Powered By Blogger

27 Nisan 2020 Pazartesi

SİS (1988)


Senaryo ve Yönetmen: Zülfü Livaneli
Müzik: M. Teodarakis, Zülfü Livaneli
Görüntü Yönetmeni: Jurgen Jurgens
Yapım: İnter Film/ Ülker Livaneli ve TXC Film Zürih

Kurgu: Hilmi Güver, Kamera Asistanı: Michael Wiesweg, Jenerik: Hilmi Güver, Işık Şefi: Recep Biçer

Oyuncular: Rutkay Aziz, Uğur Polat, Aslı Altan, Sevtap Parman, Menderes Samancılar, Kenan Pars, Elia Kazan (Misafir oyuncu), Ülkü Tamer, Aytaç Yürükaslan, Eray Özbal,

Konu: 27 Mayıs devrimiyle başlayıp 1970'li yıllara kadar uzanan iki ayrı siyasal dönem içinde bir ailenin dağılma ve giderek parçalanma öyküsü. Ülkenin çalkantılı bir dönem yaşadığı, kardeşin kardeşi vurduğu günlerde hakim eskisi avukat Ali Fırat (Rutkay Aziz), beklenmedik bir olayın içine sürüklenir. Oğlu Murat öldürülmüştür. Bu siyasal kargaşa ortamında onu öldüren karşıt görüşe sahip kardeşi midir? Olaylar bu kuşkular içinde sürüp gider..

ÖDÜL:

Antalya 26. Altın Portakal Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması (2 – 8 Ekim 1989)

► "Sis" "en iyi 2. film".
► Menderes Samancılar "en iyi yardımcı erkek oyuncu
Jüri Üyeleri: Hürrem Erman, Türker Atakan, Sabahattin Atmaca, Yavuz Bülent Bakiler, Rafet Bintez, Atilla Dorsay, İzzet Günay, Nuri Çetin, Doç. Dr. Faruk Kalkan, Yavuz Turgul, Kadri Yurdatap.

10. Akdeniz Film Şenliğ'i'nde (Valenciaİspanya 1989)
► "Sis" Büyük Ödül "Altın Palmiye"yi , Yugoslav yönetmen Markoviç'in "Buluşma Noktası" adlı filmlyle paylaştı.

Akdeniz. Sinemaları Buluşması'nda (Fransa 1989) Montpellier kentinde düzenlenen yarışmada
► "Sis" büyük ödülü (Altın Antigone)

Sinema Yazarları'nın "198990 Mevsiminde en Iyi filmler seçiml"nde
► Dördüncülük,
► Zülfü Llvaneli "en Iyi senaryocu",
► "En Iyi film müzikçisi"
► Jurgen Jurgens, Ertunç Şenkay'la "en. iyi. görüntü yönetmeni
► Rutkay Aziz ise "en iyi erkek oyuncu" seçildi.
►"Sis", ayrıca Kültür Bakanlığ'ı ödülüyle değerlendirildi.

* Sis, kimi özentili anlatım biçimlerini hesaba katmazsak, yakın dönemin olaylarına cesaretle yaklaşmayı, deneyen ve denediğini de bir ölçüde gerçekleştiren, titiz, yürekli bir çalışmanın örneği. Bu cesur çalışmada tüm oyuncularla olağanüstü görüntülerin ustası Jurgen Jurgens'in de büyük katkısı var tabii. (Burçak Evren, Türk Sinemasında Yeni Konumlar, s.156, Broy Yayınları 1990). “Agah Özgüç, “Türk Filmleri Sözlüğü”

* "Üstümüze bir gölge düştü oğlum" diye konuşur filinin sonunda avukat Ali Fırat. Bu "gölge" veya içinde yitip gidilen "sis", 1970 sonlarında Türkiye'nin içine düştüğü/düşürüldüğü korkunç bunalımdır. Sokaklarda adım başı bir adam vurulmakta, kaba güç kol gezmekte, siyaset çaresiz kalmış bulunmaktadır. "Kardeşin kardeşi vurduğu" günlerdir. 27 mayıs devriminde birer çocuk olan Murat ve Erol kardeşler, artık koca birer delikanlıdırlar. Ama filmin hemen başında, Murat açık bir pencereden gelen "hain" bir kurşunla vurulur. Adli tıp raporu, İki kardeşin "düşman" örgütlerden olduklarının anlaşılması, evde kaybolan bir tabanca... Tüm bunlar, artık pek genç olmayan, bir zamanlar "Türkiye'de işkence olmadığına" inanmış, idealleri yorgun, yanlış davalarda haksız kararlar vermemek için hâkimlikten istifa etmiş avukat Ali Fırat'ta oğlu Murat'ın katilinin diğer oğlu Erol olduğu kuşkusunu uyandırır. Görüldüğü gibi "Sİs"in ana teması, lam anlamıyla tragedyalara yakışan bir temadır. Ali Fırat, önce derinden derine İşleyen şüpheyi reddeder. Ama sonunda, hem de katil zanlısının yakalanmasına karşın, gerçeği öğrenmeye sıvanır. Her tragedyada olduğu gibi, gerçek kendini ancak adım adım ele verecek ve ona yaklaştıkça, Oidipus'ta da olduğu gibi, felâketler üst üste yığılacaktır. Fırat için artık son amaç hayatta kalan tek oğlunu, toplumsal/siyasal mekanizmaların, inanılmaz yaygınlıktaki örgütlenmelerin, önyargıların, kamuoyunun ve basının eşit katkılarıyla örülen "ölüm tuzağından kurtarmaktır. Ama ölümün kol gezdiği bir İstanbul'da (bir Türkiye'de) bu artık mümkün müdür?

Zülfü Livancli'nin politik tragedyası "Sis", bir avuç insan arasında oluşan öyküsü aracılığıyla, bir toplumun çalkantılı bir dönemini ana çizgileriyle perdeye getirmeyi amaçlayan yürekli filmlerden... Bir Amerikan (veya Amerikan tara Fransız: "Ölümsüz" gibi) usulü gerilimi değil, daha bize Özgü, daha ağır, daha yoğun bir gerilimi alttan alta sürdüren (ve ancak İkinci yarıda belli tempo düşüklükleri gösteren) film, yakın tarihimizin korkunç (ve korkunçluğu hep anımsanması gereken) bir döneminden yaman bir kesit veriyor. Belki biraz fazla simgesel kalan, gerçekliğin tam köklerine inmekten çekinen bir film,,. (Özellikle basının, polisin, yargının katkılarının yeterince netleşmemiş olmasından söz ediyorum). Ama filmin her şeye kargın ve her şeyin üstünde, bir ruhbilimsel irdeleme, trajik bir temele yaslanmış bir bireysel/ailesel öykü olduğu göz ardı edilmemeli. Toplumsal çalkantıların paramparça ettiği bu aileyi, birbirinden kuşku duyan, giderek birbirini vuran aile bireylerini, birbirine girift olmuş acılı insan yazgılarını hep görmedik, yaşamadık mı, 12 Eylül'e doğru dolu dizgin giden Türkiye'de? Siyasetin bunca yozlaşması, az mı dram yarattı, az mı acılar serpti toplumun bağrına? "Sis", bu dönemin üstüne üstüne giden yürekli bir film... Yan tutmadan, silahlı eylemleri tümüyle yargılayarak, hoşgörüsüzlüğü hangi yandan gelirse gelsin mahkûm ederek...

Ve bunu yaparken "sinema olmayı da hiç savsaklamayarak,., Livaneli'nin ilk ” filmi "Yer Demir Gök Bakır"dan çok daha yumuşak ve güvenli kamerası, bu kez hep gün doğum veya batımlarında kavranmış bir alacakaranlık İstanbul'unu karsımıza getiriyor. Bildik, tanıdık mekânlar, trajik öykülere sanki hiç görmediğimiz birer dekor oluşturuyor. Bir boğaz görüntüsü, geceye ışıklarını salmış bir asma köprü bir cami silueti, görkemli Beyoğlu levanten yapıları, bizce bilinmedik dinsel törenlerin yapıldığı eski sokakların izbe evleri, yoksullukları içinde siyasal/ideolojik eylemlere ucuza kiralık katiller yetiştiren sur dipleri vb. yerler. "Sis"e alabildiğine inandırıcı, ama aynı zamanda sinemasal mekânlar oluşturuyor. Öte yandan Livaneli şaşırtıcı bir oyuncu seçimi gerçekleştirmiştir. Rutkay Aziz, ilk kez bu denli nüanslı, zengin bir oyun veriyor sinemada.. Sis, her karenin yerini bulduğu, kimi aklaklıkları hemen yalnızca senaryodan kaynaklanan, öyküsünü görkemli biçimde sinemalaştırmış önemli bir film. “Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder