Powered By Blogger

27 Nisan 2020 Pazartesi

SİS (1988)


Senaryo ve Yönetmen: Zülfü Livaneli
Müzik: M. Teodarakis, Zülfü Livaneli
Görüntü Yönetmeni: Jurgen Jurgens
Yapım: İnter Film/ Ülker Livaneli ve TXC Film Zürih

Kurgu: Hilmi Güver, Kamera Asistanı: Michael Wiesweg, Jenerik: Hilmi Güver, Işık Şefi: Recep Biçer

Oyuncular: Rutkay Aziz, Uğur Polat, Aslı Altan, Sevtap Parman, Menderes Samancılar, Kenan Pars, Elia Kazan (Misafir oyuncu), Ülkü Tamer, Aytaç Yürükaslan, Eray Özbal,

Konu: 27 Mayıs devrimiyle başlayıp 1970'li yıllara kadar uzanan iki ayrı siyasal dönem içinde bir ailenin dağılma ve giderek parçalanma öyküsü. Ülkenin çalkantılı bir dönem yaşadığı, kardeşin kardeşi vurduğu günlerde hakim eskisi avukat Ali Fırat (Rutkay Aziz), beklenmedik bir olayın içine sürüklenir. Oğlu Murat öldürülmüştür. Bu siyasal kargaşa ortamında onu öldüren karşıt görüşe sahip kardeşi midir? Olaylar bu kuşkular içinde sürüp gider..

ÖDÜL:

Antalya 26. Altın Portakal Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması (2 – 8 Ekim 1989)

► "Sis" "en iyi 2. film".
► Menderes Samancılar "en iyi yardımcı erkek oyuncu
Jüri Üyeleri: Hürrem Erman, Türker Atakan, Sabahattin Atmaca, Yavuz Bülent Bakiler, Rafet Bintez, Atilla Dorsay, İzzet Günay, Nuri Çetin, Doç. Dr. Faruk Kalkan, Yavuz Turgul, Kadri Yurdatap.

10. Akdeniz Film Şenliğ'i'nde (Valenciaİspanya 1989)
► "Sis" Büyük Ödül "Altın Palmiye"yi , Yugoslav yönetmen Markoviç'in "Buluşma Noktası" adlı filmlyle paylaştı.

Akdeniz. Sinemaları Buluşması'nda (Fransa 1989) Montpellier kentinde düzenlenen yarışmada
► "Sis" büyük ödülü (Altın Antigone)

Sinema Yazarları'nın "198990 Mevsiminde en Iyi filmler seçiml"nde
► Dördüncülük,
► Zülfü Llvaneli "en Iyi senaryocu",
► "En Iyi film müzikçisi"
► Jurgen Jurgens, Ertunç Şenkay'la "en. iyi. görüntü yönetmeni
► Rutkay Aziz ise "en iyi erkek oyuncu" seçildi.
►"Sis", ayrıca Kültür Bakanlığ'ı ödülüyle değerlendirildi.

* Sis, kimi özentili anlatım biçimlerini hesaba katmazsak, yakın dönemin olaylarına cesaretle yaklaşmayı, deneyen ve denediğini de bir ölçüde gerçekleştiren, titiz, yürekli bir çalışmanın örneği. Bu cesur çalışmada tüm oyuncularla olağanüstü görüntülerin ustası Jurgen Jurgens'in de büyük katkısı var tabii. (Burçak Evren, Türk Sinemasında Yeni Konumlar, s.156, Broy Yayınları 1990). “Agah Özgüç, “Türk Filmleri Sözlüğü”

* "Üstümüze bir gölge düştü oğlum" diye konuşur filinin sonunda avukat Ali Fırat. Bu "gölge" veya içinde yitip gidilen "sis", 1970 sonlarında Türkiye'nin içine düştüğü/düşürüldüğü korkunç bunalımdır. Sokaklarda adım başı bir adam vurulmakta, kaba güç kol gezmekte, siyaset çaresiz kalmış bulunmaktadır. "Kardeşin kardeşi vurduğu" günlerdir. 27 mayıs devriminde birer çocuk olan Murat ve Erol kardeşler, artık koca birer delikanlıdırlar. Ama filmin hemen başında, Murat açık bir pencereden gelen "hain" bir kurşunla vurulur. Adli tıp raporu, İki kardeşin "düşman" örgütlerden olduklarının anlaşılması, evde kaybolan bir tabanca... Tüm bunlar, artık pek genç olmayan, bir zamanlar "Türkiye'de işkence olmadığına" inanmış, idealleri yorgun, yanlış davalarda haksız kararlar vermemek için hâkimlikten istifa etmiş avukat Ali Fırat'ta oğlu Murat'ın katilinin diğer oğlu Erol olduğu kuşkusunu uyandırır. Görüldüğü gibi "Sİs"in ana teması, lam anlamıyla tragedyalara yakışan bir temadır. Ali Fırat, önce derinden derine İşleyen şüpheyi reddeder. Ama sonunda, hem de katil zanlısının yakalanmasına karşın, gerçeği öğrenmeye sıvanır. Her tragedyada olduğu gibi, gerçek kendini ancak adım adım ele verecek ve ona yaklaştıkça, Oidipus'ta da olduğu gibi, felâketler üst üste yığılacaktır. Fırat için artık son amaç hayatta kalan tek oğlunu, toplumsal/siyasal mekanizmaların, inanılmaz yaygınlıktaki örgütlenmelerin, önyargıların, kamuoyunun ve basının eşit katkılarıyla örülen "ölüm tuzağından kurtarmaktır. Ama ölümün kol gezdiği bir İstanbul'da (bir Türkiye'de) bu artık mümkün müdür?

Zülfü Livancli'nin politik tragedyası "Sis", bir avuç insan arasında oluşan öyküsü aracılığıyla, bir toplumun çalkantılı bir dönemini ana çizgileriyle perdeye getirmeyi amaçlayan yürekli filmlerden... Bir Amerikan (veya Amerikan tara Fransız: "Ölümsüz" gibi) usulü gerilimi değil, daha bize Özgü, daha ağır, daha yoğun bir gerilimi alttan alta sürdüren (ve ancak İkinci yarıda belli tempo düşüklükleri gösteren) film, yakın tarihimizin korkunç (ve korkunçluğu hep anımsanması gereken) bir döneminden yaman bir kesit veriyor. Belki biraz fazla simgesel kalan, gerçekliğin tam köklerine inmekten çekinen bir film,,. (Özellikle basının, polisin, yargının katkılarının yeterince netleşmemiş olmasından söz ediyorum). Ama filmin her şeye kargın ve her şeyin üstünde, bir ruhbilimsel irdeleme, trajik bir temele yaslanmış bir bireysel/ailesel öykü olduğu göz ardı edilmemeli. Toplumsal çalkantıların paramparça ettiği bu aileyi, birbirinden kuşku duyan, giderek birbirini vuran aile bireylerini, birbirine girift olmuş acılı insan yazgılarını hep görmedik, yaşamadık mı, 12 Eylül'e doğru dolu dizgin giden Türkiye'de? Siyasetin bunca yozlaşması, az mı dram yarattı, az mı acılar serpti toplumun bağrına? "Sis", bu dönemin üstüne üstüne giden yürekli bir film... Yan tutmadan, silahlı eylemleri tümüyle yargılayarak, hoşgörüsüzlüğü hangi yandan gelirse gelsin mahkûm ederek...

Ve bunu yaparken "sinema olmayı da hiç savsaklamayarak,., Livaneli'nin ilk ” filmi "Yer Demir Gök Bakır"dan çok daha yumuşak ve güvenli kamerası, bu kez hep gün doğum veya batımlarında kavranmış bir alacakaranlık İstanbul'unu karsımıza getiriyor. Bildik, tanıdık mekânlar, trajik öykülere sanki hiç görmediğimiz birer dekor oluşturuyor. Bir boğaz görüntüsü, geceye ışıklarını salmış bir asma köprü bir cami silueti, görkemli Beyoğlu levanten yapıları, bizce bilinmedik dinsel törenlerin yapıldığı eski sokakların izbe evleri, yoksullukları içinde siyasal/ideolojik eylemlere ucuza kiralık katiller yetiştiren sur dipleri vb. yerler. "Sis"e alabildiğine inandırıcı, ama aynı zamanda sinemasal mekânlar oluşturuyor. Öte yandan Livaneli şaşırtıcı bir oyuncu seçimi gerçekleştirmiştir. Rutkay Aziz, ilk kez bu denli nüanslı, zengin bir oyun veriyor sinemada.. Sis, her karenin yerini bulduğu, kimi aklaklıkları hemen yalnızca senaryodan kaynaklanan, öyküsünü görkemli biçimde sinemalaştırmış önemli bir film. “Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”

STRES (1988)


Yönetmen: Nejat Gürsoy
Senaryo Soydaner Uğurlu
Kamera Süha Kapkı
Yapım: Soydaner Uğurlu

Prodüksiyon Amiri: Fikret Ertuğrul, Negatif Montaj: Kaya Ören, Seslendirme Yönetmeni: Barış Ören, (Ören Stüdyolarında hazırlanmıştır )

Oyuncular: Hülya Erçel, Cemal Gencer, Şehnaz Dilan, Soydaner Uğurlu, Gülten Ceylan, Agâh Hün, Gül Erdoğan, Zafer Zorlu, Tuluğ Çizgen,

Konu: Çocukları olmayan bir ailenin evliliklerini kurtarmak için çocuk konusunda şöyle bir ortak karar varırlar taşıyıcı anne... Kocasını bir taşıyıcı anneye kaptıran kadının öyküsü...

SIĞINTI (1988)


Senaryo ve Yönetmen: Yücel Uçanoğlu
Görüntü Yönetmeni: Abdullah Gürek
Yapım: Umut Film/ Abdurrahman Keskiner

Set Ekibi: Baki Soğukpınar, Adem Dilber, Kubilay Demirkan, Işık Ekibi: Bülent Eryılmaz, Cengiz Yaşar, Ferman Heykel, Sesleri Alan: Gültekin Çavuşoğlu, Laboratuar: Selahattin kaya, Mustafa Yıldız, Montaj: Turgut İnangiray, Negatif Montaj: Mustafa Kul, Yapım Müdürü: Erol Deniz, Kamera Asistanı: Mesut Çağdaş, Yönetmen Yardımcısı: Ali Kıvırcık, (Yeni Lale film stüdyosunda hazırlanmıştır )

Oyuncular: Melike Zobu, Tunç Parscan, Ertaç Ünsal, Müge Selen, Şeref Çokşeker, Seba Yılmaz, Ümit Yesin, Uğur Kıvırcık, Emre Kıvırcık,

Konu: Film, kimsesiz genç bir kızın öyküsünü konu alır. Babasının ölümünden sonra kimsesiz kalan Gülsüm, İstanbul’a gider. Burada babasının askerlik arkadaşı Mustafa’nın yanına yerleşir. Bir apartmanda kapıcılık yapan Mustafa fakir bir yaşam sürmektedir. Bu nedenle Gülsüm’ün gelişi evdekileri huzursuz eder. Apartman işlerini üstlenen Gülsüm kısa sürede çevreye uyum sağlar. Üstelik mahalledeki bir berberde çalışan genç Rıdvan’la duygusal bir yakınlık kurar. Bununla birlikte Mustafa içten içe Gülsüm’ü arzulamaktadır. Gülsüm, bir emrivaki sonucu Mustafa’yla evlenmek zorunda kalır. Ancak bu evlilik yeni sorunlara yol açacaktır. (Hasan Sakın)

SEVİNCE (1988)


Yönetmen: Melih Gülgen
Senaryo: Melih Gülgen, Haşmet Zeybek
Yapım: Kısmet Film/Hüseyin İnal

Kamera: Serdar Selvidal, Mustafa Yılmaz, Reji Asistanı: Muharrem Özabat, Kamera Asistanı: Bülent Terzi, Prodüksiyon Amiri: Osman Çağlar, Set Ekibi: Hüseyin Ergüder, Selahattin Geçgel, Aydınlatma: Gülgen Film Işık, Şef: Mahzar Eröz, Ses Mühendisi: Gültekin Çavuş, Seslendirme: Yeni Film, SenkronMontaj: Cevat Sezer,

Oyuncular: Serpil Çakmaklı, Ekrem Bora, Diler Saraç, Yüksel Gözen, Bülent Polat, Mümtaz Alpaslan, Yaşar Kutbay, Ahmet Açan, Günseli Özdiş, Mehmet Aydın,

Konu: Filmde, yaşlı bir iş adamıyla genç bir kızın aşk öyküsü konu edilir. Sedef, orta halli bir aileye mensup genç bir kızdır. Üniversitede öğrenim gören Sedef ailesinden uzakta bir yaşam sürmektedir. Bir gece gittiği bir barda Ekrem adında bir iş adamıyla tanışan Sedef’in hayatı değişir. Kısa sürede duygusal olarak yakınlaşan ikili birlikte yaşamaya başlar. Ekrem sayesinde ekonomik kaygılardan uzak bir yaşama kavuşan Sedef’in mutluluğu uzun sürmez. Sedef, aralarındaki yaş farkını öne süren ailesinin telkinleri sonucu Ekrem’den uzaklaşmaya başlayacaktır. (Hasan Sakın)

SEVGİLİ BAYAN (1988)


Senaryo ve Yönetmen: Erdoğan Tokatlı
Görüntü Yönetmeni: Ertunç Şenkay
Yapım: Gözde Film/Zikri Göksoy

Müzik: Claude Larson, D. Inglessis, Kameraman: Hakan Gürtop, Yönetmen Yardımcıları: Ümit Yesin, Perihan Özsoy, Kurgu : Sedat Karadeniz, Set Ekibi: Murat Özlük, Engin Aydın, Işık Şefi: Mustafa Koçyiğit, Işık yardımcıları: Mehmet Ali Gündoğdu, Mustafa Kutlu, Prodüksiyon Amiri: Erol Emerle, Sesleri Alan: Erkan Esenboğa, Renk Uzmanı: Sabahattin Hoşsöz, Laboratuar: Şems Tokgöz, Armağan Köksal, Fehmi Acar, Arslan Tektaş, Senkron: Mustafa Kalkan, Soner Şenbecerir, Negatif Montaj: Metin Çeşmebaşı, Ömer Aksu, Negatif Montaj Asistanı: Fadime Yıldırım, Sultan Yıldırım, (Sineray Film Stüdyolarında hazırlanmıştır )

Oyuncular: Serpil Çakmaklı, Erol Durak, Yıldırım Gencer, Füsun Demirel, İsmet Üstekin, Ümit Yesin, Ertaç Ünsal, Pelinsu Pir, Ertaç Ünsal, Erol Emerle, Akın Atabey,

Konu: Filmde, bir kadının kocasından miras kalan sinema salonlarını işletmeye çalışması anlatılır. Melike’nin kocası işleri iyi gitmediği için intihar eder. Melike de kocasından miras kalan sinema salonlarını işletmeye karar verir. Bu kararı vermesine bir sinema tutkunu olan kocasının arkadaşı Alişan’ın etkisi vardır. Ancak seyirciler artık sinemaya gitmek yerine televizyon izlemeyi tercih ederler. Bu yüzden salonlar bomboştur. Melike ve Alişan sinema salonlarına eski canlılığını kazandırmaya çalışırlar. (Meltem İşler Sevindi)



SEVGİLER ÇİÇEK GİBİ (1988)


Yönetmen Ferdi Tayfur
Senaryo Erdoğan Tünaş
Görüntü Yönetmeni Serdal Servidal
Müzik Ferdifon Plakçılık A. Ş.
Yapım Emek Film /Nazmi Özer

Set Teknisyenleri: Selim Acar, Ahmet Mersinli, Ali Yılmaz, Işık Şefi: Nuri Akçabay, Yardımcıları: Zafer Kutlu, Orhan Erdağı, Laboratuar Şefi: Tümay Rızai, Laboratuar: Şems Tokgöz, Armağan Köksal, Fehmi Acar, Arslan Tektaş, Renk Uzmanı: Sabahattin Hoşsöz, Ses Mühendisi: Erhan Esenboğa, KurguSenkron: Necdet Tok, Kurgu Asistanı: Mustafa Kalkan, Soner Şenbecerir, Çetin Yaman, Negatif Montaj: Ömer Aksu, Metin Çeşmebaşı, Görüntü Asistanları: Ali Gündoğdu, Yrd. Asistan: Emrah K, Yönetmen Asistanları: Ahmet Güleryüz, Halis Yıldız,, Yapım Görevlisi: Rauf Ozangil, Yardımcı Yönetmen: Tarık Günlü, (Sineray Film Stüdyosunda hazırlanmıştır)

Oyuncular: Ferdi Tayfur, Nalân Türkoğlu, Sibel Savaşcıoğlu, A. Selçuk İlkani Nur İncegül, Cengiz Sezici, Fatoş Sezer, Yusuf Çetin, Fahri Aktürk, Saim Yılmaz, Birol Işın,

Konu: Filmde, kardeşini kaybeden bir adamın yaşadıkları anlatılır. Ferdi, zihinsel engelli olan kardeşi Oya’yı tedavi ettirmek için İstanbul’a gelir. Tedavi sürecinde bir gazinoda şarkıcılık yapar. İşe gittiği zamanlarda kardeşi evde yalnız kalır. Bir gün eve döndüğünde kardeşini bulamaz. Kaybolduğunu düşünerek polise başvurur. Bir süre sonra kardeşinin öldürüldüğü haberini alır. Ferdi, kardeşinin katillerinden intikam almaya çalışacaktır. (Meltem İşler Sevindi)

25 Nisan 2020 Cumartesi

SENiNLE iLK DEFA (1988)


Yönetmen: Kaya Ererez
Kameraman: Kaya Ererez
Senaryo: Safa Önal
Yapım Rüzgar Film/Kaya Ererez 
Müzik: Cahit Berkay, Kamera Asistanı: Hüseyin Ererez, Yönetmen Yardımcıları: Sibel Kocataş, Demet Kral, Set Teknisyenleri: Mahir Gül, Murat Ataç, Işık Teknisyenleri: Bayram İlvur (Şef), Fazlı Sekizler, Yaşar İlvur, Prodüksiyon Amiri: Erol Emerle, Sesleri Alan: Erkan Esenboğa, Renk Uzmanı: Sabahattin Hoşses, Laboratuar: Şems Tokgöz, Armağan Köksal, Aslan Tektaş, Senkron: Metin Çeşmebaşı, Soner Şenbecerir, Negatif Montaj: Ömer Aksu, Fatma Yılmaz, Dublaj Yönetmeni: Erhan Yazıcıoğlu, Montaj: Sedat Karadeniz,
(Sineray Film stüdyosunda hazırlanmış ve seslendirilmiştir.)

Oyuncular: Emrah, Şehnaz Dilan, Birsen Yıldız, Gökhan Mete, Diler Saraç, Orhan Çağman, Şeref Çokşeker, Bayram İlvur, Mürvet İşbilir, Hale Haykır, Sabahat İzgü, Vahit Gündoğdu,

Konu: Köyünden şehre okumaya gelen Emrah bir pansiyona yerleşir aynı pansiyonda üniversitede okuyan bir kızla tanışır birbirlerine aşık olurlar ama her zaman olduğu gibi araya sorular girer .


SEN VE BEN (1988)


Senaryo ve Yönetmen: Mehmet Aydın
Konu: İlhan Engin
Kamera: Erdoğan Engin
Yapım: Emek Film/Nazmi Özer 
Banyo: Selahattin kaya, Mustafa Yıldız, Montaj: Yusuf Aldırmaz, Negatif Montaj: Mustafa Kul, Sesleri Alan: Gültekin Çavuş, (Yen Lâle Stüdyosunda Hazırlanmıştır.)

Oyuncular: Serpil Çakmaklı, Tolga Savacı, Sühan Baydar, Saadet Gürses, Seval Ayral, Memduh Ünsal, Ali Güney, Aylin Kuraloğlu,

Konu: Film, oyuncu bir kadınla genç bir adamın aşk öyküsünü konu alır. Ünlü sinema oyuncusu Serpil, bir film çekimi sırasında Mehmet adında bir gençle tanışır. İkili kısa sürede duygusal olarak yakınlaşır. Ancak ikilinin yaşadığı ilişki basına yansıyınca tepkiler gelir. Mehmet’in arkadaş çevresi çiftin ilişkisini onaylamaz. Öte yandan ailesi de Mehmet’i Serpil’den ayırmaya çalışır. Önceleri baskılarla mücadele etmeye çalışan iki genç, ilişkilerini sürdürmekte zorlanacaktır. (Hasan Sakın)

SEN BENİMSİN (1988)




Yönetmen: Cevat Okçugil
Senaryo: Ali Ekdal
Görüntü Yönetmeni: Soner Saygılı
Yapım: Yaşam Film/Gazander Dirlik

Oyuncular: İpek Pınar, Alp Doğan, Yadigâr Ejder, Arzu Erça, Ali Ekdal, Sibel Gökçe, Remo Değerli

Konu: Nişanlısıyla tatile çıkan bir kız ve ona tecavüz eden sapık bir gencin öyküsü.

SAPIK KADIN (1988)


Yönetmen: Orhan Elmas 
Senaryo Safa Önal ([1])
Görüntü Yönetmeni: Çetin Gürtop
Yapım: Erler Film/Türker İnanoğlu

Yönetmen Yardımcısı: Ümit Hiçdurmaz, Kamera Asistanı: Hakan Gürtop, Işık Şefi: Erol Karaşiray, Işık Ekibi: Aziz Kızkanç, İbrahim İrmik, Dublaj Yönetmeni: Mehmet Bozkuş, Sesleri Alan: Erkan Esenboğa, Negatif Montaj: Ömer Aksu, Renk uzmanı: Sabahattin Hoşses, Laboratuar: Şems Tokgöz, Prodüksiyon Amiri: Adnan İrkut, Necati Şimşek, (Sineray Film Stüdyolarında hazırlanmıştır).

Oyuncular: Tarık tarcan, Perihan Savaş, Bahar Öztan, Tunç Parscan, Ekrem Dümer, Hüseyin Kutman, Mesut Sürmeli, Gülten Ceylan, Faruk Savun, Ahmet Canseven

Konu: Ahmet (Tarık Tarcan), genç yakışıklı ve başarılı bir avukattır. Güzel eşi Nevin (Bahar Öztan) ve küçük kızları ile mutlu bir evlilik yaşamı sürdürmektedirler. Ahmet bir davada, savunduğu müvekkili hakkında yalan haber yazan gazeteci Tülay’ı (Perihan Savaş) mahkemeye vermiştir. Ahmet’in eşi Nevin, kızı ile birlikte ailesini ziyarete gider. Ahmet bir toplantıda tanıştığı Tülay ile önce tartışır, sonra uzlaşırlar ve birbirlerinden hoşlanırlar. Tülay, güzel ve tutkulu bir kadındır. Sonunda Ahmet zaaflarına yenik düşer ve Tülay’la birlikte olur. Nevin eve döndüğünde Ahmet Tülay’la ilişkisini noktalamak ister. Tülay ise, Ahmet’e iyice bağlanmış, ondan kopmak istememektedir. Genç avukatı iş yerinden telefonla aramakta, yanıt alamayınca hırslanarak aramalarının sayısını arttırmaktadır. Tutkusu öyle bir düzeye ulaşır ki, intihara kalkışıp Ahmet’i yanına çağırır. Ona, ayrılığı kabullenmiş gibi davranır. Ama sözünü tutmaz, isim vermeden Nevin’i arayıp rahatsız etmeye başlar. Bununla da kalmaz, Ahmet’i her şeyi Nevin’e anlatmakla tehdit eder. Ahmet’i sahiplenme duygusu tüm benliğini sarmış durumda, onu kendisinden başkasına yar etmemek için öldürmeyi bile düşünmektedir Hatta bunu dener ama başaramaz. Ahmet Tülay hakkında bilgi toplamaya başlar. Ve onun tehlikeli bir ruh hastası olduğunu öğrenir. Durumu polise bildirir. Evine döndüğünde Tülay’ı eşi Nevin’le salonlarında bulur ve dehşete kapılır. Tülay kendisini müvekkiliymiş gibi tanıtmıştır. Sonunda Ahmet Nevin’e olanları anlatır. Bu arada Tülay yeni planını eyleme geçirir. Ahmet’in kızını okul çıkışında teyzesi imiş gibi alır ve evine götürür. Çocuğu öldürmek amacıyla kaçırmıştır. Fakat yapamaz ve küçük kızı geri götürür. Sonra ansızın bir gece Ahmet’in evine gelir, bıçakla Nevin’e saldırır. Ahmet yetişir ve Nevin’i kurtarır. Tülay kavgada ölür. Ahmet ve ailesi için kabus dolu günler sona ermiştir…


[1]  James Dearden’in (1949) senaryosundan, Adrien Lyne’nin (1941), 1987 yılında yönetmenliğini yaptığı “Fatal Attraction” (Öldüren Cazibe) isimli film-den uyarlama. Bu filmde başlıca rolleri; Michael Douglas (1944), Glenn Close (1947) ve Anne Archer (1947) oynamıştır. (Kyn: www.imdb.com)



SANA CAN DAYANMAZ (1988)


Yönetmen: Gökhan Güney
Senaryo: Safa Önal
Kameraman Sedat Ülker
Yapım: Topkapı Film/Yaşar Tunalı

Işık: Fazlı Sekizler, Ümit Özyurt, Set Ekibi: Engin Aydın, Adnan Yurdaer, Kamera Asistanı: Uğur Kovan, Prodüksiyon Asistanı: Celal Konca, Yönetmen yardımcısı: Yaşar Özdemir, Sesleri Alan: Gültekin Çavuş, Renk Uzmanı: Hayati Akbulut, Laboratuar: Hüseyin Kuğu, İzzet tatlıcı, Negatif Montaj: Selahattin Kılıççeken, Senkron Montaj: Cevat Sezer, Prodüksiyon Amiri: Hüseyin Zan, (Yeni stüdyoda seslendirilmiş ve Kısmet stüdyosunda renklendirilmiştir  )

Oyuncular: Gökhan Güney, Arzu Aydın, Kenan Pars, Zafer Atlı, Ali Tutal, Akın Tunç, Kemal kan, Baki Tamer,Fikret Çeşmecioğlu, Fikret Fırtına, Mürüvvet İşsever, Nur Gürkan, Hüseyin Aktunç, Yaşar Kutbay, Ahmet Kostarika, Kemal Kan, Cemal Konca, Mustafa Özkan, Yılmaz Kurt, Faruk Savun, Ali Demir, Yılmaz Tuncay, Mehmet Uğur, Akif Kilvan, Arap Celal,

Konu: Tecavüz edilen lokantacı kızın namusunu kurtarmak için ailesinin tüm karşı çıkmalarına rağmen onunla evlenen bir minibüs şoförünün öyküsü…

SALINCAKTA ÜÇ KİŞİ (1988)


Senaryo ve Yönetmen: Yücel Uçanoğlu
Görüntü Yönetmeni: Sedat Ülker
Yapım: Mine Film/Kadri Yurdatap

Öyklü: Yaşar Alptekin, Yönetmen Yardımcısı: Ali Kıvırcık, Yapım Sorumlusu: Osman Çağlar, Özgür Müzik: Cahit Berkay, Kurgu : Sedat Karadeniz,

Oyuncular: Yaşar Alptekin, Özlem Savaş, Atilla Saral

Konu: Filmde, aynı kadına âşık olan iki yakın arkadaşın öyküsü anlatılır. Kimsesiz olan Hakan ve Esat üniversite sınavına girmek için İstanbul’a gelir. Sınavın olduğu dönemde tanışıp arkadaş olurlar. İkisi de üniversiteye kabul alamayınca bir işe girerek çalışmaya başlarlar. Ancak bir gün yaşanan talihsiz bir olayda Hakan sakat kalır. Bu yüzden Esat arkadaşının tüm bakımını üstlenir. Beraber yaşayan iki arkadaş, bir süre sonra aynı kadına âşık olacaktır. (Meltem İşler Sevindi)


SAHTE CENNETE VEDA (1988)


Senaryo ve Yönetmen: Tevfik Başer
Görüntü Yönetmeni: İzzet Akay
Müzik: Claus Bantzer
Yapım: Emek Film / Türk/Alman ortak yapımı

Oyuncular: Zuhal Olcay , Brigitte Janner, Ruth Olafsdottin, Barbra Monawiecz, Ayşe Altan, Serpil İnanç, Çelik Bilge, Birgül Topçugürler

Ödül:

Strasbourg Avrupa Film Festivali’nde
► Tevfik Başer “Büyük Ödül”

KONU: Elif Almanya'da beraber olduğu kocasını öldürmüştür. Alman kadın hapishanesine kapatılmış ve çevresindeki kadınlarla ilişkiye geçmiştir. Birlikte yaşayıp, birlikte çalışır, aynı sorunları paylaşır. Anlaşabilmek için Almanca öğrenir. Dışarıdaki toplumun baskısından da kurtulmuştur. Böylece yavaş yavaş kendi kişiliğini bulmaya başlar. Bir gün tutukluluk süresi biter, ancak dışarıya çıkma cesareti yoktur. Çünkü ya Türkiye'ye gönderilecek ve orada ikinci kez tutuklanacaktır, ya da kocasının kan davalılarınca yakalanacak ve öldürülecektir. Elif, bileklerini keserek ölümü tercih ederse de gardiyan kadınlar tarafından kurtarılır. Artık Elif kendisi için tehlike dolu dış dünyanın kapısı önündedir. Akrabalarının yanında bulunan iki çocuğunu yanına alarak, onları büyütmeyi istemektedir. Acaba Elif'in gücü yetecek midir? Elif'in kişiliğini, umutlarını, korkularını ustaca canlandıran Zühal Olcay'ın bu filmdeki oyunu gerçekten mükemmeldir.
* "Yaşamadan Ölen Kadınlar" adlı romandan uyarlanan film, Almanya da yasayan Elif’in, kocasını öldürdüğü için 6 yıl ceza alarak hapse girmesini ve dilini bile anlamadığı bu ülkenin cezaevinde yaşadığı korkular ve buradaki hayatı anlatılıyor. Yabancı bir ülkede suçlu olmak, göçmen olma psikolojisi ve yabancı düşmanlığı Zuhal Olcay’ın muhteşem oyunculuğuyla anlatılıyor. Cezaevine girene kadar birey olduğunu, kadın olduğunu hissedememiş olan Elif, burada Almanca öğreniyor, çalışıyor, kitaplar okuyor, yeni insanlarla tanışıyor, hatta erkekler koğuşundan sevgilisi bile oluyor ve sürekli mı? mektuplaşıyorlar. Kocasının kardeşleri ise onu öldürmek için hapisten çıkmasını bekliyorlar. Filmin konusu gibi dikkat çekici olan adı aslında çok önemli bir soruyu içeriyor: Elif’in zorla konulduğu yer mi gerçek hapishane yoksa baskıcı çevresinin etrafına ördüğü duvar mı?

* Sahte Cennete Veda bizlere, çöküşün, intiharın eşiğinde bir Elifi göstererek başlıyor. Sonra bir geriye dönüşle Elif’i hapse düştüğünün ilk günlerinden itibaren tanımaya başlıyoruz. Daha önceki yaşamına, cinayete, onun nedenlerine ve oluşumuna pek değinilmiyor (ancak birkaç kırık dökük sözcükle). Başer, çok akıllıca bir seçimle, bizlere kocasını öldüren bir kadının değil, kendisini, birden dilini anlamadığı, kültürünü bilmediği, tümüyle yabancı bir çevrede bulan bir kadının öyküsünü anlatmayı seçmiş. Öykünün çıkış noktasını olduğu gibi varış noktasını da çok iyi belirlemiş olması, bizlere pek bir gereksiz, fazladan kare bile içermeyen, çok ekonomik ve işlevsel bir film getiriyor.

Elif, tüm kırılganlığına, çaresizliğine karşın çökmüyor, yavaş yavaş duruma uymaya ve iletişim kurmaya başlıyor. Önce biraz Almanca öğreniyor; derdini rahatça anlatacak kadar... Sonra çevresinde dostlar ediniyor, karşıdaki erkekler koğuşunda yatan bıyıklı ve onurlu bir Türk mahkumla duygusal bir yakınlık kurmayı bile başarıyor. Ancak ağabeyinin, nadir ziyaret saatlerinin birinde biraz açık bir giysiyi bahane ederek "orospu" muamelesi yaptığı, çocuklarını doğru dürüst göremeyen, çıkışında Almanya' da kalma şansı olmayan, ülkesine döndüğünde ise yeniden yargılanıp yeniden mahkum olacağını düşünen Elif (Almanya'da sadece 6 yıl ceza yemiştir), sonunda tam bir bunalıma giriyor.

Tevfik Başer'in bu ikinci filmi kesinlikle gösteriiyor ki Başer bir ayrıntılar, nesneler, atmosferler yönetmenidir. Gerçek olayların gerçek kişilerini anlatırken ve bizlere Almanya' da kırsal kesim Türk kadını üzerine çeşitlemeler sunarken kişilerin ruhsal değişimlerine ve yaşadıkları dramı ortaya çıkarmaya verdiği önemi, ele aldığı dar mekanların öyküdeki işlevine, nesneler ve madddi çevre dünyasına da aynı ölçüde vermektedir. Böylece Başer'in filmlerinde insanlar, çoğu Türk filmlerinin aksine, çevreyle tam bir ilişki, tam bir alışveriş kurmakta ve öykümekan ilişkisi hiçbir yadırgatıcılık veya yapaylığa yer bırakmadan gelişebilmektedir.

Başer'in dünyasının kısıtlı, giderek kısır olduğunu söyleyenler olabilecektir. Ama ben bunlara katılmıyorum. Önemli olan, yönetmenin anlatmak istediği şeyleri çok iyi seçmiş, saptamış olması. Almanya'daki kırsal kesim Türk insanı (kadını veya erkeğiyle) daha sayısız konunun ve dramın malzemesi olabilir. Başer, iyi bildiği bir çevreyi, sorunları anlatmayı seçiiyor. Ya ne yapsaydı? "Almanya'da bir Türk yönetmeninin yaratış sorunları" mı anlatsaydı sözgelimi? Ayakları yere basan bir yönetmen Başer... Ve kendi dünyasını kurmakta oldukça başarılı bir yere gelmiş durumda ... Sahte Cennete Veda, bir "kadınlar tutukevi" deyince akla gelebilecek (ve örneğin bir Hollywood'un eşsiz örneklerini verdiği ve de verebileceği) sansasyon, erotizm, şiddet vb. öğelere hiç yüz vermiyor. İnsanlar arası iletişimin, sevginin mümkün ve de gerekli olduğunu savunan, olası bir TürkAlman çatışmasına, olası ırkçı davranışlara yüz vermeyen film, bu yanıyyla Tunç Başaran'ın Uçurtmayı Vurmasınlar'ına büyük ölçüde yaklaşıyor. Biraz fazla iyimser mi? Uçurtma için düşünüldüğü gibi bu film için de belki düşünülebilir... Ama bu iyimserlik, sonuç olarak umutlu bir bildiriye, bir yaşama mesajına dönüşüyorsa ve sonuç olarak, öylesine karanlık bir ortamda bile bir umut ışığı ufukta beliriyorsa, buna karşı çıkmak kolay Tevfik Başer, aslında alçak gönlü ve yalın bu filme yer yer ustalıklar, incelikler yerleştirmesini de bilmiş. Örnekse, erkek mahkumun ziyaretini, konuşma yerine yanda çalan bir akordeonun müziğiyle eleştirmesi veya finale doğru intihar girişimini tümüyle sessiz vermesi gibi bölümler oldukça etkileyici. Sevgili İzzet Akay'ın "gurbet elleri"nde bu kaçıncı başarılı çalışması? Akay'ın görüntüleri, Claus Bantzer'in müziği, tüm bir yardımcı oyuncular kadrosu, Zuhal Olcay'ın başroldeki şaşırtıcı oyunuyla birleşiyor ve çok anlamlı, çok yöne çekilebilir adıyla bu Sahte Cennete Veda'yı görülmesi gereken bir film haline getiriyor. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 130 ”

REİS BEY (1988)


Senaryo ve Yönetmen: Mesut Uçakan
Eser: Necip Fazıl Kısakürek
Görüntü Yönetmeni: Erhan Canan
Yapım: Moroğlu Film / Ali Moroğlu

Müzik: M. Koral Sarıtaş, Sanat Yönetmeni: Zeynep Kısakürek

Oyuncular: Haluk Kurtoğlu, Murat Soydan, Ümit Acar, Sümer Tilmaç, Erol Tezeren, Songül Beyçe, Erdinç Akbaş, Nevin Aypar, Hicran Günay, Baki Tamer, Mehmet Beyazıt, Özkan Turgut

Konu: Bir adli hata nedeni ile vicdan azabı çeken bir ağır ceza hakiminin dramı anlatılır. Kısakürek'in oyununda ise; Nişantaşı'nda öldürülen zengin ve yaşlı bir kadının katili olarak, masumiyetini ısrarla savunan Oğlu, deliller ve tanık ifadelerine dayanarak idam edilir. Oysa gerçek öyle değildir ve asıl failin, idam edilen gencin arkadaşı olduğu anlaşılır. Katı ve merhametsiz bir kanun adamı olan, cezayı veren mahkeme reisi, yargılamada yasaların katı çerçevesinden çıkılması gerektiği, kararda merhamet. anlayışı ve psikolojiye de yer verilmesi gereği düşüncesine varıp, emekliliğini ister, aldığı ikramiyeyi asılan gencin ailesine bağışlar, Suçlular dünyasına girer; onları ikna ile çocuğu doğru yola getirmeye çalışır. bunun için kumarhanelere girip konuşmalar yapar; yine böyle gece kumarhanede ki tabanca ve bıçakları toplayıp cebine yerleştirmişken, polis baskını olur, ocakta ki gizli eroini de  bir aracebine koyarIar ve Reis Bey böyle yakalanır ve cezaevine konur, ama gerçek suçlunun bulunması ile berat eder.

Ödül:
Kültür Bakanlığı “Sinema Ödülü”


POLIZEİ (1988)


Yönetmen: Şerif Gören
Senaryo: Hüseyin Kuzu
Kameraman: Erdal Kahraman
Müzik: Timur Selçuk
Yapım: Penra Film/Turgay Aksoy, Şerif Gören

Oyuncular: Kemal Sunal, Babet Jutte, Yalçın Güzelce, Atilla Cansever, Kaya Gürel, Nuri Sezer, Matthias Drawe, Nilüfer Usku, Levent Beceren, Cladia Hackermesser

Konu: Ali Ekber (Kemal Sunal), Berlinde çöpçülük yapmaktadır. Geceleri de bir Türk tiyatrosunun temizlik işini üstlenmiştir. Bir gece, herkes gittikten sonra, kostümlerin arasında bulduğu bir Alman polis üniformasını alıp evine götürür. Ertesi gün, bıyığını kesip bir de gözlük takarak polis kıyafetiyle sokağa çıkar ve dolaşmaya başlar. Dükkanları teftiş eder. Kahvelerde, önceleri kendisini tanıyıp alay eden arkadaşlarını korkutur. Daha öncelerinden tanıyıp da yüz bulamadığı Alman barmen kızıyla dostluğunu ilerletir. Ve sonunda da polisliği bırakarak tekrar çöpçülüğe devam eder.


Ödül:

1988 yılı Sinema Yazarları Seçiminde “ En İyi 3 filmden biri ve Erdal Kahraman “En İyi Görüntü Yönetmeni”

v    Şerif Gören'in Almanya'da çektiği film, bu sanatçımızın "gurbette" film yapan yönetmenlerimiz arasına katılmasını ve üstelik bu alanda son derece başarılı bir örnek vermesini simgeliyor. Gerçekten de bir yılı aşkın süredir Berlin'de olan Gören için "Polizei", ilginç bir etap... Hem Gören sinemasının tipik özelliklerini taşıyan hem de bunlara "dışarıda", Almanya'da, Berlin'de olmanın ve bir başka toplumu, bu başka toplumun Türklerle olan ilişkilerini ve çelişkilerini gözlemlemenin getirdiği yeni bir havayla donatılmış bir film "Polizei."
Gören'in son döneminin değişmez senaryocusu Hüseyin Kuzu, bizlere perdedeki en tipik Özelliklerinden sıyrılmış bir Kemal Sunal'ı getiriyor. Sunal, bu filmde Berlin'de yaşayan onbinlerce Türk'ten biri, çöpçülükle yaşamını kazanan Ali Ekber'dir... Çok küçük, ama anlamlı ayrıntılarla dolu bir gözlem, Ali Ekber'in oradaki Türk gettosu ile veya çevredeki Almanlarla olan ilişkilerini gözler önüne serer... Ekber'in milimetrik bir nizam anlayışı olan Alman polisle, parazit yaşayıp giden zampara dostu Filinta ile, tav olduğu san Alman kızıyla, kendi ailesiyle, Türk esnafla vs. olan ilişkileri iki toplumun arasındaki kültür ve değer farkları konusunda sayısız incelemeden daha çok şey söylüyor. Filmin sonunda Ali Ekber'in oyun gereği girdiği polis kılığını benimseyip Kreuzberg sokaklarında Alman polis kimliğiyle gezmesi, biraz fazla uzatılmış bir 'gag niteliği alır gibi olurken, Kuzu/Gören ikilisi çok ekonomik, yalın bir finalle, filmlerini çok hoş biçimde noktalıyorlar.

Polizei", düzeyli, seyri hoş, yer yer ince gözlemlerle dolu bir film.. Tümüyle Almanya'da çevrilmesi, Türk filmlerine özgü teknik yanlış ve eksiklikleri sıfıra indirgemiş. Sade bir güldürü filmi çerçevesinde TürkAlman ilişkilerine oldukça sağlam bir yaklaşım getiren film, yılın bizce en hoş sürprizlerinden biri... Almanya, Şerif Gören'e yaramış... Filmde Gören filmlerinde sık sık görülen abartma, uzatma, gereğinden çok tekrar gibi kusurlar hemen hiç yok... Gören'in son derece akıcı ve işlek sineması, Alman ve Berlin gerçeğine ilişkin kimi ipuçlarını ustaca kavrarken, sanırım Almanlara da kendileri üstüne bazı şeyler öğretecek... “Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”

v    Alman Akademik Mübadele Hizmeti'nin konuğu olarak, bir yıl kadar Berlin'de yaşayan ve sinema araştırmaları yapan Şerif Gören, dönüşünden önce çektiği bu film için, tüm ekibini Türkiye'den götürmüştür. Filmdeki aksaklıklarla ilgili olarak Senarist Hüseyin Kuzu şu açıklamayı yapmaktadır .
v     
"Bu Türk parasıyla Almanya'da film çekmenin dezavantajı. Yani oradaki bütün mekanları biz, kurduğumuz arkadaşlıklarla ücretsiz bulduk. O insanlar, orada gönüllü olarak oynadılar, film öylece çekildi. Yoksa buradan götürülen 125 milyon lirayla Almanya'da film çekilemezdi."