Powered By Blogger

22 Aralık 2022 Perşembe

 

ARAF (2006) 

Yönetmen: Biray Dalkıran, Senaryo: Hakan Bilir Görüntü Yönetmeni: Aşkın Sağıoğlu, Öykü: Biray Dalkıran, Müzik: Hayko Cepkin, Yapım: D.F.G.S/Biray Dalkıran Yönetmen Yardımcısı: Hakan Bilir, Kurgu: Hüseyin Biçe, Işık Şefi: Ozan Toroman, Sanat Yönetmeni: Duygu Kabaçam, Interno Artist: Okan Sönmez, Prodüksiyon: Aydoğan Gündoğdu, Editör: Hüseyin Biçe, Dijital Efekt: Okan Sönmez, Ses : Hakan Çiçek, Renk Uzmanı: Okan Sönmez, 1. Yönetmen asistanı: Hakan Bilir, 2. Yönetmen asistanı: Hatice Keskin, 3. Yönetmen asistanı: Ümit Özbek, Set: Halil Gündüz, Prodüksiyon Görevlisi: Erhan Orhanoğlu, Şevket Pamir, Yardımcı Yapımcı: Dilek Duran, Kostüm: Duygu Kabaçam, Işık: Recep Ali Yazıcı, Hüseyin İbiş, Güven Haydan, Makyaj: Deniz Namoğlu, Özer Bıyık, Set: Fahrettin Saraç, Sanat Yön. Ast: Tarkan Güneş, Yapım Asistanları: Ahmet Küçük, Erman Dişçi, Ömer Demirci, Afiş Tasarım: Abdülfettah Safi, Web Tasarım: Ferhat Poye, Kamera: Deniz Kuruoğlu, Focus Puller: Sedat Koçak, Jenerik: Okan Sönmez, Catring: Tatlıcı Tombak, (Şafak Film Stüdyolarında hazırlanmıştır)

Oyuncular: Akasya Asıltürkmen (Eda), Murat Yıldırım (Cenk), Kubilay Tunçer (Cihan), Yasin Şerif Tulun (Kaan), Serhan Ernak (Doktor), Kevork Türker (Cenk'in babası), Tülay Bekret (Cenk'in annesi), Deniz Soyarslan (Oya), Mehmet Birkiye (Psikiyatrist), Serhan Ernak (operatör doktor), Aytaç Ağırlar (doktor), Hayfa Safi (hemşire), Deniz Soyarslan (Oya), Gizem Oğlakçı (küçük kız), Mehmet Birkiye (Psikiyatris), Hande Gökçe (1.Dr), Feridun Gökçe (2.Dr.)Aliye Özcan (parktaki kız), Deniz Nayır (1.hemşire), Sinem Kader İmert (cihan sekreteri), Sebahattin Kırk (yoldaki adam), Hatice Kırk (yoldaki kız), İlayda Kırk (yoldaki 2. Kız), Arzu Dönmesz (2.hemşire), Yasemin Karaman (3.hemşire),

Konu: Genç ve güzel bir dans öğrencisi olan Eda yaşadığı yasak ilişki sonucu hamile kalır ve 16 haftalıkken kürtaj olur. Yıllar sonra geçmişindeki izleri silmiş olarak yeni bir hayata başlayan Eda halisülasyonlar görmeye başlar ve hayatı çaresizlik içinde devam eder. Onu çok seven kocası Cenk hiçbir şeye müdahale edemez. Eda'nın düştüğü çaresizliğin sebebi, yıllar önce yaşadığı travma değil geçirdiği kürtaj sonucu geride bıraktığı küçük kızıdır.

NOT:

(1) İtalyan filozof Dante Alighieri'nin (12651321) ünlü eseri ilahi komedya nin ikinci cildinin adı “Araf”. Cehennemde günahlarını çeken insanların cennete gitmeden once günahlarından arınıp cennete geçmeyi bekledikleri dağın adı.

(2) Araf Suresi: Mekke'de nazil olmuştur. 206 ayettir. 46. ve 48. ayetlerde A'râf'ta yani cennet ve cehennem ehli arasındaki yüksek bir yerde bulunan insanlardan söz edildiği için sûreye bu ad verilmiştir. www.biriz.biz/kuran/araf/07araf.htm

& “Bir hikâye arayan, ama bulamayan gerilim filmi”: Filmin ana kahramanları, gizemli balerin Eda, ona sırılsıklam aşık fotoğrafçı arkadaşı Cenk, onu bir nesne gibi kullanan ve kâğıt mendil gibi atan zengin, nüfuzlu ve antipatik bir işadamı. Filmin başında Eda, bale öğretmeninden hamile kalır ve gebelik hayli ilerlediği halde, çocuğu aldırır. Yıllar sonra Cenk ile beraberliğinde, o düşük olayı, kabuslar halinde karşısına çıkmaya başlar. Hiç de estetik olmayan sevişme sahneleri, filmi sanki Altman'ın Kumpanya'sı gibi saran hayli estetik bale bölümleriyle çelişiyor. Ama filmin asıl sorunu, hikâyenin hiçbir biçimde içermediği korku duygusunu, asla var olmayan bir gerilimi, sırf görselişitsel öğelerle yaratma çabası: yani görsel efektler, ses bandındaki korkutucu tonlar, gizemli, hatta apaçık ürkünç bir müzik, vs. Ama hikâyede gerçek anlamda ürkünç bir şeyler olmadığı için, tüm bu çabalar alabildiğine yapay kaçıyor. Sürekli kabuslar halinde dönen 'düşük bebek' motifi, sanki Uzakdoğu sinemasının 'ürkünç küçük kızlar' saplantısından ödünç alınmış. Aşırı biçimci, yer yer deneysel, ama son derece sıkıcı ve gereksiz bir film. (Atilla Dorsay, Sabah Gaz. 13.10.2006)

 İ Kİ ARADA BİR PERDEDE!

Araf, Dante’den Cemil Meriç’e kadar birçok entelektüelin üzerinde kalem oynattığı bir kavram. Esas itibarıyla İslam kökenli bir kavram (ki aynı isimli sure vardır). Yönetmen Biray Dalkıran ise popüler sinemayı ve teknolojiyi takip eden yetenekli bir reklamcı. Film bir debut, yani ilk film. Bu nedenle hoşgörülü olmak durumundayız. Ancak ciddi anlamda kavram kargaşası olduğunu düşünmekteyim. Araf, sekerat, yakaza, fetret gibi kavramlara tam hakim olamamanın birtakım sıkıntılarını görmekteyim. (M. Nedim Hazar  Sayı: 618  09.10.2006 Aksiyon Haftalık Haber Dergisi)


FİLMİ İZLE 



 

AMERİKALILAR KARADENİZ’DE 2 (2006) 

Yönetmen: Kartal Tibet, Senaryo: Kubilay Tuncer, Görüntü Yönetmeni: Aytekin Çakmakçı, Müzik: Fuat Saka, Yapım: Energy Medya ve Prodüksiyon/ Selay Tozkoparan Oğuz Öykü:

Turan Yavuz, Ses Düzenleme: Yiğit Güralp, Görsel Efekt Süpervizörü: Kuban Altan, Sanat Yönetmeni: Nergis Çalışkan, Kostüm Tasarım: Zeynep Sırlıkaya, Yapım Koordinatörü: Birol Temizyer, Genel Koordinatör: Senem Baysal, Uygulayıcı Yapımcı: Gökhan Tuncel,


Oyuncular
: Metin Akpınar, Peker Açıkalın, Kıvanç Tatlıtuğ, Melis Birkan, Kadir Çöpdemir, Levent Kazak, Müslüm Gürses, Müşfik Kenter, Serpil Tamur, Kamil Sönmez, Gafur Uzuner, Ogün Kaptanoğlu, Nihan Asluı Elmas, Ayşegül Uyguner, Abidin Yerebakan, Doğa Bekleriz, Cihan Aksoylu, İrem Erkaya, Yeliz Yeşilmen, Bahadır Hakim, Neşe Sayles, Ege Sülün,

Konu: ABD’nin olası bir tehdide karşı Tahran’ı vurmak üzere Karadeniz’in deniz tabanında konuşlandırdığı füze rampalarından biri nedeni anlaşılamayan bir sakarlık sonucu ateşlenir. Emir subayları akıllı füzenin koordinatlarını saptırarak Türkiye’nin Karadeniz kıyılarına patlatmadan sakin ve usulca indirmeyi başarırlar. Geriye bir tek gidip köyden o füzeyi kimseye belli etmeden almak kalır .


FİLMİ İZLE 



 

2006 YILINDA 

GÖSTERİME GİREN FİLMLER



Ahmet Tarık TEKÇE  
1920/1964

(Unutulmayan Unutulmuşlar)


 

YOLDA (2005)


Senaryo ve Yönetmen: Erden Kıral, Görüntü Yönetmeni: Zekeriya Kurtuluş, Müzik: Taner Ayan, Arıkan Sırakaya, Yapım: Deniz Film Prodüksiyon/ Erden Kral Kurgu: Gültekin Ergene, Yapım Sorumlusu: Erdal Akalın, Baran Seyhan, Yapım asistanı: Serkan Albayrak, Yardımcı Yönetmen: Ulaş Ak, Uygar Aşan, Set Fotoğrafları: Tolga Özgal, Işık Şefi: Feramuz Tuna, Yardımcı Sanat Yön: Deniz Kıral, Yıldız Bakoğlu, Kostüm Uygulama: Ekin İdman, Meltem Yıldırım, Prodüksiyon Amiri: İsmail Çağlar,

Oyuncular: Halil Ergün (Yılmaz Güney), Yeşim Büber (Hale), Serdar Orçin Sedat), İştar Gökseven (Şefik), Kevork Türker (Hilmi), Edip Şener (Aziz), Önder Çakar (Ali Salim), İsrafil Köse (Nuri), Yelda Reynauld (Sedat’ın eşi), Mehmet Esen (savcı), Kaya Gürel (yaşlı adam), Yeşim Yükselen (Yılmaz’ın annesi), Yiğit Çakar (Yılmaz’ın oğlu), Melih İskender (yedek subay), Şehmuz Çelik (Sadık), Turgay Mankan (lokantacı), Hüseyin Keskin (garson çocuk), Zeki Çiçek (damat), Fatoş Başaran (gelin), Fatma Olgun (anne), Feriha Han, Fahrettin Yıldız (şoför), Saim Kaplan ()şoför), Fırat Tanış

Konu: Zor zamanlar. Ülkede askeri yönetim var. Efsanevi bir sinemacı (Yılmaz) yattığı cezaevinden alınıp başka bir cezaevine nakledilir. Bu yolculuk sırasında karısı ve cezaevinden tanıdığı eski bir arkadaşı ile genç bir yönetmen otomobille onu izlerler. Yola sis iner. Gece iki otomobil bir motelde mola verir. Burada kendi oluşturduğu hapishaneden kaçmak isteyen genç yönetmen, ustasıyla hesaplaşmaya girer. Oysa onun etkisi altındadır… Motelde, bu ünlü mahkuma eşlik eden polisler ise birbirine girer.

Usta, daha sonra, motel odasında baş başa kalmayı ayarladığında, genç ve güzel eşine gerçeği söylemeyi dener ama beklenmedik bir tepkiyle karşılaşır O “içerde” olmasına rağmen yazdığı yazılar yüzünden yargılanmaktadır. Yeni cezalar kapıdadır… Yurtdışına kaçmayı planlamıştır.

Aslında yolculuğun sonunda, varılacak yerde tüm yolcuları bir sürpriz bekliyordur…

► Yönetmen Erden Kıral, 24 yıl sonra ustası Yılmaz Güney'in anısına adadığı “Yolda” adlı filmi çekti. 1981'de çekimine başlayıp sonra da işten el çektirilen Yol filmi nedeniyle, Güney'le aralarında geçen çok özel bir olaydan esinlenerek yönettiği Yolda, bir tür 'yüzleşme/hesaplaşma filmi' olarak dikkati çekti. Bir anlaşmazlık sonucu çekmesi kısmet olmayan Yol filmine göndermeler yapmaktadır.

 

'Yol'u Yılmaz'dan geçen...

Akıp giden bir tarih ve ona eklenen insanlar... Bazıları olayların birinci elden tanıkları, çokları da seyircisi... Türk sinema tarihinin en büyük başarılarından biri sayılan 'Yol', bu anlamda herkes için aynı şeyleri ifade etmiyor. İzleyici için, eleştirmen için, sanatsever için belki büyük bir övünç kaynağı ama mesela Erden Kıral için, keza Şerif Gören için bambaşka bir şey; belki de bir trajedinin ta kendisi. Mesela Gören, filmin yönetmeni olmasına karşın 'Yol'un hep Yılmaz Güney ismiyle anılmasının psikolojik yüküyle baş başa bırakılmadı mı? Bırakıldı elbet.

 

Ama hiç değilse Gören'in şöyle bir kıvancı var; Cannes'ın 50. yılı dolayısıyla çekilen o ünlü 'tüm kazananlar' fotoğrafında yer aldı ve o kare, artık onun hakkının, sonsuza dek teslim edilmesini sağlayacak.

 

Yarayı kapatmaya soyunmuş

Erden Kıral içinse durum tabii ki farklı; filmi çekmeye koyulmuşken iş elinden alındı ve hiçbir zaman kapanmayan bir yara oluştu. Zaman her şeyi örter derler; ama 'Yolda' projesi hiçbir şeyin örtülmediğini gösteriyor. Hesaplaşmanın ise meselenin ortaya konduğu 'er meydanında, yani sinemada yapılması işi daha da ilginç bir hale sokuyor. Yani Kıral, son çalışması 'Yolda'da esas olarak yarayı kapatmaya soyunmuş.

Peki gelelim can alıcı soruya; kapanmış mı? Bana sorarsanız hayır. Yılmaz Güney'in Bursa Cezaevi'nden alınıp bir Chevrolet'ye konularak Isparta'ya nakli sırasında yaşanan iki günü, kendince yorumlayan ve kimi kurmaca olaylarla, zamanında vermediği, veremediği cevapları, perde yoluyla vermek isteyen Kıral, ne yazık ki çok da başarılı bir film ortaya koyamamış.

Kıral'ın sinema dergilerinde ve Milliyet Sanat'ta çıkan söyleşilerine göz attım; hepsinde aynı refleskin izleri var: Bu, olayların bire bir izdüşümü değil, dönem filmi değil, isimler gerçek değil vs vs. O halde bunca eğip bükme karşısında bizim seyirci olarak nasıl bir pozisyon almamız gerekiyor? Ben kendi adıma şunları söyleyebilirim; bu ülkenin insanları olarak Güney'i hem 'resmi', hem de 'resmi olmayan' tarihin bakışıyla bir yerlere oturttuk. Kıral'ın da Güney'le, bizim dahil olmadığımız bir hesaplaşması var; bir tür Tanrı'yla kul arası gibi...

Şimdi bu filmle, tanıkları çok az olan bir olay, legalize oluyor. Peki bu legallikten seyirci olarak bizde nasıl bir iz bırakılıyor? Salondan çıktığımızda, kafamızdaki Yılmaz Güney imajı değişiyor mu, Erden Kıral'a yapılan haksızlığı yüreğimizde hissedebiliyor muyuz? İçerideki bir yönetmenin filmini başkasına çektirmek zorunda kalmasından dolayı yaşadığı ıstıraba tanık oluyor muyuz? Geride kalanların yaşadığı acılar, mesela içerideki yönetmenin eşi, keza haksızlığa uğrayan genç yönetmen; onun yaşadıkları? Film, cevaplamaya niyet ettiği bütün bu sorular karşısında, son derece tutuk. Ya da şöyle söyleyelim; cevapları filmin gücü, sinematografik yanları değil Türk sinemasındaki tek kaçamak yol olan diyalogları veriyor. Yani biz bu cevapları, bir metin okuyarak da öğrenebilirdik.

Ayrıca her ne kadar Kıral 'tam bir dönem filmi değil' dese de kimi özen gösterilmemiş detaylar bir noktadan sonra göze batıyor: 80'ler anlatılıyor ama genç yönetmenin masasında bir çay, kahve vs mug'ı var. Kahvemsi bir yere gidiliyor, camında 'cafe' yazısı görülüyor. Filmin ana karakterlerini taşıyan arabalar Chevrolet ve Doğan, buna eyvallah da kaldıkları motelimsi yerden dışarıya bakıldığında yoldan vızır vızır son model arabalar geçiyor.

 

Hapishaneyi bulmak çok zor!

Ve metaforik anlamlar barındırması nedeniyle çekilmiş ve bence sabırları son derece zorlayan bir sahne: Polisler, Yılmaz'ı bırakacakları hapishaneyi arıyor. Sonuçta hapishaneyi bulamıyorlar ve fasit daire içinde dolaşıp duruyorlar. Küçücük bir yerleşim yerinde bir yeri bulmak bu kadar mı zor. Eğer Türkiye'de yaşıyorsan bu işin en basit yolunun, aşağıya inip birine aradığın yeri sormak olduğunu bilirsin. Üstüne üstlük bu sahnelerde polislerden biri kapı numaralarını sayıyor, kamera evleri gösterdiğinde de hiçbirinde numara olmadığını görmek mümkün; ama kamera polise döndüğünde sanki düzenli bir site içinde adres arıyor sanıyorsunuz. Gelelim filmin en önemli kaçış noktasına. Yönetmenin ismi Yılmaz, ama karısının ismi Hale, haksızlığa uğrayan genç yönetmenin de Sedat. Sizce şimdi bunun neresi zekice ya da zarif? Yani 'İyi ama bunlar Yılmaz ve Fatoş Güney'e, Erden Kıral'a benzemiyor' dediğimizde, savunu olarak bu mu konulacak önümüze?

Ya oyunculuklar? Halil Ergün'ün Yılmaz Güney için doğru bir tercih olmadığı çok açık. Ne filmlerdeki, ne de fotoğraflardaki Güney'i buluyoruz. Buradaki Güney, 80 sonrası bunalım filmlerindeki karakterleri andırıyor. Kafası pek dolu, kafası hep başka yerde ve sanki Tanrı. Onu rahatsız etmek de bizim için suç. Üstelik diyalogları da fazlasıyla didaktik. Serdar Orçin ve Yeşim Büber'i ise bu film dolayısıyla yargılamak bence gereksiz; onların yeteneklerini ve kapasitelerini başka filmlerde görmüştük. Filmin en iyileri ise polis tayfası. Başta komiser Hilmi rolündeki Kevork Türker olmak üzere Önder Çakar ve Edip Saner mükemmeller.

Sonuç olarak 'Yolda', içinden Yılmaz Güney  geçen bir film olmanın ötesine gidememiş vasat bir çalışma. Erden Kıral adına da, eski bir hesap bence en azından bu film dolayısıyla pek kapanmamış gibi. (UĞUR VARDAN Radikal 8.4.2005)



 TÜREV (2005) 


Senaryo ve Yönetmen: Ulaş İnanç (Cervantes’in “Don Kişot” adlı romanındaki bir hkayeden Kamera: Elif Usman Müzik: Toygar Işıklı Yapım: Konsept Film/ Ulaş İnanç  Cam Erar Kurgu: Deniz Kayık, Ses: Burcu Görgün, Renk Seçici: Cenk Erol,

Oyuncular: Beste Bereket (Burcu), Gülçin Santırcıoğlu (Süreyya), Güçlü Yalçıner (Nazım) Tuğra Kaftancıoğlu (Kerem), Atıl İnanç

Konu: Film 21. yy insanının içine düştüğü duygusal, düşünsel ve davranışsal bunalımı yansıtır. Yazar olmak isterken kendisini reklamcı olarak bulan Nazım ile ailesinin sağladıkları olanaklarla maddi sıkıntı çekmeyen ama yaşamını da anlamlı bir temele oturtamayan Süreyya evlilik planı yaparlar. Süreyya'nın yakın arkadaşı Burcu'da mutsuzluk duygusu içinde olan bir sinema televizyon bölümü öğrencisidir.

Burcu mezun olabilmek için bitirme ödevi konusu ararken Nazım' dan kendilerini çekme önerisi gelir. Üçlü her gece eve geldiklerinde o günle ilgili düşüncelerini bütün açıklığıyla video karşısında söyleyeceklerdir, bir anlamda, gerçek duygularını itiraf edeceklerdir. Öneriyi bir oyun gibi gören Süreyya. Burcu'ya başka bir oyun önerisinde de bulunur.Süreyya, Burcu'dan sevgilisini ayartmasını isteyerek. Nazım 'ın sadakat duygusunu sınamak ister.

İlkin bu öneriye karşı çıkan Burcu, arkadaşının ısrarına dayanamayarak kabul eder.Ancak süreç Süreyya'nın korktuğu . gibi gelişir. Burcu ve Nazım bu süreçte yavaş yavaş aşık olurlar. Bu noktadan sonra da. üçü de birbirlerine sürekli yalan söylemeye başlarlar. Oynanan oyun kıskançlıklar, çatışmalar getirir.Güven duygusunun yitirilmesiyle ilişkiler. iyice kötüleşir, çatışmanın doruk noktasında da üçlü bir hesaplaşma ile son bulur. (”Soner Derse, “Türk Sinemasında Aşk”)

 ÖDÜL

42. Antalya Film Şenliği

► Ulaş İnaç "En İyi Film"

► Beste Bereket "En İyi Kadın Oyuncu"

13. ÇASOD "En İyi Oyuncu" Ödülleri

► Gülçin Santırcıoğlu "Umut Veren Kadın Oyuncu"

11. Sadri Alışık Ödülleri

► Beste Bereket "En İyi Kadın Oyuncu


Türev: Diğer sayı kümeleri üzerindeki fonksiyonlar için genellenmiş olmasına rağmen öncelikle reel değerli, yani reel sayılardan reel sayılara giden tek değişkenli fonksiyonlar için tanımlanmış, kabaca bir fonksiyonun grafiğine çizilen teğetin eğimini hesaplama tekniğidir


 

TÖRE (2005)


- Yönetmen: Mehmet Alemdar, Görüntü Yönetmeni: Tevfik Polam, Yapım: Alemdar Film/   Mehmet Alemdar


Oyuncular: Çiğdem Polat (Zeynep),Aysun Güven (Hatça Kadın), Ünsal Emre (Dayı), Serdar Alemdar, Nusret Özkaya, Emel Yetenek Ahmet Yalçın , Muhammet Taflan, Şakir Şahin, Uğur Bozo, Vahit Dizdar     






Şair ve yazar Hüseyin Alemdar'ın babası. Bir süre Trabzon lisesinde okudu. Genç yaşta iş hayatına atıldı ve babasıyla birlikte bakkallık ve manifaturacılık yaptı. 1970'de Alemdar Filmi kurdu. 1972 yılında Semih Evin'e asistanlık yaptı. Daha sonraki yıllarda da Çetin İnanç ile çalıştı. Senaryolar yazdı, video filmleri çekti.  Yalçın Özgül


      

 

ŞAŞKIN (2005)



Yönetmen: Şahin Alpaslan, Senaryo: Şahin Alparslan, Doğu Yücel, Görüntü Yönetmeni: Yasin Uslu, Yapım: TMC Film/Erol Avcı


Oyuncular: Onur Ünsal, Evrim Akın, Serdar Yeğin, Ahmet Mümtaz Taylan, Selin Demiratar, Serkan Keskin


Konu: Mehmet İstanbul’da üniversite öğrencisidir. Tesadüfen dinlediği bir radyo programında bir kızın aşk üzerine konuşmalarından çok etkilenir ve onu bulmak için ev arkadaşı Çetin’i de yanına alarak Antalya’nın yollarına düşer. Peşinden gittiği bu esrarengiz ses hakkında, tek bildiği Antalya’da bir otelde staj yaptığı ve isminin Deniz olduğudur.

 

Mehmet ve Çetin otelde iş bulurlar. Sıra esrarengiz kızı aramaya geldiğinde bir sürpriz onları beklemektedir, otelde elli stajyer kız vardır ve hiçbirinin ismi Deniz değildir. Mehmet aşkını ararken, otel çalışanları hatta turistler bile Mehmet’in aşkını bulmasına yardım ederler, çünkü hepsinin bir yerlerde bıraktığı, açılamadığı, aranmayı bekleyen, yarım kalmış bir aşk hikâyesi vardır.


Mehmet ve Zeynep telefondaki sesin birbirlerine ait olduğunu bilmeden tanışırlar ve erkekler, kadınlar, hayat, dostluk ve aşk üzerine, bazen romantik sohbetler bazen de küçük atışmalar yaşarlar. Bu belirsizlikler, yanlış anlamalar, hayal kırıklıkları, entrikalar ve Çetin’in çapkınlıkları sayesinde Antalya’da başları beladan kurtulmaz.


FİLMİ İZLE 



 

 SİNEMA BİR MUCİZEDİR (2005)

Yönetmen: Memduh Ün, Tunç Başaran Görüntü Yönetmeni: Ertunç Şenkay, Senaryo: Tunç Başaran, Memduh Ün, Suna Dölek Müzik: Cahit Berkay Yapım: Uğur Film/Memduh Ün Yönetmen Yardımcıları: Suna Dölek, E. Emel Balcı, Semih Menda, , I. Kamera Ast: Murat Tuncel, 2. Kamera Ast: Batuhan Arite, 3. Kamera Ast: Özgür Gür, 4. Kamera Ast: Sertaç Özkan, 1. B Kamera Ast: Erol Beraha, 2. B Kamera Ast: Mert Kaptan, Sanat Yönetmeni: Suna Çiftçi, Kostüm Sorumlusu: Emine K. Güvendi, Kostüm Yard: Nermin Çevik, Dekor Aksesuar: Ali Özaslan, Haşim Uygun, Genel Koordinatör: Zafer Par, Kurgu: Nevzat Dişiaçık, Uygulayıcı Yapımcı: Sadık Dececi, Yapım Yardımcıları: Ali Zebil, Osman Özaslan, M. Ali Zenginoğlu, Çevre Düzeni: Hüseyin Ünlü, Sıdık Kurt, Birol Şehmo, Rahmi Eskiköy, Mustafa Doğan, Işık Şefi: Feramuz Tuna, Işık Yrd: Kayhan Şen, Arif Kamber, Cüneyt Özenç, Barış Ünlü, Ceyhun Parlak, Panter Operatörü: Hakan Duyar, Yardımcısı: Necati Mayda, Mehmet Ali Mendi

. Seslendirme Yönetmeni: Aziz Acar, Yardımcısı: Cemile Süheyla Yaltır, Yusuf Canlı, Efektör: Ayhan Atlı, Cast Sorumlusu: Tümay Özokur, Cast Yardımcısı: Bahar Akça, Müzik Editör: RH Pozitif Publishing, Makyöz: Esen Sandıkçı, Kuaför: Sli Erdem, Belgesel Çekim: Mehmet Bahadır, Hasan Ciritlioğlu, Kostümler: Türkan Kafadar, Yudum Yontan, Miksaj: Erkan Aktaş, Görsel Efektler ve Jenerik: Şafak Mıhlaç, Negatif Montaj: Eyüp Yıldız, Renk Düzenleme: Erol Şahin, Kopya Baskı: Zekeriya Şahin, Osman Yıldız, Çağlar Özlek, Laboratuar: Yahya Öztürk, M. Mustafa Oruç, Mustafa Şahin, Kimyager: Ferda Yılmaz, Telesine: Tuncay Koçtürk, Altyazı Eşleme: Dila Ulutaş, Lazer Altyazı: Murat Gülveren, Erkan Tekemen, Kerem Aktaş, Taner Alioğlu, Koordinatör: Turan Tokel, İletişim: Fatma Gülveren, Ulaşım: Mehmet Erdoğan, M. Ali Zengin, Ekrem Özyol, Ömer Cankol, Oktay Zor, Cuma Toprak, Güvenlik: Mecid Aslan, Osman Bozfırat, Nakliye: Hayrettin Tuzcuoğlu, (Fono Film stüdyo ve laboratuarında hazırlanmıştır)

Oyuncular: Kadir İnanır (Nakip Ali), Batuhan Levent (Umut), Cemre Duru (Gülümser), Eser Ali (Niyazi), Halil İbrahim Kuzucu (Mehmet), Muhittin Korkmaz (Akif), Gülsen Tuncer (Fitnat), Günay Girik, Nazan Ayas, Nuran Paro (Sitti Nine), Rüyam Olunçay (Umut’un Annesi), Kutay Köktürk (Tahsin), Hüseyin Köroğlu (Othello), Bahar Akça, Konuk Oyuncu: Fatma Girik (Sacide), İskender Bağcılar (Gazete Patronu), Berna Biber (Selvinaz), Şebnem Mazak (Handan), Mimoza Elezi (Afitap), Arif Kilisli (Zühtü), Bahar Akça (Nermin), İlke Akçasoy (Ayla), İskender Altun (Şakir), Abide Savaşçı (Niyazi’nin Annesi), M. Önder Keskin (Hazma), Yaşar Uralsı (Adanalı İşletmeci), Tiyatrocular: Efe Çadırcıoğlu, Gökhan Düzel, Gökhan Çelebi, Murat Kökmen, E.Emel Balcı, Hüseyin Ünlü (Şoför Salih), Memduh Ün (Doktor),

KONU: Bu öykü 1950 yazının Antep’inde, on bir yaşında sinema aşığı bir çocuğun bir sinema sahibi ile olan dostluğu çerçevesinde, Anteplilerin sinema sevgisini, bu sevginin onların hayatındaki yansımalarını ve yeni iktidara gelmiş Demokrat Parti’nin hayatlarında yarattığı değişimi anlatmaktadır.

Antep’teki en büyük sinema salonunun sahibi Nakip Ali’dir. Elli beş yaşlarında, neşeli ama çabuk sinirlenen bir adamdır. İstiklal gazisidir. Antepliler bazen onun davranışlarını garipserler ama yine de herkes sever onu. Nakip Ali’yi en çok Ümit sever. Ümit on bir yaşındadır, Annesi ve ninesiyle yaşar. Babası ölmeden önce onu Hüseyin’e emanet eder. Nakip Ali ve Ümit arasında babaoğul ilişkisinin ötesinde bir bağ vardır. Sevimli, cin gibi zeki, yaramaz bir çocuk olan Ümit’in hayatı Nakip Ali’nin sinemasındaki hafiyeler, kovboylar, vampirler, korsanlar ve olağanüstü kahramanlarla renklenmektedir. Nine de torunu gibi sinemanın başgediklilerindendir.

Tek başına ele avuca sığmaz bir çocuğu büyütmeye çalışmaktan yorgun, oğlunun geleceğinden endişeli olan Anne ise Ümit’in sinema merakından rahatsızdır, onun bu sevdadan vazgeçmesini, doğru dürüst okumasını ister.Böyle bir eğlenceden nasıl vazgeçebilir ki? Ümit için, ninesi için, sırılsıklam aşık olduğu komşu kızı Gülümser için, upuzun boylu, iyi kalpli Mehmet ve en yakın arkadaşı aksi mi aksi Cüce Akif için, Nakip Ali’ye aşık saz kızı Peri için, beyaz atının üstünde kovboy kılığında dolaşan yakışıklı Zühtü için… Herkes ama herkes için bir mucizedir sinema.

1950’li yılların getirdiği zorlu koşullara karşılık sıkıcı ve fakir yaşamlarını renklendiren sinema salonuna bir tiyatro kumpanyasının gelişinin ardından hem Nakip Ali’nin hem de Ümit’in yaşamını değiştirecektir...

 

Memduh Ün Anlatıyor:

Sinemacı arkadaşlarımla her cuma Çiçek Pasajı'nda toplanırdık. Atıf Yılmaz, Ömer Kavur, Halit Refiğ, Tunç Başaran Feyzi Tuna, Selda Alkor, Fatma Girik, Perihan Savaş, Göksel Arsoy, Eşref Kolçak gibi sanatçılar gelirdi. Bir keresinde, Tunç Başaran, Memduh ağabey, ben sinemada bugünkü yerimi sana borçluyum, sana şükran borcum var.

 Filme alman için bir senaryo yazacağım, istersen çek, beğenmezsen ben çekicem dedi. Teşekkür ettim kendisine. Canı gönülden söylüyor duygusu gelmişti. Ülkü Tamer'in anılarıydı; Allaben Öyküleri adlı hikaye kitabında toplanmıştı. Tunç'a bir başka cuma, Ülkü'ye ne kadar telif ödeyeceğimizi sordum. Peki, bana ne kadar ödeyeceksin diye sormaz mı! Ben herhalde şaka yapıyor diye düşündüm. Şükran borcu diye yazılan bir senaryonun karşılığı parasal olamazdı çünkü. Şaka olduğunu düşündüğüm için de, ne kadar istersen diye cevap verdim.

Bir tretman getirdi bana, okudum, hoşuma gitti. Çünkü beni avlayan bir nostalji vardı tretmanda. Çocukluğum ve ilk gençliğimde çok etkilendiğim kovboy filmleri, korsan Filmleri, Laurel Hardy'ler. Şarlo'lar vardı. Ben de çalıştım tretman üzerinde. Sonra sıra para konuşmaya geldi. Tunç tretman için benden 30.000 YTL istedi Çok şaşırmıştım. Çok büyük bir rakamdı. Senaryo değildi verdiği, beş on sayfalık bir tretmandı. Bodrum'a gidip üzerinde uzun uzun çalışmıştım, büyük emek vermiştim. O kadar özdeşleşmiştim ki hikayeyle. elinden çocuğu alınan bir babaya dönmüştüm. 15.000 YTL veririm, bir de satılan bilet üzerinden bir yüzde diye karşı teklif yaptım. Tunç çok iddialıydı, bu tretmandan yapılacak film bugüne kadarki en büyük gişeyi yapacak diyordu. Ben ona inanmıyordum, ama çok sevmiştim hikayeyi. Verdiğim parayı kabul etti Tunç. Bu arada Ülkü Tamer'le de anlaştım, ayrıca ona da bir para ödedim. Senaryo aşamasında Mimar Sinan'da çok başarılı bir öğrencim olan Suna Dölek'le birlikte çalıştım. Bizim Alkent 2ooo'dekı evimizde uzun süre kaldı Suna. Uyumlu bir çalışma gerçekleştirdik. Yapım sorumlusu olarak benimle yetmişli yıllarda, yığınla filmde . çalışan Zafer Par'! aldım yanıma. Zafer ön bir bütçe hazırladı. 650.000 YTL çıkmıştı. Dağıtım ve ortaklık için dostum Kadri Yurdatap'ın kapısını çaldım. Tunç'un da yakın arkadaşıydı Kadri, tasarıya inandığı için evet dedi. Özellikle Eurimages desteğine güveniyordu. Kurumun Türkiye temsilcisi Faruk Günaltay yakın arkadaşıydı. 300400 bin doları Eurimages'dan almayı umuyordu. Kadir lnanır'la anlaşıp, filmi televizyon kanallarına kolayca pazarlayabileceğimizi düşünüyordu. Masaya oturduk, bir hesap kitap yaptık. En kötüsü 100.000'er YTL zarar ederiz dedik ve Iilmin hazırlıklarına başladık…

”Memduh Ün Filmlerini Anlatıyor, Kabalcı yayınları, Ağustos 2009  İstanbul

 UĞUR VARDAN RADİKAL

Ortada mucize yok ama

1950 yazı, Antep... Şehir kendine özgü rutin hayatını sürdürmekte. Çok yakın bir arkadaşının ölümünden önce kendisine emanet ettiği 11 yaşındaki Ümit'e bakıp, sahibi olduğu Nakip Sineması'nda ona işe veren Hüseyin, ahalinin önde gelen simalarından biridir. Tatlısert bir kişiliğe sahip olan Hüseyin, aynı zamanda eski bir gazidir. CHP hükümeti iktidarı kaybedip Demokrat Parti koltuğa oturunca, siyasetin kolları ister istemez Gaziantep'e de uzanır. Yeniden Arapça okunan ezan, Kore'ye asker gönderme istekleriyle kendini gösteren milliyetçilik vs., yeni iktidarın gündelik hayattaki uzantılarıdır...

 

Sinema bir endüstridir

Memduh Ün'ün başlayıp sağlık koşullarının elvermemesiyle Tunç Başaran'a devrettiği ve sonuçta iki tecrübeli ismin imzasını taşıyan 'Sinema Mucizedir', yedinci sanata dair özel bir öykü anlatma derdinde. Ama ne var ki Ülkü Tamer'in öykülerinden Suna Dölek'in senaryosuyla çekilen yapım, her yönüyle demode bir çalışma. Yönetiminden oyuncu performanslarına, sinemasal anlatımından hedeflediği duygusallığa kadar her şeyde bu demodeliğin izlerini bulmak mümkün. Sinema artık bugün çok önemli bir endüstri. Bu gerçek dışarıda zaten varlığını çoktan hissettirmiş durumda; ki artık içerisi de böylesi bir kaderden kuşku duymuyor. Ne var ki bu endüstri 70'ler sonu, 80'ler başı gibi bir dönemde televizyon, video gibi yan kollardan etkilenmiş, salonlar bir bir kapanırken otoparklar, alışveriş merkezleri gibi yeni mekân tipleri sinemaya ait alanları işgal eder olmuştu. Lakin (şükürler olsun ki) artık o günler çok geride kaldı; video DVD'ye yenildi, alışveriş merkezleri ise içlerinde çok sayıda sinema salonu (geçmişin ihtişamlı mimarilerinden uzak, cep mantığında olsa da) barındırıyor. Dolayısıyla bu 'barış ortamında 'savaş günlerine ait filmin, seyircisine derdine anlatabilmesi için daha fazla gayretli olması gerekir. Yani 'Cinema Paradiso' ya da 'Splendor' gibi yapımların etkisi, yönetmen maharetlerinin yanında biraz da zamanlama başarısından kaynaklanıyordu. Tamam, siz yaklaşık 2025 yıl sonra aynı sulara geri döndünüz bari şu yapılsaydı: İki sezon önce bu topraklarda 'Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak' gibi kendi koşullarında muhteşem bir film çekildi. Kabul, sinema tekniği açısından belki problemleri vardı ama en temel şeye, seyircisinin duygularına, yüreğine direkt sesleniyordu ve bunu başarmak için tekniğe gerek olmadığını gösteriyordu.

'Sinema Bir Mucizedir' ise önünde böyle bir örnek varken, tabii ki geri bir adım gibi duruyor. Böyle bir örnek olmasa da farketmez; bence oyunculuğu son derece sevimsiz duran bir çocuğun film boyunca Tyrone Power, John Wayne, Johnny Weismüller gibi isimleri sayıklaması, o filmin ve de kahramanının sinemaya özel bir sevgisi olduğunu göstermiyor. Kendisinden büyük komşu kızına aşkını gösteremediği gibi... Keza yıllar sonra yeniden alevlenen ve Shakespeare'in 'Othello'sunda yeni bir filiz veren bir başka aşk gibi...

Sonuçta günahın kime yazılacağını bilemem ama ÜnBaşaran ortaklığını taşıyan 'Sinema Bir Mucizedir', arada bir mucizeler çıkaran bir sinemanın mucizesiz günlerine ait bir çalışma olmuş... Galiba bu filmi, 'Üç Arkadaş' gibi bir başyapıtın sahibi ismin. 'iki yönetmen'li başarısız hamlesi olarak hatırlayacağız.

Tunç Başaran Memduh Ün’ün asistanı olarak başladığı yönetmenlik serüveninde sinemamıza 50’nin üstünde film kazandırdı ve kazandırmaya devam ediyor. Tunç Başaran hocası Memduh Ün’ü Sinema Bir Mucizedir filmini yapması için yüreklendiriyor. Memduh Ün büyük bir istekle başladığı filmini rahatsızlığından dolayı tamamlayamayınca bu görev öğrencisi Tunç Başaran’a düşmüş.

Uçurtmayı Vurmasınlar, Piyano Piyano Bacaksız, Sen de Gitme, Kaçıklık Diploması gibi filmleriyle ödüller alan Tunç Başaran ile sinemamız, projeleri ve Sinema Bir Mucizedir üstüne konuştuk.

Sinema Bir Mucizedir filmi nasıl doğdu? Kısaca filmde ne anlatılıyor?

13 sene önce Ülkü Tamer’in Alleben Öyküleri adlı kitabını okuduğum zaman Macı Hüseyin adlı hikâye dikkatimi çekmişti. Macı Hüseyin küçük bir çocukla yaşlı bir adamın arasındaki sevgiyi anlatan ve sinema üzerine kurulan bir hikâyeydi. Çok sevmiştim. Ülkü’ye, ‘ben bundan film yapmak istiyorum’ demiştim. Ülkü’nün diğer kitaplarını okudum. Aradan seneler geçti her geçen yıl içinde parça parça bir takım notlar aldım. Ve geçen sene geniş bir tretman yazdım. Ne yalan söyleyeyim bu filmi kendim çekmek istiyordum ama benim sevgili hocam Memduh Ün’e hem vefa borcum hem de gönül borcum var. Film yapmasını istiyordum, o da proje yokluğundan bahsediyordu. Ben de bu projeyi Memduh abiye götürdüm.

Filmin hikâyesi Gaziantep’te geçiyor. Bir sinema sahibiyle, sinema delisi bir çocuk arasındaki sinema ile yoğrulmuş sevgi anlatılıyor. Çocuk Ülkü Tamer’in çocukluğu aslında. Ülkü sinemayı çok iyi bilen bir şair, yazar. Memduh Bey’in rahatsızlığından dolayı filme siz devam ettiniz. Filmde iki farklı yönetmenin farklı bakış açıları hissedilecek mi?

İki farklı bakış açısı olamaz çünkü ben Memduh ağabeyin dilini biliyorum ve bana yakın. Ondan çok şey öğrendim Ayrıca onun öğrencisiyim, benim hocamdır. Filmde iki ayrı yönetmenin ismini görürsünüz ama iki ayrı film göremezsiniz.

Deneyimli oyuncularla çalışmak bir yönetmen için zor mudur? Oyuncuları istediğiniz gibi yoğurabiliyor musunuz?

Beni hiçbir oyuncu sınırlayamaz. Bu filmde ben Fatma’yla çalışmadım onunla Memduh ağabey çalıştı. Fakat bu filmde bir aktörle çalıştım; Kadir İnanır. Türkiye’de böyle bir aktör olmasından gurur duydum. Bu kadar profesyonel bu kadar işine saygılı ve yönetmenin her isteğini verebilen oyuncu Türk sinemasında çok az bulunur. Örneğin 45 derece sıcakta, içinde gömlek, üzerinde yelek, onun üstünde ceket ve kafasında şapka ile 12 saat duran bir oyuncu çok zor bulursunuz. Yüzünün dinlenmesi gerektiğinin bilincinde, erken kalkıyor. Sete geldiğinde ne yapacağını biliyor. Hatta birinci parçayla on ikinci parçayı çekerken aralarındaki bağlantıyı kafasında kendisi kuruyor. Bu çok profesyonelce., Son yıllarda çekilen Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak, Eğreti Gelin ve şimdi konuştuğumuz Sinema Bir Mucizedir gibi dönem filmlerinin senaryolarında ortak noktalar dikkat çekiyor. Sanata merak salmış bir çocuk kendisinden yaşça büyük bir kıza aşık oluyor.

Hepimiz böyle değil miydik! Bu filmlerin ortak noktası sanat. Sanatta aşk olmazsa sevgi olmazsa bunların hiçbiri olmaz. Ülkü Tamer’in diğer kitaplarından da yararlanıldı ve bunlar derlenince çok büyülü bir masal ortaya çıktı.

Adnan Menderes’in hayatını konu alan projeniz ne aşamada? O da bir dönem filmi. Dönem filmleri sizi çekiyor sanırım?

Ben dönem filmlerini seviyorum. İnsanlar anıları ile yaşamamalılar ama anılarını da hiç unutmamalılar. O devrin çocuğu olduğum için o tadı alıyorum. Hatta koku bile geliyor. Mesela .

bu filmde sinema sahneleri var. Sinemaya girdin mi sinema kokusu duyulur. Sinema, cami gibi, kilise veya sinagog gibi bir mabet yerine benzer. İçeri gireceksin sessiz, karanlık, perdede bir takım hayaller. Bu hayaller başlayacak ve bitecek ve siz gene sessiz dışarı çıkacaksınız. Sinemanın özelliği bu. Tüm dünyada olduğu gibi sinema seyircisi 12 ile 25 yaş arası. Ama Sinema Bir Mucizedir filminden çok büyük tad alacaklarını zannediyorum. Çünkü şimdiye kadar yapılmışın dışında bir film oldu.

Menderes’in hayatını konu alan proje de bir dönem filmi. 1964’den beri bu filme çalışıyorum. Yazdım bitti ama 67milyon dolarlık bir film. İşin en zor kısmı para bulmak. İnşallah bulacağız. Dönem filmlerinin en önemli özelliklerinden birisi de yeni nesile o günleri öğretmek. Bir dönem filmi yapacaksanız üzerinden en az 40 sene geçmeli ki parçalar yerlerine otursun. Adnan Menderes projesi için yüzlerce kitap, binlerce gazete okudum, yüzlerce insanla konuştum. Benim amacım ne bir kahraman yaratmak ne de kahraman olmuş birini yerin dibine sokmak. Amacım gerçekler neyse onlara yakın bir film yapmak. Politik bir film yapmaktan ziyade çok hüzünlü bir hayatı olan birinin filmini yapıyorum. Aile çok hüzünlü bir aile. Menderes’in başına gelmedik kalmıyor.

Sinemaya başladığınız yıllarda Türk sineması altın çağını yaşıyordu ve zorluklara rağmen pek çok film çekildi. O yıllarda mı film çekmek zordu yoksa şimdi mi?

Sinema zaten zor bir sanat. O zamanın zorlukları ayrıydı bu zamanın zorlukları ayrı. O zaman para sıkıntısı çok fazla çekilmiyordu. Oyuncu sıkıntısı da çekmezdik çünkü birbirinden değerli oyuncularımız vardı. Zorluklara gelince teknik imkanlar yoktu, çok zor şartlar altında çalıştık. Başımızda sansür diye bir bela vardı, örneğin Türkiye’nin problemlerine eğilen bir filme müsaade etmezlerdi. Şimdi eskisi gibi bir sansür zorluğumuz yok, medeni bir ülkede ne kadar varsa bizde de o kadar var. Şimdi ekonomik zorluklar var. Teknik olarak bir Amerikan filmi veya bir batılı Avrupa filminde kullanılan malzemeler kullanılıyor bunlar da para demek. Bugün para ve oyuncu bulma zorluğu var. Yani her iki dönemin de zorlukları ve kolaylıkları farklı.

Siz 60’lı yıllarda diğer yönetmenlere göre daha az film yaptınız daha mı seçiciydiniz?

Ne yalan söyleyeyim istemeyerek yaptığım bir sürü film oldu. Tabii anneler babalar bütün çocuklarını severler. Ama bütün çocuklar çok güzel ve sağlıklı olmuyor. Mümkün mertebe düzgün filmler yapmaya çalıştım. Yani bütün tarz filmleri denedim. Mesela 64’te 3. filmim Murtaza, ki o zaman star sineması vardı ben hayır star kullanmayacağım dedim ve Müşfik Kenter ile tiyatroculardan kurulu bir kadro ile film yaptım. Bugün hala en çok sevdiğim filmdir o.

Son yıllarda dijital çekilen sinema filmleri var. Siz sinemada dijitale nasıl bakıyorsunuz? Çok kötü bakıyorum. Tek bir sözle cevabını vereyim. Tüfek icat oldu mertlik bozuldu. Yani o sinema tadı dijitalde kesinlikle yok. Her sene tüm dünyada film eleştirmenlerinden bugüne kadar yapılmış on tne film seçmeleri istenir. Bu on film sıraları değişse de senelerden beri aynı filmler. Bu filmlerden hiçbiri 1950’den sonra yapılmamıştır. 1950’den sonra yapılan bugünün saçma sapan Matrix’leri, Constantin’leri.

 1973 yılında sinemaya ara verdiniz. 14 yıllık bu arada sinemayı özlemiş olmalısınız.

Gene sinemacılıkla ilgili bir iş yaptım. Reklam filmciliği yaptım. İlk prodüksiyon şirketini ben kurdum. Çok para kazandım. Kazandığım parayı da Biri ve Diğerleri’ne yatırdım ve battım. Aslında hiçbir film batmaz. Uçurtmayı Vurmasınlar, İstanbul Kanatlarımın Altında’dan önce gişede iş yapan bir filmdir. Aylarca oynadı sinemalarda ve birincisinin de zararını çıkardı. Sinema ticari bir sanat. Yatırdığınız parayı geri almalısınız ki başka bir film yapabilesiniz. (sinema.mynet.com) Mega Movie dergisi Eylül 2005 sayısından alınmıştır)

Not:

1) Ülkü Tamer’in “Allaben” öykülerinden sinema hikayesini hazırlayan Tunç Başaran.

2) Memduh Ün’ün çekimlerin altıncı haftasında rahatsızlığı nedeniyle filmi bir zamanlar asistanlığını yapan Tunç Başaran tamamlamıştır.

 

FİLMİ İZLE 



 

 SEN NE DİLERSEN (2005) 

Senaryo ve Yönetmen: Cem Başeskioğlu, Görüntü Yönetmeni: Gökhan Atılmış, Yapım: Kara Film/Zafer Çelik , Temel Kerimoğlu ,Kadir lbaş ,Hasan Çetin ,Baha Serter Sanat önetmeni; Berşan Hoyi, Kostüm Tasarım: Bilgin Altunbaş Yapım Koordinatörü: Seda Peker, Yapım Asistanı: Erdal Bali, Işık Şefi: Vedat Özdemir, Sanat Asistanı: Sonay Ortuğ, DS Nitris: Burak Sürücü

 Oyuncular: Yıldız Kenter (Dadı Mimi), Işık Yenersu (Eleni), Işın Karaca (Marika),Zeynep Eronat (Eftimiya), Fikret Kuşkan (Musa), Ayçin İnci (Vasiliki), Okan Yalabık (Stavro), Aytaç Arman, Ahmet Mümtaz Taylan (Zülfikar), Begüm Birgören (Genç Eleni), Anta Toros (Rosa), Cem Özer, Asuman Krause (Melek), Leman Çıdamlı, Ebru Karanfilci (Sümbül), Hasan Yalnızoğlu (Melek), Ayşin Zeren (Melek), Yakup Yavru (Doktor), Haldun Boysan (Rıfkı), Güler Ökten (Anastasia), Evrim Solmaz (Genç Eftimiya), Ali Taygun (Apostos), Özden Özgürdal (Zangoç), Ayşe Merve

Konu: 60'lı yaşların başında olan Eleni'nin (Işık Yenersu) kanser olduğunu öğrenmesinin ardından 40 yaşlarında olan kızı Marika'nın (Işın Karaca) ne olacağını düşünür. 40 yılın ardından kızkardeşi Eftimiya'ya (Zeynep Eronat) gider. Eftimiya ise 40 yıl önce düğün arefesinde ablasının evleneceği adamla kaçmış ve evlenmiştir. Eleni bir kiliseye giderek bir mum yakar ve Allah'a dua eder. O arada Musa, kilisedeki mumları çalıp dışarıda satmayı planlamaktadır. Kilisedeki tek mum ise Eleni'nin mumudur ve onu çalıp tam dışarı çıkmak üzereyken melekler aşağıya iner ve ne olursa ondan sonra olur