KARANLIK
SULAR (1993)
Senaryo ve Yönetmen:Kutluğ Ataman, Görüntü
Yönetmeni: Christopher Squires, Müzik: Blake Leyh Yapım: Temaşa
Film/Kutluğ Ataman Tasarım; John Di Minici, Kurgu : Annabel Ware,
Blake Leyh, Yapım Sorumlusu: Ahmet Erülgen,
“Filmin
yazarı Osman Paşa’nın torunu Mehveş, 1873 yılının sonlarına doğru Erzincan’ın
bir köyü olan Yalnızbağ’da vefat etmiştir. Bencil bir kişi olan Mehveş, ölüm döşeğinin
etrafında halka olmuş yakınlarına yıkanmak üzere bi,r ceset ve ifadesiz nankör
bir yüz bıraktı. İmparatorluğun ilk kadın hattatı olan Mehveş’tern geriye kalan
muazzam yazı koleksiyonu 1939 daki Erzincan depreminde tamamiyle yok oldu.
Mehveş’ten geriye kalanlar arasında en önemlisi “Karanlık Sulara Düşmüş Bir
Yılanın Gözleriye Geleceğin Vahim ve Elim Hadisleri isimli , İstanbul’da geçen
gelecek zamana ait bir hikaye idi. Filmin ilham kaynağı da işte bu hikayedir.
Mehveş hilkayesini işlerken Divan şiirirnin aruz veznine , Osmanlı hat
sanatının kaidelerine bağlı kaldı. Bu sebeple hikayesindeki olaylar sebep sonuç
ilişkisi ile birbirine bağlı bir silsile teşkil etmeyip, ahenkli ve süslü bir
dille tanzim edilmişlerdir. Çoğu İstanbul efendilerinin kendi düşüncelerine
ters düşen bu hikayeyi neşretmeyince, Mehveş kendini odasına kilitleyerek
susadığında ancak en iyi şarapları içer, acıktığında işse en iyi kitapları okur
olur, Kısa bir süre sonra besinsizlikten ölür. El Yazmalarını çalan hizmetkarı
daha sonra ölü bulundu, Ağzındaki mürekkep lekeleri, el yazmalarını yediği
yolunda şüphe uyandırdıysa da bu konu ile ilgili bir otopsi yapılmadı,
Hizmetkardan kurtarılan tek parça bir sayfalık bir yazı oldu. Bu kağıtta şöyle
bir satır yer alıyordu: İki cins yalancı ; biri kötü diğeri ise sanatçı. Bu
olay Mehveş vakası olarak anılmaya başlandı ve hikayenin uğursuz ve zehirli
olduğu yönünde rivayetler yayılmaya başladı. Batıl bir inaç olsa da bu filmi
seyredenlere bir hatırlatmada bulunmakta fayda var. Bu film seyredenlere ölüm
ve felaket getirdiği pek çok kimsenin ortak kanaatidir. “(Filmin
jeneriğinden alınmıştır)
Oyuncular: Gönen Bozbey,
Metin Uygun, Daniel Chace, Semiha Berksoy, Eric Pio, Haluk Kurdoğlu, Numan
Pakner, Cevat Kurtuluş, Beste Çınar, Tülin Oral, Giovanni Scognamillo
KONU: Köklü aristokrat bir aileden gelen
Lamia Köprülü (Gönen Bozbey), alt sınıftan geldiği için evlenme önerilerine
yanıt vermediği Haşmet Beyin (Metin Uygun) sahip olduğu yalıyı kundaklayıp
sigorta parasını almaları ve arsayı da yabancı bir şirkete satmaları konusunda
görüşlerine de iltifat etmez. Bu sırada ortaya çıkan ve karanlık işlerle
uğraşan uluslararası bir şirketler topluluğuyla gizli ilişki içinde olan ve
daha çok karanlık işlerle meşgul olan Amerika'lı kiralık katil Richie Hunter
(Daniel Chace), araştırmacı kimliği ile Lamia'yı ziyaret eder ve Lamia'nın evlilik
dışı bir ilişkiden doğurduğu ve yıllar önce denizde boğulduğunu sandığı oğlu
Haldun'un (Eric Pio) ölmemiş olduğu haberini getirir. "Hunter'ın amacı,
Haldun'un arkada bıraktığı, bilinmeyen bir dille yazılmış bir parşömeni ele
geçirmektir. Okuyanları zehirlediği öne sürülen bu kağıt, her sorunun yanıtını
kapsadığı bir kutsal kitap çevresinde oluşmuş, yeni bir gizli dinin müridlerinin
de ilgisini çekmektedir. Aslında Hunter tarafından vampir yapılmış olan
Haldun'da bu araştırmaya katılır" (TÜRSAK Sinema Yıllığı 95/96, 1995:22).
ÖDÜL
13. Uluslararası İstanbul Film Festivali (1994)
►Özel Ödül “Kutluğ Ataman”
SİYAD (Sinema Yazarları
Derneği)
► En İyi Film
►“En İyi Yönetmen”
.Ankara Uluslararası Film Festivali (1995)
►Seçiciler Kurulu “Özel Film Ödülü”
& Kutluğ Ataman'ın
'Karanlık Sular'ı bir ilk filmdir. Sinema meraklısı, sinema okullusu ve (belki
de en önemlisi) İstanbullu bir yönetmen adayının denemek istediği her şeyi
gönlünce denediği, eteğindeki bütün taşları döktüğü, oldukça da iyi yapılmış
bir ilk film. çoğumuzun hayal etmeyi sevdiği İstanbul'a dair sırlar, vampir
filmlerinden esintiler, tekinsiz elyazmaları, uluslararası şirket entrikaları,
Amerikanca konuşan kötü adamlar, eski yalılar, eski filmler, eski dinler;
'sinemaya referanslı bir sinema'nın filmi, başka metinlerden türetilmiş bir
İstanbul hikayesi...
Filmin, bir film seyretme sahnesiyle
başlayıp bir film seyretme sahnesiyle sona ermesi, bir tür parantez içine
alınmış olması da, yönetmenin referanslardan meydana gelen bir metin kurduğuna
dikkat çekmek istediğine işarettir.) Ama "Karanlık Sular", bütün
dizginlenmemiş Barok'undan ileri gelen lezzetli, hatta yer yer komedi tadında
'aşırı ve aşkın olma' çabasına laveten, Türk sinemasında pek yapılmamış bir
şeye de kalkışır. "Karanlık Sular"ın yaşayan kahramanı Lamia ile ölü/vampir
oğlu Haldun Köprülü, çökmekte olan eski, emperyal bir İstanbulluluğun son
temsilcileri olmanın yanı sıra, bu fantastik metinde daha geleneksel bir kader
yoldaşlığını da paylaqşırlar; ayrı düşmüş anne ve oğulun macerası, yani Oedipal
mesele...
Dolayısıyla, "Karanlık Sular"ı bir tür
sinemasal vampirizmden (hem vampir filmlerine göndermeleri hem de başka
'metinleri emmesi' anlamında) çok, bir nevi psikolojizmin, tabir caizse ana
rahminin 'karanlık suları'na sokarak daha ilginç yapan da hikayenin asıl bu
tarafı, alt metnidir belki. Bugün seyrettiğimizde, "Karanlık
Sular"ın, Batı kültüründe özellikle eşcinsel sanatçılar tarafından
geliştirilen bir abartma, aşırılaştırma, dolayısıyla öz savunma stratejiisi
olan 'camp'i (bir tür eşcinsel Barok) zevkle, tadını çıkararak kullanmanın
yanısıra, Oedipal meseleyi de alttan alta ama ısrarlı biçimde gündeme getirerek
ilgimizi çektiğini daha iyi fark ediyoruz. Kutluğ Ataman, ikinci sinema filmi
"Lola + Bilidikid"de (1999) eşcinsel temaları daha bariz, daha
toplumsalgerçekçi bir biçimde, 'camp'le nispeten daha az tariflenmiş olarak ele
alacak, ama anneoğul eksenini yine ihmal etmeyecektir. (2005 tarihli üçüncü
filmi "2 Genç Kız"da da gene kendince teatral bir anne figürlü
görürüz şehrin emperyal geçmişiyle hiçbir ilgisi olmasa da bu anne de kendince
'carnp' bir tavır bulmuş ve üstüne giyinmiş bir karakterdir. )
"Karanlık Sular"
sinemamızda bir ilktir. Hem başka metinlere referanslı metni, hem de anneoğul
ilişkisine yeni bir gözle (hatta ilk kez) bakması ile ... O kadar ki, vampir
delikanlının ayrı düştüğü annenin hayalini bir travestiye yansıttığı sahnede
filmin Oedipal meseleyi bir nevi parodiye, gene aynı karakterin bir minareye
bakarak son nefesini verdiği son sahnede de Oedipal meseleyi kültüre, bir nevi
manevi 'ayrı düşmüşlük' fikrine taşıdığı dahi söylenebilir. Nitekim, Kutluğ
Ataman, belgesel ile kurmacanın sınırlarını cesaretle zorlayan en olgun işi
'Ruhumu Asla'da (2001) travesti bir karakter aracığıyla Cumhuriyet Türkiyesi
dediğimiz bütün bir kültürel kimliğin ya da (edinilmiş) kimlikler kültürünün
teşrihini gerçekleştirecektir. (Fatih Özgüven) “SİYAD 40 Yılın Serüveni”
& İstanbul'dan
Montreal'e, Kahire'den Sao Paulo'ya, Los Angeles'tan Hong Kong'a kadar çeşitli
festivallerde gösterilip dünyanın dört bucağında seyirci karşısına çıkarak son
dönemin festival rekortmeni nitelemesini hak eden, gerçekten "istisnai bir
film" diyebileceğimiz Kutluğ Ataman'ın şaşırtıcı ilk filmi "Karanlık
Sular", nihayet kendi seyircisiyle de buluştu İstanbul Beyoğıu
BeyoğluEurirnages Sineması'nda, 25 Ağustos'tan bu yana.
Yıllar öncesinde kalmış, güzel bir
uygulamayla, 6,5 dakikalık bir kısa filmin, llker Canikligil'in uçmak üzerine,
rock müziği destekli deneyci ve öncü bir yaklaşımla, 35 mm formatında çektigi
"Uçmak İstiyorum" adlı kısa filminin ardından seyrettiğimiz, belirgin
bir biçimde dairesel bir şemaya dayanan bir yapıda tasarlanmış ve kurulmuş
"Karanlık Sular", günümüz İstanbul’undan seçilmiş birtakım düşsel ve
garip mekanlarda geçen ve geleceği,
Doğu'yla Batı'yı harmanlayarak
ete kana bürünen, gerilimli ve beylik deyişle içi çe örülmüş olaycıklarla
bütünlenen, alışılmıştan farklı hatta basbayağı ayrıksı bir deneme. Mistik ve
fantastik sulara yelken açan, taze ve yetenekli, yeni bir yaratıcıyönetmeni
haberleyen, parıltılı, ilgisiz kalınamayacak cinsten, umulmadık sinemasal
cevherler içeren bir "ilk film".
"Ölüm ve felaket
getirecek, zararlı hatta tehlikeli bile olabilecek bir hikaye"
izleyeceğimize ilişkin, bizzat yönetmenimizin tok sesli, açık seçik
Türkçesinden dinlediğimiz, beyaz perdede yavaş yavaş biçim değiştirerek belli
belirsiz bir suratın suretini oluşturmaya koyulan, canlandırma sineması ustası
Tonguç Yaşar'ın unutulmaz "Amentü Gemisi"ni çağrıştıran başarılı bir
animasyon sekansı eşliğinde, açıklayıcı ve uyarıcı bir prologla içine daldığımız
bu "Karanlık Sular", 18. yüzyılın soylu, varlıklı bir Osmanlı
ailesinden gelen, "kadın hattat" Mehveş Hanım'dan geriye kalmış,
ölümün ve aşkın gizini, ölüler alemine ait birtakım sırları içeren, eski bir
parşömenin peşindeki koşuşturmacayı, günümüzün İstanbul’u dekorunda hikaye
ediyor görünürde.
Görünürde diyoruz, çünkü farklı okumalara
açık film, salt bir hikaye anlatmakla yetinmiyor. Birtakım bildik temalarla
devam edip çeşitli göndermelerle gelişerek, gerçeklgerçekdışı ikilemine
dayanarak, o başta ki ("Cinema Paradiso" tarzı bir nostaljiyle
dopdolu Atlas Sinernası'nda çekilmiş), siyahbeyaz bir melodramın duygu seline
kapılmış seyircileri gösteren sahneyle noktalanıp kapanan bir dairenin
döngüsünü akla getiren çemberimsi bir omurgaya oturtulmuş "Karanlık
Sular", görüntülere dökülerek gözümüzün önünden akıp geçen hikayenin özünü
de sorgulayarak, seyrettiğini algılama ve anlamlandırma çabasındaki seyirciyi
de "Gizli Yüz"vari gizem Iab irantlerine çekiyor baştan sona.
Alışılmış anlamda, nedensonuç
ilişkisine bağlı, başı, ortası, sonu belli bir hikaye değil seyrettiğimiz,
ayrıca yine alışılmış tarzda, kronolojik hikayeleme yollarını, bildik bir zaman
mantığını da kesinlikle izlemiyor anlatılanlar. Kavuşması iınkansız bir anayla
oğulun hikayesi.
Geçmişle geleceği birbirine
katık ederek bizden bir "Auteur sineması" örneği ortaya koyan,
Doğu'ya özgü dairesel anlatım yapısı ve estetiğiyle Batı'nın dilini harmanlayıp
kaynaştırmaya soyunan Ataman'ın daha "ilk filmi"yle, sinemamızda
doğrusu sıkça rastlanmayan cinsten, ticari kaygılardan arınmış, bilinçaltını
deşmeyi deneyen, kimisine yeterince doyurucu, ikna edici gelmeyen hikayesi bir
yana, kırk yıllık, deneyimli bir yönetmenin ustalığına sahip, renkli, incelikli
üslubu, biçimciliğiyle kesinlikle görmezden gelinmeyecek türden, etkileyici bir
stil denemesi gerçekleştiriyor. Genç yönetmenimizin belli bazı türlerle
temalardan yola çıkarak, nerdeyse her sahnesi ölçülübiçili düşünülüp
tasarlanarak çemberimsi bir yapıda kurduğu filmin, "bir çembere hapsolmuş"
kahramanlarından bayan Lamia Köprülü'yü tanıyoruz ilkin.
Baştaki, film içindeki, gözyaşlarıyla
seyredilen siyah beyaz filmin, grenli karelerinden bizim "Karanlık
Sular"ın renkli karelerine geçiveren, yükselen yeni değerlerle, günümüze
özgü yeni dengelerin kıskaca alarak gitgide yiyip yuttuğu bir sınıfın kalıntısı
ve köklü bir ailenin son üyesi, eski İstanbullu, hafif üşütük bir hanımefendi
Lamia (Gönen Bozbey). Yıllar önce kaybettiği biricik oğlunun acısını içine
gömmüş, "herkesin ölüp gittiği" bir dünyada köşesine büzülüp kopkoyu
yalnızlığına gömülmüş, o inci gibi yazısıyla kendi kendine mektuplar yazıp
postalayan, birtakım haplar içerek modern çağ yaşamına ayak uydurmaya çalışan,
çevresindekilerin de pek önemsemeyip evlat acısıyla kafayı yemiş, azıcık
tozutmuş bir
Boğaziçi hanımefendisi
muamelesi yaptıkları Lamia Köprülü, maddi bakımdan bağımlı olduğu, ancak
evlenmemekte de direttiği, yık, yap, sat zihniyetindeki, iktidar güç, hırs ve
tutkusuyla yanıp tutuşan, sonradan görme zengin, şapırtılı yemek yiyişiyle
Lamia'nın içini kaldıran, kaba saba Haşmet Bey'in (Haluk Kurdoğlu) de de
yadigarı yalıyı kundaklayıp yakarak çokuluslu bir şirkete sattırmak istemesine
de direniyor sürekli, finaldeki kaçınılmaz yangın sahnesine kadar.
"Dekadan" Lamia
Hanımefendi, 222 Körfez Caddesi adresindeki yalısında, yıllar öncesinde
boğulmuş oğlunu gören ve selam getiren esrarengiz bir Amerikalı tarafından
ziyaret ediliyor derken. Çokuluslu şirketin ajanı (kiralık katili) olan, Richie
Hunter adındaki bu genç Amerikalı Daniel Chace) Lamia'ya, oğlu Haldun'un
ölmemiş olduğunu söylüyor. Ve oğluyla (Metin Uygun) benzersiz bir sevgi
ilişkisini, Haldun'un yokluğuna karşın kalbinde hala sürdüren Lamia, yeniden
oğluna kavuşmanın sevinç ve heyecanıyla Richie Hunter'ın araştırmalarına
katılıyor gönlü pır pır ederek.
&
Geçen yıl İstanbul Film Festivali'nde Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) özel
ödülü, 1995 Ankara Film Festivali'nde jüri özel ödülü ye 1995 İzmir Film
Festivali'nde de Artemis ödülünü kazanmış, Oscar'ları dağıtan ünlü Amerikan
Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi arşivine, sonsuza kadar saklanmak üzere
alınmış "Karanlık Sular", etnik ve kültürel bakımdan çok farklı
katmanlardan oluş muş İstanbul mozaiğini, konusuna yedirmiş, rantanalı
görselliğiyle şaşırtıcı, genelde bir Türk filminden beklenmedik, kıvamında
temposu, içiçe geçmiş öykü ve yan öykücüklerden bütünlenen akıcı anlatımıyla,
alışıldık cinsten bir hikaye çizgisini izlemekten çok birtakım temalarla
süregelen yapısıyla gerçekten "farklı" bir yapıt.
Güvercinlerin panayır yeri Yeni Cami'den huzur verici Aşiyan
Mezarlığı'na, ürkütücü, kıvrım kıvrım dehliz ve tünellerden oluşma Yedikule
Zindanları'ndan Asya'yla Avrupa'yı birleştiren Boğaziçi'nin girdap ve iç
akıntılarla sürekli kaynayarak akan, derin, karanlık sulara kadar görkemli
görüntüleriyle benzersiz bir İstanbul'un da odağına ustaca yerleştirildiği
film, değişik kültürlerin yüzyıllardır istila ve işgal ettiği kentimiz üstüne,
ilginç ve eşsiz bir fantastik çeşitleme olarak seyredilen, adeta Orhan Pamuk'a
nazire yaparcasına peliküle geçirilmiş, şaşırtıcı ve sarsıcı bir sinemasal
deneme, California Üniversitesi (UCLA) sinema bölümünden diplomalı genç
yönetmen Kutluğ Ataman'ın, öteden beri "vampir öyküsü" diye şişirilip
küçümsenerek bahsedilmiş oysa, içinde sadece bazı "vampir"
karakterlerin de rol aldığı bu ilk uzun filmindeki, ölüme bu dünyada olmadan
karşı gelerek var olan, dahası, hayatla ölüm arasında kalakalmış vampirIeri,
sadece beylik korkugerilim öğesi olmakla yetinmeyerek kanacana bürünmüş, trajik
ve romantik tipler,
"Gizli Yüz" vari bir araştırma soruşturma
dolambaçlarına sokulduğumuz, korkuvampir filminden melodram ve gerilime kadar
çeşitli türlerle oynaşan, malum bir tür filminin ötesine geçen, incelikli buluşlu
birtakım geçmelerle birbirine bağlanmış bir temalar bütünü olarak algılanan,
yitik kutsal metinler, ölüler alemiyle evrenin karmaşık sırlarının yazılı
olduğu eski parşömenler, gizli dinler, sahte peygamberler, dairevi, büyük bir
ateşin çevresinde toplanılan mistik ayinler, vampirler, yılan kadınlar,
mezarlıklar ve öldürücü heyecanlı takiplerin gırla gittiği film, birbirlerine
kavuşmaları çoktan imkansız bir anayla oğulun hikayesi.
Bir Boğaziçi ve yalı çocuğu
olan yönetmenin kuşkusuz öz yaşamından kaynaklanan bazı sahnelere de yer veren
filmde, çağlar boyunca yığınla ölüyü, sayısız yaşanmışlığı, milyonlarca anıyı
barındıran benzersiz bir kültüre sahip İstanbul'daki Bizans mirasının
temsilcisi, ölümsüz yaratık, 800 yaşındaki vampir prenses Theodora (Beste
Çınarcı), herkesin peşine düştüğü, eski bilgilerin yazılı olduğu, antik
parşömeni Lamia'dan yardakçısı sahte peygamber için çalan, Lamia'nın da gözüne
şiş soktuğu şoför (Nurnan Pakner), Haldun'un bir başka arkadaşı, eski diller
uzmanı olan, büyülere, doğaüstü olaylara kesinlikle inanmayan, ama parşömendeki
"öldürücü zehirli sözcüklerle" yasak metni çeviremeyen Stephan (Eric
Pio) ya da müritlerinin gözü önünde vurulup öldürülen sahte peygamber (Ayton
Sert) gibi yan tipler de boy gösteriyor. (Kürkler içinde, frapan yaşlı falcı
kadın Semiha BerkSoy'la siyah tahsildar kolluklarını çekerek tipik bir mezarlık
arşiv memuru olmuş ustamız Giovanni Scognamillo'yu ve rahmetli şovmen Cevat
Kurtuluş'u da anmadan geçmeyelim bu arada,)
"ilgisiz kalmak mümkün
değil"
Görüntülerle düşünebildiğini örnekleyen,
Alain RobbeGrillet'in 1963 yapımı, barok İstanbul tasviri, "L'Immortelle Ölümsüz
Kadın" filmini görüp görmediğine yaman meraklandığım, zorlu "Auteur
sinemasının" derin ve karanlık sularına cüretli kulaçlar atarak kişisel
bir DoğuBatı birleşimine varan yönetmen Kutluğ Ataman'ın gotik bir ahlak
masalından barak bir vampir hikayesi çeşitlemesine kalan vuran bu heyecan
verici İstanbul filmine ilgisiz kalmak ne mümkün? Meraklısı için not: Kutluğ
Ataman ve "Karanlık Sular"la derinlemesine ilgilenen sinemaseverler,
Antrakt'ın 33, sayısındaki, Tamer Baran imzalı "Sefam olsun cinsinden bir
film!" başlıklı yazıyı okuyabilirler.. ,) (Sungu Çapan Cumhuriyet, 1 Eylül
1995 )