Powered By Blogger

24 Kasım 2022 Perşembe

 

KARANLIK SULAR (1993)



Senaryo ve Yönetmen:Kutluğ Ataman, Görüntü Yönetmeni: Christopher Squires, Müzik: Blake Leyh Yapım: Temaşa Film/Kutluğ Ataman Tasarım; John Di Minici, Kurgu : Annabel Ware, Blake Leyh, Yapım Sorumlusu: Ahmet Erülgen,

“Filmin yazarı Osman Paşa’nın torunu Mehveş, 1873 yılının sonlarına doğru Erzincan’ın bir köyü olan Yalnızbağ’da vefat etmiştir. Bencil bir kişi olan Mehveş, ölüm döşeğinin etrafında halka olmuş yakınlarına yıkanmak üzere bi,r ceset ve ifadesiz nankör bir yüz bıraktı. İmparatorluğun ilk kadın hattatı olan Mehveş’tern geriye kalan muazzam yazı koleksiyonu 1939 daki Erzincan depreminde tamamiyle yok oldu. Mehveş’ten geriye kalanlar arasında en önemlisi “Karanlık Sulara Düşmüş Bir Yılanın Gözleriye Geleceğin Vahim ve Elim Hadisleri isimli , İstanbul’da geçen gelecek zamana ait bir hikaye idi. Filmin ilham kaynağı da işte bu hikayedir. Mehveş hilkayesini işlerken Divan şiirirnin aruz veznine , Osmanlı hat sanatının kaidelerine bağlı kaldı. Bu sebeple hikayesindeki olaylar sebep sonuç ilişkisi ile birbirine bağlı bir silsile teşkil etmeyip, ahenkli ve süslü bir dille tanzim edilmişlerdir. Çoğu İstanbul efendilerinin kendi düşüncelerine ters düşen bu hikayeyi neşretmeyince, Mehveş kendini odasına kilitleyerek susadığında ancak en iyi şarapları içer, acıktığında işse en iyi kitapları okur olur, Kısa bir süre sonra besinsizlikten ölür. El Yazmalarını çalan hizmetkarı daha sonra ölü bulundu, Ağzındaki mürekkep lekeleri, el yazmalarını yediği yolunda şüphe uyandırdıysa da bu konu ile ilgili bir otopsi yapılmadı, Hizmetkardan kurtarılan tek parça bir sayfalık bir yazı oldu. Bu kağıtta şöyle bir satır yer alıyordu: İki cins yalancı ; biri kötü diğeri ise sanatçı. Bu olay Mehveş vakası olarak anılmaya başlandı ve hikayenin uğursuz ve zehirli olduğu yönünde rivayetler yayılmaya başladı. Batıl bir inaç olsa da bu filmi seyredenlere bir hatırlatmada bulunmakta fayda var. Bu film seyredenlere ölüm ve felaket getirdiği pek çok kimsenin ortak kanaatidir. “(Filmin jeneriğinden alınmıştır)

Oyuncular: Gönen Bozbey, Metin Uygun, Daniel Chace, Semiha Berksoy, Eric Pio, Haluk Kurdoğlu, Numan Pakner, Cevat Kurtuluş, Beste Çınar, Tülin Oral, Giovanni Scognamillo

KONU: Köklü aristokrat bir aileden gelen Lamia Köprülü (Gönen Bozbey), alt sınıftan geldiği için evlenme önerilerine yanıt vermediği Haşmet Beyin (Metin Uygun) sahip olduğu yalıyı kundaklayıp sigorta parasını almaları ve arsayı da yabancı bir şirkete satmaları konusunda görüşlerine de iltifat etmez. Bu sırada ortaya çıkan ve karanlık işlerle uğraşan uluslararası bir şirketler topluluğuyla gizli ilişki içinde olan ve daha çok karanlık işlerle meşgul olan Amerika'lı kiralık katil Richie Hunter (Daniel Chace), araştırmacı kimliği ile Lamia'yı ziyaret eder ve Lamia'nın evlilik dışı bir ilişkiden doğurduğu ve yıllar önce denizde boğulduğunu sandığı oğlu Haldun'un (Eric Pio) ölmemiş olduğu haberini getirir. "Hunter'ın amacı, Haldun'un arkada bıraktığı, bilinmeyen bir dille yazılmış bir parşömeni ele geçirmektir. Okuyanları zehirlediği öne sürülen bu kağıt, her sorunun yanıtını kapsadığı bir kutsal kitap çevresinde oluşmuş, yeni bir gizli dinin müridlerinin de ilgisini çekmektedir. Aslında Hunter tarafından vampir yapılmış olan Haldun'da bu araştırmaya katılır" (TÜRSAK Sinema Yıllığı 95/96, 1995:22).

ÖDÜL

13. Uluslararası İstanbul Film Festivali (1994)

►Özel Ödül “Kutluğ Ataman”

 SİYAD (Sinema Yazarları Derneği)

► En İyi Film

►“En İyi Yönetmen”

.Ankara Uluslararası Film Festivali (1995)

►Seçiciler Kurulu “Özel Film Ödülü”

 & Kutluğ Ataman'ın 'Karanlık Sular'ı bir ilk filmdir. Sinema meraklısı, sinema okullusu ve (belki de en önemlisi) İstanbullu bir yönetmen adayının denemek istediği her şeyi gönlünce denediği, eteğindeki bütün taşları döktüğü, oldukça da iyi yapılmış bir ilk film. çoğumuzun hayal etmeyi sevdiği İstanbul'a dair sırlar, vampir filmlerinden esintiler, tekinsiz elyazmaları, uluslararası şirket entrikaları, Amerikanca konuşan kötü adamlar, eski yalılar, eski filmler, eski dinler; 'sinemaya referanslı bir sinema'nın filmi, başka metinlerden türetilmiş bir İstanbul hikayesi...

Filmin, bir film seyretme sahnesiyle başlayıp bir film seyretme sahnesiyle sona ermesi, bir tür parantez içine alınmış olması da, yönetmenin referanslardan meydana gelen bir metin kurduğuna dikkat çekmek istediğine işarettir.) Ama "Karanlık Sular", bütün dizginlenmemiş Barok'undan ileri gelen lezzetli, hatta yer yer komedi tadında 'aşırı ve aşkın olma' çabasına laveten, Türk sinemasında pek yapılmamış bir şeye de kalkışır. "Karanlık Sular"ın yaşayan kahramanı Lamia ile ölü/vampir oğlu Haldun Köprülü, çökmekte olan eski, emperyal bir İstanbulluluğun son temsilcileri olmanın yanı sıra, bu fantastik metinde daha geleneksel bir kader yoldaşlığını da paylaqşırlar; ayrı düşmüş anne ve oğulun macerası, yani Oedipal mesele...

 Dolayısıyla, "Karanlık Sular"ı bir tür sinemasal vampirizmden (hem vampir filmlerine göndermeleri hem de başka 'metinleri emmesi' anlamında) çok, bir nevi psikolojizmin, tabir caizse ana rahminin 'karanlık suları'na sokarak daha ilginç yapan da hikayenin asıl bu tarafı, alt metnidir belki. Bugün seyrettiğimizde, "Karanlık Sular"ın, Batı kültüründe özellikle eşcinsel sanatçılar tarafından geliştirilen bir abartma, aşırılaştırma, dolayısıyla öz savunma stratejiisi olan 'camp'i (bir tür eşcinsel Barok) zevkle, tadını çıkararak kullanmanın yanısıra, Oedipal meseleyi de alttan alta ama ısrarlı biçimde gündeme getirerek ilgimizi çektiğini daha iyi fark ediyoruz. Kutluğ Ataman, ikinci sinema filmi "Lola + Bilidikid"de (1999) eşcinsel temaları daha bariz, daha toplumsalgerçekçi bir biçimde, 'camp'le nispeten daha az tariflenmiş olarak ele alacak, ama anneoğul eksenini yine ihmal etmeyecektir. (2005 tarihli üçüncü filmi "2 Genç Kız"da da gene kendince teatral bir anne figürlü görürüz şehrin emperyal geçmişiyle hiçbir ilgisi olmasa da bu anne de kendince 'carnp' bir tavır bulmuş ve üstüne giyinmiş bir karakterdir. )

"Karanlık Sular" sinemamızda bir ilktir. Hem başka metinlere referanslı metni, hem de anneoğul ilişkisine yeni bir gözle (hatta ilk kez) bakması ile ... O kadar ki, vampir delikanlının ayrı düştüğü annenin hayalini bir travestiye yansıttığı sahnede filmin Oedipal meseleyi bir nevi parodiye, gene aynı karakterin bir minareye bakarak son nefesini verdiği son sahnede de Oedipal meseleyi kültüre, bir nevi manevi 'ayrı düşmüşlük' fikrine taşıdığı dahi söylenebilir. Nitekim, Kutluğ Ataman, belgesel ile kurmacanın sınırlarını cesaretle zorlayan en olgun işi 'Ruhumu Asla'da (2001) travesti bir karakter aracığıyla Cumhuriyet Türkiyesi dediğimiz bütün bir kültürel kimliğin ya da (edinilmiş) kimlikler kültürünün teşrihini gerçekleştirecektir. (Fatih Özgüven) “SİYAD 40 Yılın Serüveni”

& İstanbul'dan Montreal'e, Kahire'den Sao Paulo'ya, Los Angeles'tan Hong Kong'a kadar çeşitli festivallerde gösterilip dünyanın dört bucağında seyirci karşısına çıkarak son dönemin festival rekortmeni nitelemesini hak eden, gerçekten "istisnai bir film" diyebileceğimiz Kutluğ Ataman'ın şaşırtıcı ilk filmi "Karanlık Sular", nihayet kendi seyircisiyle de buluştu İstanbul Beyoğıu BeyoğluEurirnages Sineması'nda, 25 Ağustos'tan bu yana.

Yıllar öncesinde kalmış, güzel bir uygulamayla, 6,5 dakikalık bir kısa filmin, llker Canikligil'in uçmak üzerine, rock müziği destekli deneyci ve öncü bir yaklaşımla, 35 mm formatında çektigi "Uçmak İstiyorum" adlı kısa filminin ardından seyrettiğimiz, belirgin bir biçimde dairesel bir şemaya dayanan bir yapıda tasarlanmış ve kurulmuş "Karanlık Sular", günümüz İstanbul’undan seçilmiş birtakım düşsel ve garip mekanlarda geçen ve geleceği,

Doğu'yla Batı'yı harmanlayarak ete kana bürünen, gerilimli ve beylik deyişle içi çe örülmüş olaycıklarla bütünlenen, alışılmıştan farklı hatta basbayağı ayrıksı bir deneme. Mistik ve fantastik sulara yelken açan, taze ve yetenekli, yeni bir yaratıcıyönetmeni haberleyen, parıltılı, ilgisiz kalınamayacak cinsten, umulmadık sinemasal cevherler içeren bir "ilk film".

"Ölüm ve felaket getirecek, zararlı hatta tehlikeli bile olabilecek bir hikaye" izleyeceğimize ilişkin, bizzat yönetmenimizin tok sesli, açık seçik Türkçesinden dinlediğimiz, beyaz perdede yavaş yavaş biçim değiştirerek belli belirsiz bir suratın suretini oluşturmaya koyulan, canlandırma sineması ustası Tonguç Yaşar'ın unutulmaz "Amentü Gemisi"ni çağrıştıran başarılı bir animasyon sekansı eşliğinde, açıklayıcı ve uyarıcı bir prologla içine daldığımız bu "Karanlık Sular", 18. yüzyılın soylu, varlıklı bir Osmanlı ailesinden gelen, "kadın hattat" Mehveş Hanım'dan geriye kalmış, ölümün ve aşkın gizini, ölüler alemine ait birtakım sırları içeren, eski bir parşömenin peşindeki koşuşturmacayı, günümüzün İstanbul’u dekorunda hikaye ediyor görünürde.

Görünürde diyoruz, çünkü farklı okumalara açık film, salt bir hikaye anlatmakla yetinmiyor. Birtakım bildik temalarla devam edip çeşitli göndermelerle gelişerek, gerçeklgerçekdışı ikilemine dayanarak, o başta ki ("Cinema Paradiso" tarzı bir nostaljiyle dopdolu Atlas Sinernası'nda çekilmiş), siyahbeyaz bir melodramın duygu seline kapılmış seyircileri gösteren sahneyle noktalanıp kapanan bir dairenin döngüsünü akla getiren çemberimsi bir omurgaya oturtulmuş "Karanlık Sular", görüntülere dökülerek gözümüzün önünden akıp geçen hikayenin özünü de sorgulayarak, seyrettiğini algılama ve anlamlandırma çabasındaki seyirciyi de "Gizli Yüz"vari gizem Iab irantlerine çekiyor baştan sona.

Alışılmış anlamda, nedensonuç ilişkisine bağlı, başı, ortası, sonu belli bir hikaye değil seyrettiğimiz, ayrıca yine alışılmış tarzda, kronolojik hikayeleme yollarını, bildik bir zaman mantığını da kesinlikle izlemiyor anlatılanlar. Kavuşması iınkansız bir anayla oğulun hikayesi.

Geçmişle geleceği birbirine katık ederek bizden bir "Auteur sineması" örneği ortaya koyan, Doğu'ya özgü dairesel anlatım yapısı ve estetiğiyle Batı'nın dilini harmanlayıp kaynaştırmaya soyunan Ataman'ın daha "ilk filmi"yle, sinemamızda doğrusu sıkça rastlanmayan cinsten, ticari kaygılardan arınmış, bilinçaltını deşmeyi deneyen, kimisine yeterince doyurucu, ikna edici gelmeyen hikayesi bir yana, kırk yıllık, deneyimli bir yönetmenin ustalığına sahip, renkli, incelikli üslubu, biçimciliğiyle kesinlikle görmezden gelinmeyecek türden, etkileyici bir stil denemesi gerçekleştiriyor. Genç yönetmenimizin belli bazı türlerle temalardan yola çıkarak, nerdeyse her sahnesi ölçülübiçili düşünülüp tasarlanarak çemberimsi bir yapıda kurduğu filmin, "bir çembere hapsolmuş" kahramanlarından bayan Lamia Köprülü'yü tanıyoruz ilkin.

Baştaki, film içindeki, gözyaşlarıyla seyredilen siyah beyaz filmin, grenli karelerinden bizim "Karanlık Sular"ın renkli karelerine geçiveren, yükselen yeni değerlerle, günümüze özgü yeni dengelerin kıskaca alarak gitgide yiyip yuttuğu bir sınıfın kalıntısı ve köklü bir ailenin son üyesi, eski İstanbullu, hafif üşütük bir hanımefendi Lamia (Gönen Bozbey). Yıllar önce kaybettiği biricik oğlunun acısını içine gömmüş, "herkesin ölüp gittiği" bir dünyada köşesine büzülüp kopkoyu yalnızlığına gömülmüş, o inci gibi yazısıyla kendi kendine mektuplar yazıp postalayan, birtakım haplar içerek modern çağ yaşamına ayak uydurmaya çalışan, çevresindekilerin de pek önemsemeyip evlat acısıyla kafayı yemiş, azıcık tozutmuş bir

Boğaziçi hanımefendisi muamelesi yaptıkları Lamia Köprülü, maddi bakımdan bağımlı olduğu, ancak evlenmemekte de direttiği, yık, yap, sat zihniyetindeki, iktidar güç, hırs ve tutkusuyla yanıp tutuşan, sonradan görme zengin, şapırtılı yemek yiyişiyle Lamia'nın içini kaldıran, kaba saba Haşmet Bey'in (Haluk Kurdoğlu) de de yadigarı yalıyı kundaklayıp yakarak çokuluslu bir şirkete sattırmak istemesine de direniyor sürekli, finaldeki kaçınılmaz yangın sahnesine kadar.

"Dekadan" Lamia Hanımefendi, 222 Körfez Caddesi adresindeki yalısında, yıllar öncesinde boğulmuş oğlunu gören ve selam getiren esrarengiz bir Amerikalı tarafından ziyaret ediliyor derken. Çokuluslu şirketin ajanı (kiralık katili) olan, Richie Hunter adındaki bu genç Amerikalı Daniel Chace) Lamia'ya, oğlu Haldun'un ölmemiş olduğunu söylüyor. Ve oğluyla (Metin Uygun) benzersiz bir sevgi ilişkisini, Haldun'un yokluğuna karşın kalbinde hala sürdüren Lamia, yeniden oğluna kavuşmanın sevinç ve heyecanıyla Richie Hunter'ın araştırmalarına katılıyor gönlü pır pır ederek.  

& Geçen yıl İstanbul Film Festivali'nde Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) özel ödülü, 1995 Ankara Film Festivali'nde jüri özel ödülü ye 1995 İzmir Film Festivali'nde de Artemis ödülünü kazanmış, Oscar'ları dağıtan ünlü Amerikan Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi arşivine, sonsuza kadar saklanmak üzere alınmış "Karanlık Sular", etnik ve kültürel bakımdan çok farklı katmanlardan oluş muş İstanbul mozaiğini, konusuna yedirmiş, rantanalı görselliğiyle şaşırtıcı, genelde bir Türk filminden beklenmedik, kıvamında temposu, içiçe geçmiş öykü ve yan öykücüklerden bütünlenen akıcı anlatımıyla, alışıldık cinsten bir hikaye çizgisini izlemekten çok birtakım temalarla süregelen yapısıyla gerçekten "farklı" bir yapıt.

Güvercinlerin panayır yeri Yeni Cami'den huzur verici Aşiyan Mezarlığı'na, ürkütücü, kıvrım kıvrım dehliz ve tünellerden oluşma Yedikule Zindanları'ndan Asya'yla Avrupa'yı birleştiren Boğaziçi'nin girdap ve iç akıntılarla sürekli kaynayarak akan, derin, karanlık sulara kadar görkemli görüntüleriyle benzersiz bir İstanbul'un da odağına ustaca yerleştirildiği film, değişik kültürlerin yüzyıllardır istila ve işgal ettiği kentimiz üstüne, ilginç ve eşsiz bir fantastik çeşitleme olarak seyredilen, adeta Orhan Pamuk'a nazire yaparcasına peliküle geçirilmiş, şaşırtıcı ve sarsıcı bir sinemasal deneme, California Üniversitesi (UCLA) sinema bölümünden diplomalı genç yönetmen Kutluğ Ataman'ın, öteden beri "vampir öyküsü" diye şişirilip küçümsenerek bahsedilmiş oysa, içinde sadece bazı "vampir" karakterlerin de rol aldığı bu ilk uzun filmindeki, ölüme bu dünyada olmadan karşı gelerek var olan, dahası, hayatla ölüm arasında kalakalmış vampirIeri, sadece beylik korkugerilim öğesi olmakla yetinmeyerek kanacana bürünmüş, trajik ve romantik tipler,

"Gizli Yüz" vari bir araştırma soruşturma dolambaçlarına sokulduğumuz, korkuvampir filminden melodram ve gerilime kadar çeşitli türlerle oynaşan, malum bir tür filminin ötesine geçen, incelikli buluşlu birtakım geçmelerle birbirine bağlanmış bir temalar bütünü olarak algılanan, yitik kutsal metinler, ölüler alemiyle evrenin karmaşık sırlarının yazılı olduğu eski parşömenler, gizli dinler, sahte peygamberler, dairevi, büyük bir ateşin çevresinde toplanılan mistik ayinler, vampirler, yılan kadınlar, mezarlıklar ve öldürücü heyecanlı takiplerin gırla gittiği film, birbirlerine kavuşmaları çoktan imkansız bir anayla oğulun hikayesi.

Bir Boğaziçi ve yalı çocuğu olan yönetmenin kuşkusuz öz yaşamından kaynaklanan bazı sahnelere de yer veren filmde, çağlar boyunca yığınla ölüyü, sayısız yaşanmışlığı, milyonlarca anıyı barındıran benzersiz bir kültüre sahip İstanbul'daki Bizans mirasının temsilcisi, ölümsüz yaratık, 800 yaşındaki vampir prenses Theodora (Beste Çınarcı), herkesin peşine düştüğü, eski bilgilerin yazılı olduğu, antik parşömeni Lamia'dan yardakçısı sahte peygamber için çalan, Lamia'nın da gözüne şiş soktuğu şoför (Nurnan Pakner), Haldun'un bir başka arkadaşı, eski diller uzmanı olan, büyülere, doğaüstü olaylara kesinlikle inanmayan, ama parşömendeki "öldürücü zehirli sözcüklerle" yasak metni çeviremeyen Stephan (Eric Pio) ya da müritlerinin gözü önünde vurulup öldürülen sahte peygamber (Ayton Sert) gibi yan tipler de boy gösteriyor. (Kürkler içinde, frapan yaşlı falcı kadın Semiha BerkSoy'la siyah tahsildar kolluklarını çekerek tipik bir mezarlık arşiv memuru olmuş ustamız Giovanni Scognamillo'yu ve rahmetli şovmen Cevat Kurtuluş'u da anmadan geçmeyelim bu arada,)

"ilgisiz kalmak mümkün değil"

Görüntülerle düşünebildiğini örnekleyen, Alain RobbeGrillet'in 1963 yapımı, barok İstanbul tasviri, "L'Immortelle Ölümsüz Kadın" filmini görüp görmediğine yaman meraklandığım, zorlu "Auteur sinemasının" derin ve karanlık sularına cüretli kulaçlar atarak kişisel bir DoğuBatı birleşimine varan yönetmen Kutluğ Ataman'ın gotik bir ahlak masalından barak bir vampir hikayesi çeşitlemesine kalan vuran bu heyecan verici İstanbul filmine ilgisiz kalmak ne mümkün? Meraklısı için not: Kutluğ Ataman ve "Karanlık Sular"la derinlemesine ilgilenen sinemaseverler, Antrakt'ın 33, sayısındaki, Tamer Baran imzalı "Sefam olsun cinsinden bir film!" başlıklı yazıyı okuyabilirler.. ,) (Sungu Çapan Cumhuriyet, 1 Eylül 1995 )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder