrah, Erdoğan Genç, Seyit Han, Orhan Çobat, Burhan Kocataş, Faruk Savun, Gül Otkan, Ahmet Açan, Aşkın Geylani, Tahsin Deli, Muzaffer Civan, Nilüfer Öz, Orçun Sonat, Kâmuran İnselel, Sabrina Kayahan,

Konu: Zengin olduktan sonra milyarder babasından annesinin intikamını alan bir adamın öyküsü.


SARIŞINIM (1968)


Yönetmen: Temel Gürsu
Senaryo: Safa Önal
Görüntü Yönetmeni: Mustafa Yılmaz Mustafa Kuzu
Yönetmen Yardımcısı: Aynur Başgök
Yapım: Burak Film/Sungun Esen, İbrahim Mertoğlu

Oyuncular: Mahzun Kırmızıgül (Mahzun), Yılmaz Zafer (Rıfat), Deniz Akbulut (Zeynep), Arzu Aydın (Meral), Kenan Pars, Gül Vergon, Hüseyin Peyda, Engin Koç (Meral’in kardeşi), Erdal Tosun (Yakup), Bilge Zobu (Avukat)

Konu: Babasını tedavi ettirmek için İstanbul’a gelen gence büyük şehir cazip gelir. Ancak zamanla bu kentte yaşamak zorlaşır, tek çare köylerine dönmektir.


JAGUAR (1978)



Yönetmen: Nasır Muhammedi
Senaryo: Yüksel Yazıcı
Görüntü Yönetmeni: Hüseyin Özşahin
Yapım: Rog Film / Osman Gökçek

Oyuncular: Refik Gökçek, Oya Demir, John Longstreet (Dünya Kick Boks Şampiyonu), Ümit Acar, Yıldırım Gencer, Yusuf Sezgin, Attila Ergün, Tarık Canpolat, Osman Betin, Seval Ayral, Tarık Canpolat

Konu: Bir boks şampiyonasına hazırlanan Refik (Refik Gökçek), abisini ve yengesini ölümü ile sarsılır. Onları öldüren uyuşturucu kaçakçılığı yapan bir çetenin elemanlarıdır. Bu ara genç boksörümüz Sibel (Oya Demir) isimli bir kızla tanışır. Kızın amacı katilleri bulmak ve ona yardım etmektir. Ancak bu plan bir tuzaktır. Çünkü Sibel çetenin bir ajanıdır. Ayrıca düzenlenen bu boks karşılaşmasının da arkasında aynı çete yer almaktadır. Refik ringe çıktığında olaylar başka bir yönde ilerlemeğe başlar.

SARI MERCEDES/Mercedes Mon Amour (1987)


Senaryo ve Yönetmen: Tunç Okan
Eser: Adalet Ağaoğlu “Fikrimin İnce Gülü” eserinden
Kamera: Orhan Oğuz
Müzik: Vladimir Cosma
Yapım: Evren Film (Cengiz Ergun, Tunç Okan, ) İstanbul, L‘European Paris, Man Film Münich ve İsviçre Televizyonu ortak yapımı

Set Ekibi: Erdal Sümer, Recai Sümer, Aziz Kıskanç, Nuri Akçabay, Ali Zebil, Alaattin İzgü, Hüseyin Ünlü, Kasakdörler: Jean-Claude Zefferini, Max Garnier, Makyaj: Florence Cossutta, Fotoğraflar: M. Ziya Ülkenciler, Prodüksiyon Süpervizörü: Zafer Par, Prodüksiyon Yardımcısı: Guy Perol, Prod. Sekreteri: Marylene Brunet, Prodüksiyon Ekibi: Sadık Deveci, Fuat Özel, Ahmet Şişman, Ahmet Altunterim, Sedat Erkanat, Asım Par, Melahat Cengiz, Ozan Ergun, Rafet Battal, Ünal Şen ve Mustafa Ziya Ülkenciler, Kamera Asistanları: Cem Molvan, Ercüment Süngü, Mehmet Kıvırcık, Necdet Kaygun, Işık: Recep Biçer, Remzi Biçer, Salim Burgucu, Yönetmen Yardımcıları: Eray Özbal, Sevda Aktolga, Yeşim Kaya, Mehmet Ulukan, Kurgu Ekibi: Sarah Matton, Annick Hurst, Marie-Christine Ratel, Frederique Michaud– Nadaud, Lionel Le Bras, Monika Goux, Marie-Victorie Darcay, Efekt: Jacky Kretz, Miksaj Mühendisi: Jacques Thomas-Gerard, Dublaj Kayıt Teknisyeni: Attila Van, Kayıt Asistanı: Çetin Yaman, Dublaj Organizatörü: M. Ziya Ülkenciler, Dublaj Asistanı: Çetin Tokay, Laboratuvar: Sinefekt (İstanbul), LTC (Paris)Fransız Ulusal Sinema Merkezi (CNC), Alman Sinemasını geliştirme Dairesi yardımıyla yapılmıştır}

Oyuncular: İlyas Salman (Bayram), Valerie Lemoine (Kezban), Micky Sebastien (vapurdaki sarışın), Alexander Gittinger (minibüs sürücüsü), Savaş Yurttaş (Veli), Saadet Gürses (Solmaz), Menderes Samancılar (İbrahim), Serra Yılmaz (pasaport memuru), Filiz Küçüktepe (Veli’nin karısı), Tuncay Akça (Kâhya), Mustafa Suphi (oto ustası), Hikmet Karagöz (garson), Ömer Başaran (genç Bayram Abdullah Özalp (çocuk Bayram), Duygu Sönmez (henç Kezban), Uyum Varol (çocuk Kezban), Ayşe Yılmaz (Veli’nin kızı), Serkan Uzun (Veli’nin oğlu), Abdülhamit Danışır (Rüstem amca), Hüseyin Kanlı (Berber), Muzaffer Şahin (laborant), Fuzat Özel (komiser), Dietmar WEaldenhofer (alman satıcı), Ferdi Akarnur (istasyondaki adam), Cevat Demirbaş (otobüs şoförü)

KONU: Çekimlerine 1987 yılında başlanan, ancak 1992 yılında tamamlanarak gösterime girebilen "Fikrimin İnce Gülü", Adalet Ağaoğlu'nun aynı adlı romanından sinemaya uyarlanmıştı. Film, Münih'te göçmen işçi olarak çalışan Bayram'ın, yeni aldığı Mercedes arabayla köyüne yaptığı yolculuğu konu alır. Balkız adını verdiği arabası Bayram'ın en değerli varlığıdır. Öksüz olarak büyüyen ve zamanında çok ezilen Bayram, altındaki Mercedes ile köyünde itibar kazanacağını düşünür, hep bunun hayalini kur-muştur. Artık uzatmalı sözlüsü Kezban'ı istemeye de kararlıdır.

Yolculukta Bayram'ın karşısına çeşitli insanlar çıkar ama filmin ikinci önemli karakteri adeta Mercedes arabadır. Bayram tüm hayallerini, dertlerini ona anlatır. Bu vesileyle film de sık sık geriye dönüşlere başvurur ve Bayram karakterini daha iyi anlamamızı sağlar. Bu filmdeki performansıyla 5. Ankara Film Festivali'nin jürisi ve SİY AD tarafından En îyi Erkek Oyuncu ödülüne layık görülen îlyas Salman, genellikle saf karakterleri canlandırmasıyla tanınır. Dolayısıyla "Fikrimin İnce Gülü"nü izlerken de Bay-ram'ın varını yoğunu yatırdığı arabasına naif bir tutkuyla bağlı olduğunu varsayarız başta. Kapıkule'den geçip Türkiye'ye girişiyle beraber Balkız yavaş yavaş hasar almaya başlar. Boyası çizilir, önündeki Mercedes amblemi çalınır, lambası kırılır, kapısı göçer, vs. Arabanın boyası ve cilası döküldükçe, Bayram'ın da gerçek yüzü ortaya çıkmaya başlar. Aslında sandığımız gibi saf veya masum değildir. Yıllar önce yakın bir arkadaşını kandırarak onun muayene kağıdını kul-lanmış, Almanya'ya gitmeyi de bu şekil-de başarmıştır. Köyüne geri dönecek yüzü yoktur ama Mercedes'in kendisine sağlayacağı statünün tüm bunlar unutturacağını varsayar.

En nihayetinde bir kaza sonucu Balkız neredeyse hurdaya dönüşür, Bayram'ın da tüm hayalleri yıkılır. "Fikrimin İnce Gülü", Bayram karakterinin gerçekliği kafasında yeniden düzenleyişi ve tüm bu yanılsamayı altındaki araba etrafında kuruşuyla ilginçtir. Bayram'ın 'karanlık' yönlerinin araba hasar gördükçe ortaya çıkışı da bu yüzdendir. Portresi karşımızda yavaş yavaş oluşan Bayram, hem Türk sineması için ilginç bir anti kahraman örneğidir hem de İlyas Salman'm en atipik rollerinden birisidir.

Yönettiği, senaryosunu yazdığı ve başro-lünde oynadığı 1974 yapımı "Otobüs" ile yurt dışına göç üzerine en etkileyici Türk filmlerinden birisine imza atan Tunç Okan, "Fikrimin İnce Gülü"nde de konu-nun başka bir boyutunu deşer. O uzun ayrılıktan sonra dönüşün bir fantezi olarak nasıl kurgulandığı, hem gurbetteki kişide hem de bekleyenlerdeki değişim ve tüm bunların yol açtığı hayalkırıklığı... (E.E.) Sinema En İyi 100 Film

ÖDÜL:
 29. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde
► Sarı Mercedes "En İyi İkinci Film"
► En İyi Yönetmen"

v    Önemli kadın yazarlarımızdan Adalet Ağaoğlu'nun aynı isimli romanından uyarlanan "Fikrimin İnce Gülü", sevgiden yoksun bir çocukluk geçiren Bayram'ın kısmına kadar bir coğrafi perspektif söz konusu. Filmin asıl kahramanı Bayram (İlyas Salman) gibi görünse de, "Balkız" adlı Mercedes'in önemi yadsınamayacak kadar büyük. Ama, ne yazık ki Türk Sineması'nda olumsuz hükümdarlığını yıllardır sürdüren "star sistemi", bir nesnenin, oyuncunun önüne geçmesine asla izin vermiyor. Bugüne dek, kayda değer pek çok adım atmış olan İlyas Salman, bu filmde de, halkın kendisini son derece yakın hissedebileceği Bayram tiplemesiyle, başarılı bir oyunculuk sergiliyor.

Taşınan bütün iyi niyetlere rağmen, bazı çıkmazların kıskacından kurtulabilmek, Tunç Okan için de mümkün olamamış. Özgün bir senaryodan yola çıkılarak üretilen bir yapım olmaması, edebiyat-sinema ilişkisi bağlamında bazı olumsuz-lukların doğmasına neden olmuş. Yol boyunca tek arkadaşı olan Balkız'la yaptığı konuşmalar, kötü geçmişini unutup, yepyeni ve mutlu bir geleceğe varmak isteyen Bayram'ın içinde bulunduğu psikolojiyi yansıtmaya yönelik olsa da, bu, derinlemesine başarılamamış. Kimi zaman gereksiz uzayan replikler, izleyiciyi son derece sıkıyor. Ayrıca eserin aslında yapılan tasvirlerin edebi niteliği, filmin sinematografik anlatımını çıkmazlara sürüklemiş. Yol boyunca Bayram'ın geçmişiyle ve kendisiyle mücadelesi, yol koşullarıyla, yolda karşılaştığı arkadaşlarıyla ve Alman arkeologla mücadelesine egemen olmuş, dolayısıyla bu olayların gerçekliğini gölgede bırakmış. Ayrıca, film boyunca sık sık yinelenen flashback'lerin yoğunluğu, anlatımı zedeleyen diğer bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Bin bir güçlük sonrasında, nihayet köyüne vardıktan sonra, bıraktığı hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını, kendisi gibi her şeyin de değiştiğini, küçük bir çobanın ağzından öğrenmesi, başka bir deyişle, çocuğun ilk defa gördüğü bir yabancıya bütün olanları tüm açıklığıyla anlatması, ayrıca filmin, romandan farklı olarak, son derece alışılagelmiş biçimde sonuçlanması, film süresince aynı sonu kestirebilen izleyiciyi, mistik bir misyonu olan illüzyonu ortadan kaldırdığı için, hayal kırıklığına uğratıyor. Ve sonuçta, yaşam gerçeğinin tüm yükü, her şeyden habersiz zavallı Alman arkeoloğun omuzlarına yüklenip, köy kökenli insanın kolayca kaçışına dair bir kara mizah anlatımının doruklarına ulaşılıyor.
Bu söylenenlerin dışında, "Fikrimin İnce Gülü", gerek müziği, gerekse de yol bo-yunca içerdiği görüntülerin estetik düze-yi dolayısıyla -özellikle Mercedes'in yol kenarına uçtuğu sahne-, 29. Antalya Film Festivali'nde aldığı "en iyi ikinci film" ve "en iyi yönetmen" ödüllerini hak ettiği-ni söyleyebiliriz.

Sinema adına son derece ciddi amaçlar taşıyan yönetmen Tunç Okan'ın, bundan sonraki sanat yaşamında çok daha çarpıcı başarılara ulaşacak “BANU SARICAN “Antrakt Sin. Dergisi. Aralık 1992”

v    Türk (ve de dünya) sinemasının en "serüvenli filmlerinden biri Fikrimin Ince Gülü. Çekimine 1987'de başlanmış olan bu film, neredeyse altı yıl sonra sinemalarda. Bunca geç kalmasının açıklama-sı, nedenleri ayrı bir konu. Ama karşımızda gerçekten de başarılı bir film var ve Türk sineması için de bir doruk noktası olduğu su götürmez.

Fikrimin İnce Gülü, kendi adımıza çok sevdiğimiz bir Adalet Ağaoğlu romanı, sanatçının ilk döneminin bizi en çok etki-lemiş olan yapıtı. Adalet Ağaoğlu, bu romanında diğer romanlarının da ana özelliklerinden birini oluşturan bilinç akımı' tekniğini ustaca kullanıyor:

"Üçüncü kişinin anlatımından, ustaca baş kişisinin bilincine kayıyor, onun bakışlarıyla yanaşıyor olaya, nesnelere. Sonra yer değiştiriyor, 'öteki'nin düşüncelerine atılıyor. Her birimize göre başka olan yanıyla veriyor böylece bir olay parçasını, nesnelerin her bilince başka bir biçimde yansıyışını." (Atilla Özkırımlı)

Ama öte yandan, Fikrimin Ince Gülü, Ağaoğlu'nun en "çizgisel", belli bir hikaye örgüsünü en yakından izleyen romanı. Bu anlamda da sinemalaştırılması en kolay (belki de tek mümkün) romanı bence. İçerdiği ayrıntı ve gözlem zenginliğine, Özkırımlı'nın işaret ettiği anlatım tekniği zenginliğine karşın ... Bu açıdan, roman bir anlamda, zaten, "Sinemalaştırılmayı bekliyordu," denebilir. Ancak bunun yine de çok zor bir iş olduğunu da unutmadan ... Nitekim bu zorlukları Tunç Okan da yaşamış, filmin ilk düşünülen olanaklarla yapılamayacağını fark etmiş, yabancı ortaklar aramış (ve bulmuş). Tüm gecikmeler de temelde bu yüzden ...

Ancak sonuç oldukça görkemli. Fikrimin İnce Gülü, Türk sinemasının birçok açıdan ilk gerçek "yol filmi". Ve romandaki gibi çizgisel öyküsünün ardında çok şey söyleyen, çok şey anlatan bir film ...

Ankara'nın Ballıhisar köyünden Bayram'ın öyküsü bu ... Türkiye'yi sarsan "Alamancılık" fırtınasına yakalanıp kendisini Almanya'ya atan bir köylü vatandaşımız. Orada Münih'te sokakları temizleyerek (kitaba göre BMW' de işçi olarak) biraz dünyalığı doğrultup, altına bir de "Balkız" adını verdiği Mercedes çekip köyüne dönmek ve yaşamını kurmak niyetinde Bayram. Hasta yatan amcası İbrahim'in elini öpüp ona "nasıl adam olduğunu göstermek", uzatmalı sözlüsü Kezban'la sonunda evlenmek, köye Balkız içinde krallar gibi girmek ...

Bayram'ın hayalleri, önce Türkiye'nin somut koşullarına çarpacaktır: Edirne gümrüğüne geldiği anda sorunlar baş-layacaktır. Arabasına ölesiye titiz Bay-ram, ülkemizin kendisine özgü trafik koşullarının cehennemi içinde önce arabasının yıldızını yitirecek, sonra camı-nı kıracak, kapısını göçertecek, amansız ağır kamyonlardan, kendisiyle dalga geçermiş gibi sırıtan Alman minibüslerine dek çeşitli belalarla boğuşacaktır. Yolculuğunu hep bölen geçmişin düşleri içinde.

Fikrimin Ince Gülü, Türkiye'nin ünlü kara-yollarında çekilmiş ilk film. Bu yollarda yaşanan faciayı, Bayram gibilerinin hem kurbanı hem de celladı olduğu, Batı' dan gelen teknik buluşların ne Batı'dan, ne de Doğu'dan gelen, kendimize özgü bir kargaşa içindeki soysuzlaşmasını görkemli biçimde anlatıyor. Filmin tüm yol bölümleri, sanki belgesel kıvamında bir Iezzet taşıyor. Bu "trafik hoyratlığı", roman/film boyunca, tüm insanca ilişkilerimize de yansımış olaarak gözüküyor. Gümrükteki (kadın) görevliden park kahyasına, ağır vasıta şoföründen Dolapdere'deki yedek parçacıya, herkes birbirinin ve başkalarının "kurdudur", bu düzen içinde ..

Ama aynı işi Bayram da yapmamış mıdır, sırf Almanya'ya gidebilmek için; sevdiği kızın kardeşi İsmail'in raporunu çalmamış, Kezban'ı ise ortalarda koyup gitmemiş midir? Tüm insanca ve onurlu ilişkilerini "Alamanya düşü" uğruna yıkmamış, kendisini onulmaz bir yalnızlığa mahkum etmemiş midir?

Fikrimin ince Gülü, bir dönemde (bugün bile) Türkiye'nin gündeminde önemli bir koonu olan "Alamancıları" ve onların çok özel psikolojisini perdeye güçlü biçimde getiriyor. Ama bununla da kalmıyor, bu kıyasıya yaşam savaşı, bu kör dövüşü içinde, toplum olarak, insan olarak birey olarak yitirdiklerimizin de irdelemesini yapıyor. Böylesine bireysel bir olaya dayalı, neredeyse "tek kahramanlı" bir olaydan böylesine geniş bir toplumsal eleştiri çıkarmak, romanın temel özelliğiydi. Film, bu özelliği geniş ölçüde koruyor, görselleştiriyor. Fikrimin Ince Gülü, belirgin bir sinema duygusuyla çekilmiş, ince bir mizahı baştan sona sürdüren, yer yer yoğun bir trafiğe ulaşan bir film ... Bayram'ın yan yatmış Balkız'ın başında oldugu veya köy çeşmesinin başında, yaşamını bağladığı tüm kişi ve olayların beklediğinden çok farklı akıbetlerini öğrendiği sahneler, sinemamızda az görülmüş bir trajik duygusu yaratıyor. Ve bu arada, aslında (çok "tipleşmiş" olduğu için) sevmediğimiz bir oyuncu olan İlyas Salman, Bayram rolünde harika bir oyun veriyor. Sanatçının Antalya sonrası tepkisine ve “tek kişilik protesto”suna şimdi hak veriyor ve ona katılıyoruz. “Atilla Dorsay, “Sinemamızın Çöküş ve Rönesans Yılları”, syf: 71”

Çekimlerine 1987 yılında başlanan, ancak 1992 yılında tamamlanarak gösterime girebilen "Fikrimin İnce Gülü", Adalet Ağaoğlu'nun aynı adlı romanından sine-maya uyarlanmıştı. Film, Münih'te göçmen işçi olarak çalışan Bayram'ın, yeni aldığı Mercedes arabayla köyüne yaptığı yolculuğu konu alır. Balkız adını verdiği arabası Bayram'ın en değerli varlığıdır. Öksüz olarak büyüyen ve zamanında çok ezilen Bayram, altındaki Mercedes ile köyünde itibar kazanacağını düşünür, hep bunun hayalini kurmuştur. Artık uzat-malı sözlüsü Kezban'ı istemeye de kararlıdır.

Yolculukta Bayram'ın karşısına çeşitli insanlar çıkar ama filmin ikinci önemli karakteri adeta Mercedes arabadır. Bayram tüm hayallerini, dertlerini ona anlatır. Bu vesileyle film de sık sık geriye dönüşlere başvurur ve Bayram karakterini daha iyi anlamamızı sağlar. Bu filmdeki performansıyla 5. Ankara Film Festivali'nin jürisi ve SİY AD tarafından En îyi Erkek Oyuncu ödülüne layık görülen îlyas Salman, genellikle saf karakterleri canlandırmasıyla tanınır. Dolayısıyla "Fikrimin İnce Gülü"nü izlerken de Bayram'ın varını yoğunu yatırdığı arabasına naif bir tutkuyla bağlı olduğunu varsayarız başta. Kapıkule'den geçip Türkiye'ye girişiyle beraber Balkız yavaş yavaş hasar almaya başlar. Boyası çizilir, önündeki Mercedes amblemi çalınır, lambası kırılır, kapısı göçer, vs. Arabanın boyası ve cilası döküldükçe, Bayram'ın da gerçek yüzü ortaya çık-maya başlar. Aslında sandığımız gibi saf veya masum değildir. Yıllar önce yakın bir arkadaşını kandırarak onun muayene kağıdını kullanmış, Almanya'ya gitmeyi de bu şekilde başarmıştır. Köyüne geri dönecek yüzü yoktur ama Mercedes'in kendisine sağlayacağı statünün tüm bunları unutturacağını varsayar. En nihayetinde bir kaza sonucu Balkız neredeyse hurdaya dönüşür, Bayram'ın da tüm hayalleri yıkılır. "Fikrimin İnce Gülü", Bayram karakterinin gerçekliği kafasında yeniden düzenleyişi ve tüm bu yanılsamayı altındaki araba etrafında kuruşuyla ilginçtir. Bayram'ın 'karanlık' yönlerinin araba hasar gördükçe ortaya çıkışı da bu yüzdendir. Portresi karşımızda yavaş yavaş oluşan Bayram, hem Türk sineması için ilginç bir anti-kahraman örneğidir hem de İlyas Salman'm en atipik rollerinden  birisidir.

Yönettiği, senaryosunu yazdığı ve baş-rolünde oynadığı 1974 yapımı "Otobüs" ile yurt dışına göç üzerine en etkileyici Türk filmlerinden birisine imza atan Tunç Okan, "Fikrimin İnce Gülü"nde de konunun başka bir boyutunu deşer. O uzun ayrılıktan sonra dönüşün bir fantezi olarak nasıl kurgulandığı, hem gurbetteki kişide hem de bekleyenlerdeki değişim ve tüm bunların yol açtığı hayal kırıklığı... (E.E.) {Sinema, “En İyi 100 Film”}


RUMUZ GONCAGÜL (1987)


Yönetmen: İrfan Tözüm
Senaryo: Macit Koper (Oktay Arayıcı'nın aynı isimli eserinden)
Görüntü Yönetmeni: Orhan Oğuz
Kameraman: Cem Molvan
Yapım: Hakan Film/Hakan Balamir

Yönetmen Yardımcısı: Arif Erkuş, Yönetmen Asistanı: Yeşim Kaya, Kamera Asistanı: Mehmet Kıvırcık , Kurgu: Mevlüt Koçak, Dekor-Kostüm: Zepur Hanımyan, Sibel Kur-ban, Aydınlatma Yönetmeni: Recep Biçer, Şevki Gezer, Temadaki Şarkıyı seslendirenler: Sezen Aksu, Ha-un Kolçak, Müzik: Onno Tunç, Ya-pım Sorumlusu: Günay Güner, Orhan Evcimen, Çevre Düzeni: Erdal Sümer, Aziz Kıskanç, Recai Sümer, Basın Danışmanı: Meltem Savcı, Set Fotoğrafları: Müge Aliefendioğlu, Genel Koordinatör: Oya Beygo, Seslendirme Yönetmeni: Mustafa Alabora, Sesleri Salan ve Miksaj: Erkan Esenboğa, Renk Uzmanı: Sa-bahattin Hoşsöz, Laboratuar: A. Tümay Rızai, Aslan Tektaş, Matipo: Fehmi Acar, Armağan Köksal, Senkron: Metin Çeşmebaşı, Mustafa Kalkan, Negatif Montaj: Ömer Aksu, Sultan Yıldırım,
(Sineray Film Stüdyosunda hazırlanmıştır)

Oyuncular : Türkan Şoray (Gülsün), Hakan Balamir (Selim), Müşfik Kenter (Halet Rezzak), Macit Koper (Müfit Mürted), Altan Karındaş (İnsaf), Tuluğ Çizgen (Ayşen), Pekcan Koşar (Refik Meyisoğlu), Berrin Koper, Yavuzer Çetinkaya (Dursun Ali), Meltem Savcı (Gazetedeki Kız), Berrin Koper (Gazeteci Deniz), Aydın Tezel (Nasuhi Bey), Mustafa Koç (Gazeteci Genç), Belkıs Dilligil (Şahende), Fikret Fırtına (Fitnat), Afet Aydın (Köpekli Kadın), Gülnur Güngören (Gülsen), Arif Erkuş (Garson), Fikret Çeşmecioğlu (Resepsiyoncu), Hamit Yüceler (Çay bahçesindeki adam), Hale Aydın (Gelin), Ümit Doğru (Damat),

Konu: Yıllarca beyaz atlı prensini bekleyen ve sonuçta evde kalan kızların son çare olarak çeşitli yayın organlarında yer alan "Gönül Postaları" köşelerine başvurmaları yaygın olaylardır. Babasını yitirdikten sonra eski bir evde annesiyle birlikte yaşayan Gülsün de bu dramı yaşayan bir kadındır. Mutluluğu mektuptaki kadında arayanlardan, kadın pazarlayanlara değin onlarca mektup gelir, Gülsün'e.

Gülsün kendini toplumdan soyutlamış, evine kapanmıştır. insanlarla ilişkilerin uzağında, adeta bir tutsak yaşamı süren Gülsün'ün tek beklentisi yaşamını paylaşacağı insanın bir gün kendisini bulması ve onu bu yalnız ve sıradan yaşamdan kurtarmasıdır. Gülsün toplumun bir kadın olarak ona verdiği rolü üstlenmeye isteklidir. Okumadan, araştırmadan, üretmeden, ekonomik özgürlüğünü eline alma gereksinimi duymadan, o çocuklarına bakacağı, yemeğini pişirip elbiselerini yıkayacağı genci beklemektedir. Çoğunlukla iletişimsizlik ve monotonluk ortamı yaratan gönüllü bağımlılık kısa sürede gerçekleşmeyince de birçok genç kızı karamsarlığa ve umutsuzluğa iten, toplumda aşağılanmaya neden olan, evde kalma sorunu yaşanmaktadır. Tek beklentisi" beyaz atlı prensi" tarafından bulunmak olan Gülsün, prensi ortaya çıkmayınca evlenmek için gazeteye ilan verir. Yüz yüze iletişime girip tanıma fırsatı buldu-ğu ilk erkekle de evlenir. Artık bir kocası vardır. “Soner Derse, “Türk Sinemasında Aşk”

v    Oktay Arayıcı'nın son dönem Türk tiyatrosu içinde kendine özgü bir yeri olan "Rumuz Goncagül" oyunu sinemada,,, Genç yönetmen İrfan Tözüm'ün üçüncü filmi olarak ortaya çıkan yapıt, bir gazete ilanıyla "koca arayan" evde kalmış bir genç kızın, çeşitli "talipler" aracılığıyla hayatı, gerçekleri, lophımu tanımasını ve sonunda "doğru yol'u bulmasını anlatıyor.

İrfan Tözüm, Arayıcı'nın modern tiyatro-muzun önemli yapıtları arasında sayıla-bilecek olan "epik" türdeki oyununu, sinemada epiğin uyarlanmasındaki güçlükleri göze alarak ve kısmen haklı görülebilecek nedenlerle, dramatik yapıda bir senaryoya dönüştürmüş. "İlerici", ''çağdaş." bir bildiri verilmesinde, epik tiyatronun sürekli yanılsamayı kıran, seyirciyi silkeleyen, düş görmesine olanak vermeyen doğasının dra-matik (benzetmeci) tiyatroya kıyasla daha etkili olduğu bir gerçek olabilir. Ama ben, kendi adıma dramatik tiyatroyla da benzer güçte bildirilerin ulaştırılabileceği kanısındayımdır. Yeter ki dramatik tiyatronun kalıpları, klişeleri kırıtabilsin, bin bir tuzağı önlenebilsin, yenilikçi bir tavırla olaya yaklaşılabilsin... İrfan Tözüm'ün filminde, bu anlamda tam bir başarıya erişildiği söylenemez.

Yapıtın iç dinamiği, içerdiği "emek yanlısı", kadının kişiliğini çalışarak, kendi hayatını kazanarak, erkekle bağımlılığını en aza indirerek kanıtlaması yönündeki ana bildiri, her ne kadar filmin finalinde vurgulanıyorsa da, yapıtın tümüne sindirilememiş, çok "âni" bir final olarak kalmış.., 4 değişik "talip'in, içi geçmiş eski Osmanlı efendisi, "imar durumu' peşindeki lâz müteahhit, kadın satıcısı" kibar görünüşlü üç kâğıtçı ve halâ annesini sayıklayan evde kalmış nikâh memurunun, her biri kendi basma ilginç çağrışımlar ve gerçekten komik durumlar içermekle birlikte, oyunda sahip oldukları "temsil edici" nitelikleri bir ölçüde yitirdikleri gözleniyor. Ayrıca, gazete sahneleri, Hakan Baiamir1in canlandırdığı gazeteci tipi, gazete içi konuşmalar tümüyle inandırıcı olmadığı gibi, Goncagul'ün serüveninin sürekli gazete ile, gelen mektuplarla organik ilişkisi, filmde es geçilmiş, yalnız başlangıçtaki gazete sahneleriyle yetinilmiş. Bu eksikliğin giderilmesi için gazetecinin iki kadının "kadın başlarına" yaşadıkları eve "pansiyoner" olarak girmesi ise, bize hiç de inandırıcı gelmedi.

İrfan Tözüm sonuç olarak, anlatım sorunları çözümlenmiş, rahatlıkla izlenen, kimi gerçekten güldüren durumlar ve "replikler" içeren bir film yapmış... Tam anlamıyla merhum Arayıcı'nın yapıtının özünü perdede yakalayamamışsa da, kendi içinde oldukça tutarlı, düzeyli bir çalışma... Kimi yerlerde popüler bir güldürü anlayışının (biraz ucuz) kalıplarına teslim olan, kimi yerlerde ise beklendiği ölçüde "komik" öğenin yakalanamadığı... Türkan Şoray, biraz mesafeli oyunuyla ("Gramofon Avrat"la olduğu gibi), kaynak yapıtın "epik" özelliğine uygun bir oyun gerçekleştiriyor. Diğer oyuncular da iyi. Sonuç olarak, tam bir başarı değilse de, izlenebilecek bir film... Şimdilik anlatım sorunlarını çözmekte olan (ve bunda da oldukça yol alan) genç yönetmenlerimizin, giderek ele aldıkları yapıtlara daha bir kişilik kazandırma yoluna girmeleri de elbette beklenir. “Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”