Senaryo ve Yönetmen: Başar
Sabuncu,
Eser: Vasıf
Öngören,
Görüntü Yönetmeni: Erdal
Kahraman,
Yapım: Erler
Film/Türker İnanoğlu Arzu Film/Nahit
Ataman ortak yapımı
Yönetmen yardımcıları:
Ayşsgül
Gökçe, Ferdi Eğilmez, Kamera Yardımcısı: Ahmet Selvidal, Işık
Yönetmeni: Süleyman Çekiç, Işık yardımcıları: Mustafa İmirge, Yavuz
Zafer, Set Görevlileri: İbrahim Öner, Ali İ. Tekin, Yapım
Görevlileri: Ahmet Göç, Selahattin Geçgen, Set Fotoğrafçısı: Ersin
Pertan, Seslendirme Yönetmeni: Osman Görgen, Teknik Yapım: Fono Film,
Laboratuar: Adnan Şahin, Zekeriya Şahin, Negatif Kurgu: Erol Şahin,
Efekt: Sudi Yılmaz, Özdemir Özkara, Ses Kayıt: Gökhan Şıracı,
Miksaj: Erhan Aktaş,
Oyuncular:
Şener Şen, Nilüfer Açıkalın, Oktay Korunan, Gökhan Mete, Osman Görgen
Konu:
Gençlik yıllarındaki pehlivanlığı ile övünen Lütfü Usta (Şener Şen), zengin
işadamı Kerim Bey’in evinde aşçıdır. Bir sabah kalktığında evde kimsenin
olmadığını farkeder. Yanında çalışan kızın (Nilüfer Açıkalın), o gün nişanı
vardır. Ama sözlüsü Selim de ortalıkta görünmez. O sırada gelen şoför Seyfi’nin
ağabeyinden, işçilerin grev ve yürüyüş yaptığını, patronun ne olur ne olmaz diye Avrupa’ya gittiğini
öğrenir. Selim’le genç kız nişanlanır. Ortam sakinleşir, Kerim Bey döner. Lütfü
Usta, gelirken getirdiği eğitimli kurt köpeğine özel yemek pişirdiği için
sinirlenir. İşsiz nişanlı Selim, evlenebilmek için ihtiyacı olan parayı bulma
amacıyla kargaşa çıkaranları ihbar eder. Bunlardan biri Selim’i tanır.
Öldürülmekten korkan Selim, Lütfü Usta’ya sığınır. Lütfü Usta’nın konuştuğu
Kerim Bey, bu “muhbir vatandaş” genci özel bir kampa yollar. Selim döndüğünde
değişmiş, havalı ve agresif biri olup çıkmıştır. Saldırgan ve huysuz kurt
köpeğini ise Lürfü Usta zehirler. Bunu ancak anarşistlerin (?) yapacağını
düşünen Selim araştırma yapar, nişanlısından şüphelenir. Kerim Bey iki köpek
daha getirir. Genç kız ise Seyfi’den şüphelenildiğini sanır, ancak kendisi
olduğunu anlar ve Selim’den ayrılır. Ahmet ve Seyfi gösteri yürüyüşlerine katılır.
Lütfü Usta birgün gazetede Selim’le eski nişanlısının kavga ederken resmini
görür. Eski pehlivanlığı depreşir. Bir kız kadar yürekli olmadığını düşünür.
Köşkten ayrılsın mı, yoksa kalsın mı? Bu ikilemde öylece kalakalır…
Ödül:
5. Akdeniz Kültürleri Film Festivali’nde (Korsika) Züğürt Ağa Filmi; “Gümüş
Zeytin Ağacı” ödülü
"Zengin Mutfağı", pek de zengin sayılamayacak
modern tiyatromuzun ünlü ve yarı klasik sayılan bir oyunu... Zamanında ne yazık
ki göremediğim bu ünlü oyun, 1516 Haziran 1970'te işçilerin toplu bir grev ve
yürüyüşle yöneticilerimize sıkıntılı anlar yaşattığı günlerin bir "zengin
evinin mutfağına yansımasını anlatıyor. Yalnızca 5 kİ§İ arasında geçiyor oyun:
"Pehlivan" diye anılan ve "20 yıldır sokağa adımını
atmamış" Lütfü Ağa {bu tip, insana Hal Ashby'nin "Merhaba
Dünyasındaki Chance Gardener'ı anımsatıyor); evlat edindiği güzel bir kız; onun
nişanlısı, kendi halinde bir sıkılgan gençken evin sahibi Kerim Bey’in maşası
ve işçi öğrencilere karşı tahrik eylemlerinin vurucu gücüne dönüşen Selim; evin
şoförü ve zaman zaman gözüken emekçi Ahmet Ağabey... Tüm bu kişiler, dışardan
gelen köpek havlamaları, çığlık ve bağrışmalar, panzer ve polis düdükleri gibi
seslerin eşlik ettiği bir serüven yaşıyorlar. Filmin amacı, elbette oyunun da
olduğu gibi, faşizme doğru gidiş için bahane oluşturan zor bir dönemi simgesel
düzeyde yansıtmak, sergilemek ve özellikle aşçının kişiliğinde, olaylara
seyirci kalmak veya karşı çıkmak İkilemi üzerinde insanı düşünmeye yöneltmek…
İyi, güzel de Sabuncu'nun filmi bunları yapabiliyor mu? Doğrusu kuşkuluyum...
Sabuncu, Öngören'in oyununu olduğu gibi korumuş, bir sözcük bile eklememiş.
Keşke öyle yapmasaydı! Batıda Örneğin Shakespeare'in oyunları bile filme
alınırken kimi ekleme veya çıkarmalar yapılabiliyor. Öngören'in oyunu sahnede
nasıl duruyordu bilmiyorum (herhalde çok daha iyi duruyordu), ama perdede
yetersiz kalıyor.
Kişilikler gereğince işlenmemiş (Sabuncunun oyuncu seçimi ve
tiplemesi de bu eksiği gidermede yardımcı olamıyor), böylesine kısıtlı bir konu
için yeterince mizahla da beslenmemiş. İnsanın aklına, ne bileyim, baş kişisi
aşçı olan bir oyun/filmde en azından yemek, mutfak, Türk mutfağı üzerine bir
kaç espri, benzetme, hüner numarası filan niye yok diye geliyor. Tek bir
mekânda (mutfak) yalnızca 5 kişi arasında geçen bir film yapmak olanaksız
değil...Ancak Sabuncu1nun filmi, yumuşak kamera hareketlerine, ustaca sağlanmış
bir sürekliliğe ve dekorun olabildiğince iyi kullanılmasına karşın, sonuç
olarak seyircisine temel bir duygu veriyor: Sıkıntı. Bu da, diğer erdemleri ne
olursa olsun, bir film için hiç de iyi bir nitelik değil. (Atilla Dorsay, “12
Eylül Yılları ve Sinemamız )