Powered By Blogger

28 Nisan 2015 Salı

BİNNAZ (1919)



Yönetmen Ahmet Fehim, Fazlı Necip
Senaryo Münif Fehim (Yusuf Ziya Ortaç'ın aynı adlı eserinden)  [1]
Yönetmen Yardımcısı Münir Hayri Egeli
Foto Direktörü Fuat Özkınay ,
Yapımcı Malul Gaziler Cemiyeti / Fuat Özkınay 


Oyuncular: Milé Blanche (Binnaz), Hüseyin Kemal Gürmen (Ahmet Efe), Rana Dilberyan, Hakkı Necip Ağrıman, İsmail Zahit, Eliza Binemaciyan, Ekrem Oran, Ahmet Fehim, Raşit Rıza 
Konu: Lale Devri'nin ün salmış güzellerinden "Binnaz", Efe Ahmet adlı bir yeniçeriye aşıktır. Bir gün Binnaz'ın kapısını bir delikanlı çalar. Bu güzelin ününü duymuştur.
Tuna boylarından kalkıp İstanbul'a gelmiş olan Hamza Bey'dir bu genç. Hamza Binnaz'ın evine gelmeden yolda serserilerin saldırısına uğrar ve efe Ahmet tarafından kurtarılır. Karanlıkta yüzünü iyi göremediği bu adama işlemeli yeniçeri hançerini verir. Binnaz'ın evine gelen Hamza, Binnaz'a aşkını ilan eder, Binnaz'da tatlılıkla onu gönderir. Daha sonra yeniçeri kahvesinde Binnaz yüzünden Ahmet Efe ile Hamza Bey arasında bir kavga çıkar, Hamza bey bıçakla yaralanır. Efe zindana atılırsa da Binnaz'ın zindan cıyı etkilemesi sayesinde, buradan kaçar. Bu arada Hamza Bey, Sadrazam'-dan Efe Ahmet için bir ferman alır. Bu Binnaz'la aralarında bir yakınlığın doğmasına yol açar. 
 “Filmin Topkapı Sarayı gibi mükemmel bir mekanda çekilmiş olmasına karşın, eleştirilerden anlaşıldığı üzere; sinema tekniği, ışık ve kameranın iyi kullanılamaması bakımından kaliteden yoksun bir film olarak kabul edilmişti. O dönemde yayınlanan “Temaşa” dergisindeki bir eleştiride filmin oynanışı hakkında şu bilgiye yer veriliyordu. “Oynanış itibariyle de film şayan-ı merhamet idi. ‘Binnaz’ rolündeki matmazel çirkin ve pek acemi olmamakla evza ve etvar nokta-i nazarından (güzel) değildi. Aşıklardan efe rolündeki aktör, hepimizin tahayyül ve tahmin ettiğimiz asil ve mert (yeniçeri efesi) değildi. Evza ve etvariyle hakir Samatya efesi idi. Hazma rolünü ifa eden genç, tavru sanat itibariyle (güzel) davrandığı halde, ‘Binnaz’daki Tuna’dan İstanbul’a kadar dereler, dağlar aşan bağrıyanık aşık değildi. Darülbedayimizin yeni aktörlerinden (Hüseyin) Kemal Bey, çalışmak suretiyle iyi bir sinema artisti olabilir. Tali Rolleri  oynayan zevat arasında şayan-ı takdir dikkat simalar yok değildi. Fakat artistlerin kusuru her halde operatörlerin kusurundan çok değildi...”
1919'un "BiNNAZ" I 

“....Malulin-i Guzat sinema fabrikasının bir sinema reklamı için hicabaver bir afişle şaheserimiz diye muvaffakiyetini satan "Binnaz" filmi. Gelelim "Binnaz" filmine: Malulin-i Guzat sinema heyetinin bu ikinci eserini, birincisine nispeten her halde daha muvaffakiyetli bir hatve olarak alkışlayacağımızı zannederdik. Halbuki gerek (senaryo) gerek almak ve temsil etmek nikat-i nazarından birincisinin bir tekrarı olduğu gibi musahabetimizin iptidasında dediğimiz gibi sokaklarda (şaheserimiz!) diye tefahürle ilan edilebilecek bir eser-i sanat olmak mahiyetinden çok uzak bulunuyor.. Bizde şurası teslim edilmek isteniyor ki sanat işlerinde herhangi bir eserimiz ancak ve belki muvaffakiyete bu mukaddeme teşkil edebilecek şeylerdir. Yani elimizdeki echüze ile, fen ve sanate olan derece-i vukufumuzla başarabileceğimiz iş nihayet yarın için muvaffakiyetimizi tebşir eden bir vaat olmak haddini geçemez.. Halbuki bugün, fazla hasılat ve rağbet temini için ilanların balasında kullandığımız kelimati tefahür erbabı nezdinde yüzümüzü kızartacak bir hatayi tegafüldür.
Binnaz vak'a itibariyle "Dar-ül bedayi"nin "Binnaz"ından farklıdır. Beş kısım içinde israf edilen şeritlerin miktar ihtimal ki iki kısımlık bir miktare baliğ olur. Hele mukaddeme denmesi daha doğru olabilecek birinci kısım, manasız ve iç sıkıcı bir resmi geçitten ibaret kalıyor, sonra Topkapı saray-i hümayu-nun her biri birer şehdane-i sanat olan köşeleri o kadar acemice alınmış ki kalben acımamak elden gelmiyor. 
Çadırdaki bezm-i safa büyük Nedim'in ruh-i şairevetini rencide edecek öyle bir zevksizlikle geçiyor ki, orası İbrahim Paşa'nın aşçısının eğlendiği çadır olsaydı her halde yine bu kadar sönük bir havme-i tarab olmazdı. Gerçi beş kısım ötesine berisine serpilmiş bazı güzel ve cidden gözleri doyuracak kadar güzel sahneler yok değil fakat bu madud manzaralar bir enstantane olmaktan ileri geçemiyor. 
Oynamış itibariyle de film şayan-i merhamet idi.. Binnaz rolündeki matmazel-madam sinemada çirkin ve pek acemi olmamakla beraber evza ve etvar nokta-i nazarından (güzel) değildi. Aşıklarından (efe) rolündeki aktör, hepimizin tahavvül ve tahmin ettiğimiz asil ve mert (yeniçeri efesi) değildi.
Evza ve etfariyle hakir bir Samatya efesi idi. Hamza rolünü ifa eden genç, tavr-u sanat itibariyle (güzel) davrandığı halde manzum "Binnaz"daki Tuna'dan İstanbul'a kadar dereler, dağlar aşan bağrı yanık genç aşık değildi. "Dar-ül Bedayi" mizin yeni aktörlerinden Kemal Bey çalışmak şartıyla iyi bir artist olabilir. 

Tali rolleri oynayan zevat arasında şayan-ı dikkat simalar yok değildi. Fakat artistIerin kusuru her halde operatörlerin ve dirijörlerin kusurIarından çok değildi.. "Binnaz" filmini daha mufassal surette tahlil ve tenkid etmek isterdik. Yalnız binnetice pek sevdiğimiz bu müessesenin daha ziyade muvaffakiyetlerine temennikar kalmağı tercih ettik... Yalnız sanatın siyaset tanımadığını mezkur idare bilmeli ve ona göre işlerinde daha dikkatli ve daha musifikane davranmalıdır. " (Temaşa dergisi, sayt:18, 1 Kanunsani / Ocak 1920) [2]

Aynı isimli film 1959 yılında Metin Erksan ve Mümtaz Yener’in senaryosundan, Mümtaz Yener’in rejisiyle filme tekrar çekilmiştir. Filmde başrolleri, Orhan Günşıray ve Belgin Doruk paylaşmıştır.




[1] Yahya Kremal Beyatlı, Victor Hugo’nun “Marion Delorme” isimli oyununu,  Yusuf Ziya Ortaç’a anlatmış, Ortaç da. Bu oyunu Lale Devri’ne uygun bir tarzda “Binnaz” adı altında uyarlamıştır
[2] Yazının anlamını kaybetmemsi  için günümüz Türkçesine  çevirmeden aynen aktardım (y.ö)





ALEMDAR MUSTAFA PAŞA (1918)



 (Alemdar Vak’ası Veya Sultan Selim-i Salis) [1]
 
Senaryo ve Yönetmen Sedat Simavi
Görüntü Yönetmeni Kenan Erginsoy, Burhan Felek
Yapım Müdafaa-i Milliye Cemiyeti 

Oyuncular: Burhanettin Tepsi [2] ve Ermeni Oyuncular.
lk tarihsel film denemesi. Filmin çekimi basında çeşitli tartışmalara yol açtı. İlk karşı çıkanlardan biri de Muhsin Ertuğrul oldu. Ertuğrul şöyle diyordu: 
…”maalesef öğrendik ki yine, hem de tarihimizin en şanlı sahifelerinden birini ihtiva eden Alemdar Vak’ası da sinema objektifi önünde çevrilmeğe başlanmış, Nasıl ve ne şerait altında böyle oldukça ağır bir yükün altına girildiğini bilmiyoruz. Fakat elimizdeki vesait ile yine sahnelerimizde temsil edile gelmekte olduğu gibi yapılacaksa, hürmetten başka bizden hiçbir şey beklemeyen, medar-ı iftiharımız olan büyüklerimizin ruhunu bu suretle incitmemiş olsak daha iyi olur. (Nijat Özön, Türk Sinema Tarihi, Artist yayınları, 1962) 

Eleştiri: Alemdar Mustafa Paşa” veya “Alemdar Vak’ası” isimli film çekilmesine karşın, kurgusu yapılamamış ve gösterime giremeden rafa kalkmış bir filmdir. Bu tarihlerde 1. Dünya savaşı bitmiş antlaşma sağlanmış ve ordunun elinde bulunan tüm araç-gereçler İstanbul’u işgâl eden askeri güçlere verildiği için gerek Ordu Film Dairesi'ndeki, gerekse Müdafaa-i Milliye Cemiyeti'nin elindeki sinemayla ilgili araç ve gereçler "Malüllin-i Guzat-ı Askeriye Muavenet Hey'eti" adıyla kurulan, sonradan bildiğimiz "Malül Gaziler Cemiyeti"ne dönüşen kuruluşa devredildi ve böylece düşman eline geçmekten kurtarıldı. (“Prof. Dr. Alim Şerif Onaran”) 



[1]  ” Alemdar Vakası 15 Kasım - 18 Kasım 1808 de Rumeli âyanından, yenilik yanlısı Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa'nın ölümüne ve yenilik hareketlerinin durmasına yol açan yeniçeri ayaklanmasıdır
[2]  Bknz :Burhanettin Tepsi tr.wikipedia.org/wiki/Burhanettin_Tepsi







PENÇE (1917)



Senaryo ve Yönetmen Sedat Simavi
Foto Direktörü Yorgo İlyadis
Yapımcı Müdafaa-i Milliye Cemiyeti 

Oyuncular: Bedia Muvahhit, Elisa Binemeciyan, Nureddin Şefkati, Raşit Rıza, (Dar-ül Bedayi oyuncuları ) 

Konu: Mehmet Rauf’un evlilik ile evlilik dışı aşkın çatışmasını ortaya koyduğu ve bunun için de birbirine paralel iki olay dizisini geliştirdiği oyun Pençe'dir, Bu olaylar dizisinin birincisi genç bir şair olan Pertev'in hikayesidir. Oyunun başında Pertev, kız kardeşiyle evli eniştesi Ferit Bey'le derinlemesine tartışır.
Ferit yerleşmiş toplumsal kurumlara özellikle evliliğin kutsallığına inanmıştır insanlık için evlilik zorunludur, evlilik dışı aşksa bir 'pençe'dir. Pertev'e göre kadınlar, bayağı, miskin, cahil yaratıklardır, evlilikse hep kötü sonuçlara götürür, evlilik insanlık için bir canavar pençesidir. 

 Evlilik dışı aşkta erkeğin sevdiği kadını istediği zaman değiştirebilmesi elindedir. Bu tartışmaya karışan dostları evli Vasfi Bey de evlilik dışı aşka inanmaktadır. 

Bu tartışmadan sonra Pertev ile Vasfi'nin hikâyeleri birbirine paralel olarak gelişir Her iki gelişme de evlilik dışı aşkın kötülüğü ve evliliğin üstünlüğünü gösterecek yolla sonuçlanır. Pertev'in hikâyesinde erkeğe doymak bilmeyen, harem ağasıyla bile sevişen tinsel sapık Leman adlı bir genç kadınla ilişki kuran Pertev, daha sonra Leman'ın önüne gelen erkekle yatığını öğrenince büyük bir sarsıntı geçirir. Öte yandan Vasfi de Feride adında bir evli kadınla sevişmektedir, bu tutkusuyla karısını ve çocuğunu bile evden kovmuştur. Ancak Feride’nin kocası Cabir, ikisini suçüstü yakalamış tabancasıyla Vasfi'yi yaralamış, Feride de çırılçıplak sokağa fırlamıştır. Bütün bunlara rağmen, Vasfi'nin karısı kocasına dönerek onun yaralarına bakmıştır. Ferit, her iki olayı da örnek göstererek evliliğin aşktan da üstün olduğunu Pertev'e kabul ettirir.
Pençe, Memed Rauf'un bir oyunundan uyarlanan ilk Türk Filmi. Aynı zamanda da "Cinsellik içeren ilk film." Metni 1900 yılında yayınlanmış olan "Pençe", oynanmaktan çok okunmaya elverişli bir metin olarak görülmekteydi. Bundan dolayı teknik bakımdan sahneye bile uyarlanması güç bir eserdi. Konusu bakımından evliliği insanlığa en büyük acıları duyuran bir "pençe" olarak tanımlayan ve özgürce sevişmenin övgüsünü yapan bu oyun, bugün için bile "gözü pek" sayılabilecek bir düşünceyi öneriyordu. Hareketsiz ve diyaloglarla gelişen bir konuyu içeren oyun, filme çekilince de aynı etkiyi yaptı.
Muhsin Ertuğrul'un "Her Türk vatandaşını utandırdı" diye nitelendirdiği bu film, iç içe geçmiş iki öykü üzerine kuruluydu. Kadın ile erkek arasında yaşanan bildik sorunlar. Ama öykülerden birindeki kadın kahramanın birden fazla erkekle ilişkiye girmesi o dönemin Türk toplumu için kabul edilemeyecek bir durumdu.

Bazı kesimler tarafından utanç verici bulunan, bazı kesimler tarafından da beğenilen “Pençe”, tıpkı Ayastefanostaki Rus Abidesi'nin yıkılışı gibi arşivlerde tek kopyası bile olmayan bir ilk film. 

“Pençe namıyla ortaya atılan o saçma sapan şeylerin birbirine eklenmesinden meydana gelen şerit, memleketimizde yalnız bu güzel sanatla ilgilenenleri değil, her Türk’ü utandırmıştı. (Muhsin Ertuğrul, Memlekette Sinema Hayatı, “Temaşa Dergisi”, 15 Ağustos 1918) 

Eleştiri : Mehmet Rauf'un aynı adlı tekniği bakımından sahneye elverişli olmadığı gibi konusu bakımından davranması imkansız oyunundan sinemaya uyarlanmıştır Evliliği insana acılar veren bir 'pençe' olarak gören düşünce ile asil pençeyi 'aşk ve alaka' olarak gören düşüncenin çatışması olan oyun bugün için bile cüretkar savılacak açık sahneler içeriyordu. 1909 da yazılan oyun uzun zaman geçmesine rağmen sahnelenemez, hareketsiz, sonu gelmez konuşmaIarı ile sinemaya yatkın değildir. Simavi tarafından yazılan senaryo ile çekilen film ise Muhsin Ertuğrul'un 'Temaşa' dergisine yazdığı yazıda, oyundan taşıdığı olumsuzlukların yanında sinemasal tekniğinin zayıflığı ve görüntüsel içerik, ve yorumu ile de ağır bir dille hayli eleştirilir, utanç kaynağı olarak gösterilir, Hatta filmin Berlin'e gönderilmesi bu özellikleri nedeni ile kınanır. Filmin uğradığı bu eleştirinin kendi içeriği olduğu kadar, kendine kaynak olan eserden de kaynaklanması acaba bir rastlantı mı? 

Oyunun özellikleri göz önünde bulundurulunca, yapılan seçimin bu sonuca ulaşması kaçınılmazdır Daha ilk sinema yapıtında, tiyatro seyircisinin karşısına sekiz yılda çıkamamış bir oyunun ele alınması oyunun yoğun teatralliği yanında cüretkarlığı da düşünülünce görselliğin kitleler üzerinde ki etkileyiciliği akla gelmektedir. (Orhan Ünser, “Kelimelerden Görüntüye” syf, 14)