BAY E (1995) / Mr. E
Senaryo ve
Yönetmen: Sinan
çetin, Kamera: Tevfik Şenol, Sinan Çetin, Kurgu: Ömer Sevinç, Müzik:
Mustafa Sandal, Yapım: Plato Film/ Sinan Çetin Kast: Rebekka
Haas, Dialog Yazarı: Tan Cemal Genç, Video Editör: Ercüment
Yılmaz, Yönetmen Asistanı: Nermin Eroğlu, Kamera Süpervizör: Tevfik
Şenol, Kamera operatörü: Sinan Çetin, Focus Puller: Kamil Çetin, Işık
Müdürü: Şevki Gezer, Sinan Çetin Asistanı: Zaven Çiğdemoğlu, 2.
Yönetmen asistanı: Ebru Hamamcıoğlu, 3. Yönetmen asistanı: Tulya
Uzun, Sanat Yön. Asistanı: Gürol Filiz, Ses Asistanı: Murat
Sakman, Ses Mixer: Hakan Özer, Taner Öngör, Tonmaister: Tuncer
Aydınoğlu, Prodüksiyon Müdürü: Zümrüt Beşer, Devamlılık: Mehmet
Kavasoğlu, Prodüksiyon Asistanı: Cem Yıldırım, Kostüm tasarım: Şahaser
Birinci, Makyaj: Neslihan Atabaş, Grafik: Füsun Turcan,
Oyuncular: Mehmet Ali Erbil
(İsmet Berkan), Natalie Heroux (Leyla Berkan), Terran Greene, Cansu Akbel
(benzinci kız), Meltem Cumbul, Rasim Öztekin (komiser), Elif Kramer (Hülya),
Sadettin Erbil (Salman), Bedri Baykam (kavaklıktaki), Ferda Anıl Yarkın (otobüs
şoförü), Mustafa Sandal (otobüs muavini), Sevda Demirel (köylü kız), Berfi
Dicle (Serpil), Agah Özgüç (hırsız), İzzet Günay, Ara Güler, Ahmet Kaya, Harun
Özakıncı (kocası), Cem Ceminay, Cengiz Elbiya (demirci), Kahraman Afyonoğlu
(imza isteyen), Ceylan Çaplı, Deniz Arcak (bardaki şarkıcı), Perdeli
evdekiler: Duygu Asena,Giovanni Scognamillo, İzzet Öz, Rana Pirinçcioğlu,
Aykut Işıklar (piano bardakiler), Elif Kramer , Emel Müftüoğlu, Hulki Aktunç ,
RErol Köse (Doktor), İlhan Kilimci (resepsiyonist), Kenan Doğulu, Meltem Cumbul
(Papatya), Yonca Evcimik (kaçan kadın), Polisler: Abdullah Sürekli, Vedat
Uyanık, Yusuf Köken, Terran Greene (Don Conson), Kardeşler: Ercüment Yılmaz,
Resul Koçak, Sıtkı Soydal,
Konu: Bir kanalda Bay E isimli bir
programı hazırlayıp sunan İsmet Berkan, karısıyla birlikte Anadolu'nun
derinliklerinde yolculuktadır. Aralarında başlayan bir tartışma giderek
alevlenir, İsmet karısına onu aldattığını açıklayınca, Leyla arabadan iner, bir
benzinliğe girer. İsmet, karısı dönmeyince telaşlanır, aramaya çıkar.
Benzinlikteki binalardan birinin penceresinden baktığında, içerde karısının
yattığını sanıp odaya dalar. Polisler, yeni öldürülmüş bir cesedin
başındadırlar, Komiser cinayeti İsmet'in işlediği kanısına varır. İsmet sorgulanırken
kaçmayı başarır, karısını, kırmızı bir spor araba içinde, tanımadığı bir adamla
uzaklaşırken görür. Hiç tanımadığı bir kasabada karısının izini süren Bay E,
garip olaylarla karşılaşır, başına çeşitli belalar gelir. Karısıyla birlikte
gördüğü Don Johnson, benzinlikte öldürülen kızın katilidir ve cinayetler
işlemeyi sürdürür. Birkaç kez rastlantı sonucu, cinayet mahallinde polise
yakalanan Bay E, hem polis tarafından, hem de, ağabeylerinin intiharlarını,
karısının kendisini Bay E ile aldatmış olmasına bağlayan birtakım karanlık
tipler tarafından kovalanır. Her şeye karşın karısını bulma umudunu yitirmeyen
İsmet, sonunda Don Johnson'ı alteder, kendini temize çıkarmayı başarır ve
karısına kavuşur.
&
Doğrusu Bay E'yi hiç de beklediğim gibi bulmadım. Ben, çeşitli ön bilgi
ve dedikodulara dayanarak, hiçbir konusu ve devamlılığı olmayan, neredeyse
bağımsız skeçlerden oluşan alabildiğine çılgın ve uçuk bir güldürü bekliyordum.
Oysa Bay E, sonuç olarak belli bir öykü anlatan, başısonu olan ve
rahatça izlenebilen bir film... Çılgınlık ve uçukluktan yeterince nasibini
almamış. Ama yine de belli ölçüde oyalayıcı ve eğlendirici olduğu söylenebilir.
Bu Bay E, aslında ünlü bir TV kişiliği olan İsmet Berkan'ın kısa
adı. Gazeteci İsmet Berkan'la isim benzerliği, Sinan Çetin'in bir "arkadaş
esprisinden kaynaklanıyor.
Zaten filmde, Batılıların "in
joke" dedikleri bu tür arkadaşlara yönelik espriler oldukça büyük yer
tutuyor. Ama bu, filmin yalnızca Sinan Çetin çetesinin hoşlanabileceği ve
yabancılara kapalı özel bir eğlencelik olduğu yolundaki acımasız dedikoduları
doğrulamıyor! Bay E, genç ve güzel karısıyla çıktığı bir tatil yolculuğunda,
karısına bir sadakatsizliğini itiraf etmek gibi, biz erkeklerin zaman zaman
yaptığımız bir budalalığı yapıyor. Ve kadın alıp başını gidiyor. Poposunu
göstermekten pek hoşlanan yakışıklı, ama alabildiğine sevimsiz ve cani ruhlu
bir yabancının pençesine düşüyor. Adam cinayet üstüne cinayet işliyor, her
cinayetten sonra elinde cinayet aletiyle orada yakalanmaktaki özel becerisi
nedeniyle Bay E suçlanıyor. Ve tatil yörelerimizdeki anayolların, otellerin ve
benzin istasyonlarının mekanını oluşturduğu bir garip kovalamacadır başlıyor.
..Bay E, söylendiği kadar iyi veya kötü bir film değil. Bir tür büyük ve uzun
şaka, Sinan Çetin'in yer yer oldukça ilginç sinemasal beceriler sergilediği bir
eğlencelik bu....
Birçok ünlünün, özellikle manken, pop şarkıcısı ve yazarçizer
takımlarından konuk oyuncuların varlığı ise seyirciye her an "kim
kimdir" heyecanını veren hoş bir buluş... Niye olmasın? Üstelik Çetin, bu
ünlülerin kimilerinden, örneğin Mustafa Sandal, Cansu Akbel veya Meltem
Cumbul'dan oldukça başarılı kompozisyonlar bile elde edebilmiş...Kuşkusuz daha
ciddi bir öğe, filmin yansıttığı kimi tipik Sinan Çetin saplantıları... Film bu
haliyle öncelikle medyaya, medyanın şu anda Türk toplumu içindeki abartılı,
olumsuz, giderek zararlı işlevine saldırıyor.
Hele finalde, neredeyse "tek kişilik
TV"ye indirgenen ve saldırganlık, şiddet ve ölüm kusan bir özel TV
anlayışının karikatürü ilginç. Kuşkusuz hemen tümünü son dönemde aynı medyanın
yarattığı ünlü isimleri kullanarak yapılan bu medya eleştirisinin çok ciddiye
alınacak yanı yok… Daha ciddi bir hedef, Türkiye'nin kırsal kesim vatandaşları,
ünlü deyimiyle "magandalarımız .Türk köylüsünden ve İstanbul'u işgal eden
Doğulu göçmen vatandaşlarımızdan hiç hoşlanmadığını çeşitli fırsatlarda belli
eden Çetin, bu kez hepsi de bıyıklı ve kasketli, taklitçi ve kopyacı,
alabildiğine kıyıcı ve maço, üstelik sırası geldiğinde soyguncu ve yağmacı bir
güruh olarak gösterdiği bu kişilere acımasız bir eleştiri getiriyor.Doğallıkla
çeşitli yan eleştiri hedefleri de var, daha önemsiz... Örneğin sinema eleştirmenleri,
finalde lafı ağzına tıkılan bir Ali Hakan ile Çetinden yine zılgıt yemekten
kurtulamıyorlar! Velhasıl Bay E, kafasını belli şeylere takmış bir
yönetmenin tüm takıntı ve saplantılarını yansıtıyor. Sonuç olarak
seyredilebilen ve yer yer güldürebilen bir eğlencelik...
Görmenizde hiçbir sakınca yok. Üstelik bu
filmi görerek, Çetin'in bir süre önce ettiği, "Türkiye'de para kazanamayan
sinemacı eşektir," sözü gereğince kulaklarının uzamasına da engel olabilir
ve böylece büyük bir hayır işleyebilirsiniz!
Filmin ciddi bir sorununun seslendirme olduğunu ve başrollerdeki
iki yabancı oyuncu bir yana, kimsenin ağzı ile konuştuklarının uyum
sağlamadığını önemli bir kusur olarak belirtmek zorundayım... Oyunu Batılı
tarzda oynamak isteyen ve yabancı sinemaya karşı onun silahlarıyla karşılık
vermeye savaşan bir Sinan Çetin için önemli bir eksiklik bu...
Daha önce Bedri Baykam’ın kendisine
getirdiği bir senaryoyu bir yıl beklettikten sonra, hemen hemen aynısını “Bay
E” adıyla filme çektiği iddiasıyla Bedri Baykam tarafından dava edilen Sinan
Çetin’in bu çalışması, bizce doğru dürüst bir konusu, devamlılığı olmayan,
bağımsız skeçlerden oluşan, alabildiğince çılgın ve uçuk bir güldürü olması
bakımından Bedri Baykam'ın projesine tür salatası olarak benzese de, olaylar
çok değişik boyutlarda anlatıldığı için yersiz bir iddiaya konu oluşturmuştur.
Daha çok bildik temalar ve
klişelerden yola çıkarak doğaçlama çekilmiş izlenimi veren "Bay E",
ZAZ özentisi uçuk esprilerle argo ağırlıklı diyaloglarla sarıp sarmalanarak
paketlenmiş bir parodi. David Lynch sinemasından Oliver Ston’a kadar, son
dönemin gözde ve geçerli, hızlı stillerinden etkiler içeren filmin uslubu,
bozuk, bulanık, titrek bir belgesel ya da haber filmi görüntüleriyle
kaynaştırılmış, çalımlı, renkli bir klip anlatımına dayanıyor.
Kara
filmden 'Yol' filmine kadar uzatılabilecek bir takım türlerin klişelerin
üstüne, skeçler halinde tezgahlanmış, bu arada cinsellik, teşhircilik,
röntgencilik, sadizm gösterisi bazı sahnelere de yeşil ışık yakan, göz
boyayıcı, yalınkat ve gösterişçi tavrıyla ilgi derleyen bu eğlencelik
fantezinin, Sinan Çetin'in filmografisinde eşi dostu birtakım medya tiplerinin
de sırayla ya da kümeler halinde boy gösterdikleri, bol salçalı cinayetler ve
Musti'nin müziğiyle renklendirilmiş, büyükçe bir klip olmaktan öteye pek bir
anlamı ve önemi yok bizce" (Sungu Çapan, Culmhuriyet,17.3.1995).
Üslup meselesine gelince, o konuda da zaafları var "Bay
E"nin. Örneği Amerikan sinemasında özellikle "Air Plane" ve
"Hot Shots" serilerinde gözlenen ama daha çok Leman kültürüne yakın
duran bir absürdün peşine takılmış film. Fakat hem "Air Plane"lerin
yaratıcıları olan ZAZ ekibi, hem de Lemancılar kendi içinde tutarlı bir çizgiye
sahipler. Çetin ise, bilmediği sulara dalıyor ve aynı Şerif Gören'in
"Amerikalı"sı gibi boğuluyor. Kesik kesik skeçlerden oluşuyor sanki
"Bay E". (...)
Yeni
sağcı lekeler
Buraya
kadar Çetin'in silahlarıyla cevap verdik. Filmin bir de konusu ve bu konunun
üzerinde yükseldiği bir fon var ki, asıl zavallılık burada. Çetin, temayı
takmıyorum diye konuşuyor ama filminin önemli bir teması olduğu kesin. Bu da
baştan sona "Bay E"yi sarıp sarmalayan yeni sağcı lekeler. Film, pos
bıyıklı Türk köylüleriyle bıyıksız, eli yüzü düzgün bir medya kahramanı
arasında geçiyor. Deli saçması bir düzlemde ilerleyen filmde, sırası gelen
sahneye çıkıp tiradını atıyor ve kinini kusuyor. "Bay E"nin ve de
dolayısıyla Sinan Çetin'in dramı, bana Galatasaray'ın bu yılki durumunu
anımsattı. Bir kez daha şampiyon olup Şampiyonlar Ligi'ndeki yerini ve gelirini
garanti altına alma hesapları yapan Galatasaray, ligde şu aralar beklemediği
bir hüznü yaşıyor ve diğer takımlar "aramıza hoş geldin" diyorlar,
Çetin de "Bay E"yle, bir ara yanlarından uzaklaştığını sandığı
"vasatlar"ın arasına tekrar dönüyor. Ne diyelim, Allah kurtarsın ...
(Utku Güney Söz, 18 Mart 1995 )
& Ancak
bu eğlendirici öykünün altına sıkıştırılmış bir dünya var. Bu dünya Sinan
Çetin'in gözüyle Türkiye. Ancak seyirciyi sıkmamak gibi bir kaygısı olan Çetin,
kendi gözlemlerini, yarattığı kurmaca dünyanın üzerine bolca serpiştirip
sıkıştırıyor. Böylelikle yer yer bir slogan bombardımanına düşen film, birçok
yönden bir itiraz görmeyecek görüşlerini anlatmada bile sıkıntı çekiyor. Durum
böyle olunca da, saman alevi gibi parlayıp sönen, sloganlarla kaynayıp giden
bir film çıkıyor ortaya. Oysa şöyle bir bakışta otobüs esprisi hiç de
unutulacak gibi değil.
Sinan Çetin, tüm bu dıştan kabataslak
başarılı planların yanı sıra birbirinden kopuk, yada kalan bir anlatıma imza
atıyor. Sonuç da hayranı olduğu Amerikan sinemasının üçüncü sınıf bir kopyası
çıkıyor ortaya. . Sinan Çetin daha çok Oliver Stone tarzı, kendi görmek
istediği gerçeği seyircisine akılda kalıcı klip yöntemleri, bol cila ve sığ bir
anlatımla vermeye çalışan bir yönetmen olarak karşımıza çıkıyor "Bay
E"de. Amerikan sinemasının hızlı anlatımını uygulayacağım diye başıboş bir
senaryoyu, perdede beş on saniye görünen, her biri kendi dalında başarılı
görünen pahalı figüranlarla götüren, bunun açığını hızlı kurgu, usta işi
montajla örtmeye çalışan Sinan Çetin sağlam bir temele dayanmayan kof bir
anlatımın filmi ne kadar zayıflattığının farkına bile varamıyor. Buna rağmen,
finalde bir sinema eleştirmeniyle perdeye çıkarak izleyiciyi avucunun içine
hapsediyor. Bu açıdan Çetin'in izleyicisiyle çok iyi oynayan bir bezirgan olduğunu
söyleyebilirim.
Bay E" kazancını sinemaya yatıran, yatırdığından ticari
başarı bekleyen, daha çok film çekildiği için daha iyi film çekilen bir ekolde
akılcı ve mantıklı ilerleyen, ancak yolunun doğruluğunu yaptığı gereksiz
açıklamalar ve polemikler yüzünden feda edip filminin içinde konuşacak fazla
bir şey bulamayan bir yönetmenin her şeye rağmen seyircisiyle buluşmayı
beklettiren son film. (Barış Bardakçı Söz, IS Mart 1995)
&
Ben hala "ideolojinin değil, ideolojilerin tarihi vardır" diyen adama
(!) katılıyorum. İdeolojileri ya da geçerlilikleri yitirebileceğini biliyorum,
ama yüzden ideolojinin ölümüne davetiye çıkaranlara da katılmıyorum. Tarihin
içinde çeşitli üretim ilişkilerini de gelen "bir ideolojik" düşünce
kalıbı, kendi yanlışını, yanlış yaptığı ortamda de başka bir ortamda kavraması
ve sonra yanlışı yaptığı ortama dönüp olaylara yön vermesi" kalıbıdır. Bu
bizi uzun bir tarih yöntemi tartışmasına çağıran ve birinci paragraftaki
inanışımızı destekleyen bir düşünce biçimidir . ve tarih içinde çeşitli üretim
tarzlarında aynen tekrarlanır. Bir Ramayana destanında, bir kızılderili
efsanede, Hz. Yusuf'un hikayesinde veya "Kırmızı Şapkalı Kız"da ...
Yukarıdaki örneklerde aynı
ideolojik düşünce formu değişik üretim tarzlarında aynen korunarak gelmektedir.
En çok bildiğimiz öyküde (tıpkı diğerlerindeki gibi) tecrübesiz Hz. Yusuf
yaşadığı gerçekliğin öylesine dışındadır ki, sonunda kardeşleri tarafından
kuyuya atılır. Orada başına gelenlerle tecrübe kazanır, aklı başına gelir
(bilinçlenir mi desek!) ve tekrar yukarı çıkar ve problemlerini bir bir çözer.
Fakat, kapitalist üretim ilişkilerinin kültüre damgasını vurduğu çağın öyküsü
"Kırmızı Şapkalı Kız"a gelince, bu ideolojik form bir kırılmaya
uğrar. Kurdun karnına girmiş kızın aklı başına gelse bile, oradan kendi
dinamikleri ile çıkamaz. İki ormancı onu oradan çıkartırlar. Savımız
doğrultusunda söylersek, hala ideolojik bir alanda, ama bir tür ideolojik
düşünce formunun değişmesine şahit oluruz.
Yukarıda yazdıklarımı unutmadan... Bir dergi
boyutunun hacmi içerisinde kısaca bir başka teorik zemine daha gereksinimimiz
var. Bu da bir sanat yapıtının (Burada "Bay E") biçimlendiği veya
aramak zorunda olduğu en temel cümlenin ne olduğu sorusudur.
Klasik bütün piyesler / filmler, roman vb.
belli önermeler veya öncüllerle yola çıkarlar. Örneğin Ibsen'in
"Hortlaklar"ında bu bir İncil alıntısı olan; "babalarının
günahları çocuklarına da bulaşır"dır. Bu tür önermeler bize filmin kuruluş
öğelerinin dinamiklerini, çatışmalarını ve sonuçlarını, kıssadan hisse olarak
verir ve böylece eserdeki en küçük detayı dahi belirler.)
"Bay E"yi bu
zeminde tartışırsak
"Bay
E" de ilk anda bize "kendi kazdığı kuyuya düşen adam" kalıbını
çağrıştırır. Bay E, televizyonda yaptıkları ve ünlenmesiyle bir
kendiliğindenlik içinde yaşamıştır. Bir gün karısıyla uzun bir yolculuğa çıkan
Bay E de, aslında bir kuyuya düşer. Bay E, kuyuya düşmüştür, ama nasıl
çıkacaktır? "Bay E"nin akışı aslında bir "yol öyküsü"!
(Yönetmenin üzerinde çok şey anlatmak istediği öykü akışı bize sonuna kadar bu
öykü akışı içinde kaldığını gösteriyor.
Bay E,
adeta medyatik olanın her yeri kapladığı bu uzun yolda labirente düşen şaşkın
bir Odysseus gibidir. (Bu benzetmelerin telif hakkını tasarrufumda sayıyorum (O
ve "Bay E"nin yönetmeninin bugüne kadar bu tür benzetmeler yapmadığını
da belirtmeliyim. Yapmamasını da umarım! ...
Fakat
Bay E, başına gelenlerden hiç nasibini almaz. Başına gelenler ona hiçbir şey
öğretmez. (Savaş Ay, Uğur Dündar, Rüstem Batum ve Cem Özer'i yola salsaydık,
acaba yol boyunca ne yaparlardı?) Bay E'yi, Kırmızı Şapkalı Kız'a benzetmemin
yanlış olmadığı savındayım. Bizim "Bay E"nin yönetmeninden
beklediğimiz çatışma zemini olarak yola çıktığı medyatik boyutta diyalektik bir
ilerleme ile öncülünü sonuçlandırmasıdır Kendi kazdığı kuyuya düşer adam Sonra? Sonuçta ne
olacak? Bunu bileceğiz ki (bu bir ders olmak zorunda değil), bir çatışma
kurulabilsin... (Konuşmalarına bakılırsa Sinan Çetin'in bir senteze varma
çabasını üstlenmeyi düşündüğünü pek söyleyemeyiz. Sorun bunun nedenini, neden
böyle olduğunu, konulu bir film içinde söyleyebilmektir.) Yoksa seyirci
sıkılır. Nitekim filmin ikinci devresi de seyirciyi sıkıyor. Beşinci sınıf
Amerikan filminde de bu çaba vardır.
Filmde
bir sonuç arayışı vardır. Ama nasıl bir sonuç? Medya içinde bir iyikötü mücadelesi
olarak yüzeysel, önce gülümseyen sonra gerçek yüzünü gösteren görsellikler,
şantajlar. saptırmalar olarak. .. Böyle mi olmalıydı? Hayır. Ama nedenleri
elbette ki var? "Bay E" bize "Medya insanları iğdiş eder"
gibi bir öncül çağrıştırıyor. Bu "Bay E"de sergilenir. Fakat bu
yetmiyor. Çünkü medya bugün bunu zaten kendi kendine de yapmaktadır. Onu kendi
mantığı içinde ters çevirmek yeter mi? Bize yetmez gibi geliyor. Kırmızı
Şapkalı Kız, neden kendi dinamikleri ile kurdun karnından çıkamamaktadır? Sinan
Çetin'in aşmak zorunda olduğu buydu. Düşünce tarihinde cevabı aranan bu soruya
Marksizm ve onun Leninist yorumu bütün külliyatı ile aslında bir cevap verir:
"Kendi tarihini yapan özne ... " Bu cümleden esinIe ve külliyatın
diğer söylediklerini de hatırlayarak, özne için, "akıntıya uyan değil de
akıntıya karşı duran ve ona nasıl ve ne şekilde karşı duran bir özne tanımı
yapmaktır.
Subject: İsmet Berkan, who prepared and presented a program
called Mr. E on a channel, is on a journey with his wife in the depths of
Anatolia. An argument that started between them escalates, and when İsmet
reveals to his wife that he is cheating on her, Leyla gets out of the car and
enters a gas station. When İsmet doesn't return, he gets alarmed and goes
looking for it. When he looks out of the window of one of the buildings in the
gas station, he thinks that his wife is sleeping inside and goes into the room.
The cops are in front of a newly killed corpse, and the Commissioner comes to the
conclusion that İsmet committed the murder. While İsmet is being questioned, he
manages to escape and sees his wife driving away with a man he does not know in
a red sports car. E, who is tracking his wife in a town he never knew,
encounters strange events and various troubles befall him. Don Johnson, whom he
saw with his wife, is the murderer of the girl who was killed at the gas
station and continues to commit murders. Mr. E, who is caught by the police
several times by chance at the crime scene, is chased by both the police and
some dark figures who attribute the suicides of his brothers to the fact that
his wife cheated on him with Mr. E. Despite everything, İsmet, who does not
lose hope of finding his wife, finally defeats Don Johnson, succeeds in clearing
himself and reunites with his wife.