Yönetmen
Muhsin Ertuğrul
Senaryo
Nazım Hikmet Ran (Ercüment Er Takma
adıyla)
Görüntü
Yönetmeni Yoakim
Filmeridis
Şarkılar
Suzan Yakar (Rutkay), N. R. Ahıskan,
Muzaffer Sarısözen
Yapım
Halk Film / Fuat Rutkay
Yönetmen
Yardımcısı: Necdet Mahfi
Ayral, Prodüksiyon Amiri: Sadık Tarlan, Ses: Ara Cilacıyan, Makyaj:
Kadri Ögelman, Müzikleri Düzenleyen: Muzaffer Sarısözen
Oyuncular: Nevin Seval (Hatçe), Perihan Yanal (Zehra), Behzat Butak
(Hüseyin Ağa), Vasfi Rıza Zobu (Ferhat), Hadi Hün (Çoban Selim), Mahmut Moralı
(Şaban), Mümtaz Ener (Ali Ağa), Haluk Sarı cı (Mehmet) Diğer roller: Nafia
Arcan, Kadri Ögelman, Reşit Baran
Çekim yeri: Bursa, Karacaköy (Boğazmevkii, Dombay Çukuru, Kuşaklıkaya),
Samsun, Bafra (Kızılırınak); İstanbul, Seyfibey Çiftliği (İstinye) ve Balaban
Çiftliği
Konu: Bir yürük obasının beyi olan Hüseyin Ağa'nın kızı Hatçe, üvey anası
Zehra'nın çekilmeyecek dereceye varan zulmü ve tahriklerine karşı avuntuyu Çoban
Selim'in namuslu sevgisinde bulmuştur.
Selim'i ağanın karısı Zehra da sevmektedir. Zehra bir gün, çobana
duyduğu sevgiyi açıklar; fakat Selim bu haram sevgiyi kabul etmez.
'Deryadil' bir halk filozofu olan Ferhad'ın akıllıca girişimi,
çobanla bey kızı arasındaki ilişkiyi açığa vurarak Selim'i kovdurmaya çalışan
Şaban'ın entrikasını önler. Ferhad evliliğin gerçekleşmesini ağır bir şarta
bağlatır: Çoban üç gün tuzla beslenecek koyunları ırmaktan su içirmeksizin
geçirirse, Hatçe'yi alabilecektir.
Selim kavalının büyülü nağmeleriyle beklenmedik bir mucize
yaratır: Koyunlar, hatta inatçı Karakoyun bile, kavalın sesine kapılarak su
içmeden ırmaktan geçerler. Zehra ve Şaban, çobanla evlenince Hatçe'nin
anasından kalan mirası alıp götüreceğini düşünerek, bunu önlemek üzere onu
öldürmeyi kararlaştırırlar, Bir geyik avında Şaban'ın gizlice attığı bir
kurşunla yaralanan Selim, hadiseyi kazaya yorar.
Girişimlerinin başarısızlığı Zehra ile Şaban'ı başka
düzenlere yöneltir. Hüseyin Bey'in üç bin altın borçlanmış olduğu Ali Ağa'yı
kışkırtırlar. Öteden beri Hatçe'yi oğluna almayı tasarlayan Ali Ağa, Hüseyin
Ağa'yı sıkıştırır ... Üç günde kızı vermezse mahkemeye başvuracağını söyler.
Selim, ağasını kurtarmak için sevgisinden vazgeçer. Böylece Ali Ağa'nın oğlu
Mehmet'le Hatçe'nin düğün hazırlıkları başlar. Düğün günü kız, obasından alınıp
kasabaya götürülmekte iken; gelinin atı tam Kızılırmak köprüsünün ortasına
gelince çökerı köprü yüzünden gelin alayı sulara gömülür, Gelin, kendisini
kurtarmak isteyen çobanın artık 'namahrem' olmuş elini tutmak istemeyerek
boğulur,
Eleştiri: 'Sevdiği kız uğruna dereden koyunları kaval zoruyla su
içirtmeden geçiren çoban'la ilgili 'Karakoyun Efsanesi'ile, ırmaktan geçerken
yıkılan köprüden düşerek sulara gömülen gelin' efsane si ustaca birbirine
kenetlenerek yazılan bir senaryodan gerçekleştirilen film, Ertuğrul'un yeni bir
tür denemesini de ortaya çıkarıyordu: Yörüklerin hayatı... Bu Aysel, Bataklı
Damın Kızı'nda denediği köy hayatının bir başka yönünü yansıtacaktı. Bu
amaçla Bursa'da ve Samsun'da mahalli çalışmalar yapıldı; aşırı harcamalar ve
fedakarlıklar göze alındı. Filmin baş kadın oyuncusu da Muhsin Ertuğrul'un
önemsediği filmlerde baş role çıkardığı Cahi de Sonku olacaktı. Tam Bursa'ya
doğru yola çıkılacağı sırada Cahide ağır hastalandı. Bu rolü Nevin Seval'a
verdiler.
Muhsin Ertuğrul'un bu filmi, diğer birçok filmleri gibi,
tiyatrodan alınan bir konuya değil, özgün bir senaryoya dayanıyordu. Fakat
yöntem olarak yanlış bir yol tutturdu: Bir türlü vazgeçemediği Şehir Tiyatrosu
oyuncularıyla filmi çevirdi. Ertuğrul sinemayı bir türlü kendi şartları içinde
kabul edemiyor, onu boyuna tiyatronun gölgesi altında tutuyordu.
Bu yüzden Behzat Butak, Vasfi Rıza Zobu, Hadi Hün, Perihan
Yanal gibi tutunmuş tiyatro oyuncularıyla çevrilen film, sonunda 'tiyatromsu'
bir renge bulanmış olarak ortaya çıktı. Ertuğrul yine dış çekimlerde başarı
sağlıyor, genel planların yanında diğer çeşitli planları, hatta ayrıntılı
planları deniyor; ikili, dörtlü diz ve boy çekimlerinden baş çekimlerine kadar
türlü çekimler uyguluyor; fakat 'kaydırma'yı (travelling) gereğince
kullanmadığı için gerek kamera hareketleri, gerekse oyuncuların hareketleri bir
sinema tekniğiyle ele alınmaktan uzak bulunuyordu.
Filmin bir parça tutarlı yönü, musikisiydi. Bu müziği, halk
türkülerinden derleyen Muzaffer Sarısözen, yararlı bir çalışma yapmış, ama
uygulamada bu çalışma gereğince değerlendirilememiştir. Filmde bir yandan
Sarısözen'in derlediği "Çiçekdağı", "Karakoyun",
"Kızılırmak", "Bülbüller Düğün Eyler", "Menekşe Buldum
Derede", "Şu Dağların Çiçekleri Solmasın", "Ekin Ektim Gül
Bitti", "Elleri Kolları Kınalı" gibi türküler tek tek ya da
koroyla söylenirken, beri yandan Vasfi Rıza Zobu filmde, saz şairi olarak
üstlendiği rol gereği "Penceresi Yeşil Boya", "Süpürgesi
Yoncadan" gibi türküler, "Yiğittir Hüseyin Yörük Beyidir" gi- bi
deyişler söylemekteydi. Ancak Vasfi Rıza bu türküleri kendilerine has bir
ağızIa değil, bir çeşit tekke müziği veya Karagözcü ağzıyla söylüyor, sesinin
güzelliği ne ve usule uygun okuyuşuna rağmen, bu tutumu filmde yaratılmak
istenen havaya uygun düşmüyordu.
Yukarıdaki türkülerle "Giydiğim Aldır" ve
"Nasip Olsa Ben de Gitsem Yaylaya" girişli türküler de azen alaturka
korodan, bazen de Mefharet Yıldırım ve (özellikle Çoban'ın söylediği şarkılarda)
Necmi Rıza Ahıska tarafından söylendiği için film boyunca her zaman tam folklor
müziğinin ruhu yaşatılıyordu. Böylece, oldukça elverişli bir konuyu işleyen
tutarlı bir senaryodan, çok istediği halde Ertuğrul, gereği gibi bir film
çıkartamıyor, çoğunlukla başarılı sayılamayacak bir gerçekleştirmenin ürününü
ortaya koyuyordu.:"
Kızılırmak-Karakoyun'un ikinci versiyonu Dadaş Film Kurumu adına, 1968'de
Lütfi Ömer Akad tarafından çevrildi.ilkin Vedat Kamil Mutlu'nun hazırladığı bir
senaryodan hareket eden Akad, ustaca bir yöntemle filmin dekupajını (çekim
senaryosunu) hazırladı. Bundan sonra yürüklerin yaşayışlarını yerinde inceleyerek,
filmdeki konuşmalarda kullanılacak ağzı ve türküleri tespit etti. Film
izlendiği zaman bu ağzın ve türkülerin özellikle Pir Sultan Abdal'ın
deyişlerinden derlendiği anlaşılıyordu. Türküleri de Abdullah Bayşu düzenlemiş;
Orhan Gencebay adındaki yetenekli bir genç, saz eşliğinde söylemişti
Akad, Muhsin Ertuğrul'un yararlandığı senaryodan ana temanın
dışında, yani Yörük Beyi'nin kızını çobana vermek istemesi, ancak araya
imkansızlıkların girmesi temasının dışında ayrıntılı olarak hemen hiçbir şey
almamış, yeni baştan kaleme aldığı çekim senaryosunda Erenler Meclisi denen bir
divan kurdurarak, yoksul çobanla anlı şanlı yürük beyini eşit haklarla bu divan
önüne çıkarttığı gibi, ağanın oğlu Ahmet'in oğlu Ahmet karakterini iyice
belirtebilmek için, onun bir içki ve kadın oynatma (oturak) alemindeki tipik
davranışıyla filme unutulmayacak bir sahne eklemiş, özellikle köprünün yıkılışı
üstüne kullandığı teknik, sinemamız bakımından bir yenilik olmuştur.
Lütfü Ömer Akad'ın üstün sinema anlayışı, filmin her
karesinde kendini belli ediyor, oyuncuların seçiminde'" kamera
imkanlarının en iyi şekilde değerlendirilmesine kadar, perspektif düzeni, çerçevelemeden
'chiaro-obscuro'nun en üstününü veren fotoğraf düzenine kadar ne
aranırsa Akad'da bulunabilir. Akad'ın bu eseri hakkında en iyi değerlendirmeyi,
İtalya üniversitelerinde sinema eleştirisi dersleri vermiş olan ünlü sinema
estetikçisi Mario Verdone yapmıştır .
Alim Şerif
Onaran “Muhsin Ertuğrul’un Sineması