Powered By Blogger

1 Kasım 2022 Salı

 

CAMDAN KALP (1990) 


Senaryo ve Yönetmen: Fehmi Yaşar Görüntü Yönetmeni: Erdal Kahraman Müzik: Okay Temiz Yapım: Moda Filmcilik yapımı/ Mustafa karaman, Yücel Özgür, Fehmi Yaşar Montaj: Mevlut Koçak, Sanat Yönetmeni: Pascal Defıns, Meral özen, Işık Yönetmeni: Ali Salim Yaşar, Yönetmen yardımcıları, Seçkin Yaşar, Serdar Temizkan, Devamlılık Yazmanı: Zeynep Irgat, Görüntü Yön. Yrd.: Metin Erdoğdu, Teknik yapımcı Cemal şan, Prodüksiyon Amiri: Veli Salman, Prodüksiyon yardımcısı: Muhlis Asan, Set Amiri: İsmail Kündem, Set yardımcıları: Enver Kündem, İbrahim Tekin, Işık Yardımcıları: Akif Eski, İbrahim Vardar, Ulaşım: Mazhar Çöpür, Metin Şen, Seslendirme Yönetmeni: Mustafa Alabora, Seslendirme Yard.: Nevzat Çankara, Ses Danışmanı: Tuncer Aydınoğlu, Ses: Atilla Van, Efekt: Sudi Yılmaz, Ayhan Arlı, Senkron: Turgut İnan Giray, Jenerik: Sineoptik, Hilmi Güver, Erdoğan Bugay, Kopya baskı: Mustafa Koç, Orhan Turgut, Film Yıkama: Ufuk Kayar, Çetin Çavan, Negatif Montaj: Selahattin Turgut, Oğuz Karabeli, Yeni Lale Stüdyosunda seslendirilmiş, Sinefekt Film Laboratuarlarında hazırlanmıştır.

Oyuncular: Genco Erkal (Kirpi), Deniz Gökçer (Naciye) Şerif Sezer (Kiraz), Füsun Demirel (Ninten, Macit Sonkan (Şıho), Cemal Şan (Maho), Aytekin Özen (Beşir), Erşan Ersoy (Yetim), Nurettin Şen (Libyalı), Jülide Kural (Sekreter), Nuran Oktar (Demir kapılı ev sahibesi), Tuncer Sevi (Fecir),

Konu: Kirpi (Genco Erkal) o güne dek çektiği, birbirine benzeyen filmlere bir yenisini daha eklemek istemez. Bir senaryo yazar. Yapımcı senaryoyu beğenmez. Kirpi zamanını evde geçirmektedir. Huzursuzdur. Eşi Naciye (Deniz Gökçer) ile sık sık tartışmakta, onun eleştirilerine, aşağılamalarına ve yakınmaIarına hedef olmaktadır. Bir gün evlerinde çalışan Kiraz'ın (Şerif Sezer) derdini öğrenir. Kiraz'ın kocası Beşir (Aytekin Özen) onu Sinten'le (Füsun Demirel) aIdatmakta, Sinten'i Kiraz'ın üstüne kuma getirmeyi tasarlamakta ve Kiraz'ı dövmektedir. Kirpi bu durumu onaylamaz ve Kiraz'ın da diretmesiyle köye gidip Kiraz'ın erkek kardeşlerini getirir. Beşir Kiraz'ın kardeşlerini Kirpi'ye karşı kışkırtır. Tümü bir olup "Kirpi "yi öldürürler.

Kirpi, Kiraz’ı kurtarma sevdasına kapılıp İstanbul'un varoşlarında başlayan bir yolculuğa çıkmış, geri döndüğünde gördüğü şey" bir arpa boyu yol" olmuştur. Çünkü, Sinten'in iş kazası geçirip cinsel gücünü yitirmiş olan kocası kendini öldürünce Sinten eşyalarıyla birlikte Kiraz’a kuma gelmiş, Kiraz da bunu kolayca benimsemiştir.

ÖDÜL: ► "Camdan Kalp", 27. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde “En İyi 3. Film”

► 10. İstanbul Uluslararası Film Festivali’nde (1991) “En İyi Film” Ve Fehmi Yaşar Tunç Başaran’la birlikte (Piano Piano Bacaksız) “En iyi Yönetmen”

► 1991 de İtalya Bergamo “Film Buluşması’nda” “En İyi 2. Film” Gümüş Halk Ödülü

Jüri Üyeleri: Feride Çiçekoğlu, Yıldız Kenter, Yusuf Kurçenli, Oğuz Makal

"Baba" Olmak İsteyen Kirpi

Popüler sinema, iletisi kolayca kavranan, kitlesel tüketime uygun olarak hazırlanmış filmlerle varlığını sürdürür. Türk sinemasının popüler filmlerinde. de gördüğümüz gibi seyirciye, özel bir çaba harcamadan tüketebileceği iIetiler sunulur. Hazır iletileri tüketmek kolaydır. Seyirci, her şeyi söyleyen, açıkça ve hatta abartılı bir açıklıkla bildiren filmlere bayıldıkça yönetmenler ve yapımcılar da engin dünya görüşlerinden süzerek ortaya çıkardıkları iletilerini film anlatılarına yerleştirmeye bayılırlar. Seyircinin, anlamın yaratılma sürecine kapılıp filmleri okumaya çalışmasına gerek duyulmaz. Yönetmenin yarattığı anlam tek ve değişmez. İzleyici de hoşnut. Çünkü kendisi adına karar veren bir 'Baba'sı var. İzleyici etkin olmak istemiyor, 'kaçmak' istiyor. Bu durumda yönetmen de 'Baba' olmayı seçmek zoruna kalıyor" Üstelik bu tek ve değişmez anlamlar, onları biçimlendiren ideolojileri nedeniyle "Baba" yönetmenlerin baba olma konumlarını pekiştirir.

Türk sineması genelde bir erdem sinemasıdır. Filmlerin çoğunda neyi nasıl yapmamız gerektiği söylenir. Bol bol ahlak dersi verilir. Bu derslerden en çok payı genç kızlar alır ama erkekler de öğüt dinlemekten kaçamazlar. Filmler, baba sözü dinlemediği için kötü yola düşen kızları, kötü yola düşmüş kadınları, kumara, alkole bağımlı olan erkek çocukları ibret olarak gösterirken manevi değerlerin, aile bağlılığının, geleneksel insan ilişkilerinin yararları anlatılır. Aile bağları yüceltilirken bu bağı sağlamak için aile üyelerinin denetim altında tutulması gerektiği; bunu sağlayacak olanın da ailede otoriteyi elinde bulunduran, bulundurması gereken baba olduğu açıkça söylenir. Aileyle ya da diğer toplumsal ilişkileri bağlantılı öykülerde övülen, yüceltilen temel kültürel değerlerin kökeninde dinsel bir bağ bulmamız da mümkündür "Filmlerimizde aile kurumu pek çok dinsel değerle desteklenir geleneksel tavırlar abartılarak yinelenir... Ahlak, aile bağları, namus gibi değerlerin sunuluşunda yeğlenen müdahil tavır ve hangi değerlerin yüceltileceğine ilişkin anlayışın ardında "Doğu’nun mutIakçı düşünce sistemini buluyoruz. Jale Parla, Tanzimat romanına ilişkin araştırmasında bu dünya görüşünün bekçiliğini "Toplum düzeyinde padişah, aile düzeyinde baba, edebiyat düzeyinde yazar"ın yaptığını söylüyor.

Bu söylemi sinemada kullanan; diğer deyişle, sinema düzeyindeki bekçi ise yönetmendir ve anlama kim müdahale ediyorsa odur. Kirpi de kendisinden bekçilik yapması beklenen bir sistem içinde bekleneni gerçekleştirmiştir.

 Şimdi ise, sistemin istediği basit, seyirci adına düşünüp çözen ve taklit filmleri yapmak istemez. Bu tavrı" Baba" olmak istemediğini de gösterir. Hem evinde hem de işinde Baba olmaktan vaz geçmiş gibidir. Kadın "Naciye" çalışıp para kazanmakta, akşam yorgun argın eve dönmekte, Erkek" Kirpi" ise gündüz evde oturup, düşler kurmaktadır. Çocukları da yoktur. Bu nedenlerle ev içi Kirpi için bir erk alanı değildir. Geleneksel toplum yapısı ev içi hayatı babaya bir erk alanı olarak sunmuştur. Baba'nın sözleri, babanın koltuğu, babanın gazetesi ev içinde "dokunulmazlığı" olan önemsenen öğelerdir. Akşam işten eve dönmüş babaya ev içinde bir huzur ortamı yaratılır: Yemeği yapılmış, sofra hazırlanmış, terlikleri girişe konmuş, çocuklar sokaktan içeriye girmiş olmalıdır. Çocuk da evi, aileyi daha önemlisi erkeğin erk alanını tamamlayan bir öğe olarak varlık nedenini bulur. Evde çocuk(lar) olmalı ki erkeğe "babamız" densin. Oysa Kirpi'nin çocuğu yoktur. Çalışıp para kazanan kişi Naciye'dir. Bu durumda geleneksel aile değerlerine göre erksiz bir erkektir. "Baba"(mız) değildir. Diğer yandan buna bir diyeceği de yoktur Kirpi'nin. Kirpi, yazdığı senaryoyu yapımcıya vermiştir. Yapımcının senaryoya para yatırıp yatırmayacağını öğrenmek için bürosuna gider. Sekretere sorar: "Baba içeride mi?" Yönetmen, yapımcının Baba oluşunu benimsemiştir. Baba yapımcı, yönetmenin senaryosunu beğenmemiştir; televizyona dizi, gazeteye fotoroman olarak satabilecekleri bir şey yazmasını önerir. Öneri çok açıktır: Son İmparator filminin kendi tarihimize uyarlanması. Nasılsa Türk sineması yıllar boyu taklitlerle işini yürütebilmiştir ve iki seçenek hep daha geçerli olmuştur. Ya aynı öyküyü başka yıldızlara, başka mekanlarda çekip yeni bir şeymiş gibi yutturacaksın ya da en kolay ve en çok satan sinemayı taklit edeceksin.

Türk sineması ahlak dersleri verip erdemli olmayı öğütlerken kimsesiz çocukların gözyaşlarını da kullanır. Ayşecikli, Ömercikli, Sezercikli filmlerde babasız çocukların dramı sık sık konu edilmiştir. Baba kimi zaman yoldan çıkmıştır, kimi filmlerde kader kurbanı olup hapislere düşmüştür. Bebekken babası ölen/öldürülen ya da annesi tecavüze uğradığı, aldatıldığı için yetim olan çocuklar seyirciye çok mendil ıslattırmıştır. Yapımcılar yönetmenler de çok para kazanmışlardır. Ama artık yetimler akıllanmıştır. Artık gözyaşlarıyla, ağlama numaralarıyla seyirciyi değil yönetmenleri kandırmaktadırlar: Yetim' in Kirpi'yi sokakta bulup eve getirdiği, ona bir tabak sıcak çorba sunduğu sahnelerde (Türk sinemasının popüler anlatılarında tam tersi olmuyor muydu?) Yetim'in ağlama rolünü Kirpi'ye kolayca yutturduğunu görürüz. Baba yönetmen Kirpi kendi kurmacasına kendi düşer. Hemen babalık görevini anımsar ve Yetimin meslek sahibi olabilmesi ya da okuyabilmesi için yardım edecek birilerini bulmayı önerir. Yetim pasaport ister. Karşılığında para Verecektir hem de ne kadar isterse! Yetimler artık babaları olmadan da hayatlarını sürdürürler. Daha önemlisi tek başlarına "okuyabilirler": Ayakkabı boyacısı Yetim'in Kirpi'yi sokakta baygın durumda bulup evine getirdiği sahnede Kirpi Yetim'in sunduğu çorbayı içerken Yetim de onun ayakkabılarını boyar. Bir yandan da ayakkabıları inceleyerek Kirpi'nin mesleğini, toplumsal konumunu anlamaya çalışır. (Nazlı Bayram) “Sinema Yazıları “Hazırlayan: Seçil Büker”

4 Fehmi Yaşar “Camdan Kalp”de Türk toplumunun soysaekonomikkültürel bunalım ve yozlaşmaları beyaz perdede nefis bir kara mizahla çizerken öyle abartılı komikliklere ve Amerikanvari 'gag'lara sığınmıyor.

Cayırtılı sloganlar hiç atmıyor "didaktik" olmaya kalkmıyor. Fehmi Yaşar'ın ilk yönetmenlik denemesinin ürünü "Camdan Kalp"te, kolaylıklara kaçılmayan çok has bir ironinin, güldürünün yanı sıra yaman bir düşündürücülük de var. Fehmi Yaşar, Türkiye'de son on yıldır bir hayli belirginleşen aydın "otopasifizasyonu"nu eliştirir değil de gözler önüne sererken alt kültür grubundaki insanlar için şu ortam da yapılabilecek pek bir şey olmadığını da vurguluyor (Erdal çetin, Milliyet g., 22 Kasım 1990). “Agah Özgüç ”Türk Filmleri Sözlüğü, 2.cilt”

& ..."Camdan Kalp", Türk sinemasının ender olarak yakaladığı bir teknik kaliteye sahip. Ayrıca, Yaşar, ilk filmlerde görülen anlatım acemiliklerine düşmemiş, tutarlı bir görüntü ve kurgu çalışmasıyla, aksaksız bir anlatım da tutturmuş (Ali Hakan, Kalpler camdandır kırılırsa yapışmazı Sabah g., 23 Kasım 1990). “Agah Özgüç, a.g.e.”

Kirpi’in serüvenlerinin olağan üstünlüğü konusunda başlarda "şüphe uyandırıcı bir şey pek yoktur. Son yıllarda, aydınlarımızın, özellikle de yönetmenlerimizin bunalımlarını, yaratma güçlüklerini perdeye aktara gelen birçok filmi andırır biçimde başlar Camdan Kalp...

Göbekli ve "etek düşkünü" bir yapımcıya senaryolarını bir türlü kabul ettiremeyen ve Son İmparator'u (Son Padişah ya da Saltanatın Sonu gibi bir adla!) yerlileştirmeye çağrılan Kirpi, karısı, seslendirme sanatçısı ve "Marilyn'in sesi" Naciye'yle, ne cinsel ne de ruhsal iletişimini gereği gibi kuramaz. Kadın, onun giderek kendisinden ve evliliğin sorumluluklarından kaçtığını düşünmektedir. Gündelikçi kadın Kiraz'ın gizemli tavırlarıyla başlayan "ilişki" ise kadının üzerine "kuma" getirmek isteyen "maço" kocası Beşir'den yakınmalarına dönüşen, kendisiyle aradaki "sınıf duvarı"nı aşıp içli dışlı olmayı denediğiniz her "köylü"den beklenebilecek, sıradan, sıkıntı verici konuşmalardan öte bir şey değildir.

Ne var ki bu sıradanlık, gitgide sıra dışı ve olağanüstü niteliklere bürünmeye başlar. Kirpi, yumuşak, kırılgan, ödüncü, yardımsever, naif biçimde insancıl kişiliğiyle Kiraz'ın dünyasına ve sorunlarına daldıkça, kendisini "Harikalar Ülkesi"ndeki Alis gibi duyumsama yolundadır ... Bu kırsal yaşam biçimi, bu feodal değerler, bu aşiret mantığı, zavallı Kirpi'yi aşmaya, aşmak da söz mü, ezmeye başlar. Zoraki edilen bir tehdit telefonuyla başlayan serüven, Kirpi'yi Kiraz'ın kocasıyla, kurnayla, daha sonra Kiraz'ın bir Kars köyündeki ağalarıyla "teşerrüf etmeye" iter. Her tanışma, her mekan, her yolculuk, Kirpi için de bizim için de olağanüstüdür: Kentli, kentsoylu, aydın veya yarı aydın ölçütlerimizle kavrayamayacağımız bir mekanizmadır bu... Kirpi kocadan dayak yer, kumadan hakaret görür, itilir kakılır. Ama yılmaz: kadının (hizmetçi mizmetçi de olsa, bir kadının) yaşamını ve onurunu savunmaya kararlı bir " çağdaş şövalye"dir o!...

Ve "harikulade" serüven sürer. "Karıları bozuk çıkan" Almanlar bu ırak, uzak Anadolu köşesine gelip "el değmemiş kız" bulma sevdasındadırlar!... Kıskanç yavuklu, ortalığı kurşun yağmuruna tutarak sevdiceğini kaçırır…

Kiraz'ın babası Hamo, misafirini kurşunların yağmur gibi yağdığı bir evde kabul eder. Ve çılgınlığın temposuna tümüyle kapılmış gözüken bir Kirpi, kasabanın tek otelinin sahibine, girişe nasıl bir "Amerikan Bar" oturtacağını anlatmaya koyulur!...

Fehmi Yaşar, şaşırtıcı ilk filminde, Türkiye'de yaşanan kültür ve ahlak karmaşasını, çelişkilerin uçuruma varan korkunç farklılıklarını ustalıkla verir. Kent ile kırsal kesim, burjuva ahlakı ile feodal ahlak, Batı ile Doğu, sanayileşme ile prekapitalist tarım ekonomisi, hukuk ile kaba güç, kentli kadın ile köylü kadın... Ve daha birçok şey, birbirlerinden ne denli uzak, ne denli farklıdır bu ülkede!... Görünürdeki yalın ve dolaysız gariplikler, bu temel ve gerçeküstüne doğru kayan çelişkilerin yanında hiç kalırlar. Düşen bir asansörden sapasağlam çıkan bir adam, Güney Afrika'ya gitmeyi düşleyen (ve de giden) ve arada "Hepimiz faşist değil miyiz?" türünden inciler yumurtlayan ayakkabı boyacısı Yetim, Fritz Lang'ı ve Metropolis'i yardım isteyen Kiraz, bu 'şaşkın' aydının başına olmadık dertler açacaktır. Sınıf ve kültür farkı gözetmeden yardımseverliğini ortaya koyan Kirpi, varoşlardan Doğu'ya dek uzanacak bir serüvende, ülke insanının gerçekleriyle yüzleşirken, bilmeden kendi trajik sonunu da hazırlar.

Kocasından dayak yedikten sonra, yaşadığı üzüntüyü 'Kalp camdandır, kırıldı mı yapıştırsan da izi kalır.' sözleriyle dile getiren Kiraz'a kıyamayarak bilmediği, tanımadığı insanların dünyasına giren ve onlara kendince akıl öğretmeye çalışan Kirpi, aslında bugün halen geçerliliğini koruyan kültür çatışmasının en yalın prototipini ortaya koyuyor. Aşiret kızı Kiraz'ın ağabeylerini bulmak için Doğu'ya giden Kirpi, sanki başka bir gezegene inmiş gibi yabancı oralara. Sinemacı olmasına karşın, belli ki en azından bir Yılmaz Güney filmi bile seyretmemiş olan Kirpi'nin, Doğu'da gördüklerinden sonra aklına gelen şey, abuk önermelerden ibaret. Mesela insanların gidebileceği şık bir barın hayalini kuruyor. Bölgenin ancak oralara modern mekanlar açıldığı zaman kalkınıp değişebileceğini tahayyül edebiliyor en fazla. (Filmdeki aklı evvel aydınımızın önermesi gerçeğe dönüşse, her şey hallolur muydu dersiniz? Mesela bugün artık Diyarbakır gibi büyük kentlerde koca koca alışveriş merkezleri de var, barlar da) Neticede her şey kendi doğrusunu buluyor. Kirpi'nin tüm insanüstü ve iyi niyetli çabalarına karşın, her şey olacağına varıyor. Kendi hayatının gidişatına dahi müdahale edemeyen Kirpi, başkalarının hayatını değiştiremeyeceğini veya ülkenin sorunlarını bir hamlede çözemeyeceğini en acı deneyimle öğreniyor ne yazık ki ...

Kimi diyaloglarıyla, göndermeleriyle sinemaseverlere hoş sürprizler yapan, bazı anlarda zekice ve hınzırca buluşlarla ilerleyen "Camdan Kalp", oyuncu performansının önde olduğu bir film. Dramatik gelişmelerle gülmece unsurunun iç içe geçtiği hikaye boyunca, mizah duygusu alttan alta hep hissettiriyor kendisini. Mekan kullanımı, 'filtreli' düş sahnesi, özellikle de final, filmin akılda kalacak yanları ... Belki bugün çekilse, seyirciden çok daha fazla ilgi görecek, zamanında kadri pek bilinmemiş, kıyıda köşede kalmış bir yapıt bu Televizyonlarda da fazlaca gösterilmediğini düşünürsek, yeniden seyredilip keşfedilmesi gerçekten keyif verici bir deneyime dönüşüyor. Antalya' da en iyi 3. film seçilen, İstanbul Film Festivali'nde de en iyi film ve yönetmen ödüllerini alan "Camdan Kalp", başka film çekmemiş Fehmi Yaşar'ı tanımak için de iyi bir fırsat. (Okan Arpaç) “SİYAD, 40 Yılın Serüveni”

 FİLMİ İZLE 




31 Ekim 2022 Pazartesi

 

      BÜTÜN KAPILAR KAPALIYDI (1990) 



Yönetmen: Memduh Ün Senaryo: Süheyla Acar Kalyoncu (Yazarın Cumhuriyet Gazetesi Yunus Nadi Yarışması'nda 3.ncü olan öyküsünden) Görüntü Yönetmeni: Orhan Oğuz Yapım: Uğur Film/Memduh Ün Kurgu: Memduh Ün, Sanat Yönetmeni: Emir Sarıer Müzik: Önder Focan Eşleme: Nevzat Dişiaçık, Seslendirme Yönetmeni: Ayşin Atav, Yönetmen yardımcıları: Eray Özbal, Süheyla Acar Kalyoncu, Uğur Ün, Gör. Yön. Yrd.: Cem Molvan, Işık Şefi: Süleyman Çekiç, Işık Ekibi: Şevki Gezer, Halil İbrahim Çekiç, Yaşam Ekibi: Mehmet Yeşilyurt, Cemil paskap, Günay Girik, Sert Ekibi: Alaaddin İzgü, Aziz Kıskanç, Ali Zebil, Jenerik: İlhan Demirel, Özkan Sevinç, Ses Kayıt: Ercan Okan, Efekt ve motaj Erkan Aktaş, Laboratuar: Yahya Öztürk, Renk Uzmanı: Adnan şahin, Baskı: Zekeriya Şahin, Negatif Montaj Eyüp Yıldız. Fono Film laboratuarlarında hazırlanmış ve seslendirilmiştir

Oyuncular: Aslı Altan, Uğur Polat (Ateş), Nalan Örgüt (Özlem), Sabahat Işık, Dilek Damlacık (Rana), Musa Uzunlar, Metin Belgin (Vural), Ali Uyandıran (Enis), Eray Özbal (Erhan), Tülin Erdost , Musa Uzunlar (SDuat), Nazan Diper (Ayten), M

emduh Ünsal (Muzaffer), Banu Özdemir (Deniz),

Neval Çizgen, Ömer Doruk Kaftancı, Emine Vilma Arapkirli, Nayır Ersun, Nihal Sarıer, Yaşar Kutbay, Tahsin Özay,

Konu: Nil, Güzel Sanatlar Fakültesinde okurken, siyasal düşüncelerinden dolayı 5 yıl 10 ay hapis yatmıştır. Çıktığında her şeyin değişmiş olduğunu görür. İzmir’deki evleri müteahhite verilmiş, kitap ve diğer eşyaları bodrumda bir yerlere atılmıştır. Ona ailesi bile yabancı gelmektedir. gene de okulunu bitirmek üzere İstanbul'da bir arkadaşının evinde kalmaya başlar.

Okul yönetimi tahsili için izin vermez. uzun aramalardan sonra bir grafikerin yanında iş bulur. Sabıkalı olduğu anlaşılınca işinden kovulur. Nil, tutukluluk zamanında işkencelere dayanabilmek için, bilinç altında Deniz adında bir kızı olduğu düşüncesini yaratmış ve buna kendisini inandırmıştır. Tutuklanmadan önce ayrıldığı eşinden gerçekte olmayan kızını ister. Ve talebelik yıllarını anımsamak üzere gittiği Ada gezisinden dönüşte, denize atlayarak intihar eder.

12 Eylül döneminde tutuklanmış, işkence görmüş ve çıkmış, topluma uyum sağlamakta güçlük çeken bir kişi anlatılmaktadır. Ama bu kez kahraman, bir bayandır. Memduh Ün, dayandığı sağlam senaryonun da yardımıyla, genç kadının yaşama tutunabilmek için çırpınışlarını ve sonunda gücünü yitirişini güzel görüntüler ve yalın bir sinema diliyle anlatmaktadır. Aslı Altan'ın başarılı oyunu, filmin daha da güzelleşmesinde büyük bir rol oynadığı bir gerçektir.

Ödül:

3. Ankara Film Şenliği'nde (1990)

► "en iyi 2. film"

► Memduh Ün "en iyi kurgu"

► Aslı Altan'la Uğur Po1at "en iyi umut veren oyuncular.

► Süheyla Acar Kalyonucu "umut veren senaryo yazarı

9. İstanbul Uluslar arası Film Festivali’nde (1990)

►Jüri özel ödülü

27.Antalya Altın Portakal Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması (2 – 8 Ekim 1990)

► Süheyla Acar Kalyoncu "en iyi senaryo

► Memduh Ün jüri özel ödülü

Jüri Üyeleri: Şerafettin Gür, Engin Ardıç, Erdoğan Tokatlı, Erdoğan Kahya, Ekrem Bora, Enver Özer, Avni Özgürel, Alev Olgun, Faik Cesur, Muzaffer Hiçdurmaz, Yrd.Doç.Cem Odman

► Sinema Yazarlarının düzenlediği (1990) “Mevsimin en iyi 10 filmi araştırmasında 10. sırayı aldı.

 Memduh Ün Anlatıyor:

Bütün Kapılar Kapalıydı hem yapımcılık, hem de yönetmenlik yaşantımda bir ilki simgeliyor. İşletmeci boyunduruğundan kurtulup, öz irademle yaptığım ilk film bu. Mali kaynağı videoculardan bulmuştum. Ama onlar bize işletmeciler gibi hiçbir baskı uygulamıyorlardı.

Senaryo Cumhuriyet gazetesinin o yıllarda açtığı senaryo yarışmalarında mansiyon kazanmış bir yapıttı. Ben Cumhuriyet gazetesinin her yıl açmış olduğu Yunus Nadi Senaryo Yarışması jürisinde olduğum için önceki yıllarda katılıp dereceye giren senaryoları istemiş, okumuştum. Bütün Kapılar Kapalıydı'yı ilginç bulmuştum.

Senaryo genç bir siyasi kadının acıklı öyküsünü anlatıyordu. 12 Eylül faşizmi kurbanıydı Nil. Siyasal düşünceleri nedeniyle, altı yıl cezaevinde yatmış, işkencelerden geçmişti. Özgürlüğüne kavuştuğunda yaşamın değiştiğini, hiçbir şeyin eskisi gibi kalmamış olduğunu görüyordu. Cezaevinde kaldığı sürede ruhsal durumu bozulmuş, çöküntüye uğramıştı. Yok edilen bir kuşağın bireyi olarak yeniden var olma savaşına giriyor, ama başaramıyordu. Ertem Göreç ve Halit Refiğ gibi bazı arkadaşlarım, Senin politik düşüncelere aykırı bir hikaye bu, sen bu tarz film yapmazdın, türünden eleştirdiler beni. Ama bunlara katılmıyorum. Ben bir sinemacı. bir sanatçı olarak ülkemde yaşananlardan etkilenebilir, bunları kendi dünya görüşümle yorumlayarak beyaz perdeye taşıyabilirim. Ayrıca Bütün Kapılar Kapalıydı başarılı bir film oldu. Bunu ben söylemiyorum, San Sebastian gibi dünyanın önemli festivallerinden birinde ön jüriden geçip gösterilmesi bile filmin başarısıyla ilgili nesnel bir kanıt bence. Ayrıca yurt içindeki festivallerde de çeşitli ödüller kazandı. Ama Ertem ya da Halit filmi beğenmeyebilir kı tabii. Görüşlerine saygı duyuyorum. 12 Eylül dönemi işkencenin sistematik olarak yapıldığı, özgürlüklerin askıya kaldırıldığı günlerdi Bu gün bununla ilgili sayısız araştırma yapıldı, belgelerle kanıtlandı bu günlerin karanIığı. Ben filmde 12 Eylül çözümlemesi yapmadım, yalnızca o günlerin işkence ortamında yaralanmış, sakatlanmış bir kızın hapisten çıktığında, küresel bir kapitalizme adım adım yürümeye başlayan bir toplumla uzlaşamamasını, tutunamamasını, sonunda canına kıyışını anlattım.

Senaryo Süheyla Acar'ındı. Filmde de asistanımdı benim; ODTÜ mezunu çok akıllı, kültürlü bir kızdı. Süheyla benim isteğim doğrultusunda epey ek de yaptı senaryoya çekim sürecinde. Filmini ticari başarısı vasattı Çekimler ise 27 28 gün sürdü. Bir gün İzmir'de çalıştık. Pasaport ve Konak'ta kısa çekimler yaptım , Başrollerde yer alan Aslı Altan ve Uğur Polat ikilisini o günlerde izlediğim Zülfü Livaneli'nin Sis filminde görüp beğenmiştim İşkenceye uğrayıp ruhsal dengesi bozulan kızı Altan'ın yüzünde görmüştüm. Bunu iyi canlandıracağına inanmıştım. Başarıyla canlandırdı da. Altan yüzünde bir mask taşıyordu ve bu bana çok doğru gelmişti.

Altan'la da, Uğur Polat'la da kolay çalıştım ikisi de Ankara Film Festivali'nde ümit veren oyuncu ödüllerini aldılar. Altan'ın resim çizerkenki planlarını hiç yadırgamadım. Özgün resimleri çevre düzencim ressam Emir Sarıdağ'ın eşi Nihal yapmıştı. Ama Altan da daha önce kara kalem çalışmıştı.


Filmi yeniden izlediğimde diğer oyuncuları da beğendim, Sabahat Işık, Nalan Örgüt, Metin Belgin, Dilek Pakalın, Tülin Erdost hepsi iyiydiler. Ama filmin başarısında en büyük pay Orhan Oğuz'undu. Filmde üslubu konu getiriyor bana. Özellikle belli bir uslup kullanacağım diye yola çıkmıyorum. Ama kameramanım Orhan Oğuz'la renkler üzerine konuşmuştuk çekim öncesi. Çok cartlak renkler olmasın istemiştim. Orhan'da bunu başarıyla uyguladı. “Memduh Ün Filmlerini Anlatıyor, Vadullah Taş”



FİLMİ İZLE 



  

BOYNU BÜKÜK KÜHEYLAN (1990)

 


Senaryo ve Yönetmen: Erdoğan Tokatlı, Kameraman: Ümit Ardabak, Yapım: Ares Film / Şener Gezgen  Müzik: Bora Ayanoğlu, Yardımcı Kameraman: Savaş Akova, Kemal Yıldırım, Prodüksiyon Şefi: Selahattin Koca, Demirhan Ersunar, Işık uzmanı: Aslan Yıldız, Işık Ekibi: Erol Karaşıray, İsmail Keskin, Set Ekibi: Nusret Yılmaz, Bekir Aslan, Seslendirme Yönetmeni: Nevzat Çankara, Kamera Yardımcısı: Ali Özügür, Eşleme: Mustafa Kalkan, Sesleri Alan: Naci Ismık, Mix: Erkan Aktuğ, Laboratuar: Yahya Öztürk, Mustafa Oraç, Negatif Montaj: Eyüp Yıldız, Renk Düzenleme: Adnan Şahin, Film Baskı: Zekeriya Şahin, (Fono Film Stüdyosu’nda hazırlanmıştır.)

 Oyuncular: Kemal Sunal (İbrahim Küheylan), Füsun Demirel (Asiye), Aydan Burhan (Gülnahar) , Sevim Çalışgir (Rukiye Hanım), Candan Sabuncu (Asuman Hanım), Halil Ergün, Aydemir Akbaş (Arslan), Nurettin Şen (Taksici Şahin), Murat Güler (Osman), Işık Aras (Çiçek Abla), Erol Özkök (Kazım), Yaşar Güner (Kıl Mahmut Bey), Gülsen Tuncer(Nazan Hanım), Aydan Kalınağa (Sevilay), Oğuz Fırıldak (Hey Corc Mevlut), Yalçın Peşken (Sergideki Adam), Filiz Bozkurt , Yardımcı Oyuncular: Erol Özkök, Nuran Paro, Erol Şen, Ehat Alinçe (Jesse), Orhan Başaran, Onur Cesuralan, Burcu Karaman, Neslihan Yazıcı, Ruhat Sümer, Adalet Güzey, Davut Timur, Selahattin Koca,

 Konu: İki karısıyla birlikte köyden kente göç eden Küheylan büyük bir apartmanın kapıcılığını yapmaya başlar. Küheylan zengin olma derdine düşmüşken yavaş yavaş kent kültürünün etkisi altına giren iki kadın maço kocalarına karşı birleşirler. Ve işi onu terk etmeye kadar vardırırlar.


f

FİLMİ İZLE 

 

BİR KÜÇÜK BULUT (1990)



 Yönetmen: Faruk Turgut, Senaryo: Cemal Şan, Görüntü Yönetmeni: Salih Dikişçi, Yapım: Uzman Film7Kadir Turgut, Ferit Turgut, Müzik: Grup Kızılırmak, Prodüksiyon Amiri: Ramazan Denizhan, Işık Grubu: Ergun Şimşek, Selahattin Tomak, Barış Dikişçi, Set Grubu: Nazif Kündem, Adnan Gürkonak, Yönetmen yardımcısı: Cemal Şan, Kamera Asistanı: Metin Erdoğdu, Kurgu: Sedat Karadeniz, (Sineray Film Stüdyosunda hazırlanmıştır) 

 Oyuncular: Tarık Akan, Füsun Demirel, Osman Alyanak, Nurettin Şen, Zeynep Irgat, Tuncer Sevi, Enver Dönmez, Erol Şen, Cemal Şan, Olgun Koç, Hilmi Bulunmaz, Davut Şamlı,

 Konu: Büyük bir kentte tutunabilmek için savaş veren bir ailenin öyküsü.

 Not: Cumhuriyet Gazetesinin Düzenlediği bir yarışmada üçüncülüğü kazanan öyküden uyarlama.


FİLMİ İZLE 




30 Ekim 2022 Pazar

 

BİR İÇİM SU (1990)

 

Senaryo ve Yönetmen: Yücel Uçanoğlu, Görüntü Yönetmeni: Salih Dikişçi, Yapım: Topkapı Film/Yaşar Tunalı,Set Amiri: Selçuk Öktem, Set yardımcısı: İsmet İlbur, yaşar İlbur, Renk Uzmanı: Hayati Akbulut, Laboratuar: Hüseyin Kuğu, İzzet tatlıcı, Negatif Montaj: Selahattin Kılıççeken, Yardımcı Yönetmen: Ali Kıvırcık, Kurgu Eşleme: Cevat Sezer, Kısmet Film stüdyosunda hazırlanmış ve Yeni Stüdyoda seslendirilmiştir

 Oyuncular: Serpil Çakmaklı, Engin Koç, Ülkü Ülker, Yaman Tarcan, İsmet Üstekin, Salih Dikişçi, Ferdi Akarnur, Biriçim Su, Rafet Kalkan, Nilay Aktepe, Gülderen Acarlar, Firdevs Gümüşgör, Salih Kurtuluş, Arsen Gül Arzu Akın, Ünal kayalar,

 Konu: Annesini artist yapıp, onun sırtından para kazanmayı amaçlayan kızıyla sevgilisinin öyküsü.


 FİLMİ İZLE

 

BİR AVUÇ SEVGİ (1990)


 

Yönetmen: Hasan Karcı, Senaryo: İhsan Yüce, Kameraman: Mahmut Yumuşak,Yapım: Başaran Film//Mehmet Ezici, Star Film//Memduh Şekeroğlu , Set Amiri: Suat Geyik, yardımcısı: Mehmet yaşa, Ulaşım Sorumlusu: İksan Özkök, Işık şefi: Erol Karaşıray, Yardımcısı: Fazlı Sekizler, Renk uzmanı: Selahattin kaya, Montaj: Necdet Tok, Negatif Montaj: Selahattin Güzel, Yönetmen Asistanı: Mehmet Kıvırcık, Kamera Asistanı: Hasan Koska, Film Telesine: Akın Ses ve Görüntü Merkezi, Ses Mühendisi: Attila Van, Seslendirme Yönetmeni: Ayşin Atav, Prodüktör: Fedai Öztürk, (Lale Film Stüdyosunda yıkanmış, ve Sineray stüdyolarında seslendirilmiştir)

 Oyuncular: Yalçın Gülhan, Hülya Erman, Kadir Savun, Nur İncegül, Alp Doğan, Mehmet Ezici, İbrahim Denizci, Bayram Kahraman, Göksenin Uçarer, Neslihan Yiğit, Şükrü Güler, Semra İlgeç, Nermin Aksüz, Birkan Kete, Lütfü Bayram, Nermin Aksüz, Birkan Mete, Lütfü Bayram,

 Konu: Film, hapisten çıkan genç bir kızla bir balıkçının öyküsünü konu alır. Hülya, işlediği bir suç yüzünden cezaevine girer. Cezaevinden çıkınca küçük bir kasabada yaşayan dayısı Himmet’in yanına yerleşir. Burada balıkçı Salih’le tanışır. Salih, geçmişte yaşadıkları yüzünden hayata küserek insanlardan uzaklaşmıştır. Salih’ten etkilenen Hülya ona yaklaşmaya çalışır. Ancak insanlara karşı güvenini kaybeden Salih buna izin vermez. Hülya ise Salih’i elde etmeye kararlıdır. (Hasan Sakın)

 

FİLM İZLE 



 

BENİM SİNEMALARIM (1990)


 

Yönetmen: Füruzan, Gülsüm Karamustafa, Senary, : Fürüzan (aynı ismi taşıyan öyküsünden), Kamera:  Ertunç Şenkay, Müzik: Selim Atakan, Yapım: Mine Film/Kadri Yurdatap, 1. Asistan: Demirhan Ersunar, 2. Asistan: Gürsel Ateş, Kamera Asistanı: Volkan Kocatürk, Kuaför: Erol Beken, Aydınlatma: Mustafa Koçyiğit, Ercan Durmuş, M. Ali Gündoğdu, Oğuz Yaralı, Şenol Toz, Ömer Ünal, Sinema Fenerleri: Ömer Yıldız, Set Ekibi: İsmail Kündem, Enver Kündem, İbrahim Tekin, Osman Tanış, Seslendirme Yönetmeni: Kahraman Acehan, Sesleri Alan: Ercan Okan, Efekt: Sudi Yılmaz, Müzik Yorum: (Kanun: Halil Karaduman, Saksofon: Tayfun Duygulu, Viola: Hakkı Doğan}, Özel Efekt ve Miksaj: Erkan Aktaş, Laboratuar: Adnan Şahin, Yahya Öztürk, Negatif Kurgu: Eyüp Yıldız, Baskı: Zekeriya Şahin, Jenerik: İlhan Demirel, Yapım Görevlileri: Mehmet Akdil, Veli Salman, Hasan Kubilay, Muhlis Aşan,

Oyuncular: Hülya Avşar (Nesibe), Sema Aybars (Anne), Yaman Okay (Recep Efendi), Ayşegül Uygurer (Ayşe) , Güzin Çorağan (Komşu Kadın), Metin Sözer (Genç Adam), Dilaver Uyanık (Plajdaki Adam), Erkal Güngören (Locadaki Adam), Ülkü Ülker (Sarışın Kadın), Yaman Tarcan (Bahriyeli Adam), Dilek Bayram (Nesibe), İpek Güneş (Nesibe), Esra Yıldız (Aliye),

 Konu: İstanbul 'da Kasımpaşa'da oturan işçi kızın, baştan çıkarılışının Nesibenin üç gün eve dönmeyişinin, çileli annesinde yarattığı korkuların ve bu üç günlük kaçışın nedenleri anlatılır." "60'lı yıllarda İstanbul'un kenar mahallelerin birinde zor aile koşulları içinde yaşayan. bir çıkış yolu arayan, ne var ki yazgısına karşı çıkamayan bir genç kızın öyküsü." Nesibe kurduğu düşlere neden olan filmleri seyretmek için; nedense çoğunlukla o dönemler seyircisi bol olan sinemalara gider sık sık, ve filmlerde gördüklerini yaşamak ister, 'sonuç ise filmlerde ki gibi değildir. (Orhan Ünser, “Kelimelerden Görüntüye”)

 Ödül:

Sinema Yazarlarının seçiminde (1990) Mevsimin en iyi filmlerinde 9. Sırada yer almıştır.

► Hülya Avşar en iyi kadın oyuncu 

9. Tahran Uluslararası Film şenliğinde

► “Kristal Smorg” Jüri Özel ödülü

 * Türk sinemasını Cannes' da temsil eden Benim Sinemalarım, ne yazık ki genel bir düş kırıklığıyla karşılandı. Ve sinemamız adına beklenen sesi getiremedi. Alçak gönüllü, seyircisi genelde az, ama ciddi sinema yazarlarının ilgiyle izlediği, sinema sanatı açısından önemli bir bölüm olan "Eleştirmenlerin Haftası"nda, tüm dünyadan gelen yedi film arasında yer alan Benim Sinemalarım, Türk filmlerinin genelde yakındığımız hemen tüm kusurlarını içeriyor. Öncelikle senaryonun basmakalıplığı, zayıflığı dikkati çekiyor. Herkes yeri ve sırası gelince beklenen ve ilk akla gelebilecek sözleri söyleyip gidiyor. Füruzan gibi has bir yazar böyle bir senaryoyu nasıl imzalayabilmiş, hayret!...

 Filmin denetlenememiş, dengelenememiş bir duyarlılığı var. Füruzan'ın edebiyatımızda yazılmış en güzel öykülerden biri olan Benim Sinemalarım öyküsünde, öncelikle, koza gibi örülmüş bir dille gizlenen duyarlılık, ne yazık ki sinemada sıradan bir Türk filminin en klasik duyarlılığına dönüşmüş 1940'ların İstanbul'unda, Beyoğlu'nun hemen arka yakasında yaşayan Nesibe'nin, yoksulluk ve tekdüzelikten kurtulmak için sığındığı sinema ve renkli bir yaşam düşlerinin onu getirip bıraktığı kaçınılmaz "küçük fahişelik", filmde sayısız Türk filminin işleye geldiği "uçuruma düşen genç kız" motifiyle bütünleşiyor. Filmin hanım yönetmenleri Füruzan ve Gülsün Karamustafa, filmlerine harcadıkları saygın çabayı, ne yazık ki onu "yaşayan" "nefes alan", kendi hayatiyeti olan bir sinema örneği haline getirmek yönünde kullanamamışlar. Filmde ayrıca ciddi kurgu yanlışları ve de ses bandından gelen sürekli ve gereksiz gürültüler de izlemeyi kolaylaştırmıyor.

 Benim Sinemalarım, tümüyle amatör işi, yer yer hoşlukları olan, ama dediğim gibi bir "yeni Türk sinemasını haberlemekte yetersiz bir film. Bu film içirı özellikle iki kişiyi kutlamak gerekiyor: Oyunuyla filmi baştan sona alıp götüren ve filmin izlemeye değer sayılı öğelerinden biri olan Hülya Avşar'ı ve filmi Cannes'a kabul ettirmeyi başaran, Türk sinemasının "Fransa'daki adamı" Mehmet Basutçu dostumu...(Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 45)


FİLMİ İZLE 



 

 

BENİ Mİ BULDUN (1990)


Senaryo ve Yönetmen: Alev Akakar, Kamera: Erhan Canan, Yapım: Can Film / Metin Devrim, 

Oyuncular: Arif Susam, Filiz Özten, Songül Beyçe, Kadir Savun, Sami Hazinses, Ali Rıza Cevizli, Baykal Kent, Cengiz Tekin

 Konu : Filmde, taksici bir adamla bir hayat kadınının aşkı konu edilir. Arif, taksi şoförlüğü yaparak geçinen genç bir adamdır. Bir gün aracına aldığı Filiz adında genç bir kız, Arif’i etkiler. Tesadüflerin yardımıyla bir araya gelen ikili yakınlaşmaya başlar. Ancak Filiz hayat kadınıdır ve bu gerçeği Arif’ten saklar. Arif durumu öğrenirse de Filiz’den vazgeçemez. Ancak Arif’in arkadaş çevresi ikiliyi ayırmak için bir oyun oynayacaktır. (Hasan Sakın)

 

BEKLE DEDİM GÖLGEYE (1990)



 Yönetmen: Atıf Yılmaz, Senaryo: Barış Pirhasan, Ümit Kıvanç (Ümit Kıvanç’ın aynı isimli romanından), Görüntü Yönetmeni: Orhan Oğuz, Müzik: Serdar Ataşar, Ayşe Tütüncü, Yapım: STM Film/Bülent Hekimoğlu, Yeşilçam Film/Atıf Yılmaz,Ses Kayıt ve Miksaj: Bican Afşar, Dramaturg: Yıldırım Türker, Yönetmen Yardımcıları: Fatoş Sevinç, Sevgi Saygı, Makyaj: Suzan Kardeş, Sanat Yönetmeni: Mustafa Ziya Ülkenciler, Orijinal Desenler: Orhan Taylan, Yapım Yönetmeni: Metin Erarabacı, Kurgu: Mevlüt Koçak, Müzik: Serdar Ateşer, Ayşe Tütüncü, Koreografi: Levent Yılmaz, Kameraman: Cem Molvan, Şef Işıkçı: Süleyman Çekiç, Yardımcılar: Şevki Gezer, Halil İ. Çekiç, Set Ekibi: Hüseyin Ünlü, Alaattin İzgü, Bülent Buget, Seslendirme Yönetmeni: Ersin Sanver, Yardımcı: Yaşar Özdemir, Efektör: Ayhan Arlı, Prod. Asistanı: Çetin Tokay, Sanat Yön. Asistanı: Berna Kılıçoğlu, Fotoğraflar: Ümit Kıvanç, Mustafa Z. Ülkenciler, Renk Düzenleme: Türker Vatan, Şakir Yörük, Film Banyo: Ekrem Şen, Arif Şengül, Abdullah Baran, Film Baskı: Veli Burç, Uğur Orbay, Ayhan Şen, Negatif Kurgu: Bülent Özayan, Tamer Eşkazan, Jenerik: İlhan Demirel, Özkan Sevinç (Grafart Ltd), Şafak Film stüdyosunda hazırlanmış ve seslendirilmiştir)

 Oyuncular: Hale Soygazi (Esra), Aytaç Arman (Erdinç), Cüneyt Çalışkur (Ersin), Metin Belgin (Erdal), Mehmet Gürhan (Lekeli Adam), Kerim Soysal (Sacit), Kemal Bekir (Sadık), Fuat İşhan (Necil), Füsun Demirel (Gülçin), Lale Yurdatapan (Selma), Levent Tülek, Sema Çeyrekbaşı (Spiker), Levent Yılmaz (Tarık), Dursun A. Sarıoğlu (Bakkal), Nevzat Oklçugil (Mahinur), Güner Atay (Münevver), Zekiye Kürkçüoğlu (Hizmetçi), Ayla Kılıç (Meral), Erman Lacin (İş Adamı), Muhsin Işık (1. Satıcı), Zafer Yanık (2. Satıcı), Suat Yağmatepe (3. Satıcı), Gazeteciler.: Meriç Köyataşı, Oktay Şengüler, Tamer Çerçi, Rahmetullah Eryılmaz, Metin Erarabacı, Nurten Berk, Mehmet E. Yedim (taksi şoförü), Yasemin Akbaş (1. Kız), Mehtap Atilla (2. Kız), Sokak T. Oyuncuları: Seher Yazıcı, Vehbi baba, Ayhan Alan, Aylin Deveci, Lale Çığsar, Önder Kulan,

 

KONU: "68 kuşağından dört arkadaşın öyküsü" şeklinde filme dair hiç bir açıklama vermeyen özeti konu olan roman ile farklılıklar içerir. "Erdal, Ersin, Esra ve Erdinç dört arkadaştır, üniversite yıllarında çeşitli eylemlere karışırlar, bu nedenle tutuklanırlar... Erdal, Ersin ve Esra daha yakın ilişki içinde olan bir alt grup gibidir... Yıllar sonra Erdinç çalıştığı gazete için gittiği bir cinayette Erdal'ın öldürülmüş olduğunu görür, cesedin başında elinde cinayet silahı ile Ersin, silahta parmak izi olmadan  bulunur. cinayet mahalline Esra da gelir. Erdinç Esra'dan bir şeyler öğrenirse de istediği kadar bilgi alamaz, olayı kendince izlemeye başlar.

Geri dönüşlerle anlatılan romanda Erdal, Ersin Esra grubunda önce Ersin ile Esra’nın daha yakınlaşmış olduğu görülür, böyle bir yakınlaşma sonra Erdal ile Esra arasında olur. Cinayet nedeni ile önce tutuklanan Ersin sonra serbest bırakılır. Erdal emekli general üvey babasının silahı ile öldürülmüştür, üvey baba annesinin ölümüne neden olduğu için yıllar önce Erdal'ı evden kovmuş ve ölümle tehdit etmiştir. Bir süre sonra Ersin de öldürülür. Erdinç Esra'nın peşinde birinin gezdiğini kendisini kocası olarak tanıttığını öğrenir, araştırır bu, yıllar önce de Esra'nın peşinde gezen okul çevresinden biridir. Ersinin öldürülmesinden sonra Esra esrarengiz şekilde ortadan kaybolur. Bir süre sonra Antalya'da bir Alman turiste tecavüz eden adamları suçüstü bastıran Esra, adamların kaçması sonrası bu adamlarca izlenmeye başlar ve bir süre sonra öldürülmüş olarak bulunur. Üç ölüm ile ilgili bir şeyler bulmaya çalışan Erdinç Esra'nın yatak odasındaki komedinin gözünde bir defter bulur.

 Defterde Erdal, Ersin, Esra ve Erdinç'in diğer arkadaşları ile beraber yakalandıklarına ilişkin fotoğraflarının bulunduğu bir gazete kupürü vardır, yıllar öncesine ait gazete de Erdal ve Ersinin fotoğrafları  Esra'nın da kullandığı keçeli bir kalemle  yakın zamanda konulmuş çapraz ile iptal edilmiştir, Esra'nın fotoğrafında ise belli belirsiz, nokta nokta işaretler vardır...

Erdinç Esra'nın evinin basamaklarında fotoğraftaki noktaları birleştirir, iptal işlemi tamamlanır."

 Filme biraz daha açıklık getiren başka bir özet ise şöyledir: "12 Eylül öncesinin çalkantılı günlerinde aynı üniversitede okuyan sol örgüt üyesi Erdinç, Esra, Erdal ve Ersin adlı dört arkadaş yıllar sonra bir cinayet ile tekrar bir araya gelir. Ersin yakın arkadaşı Erdal'ın öldürüp cezaevine girer. Artık bir gazetenin yazı işleri müdürü olan Erdinç bu olayı araştırmaya başlar, olayın içine Esra da karışmıştır. Esra okuldan beri Ersin ile büyük aşk yaşamış fakat daha sonra Erdal ile birlikte olmaya başlamıştır. Cinayet bir intikam olmaktadır. Fakat bir süre sonra cezaevinden çıkan Ersin bir uyuşturucu koması sonucu ölür, hemen arkasından Esra intihar eder. Erdinç aynı amaç için savaş veren arkadaşlarını tek tek kaybetmiştir. (Orhan Ünser “Kelimelerden Görüntüye” syf, 250)

 * Ümit Kıvanç'ın, üzülerek ve utanarak söylüyorum, henüz okuyamadığım romanı Bekle Dedim Gölgeye'den Atıf Yılmaz'ın çıkardığı film, bu ilginç yönetmenimizin 90'lı yıllardaki en önemli, en çok tartışma yaratacak yapıtı gibi gözüküyor. "Berdel" gibi "konvansiyonel" bir öyküden bile sinema olarak son kerte olgun bir film çıkaran Yılmaz, bu kez çok daha yenilikçi, "modern" bir sinema örneğiyle geliyor karşımıza…

 Bekle Dedim Gölgeye'nin temel özelliği, sanırım bir "sahtegerilim" filmi olması. Başta işlenen bir cinayet ve katilin (en azından katil gözüken genç adamın) filmin ortalarına doğru beliren yazgısı, filme görünürde bir gerilim, bir polisiye filminin havasını taşıyor. Ne var ki ümit Kıvanç'ı da Atıf Yılmaz'ı da ilgilendiren, baskılardan, tutukluluklardan, işkencelerden ve çöküşlerden sonra gelip saplandıkları "şimdiki zaman"da tanıyoruz. Yani 1970 başlarından 12 Eylül sonrasına (demek ki 198384'lere) dek uzanan bir zaman dilimi içinde..

 …. Evet, Bekle Dedim Gölgeye, bir çöküşün, bir yıkılışın, bir bozgunun öyküsü... Kişisel planda bir bozgun değil bu kuşkusuz... 12'lerin arasına tüm bir yazgısını sıkıştırmış, 12 Mart'tan 12 Eylül'e, toplumumuzu hallaç pamuğu gibi atan, iç dengesizliklerden, rayına oturtulamamış demokratikleşme çabalarından, çeşitli "dış mihrakların katkılarına dek uzanan bir etkenler yelpazesiyle yaşanan askeri darbelerin, çelişkilerin, çatışmaların, düşmanlıkların, kişisel ve toplu kıyımların pençesinde, rüzgarın önüne düşmüş yapraklar gibi savrulan bir (bir kaç) kuşağın öyküsü. Bu açıdan sinemamızın genel kalıplarını, klişelerini bu noktada (da) kıran ve bireysel yazgılarda, kuşaksal, giderek toplumsal yazgıları özetlemesini bilen bir yapısı var filmin… Filmin (belki de romanın) kişilikleri, klasik psikolojiyle çalışılmış, bizlere çeşitli boyutlarıyla tanıtılan "dört başı mamur" kişiler değil. Bu açıdan, onları tanımamız, onlara katılmamız, onlarla özdeşleşmemiz aslında kolay olmuyor. Ancak bu "yadırgatıcılık", bu "yabancılaştırma", filmin sonuç olarak "modern" yanını daha iyi pekiştiriyor, filmin ve olaylar örgüsünün, görülmüş, alışılmış bir melodram (siyasal çağrışımlı da olsa bir melodram) kalıplarına dökülmesini engelliyor. Bu açıdan, Barış PirhasanÜmit Kıvanç ikilisinin senaryosu, Yılmaz'a iyi bir malzeme veren, ekonomik, özgün, "modern" bir senaryo niteliğiyle filmin başarısındaki birinci etken oluyor.

Gerisi iyi geliyor. Atıf Yılmaz, Türk sinemasının en iyi "dekupa;" ustalarından biri olduğunu bir kez daha kanıtlıyor ve filmini özenli bir kurgulamayla, örnek bir "geriyedönüş" kullanımıyla, belirli bir plastik çabayla anlatıyor. Oyuncular çok iyi. Orhan Oğuz'un görüntü çalışması da kusursuz. Belki de filmin biraz soyut kalan kişilikleri, Esra'nın oldukça uzun monologları, 12 Mart'ı ve 12 Eylül'Ü yaratan toplumsal koşulların, sınıfsal olguların, gerideki bir "paşa" üvey baba, onun maşası bir oportünist avukat, birkaç korkak sermayeci gibi yan kişilerle verilmesiyle yetinilmesi gibi seçimler, kimilerini tedirgin edebilecektir. Ama ben, Bekle Dedim Gölgeye'nin sinemamızda yapıla gelmiş en ilginç siyasal sinema örneklerinden ve "12 Eylül filmlerinden biri olduğunu ve bu alanda ancak Sis’le kıyaslanabilecek bir düzeye eriştiğini düşünüyorum. Ve "genç" Atıf Yılmaz'ın bu "genç işi" filmini kendi adıma kutluyorum. (Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 44) “Bu eleştiri, “İki 12 arasındaki E’ler” başlığı ile Cumhuriyet Gazetesinin 19 Mart 1991 tarihli nüshasında yayınlanmıştır.