Powered By Blogger

29 Nisan 2015 Çarşamba

KIZILIRMAK, KARAKOYUN (1946)



Yönetmen Muhsin Ertuğrul
Senaryo Nazım Hikmet Ran (Ercüment Er Takma adıyla)
Görüntü Yönetmeni Yoakim Filmeridis
Şarkılar Suzan Yakar (Rutkay), N. R. Ahıskan, Muzaffer Sarısözen
Yapım Halk Film / Fuat Rutkay 

Yönetmen Yardımcısı: Necdet Mahfi Ayral, Prodüksiyon Amiri: Sadık Tarlan, Ses: Ara Cilacıyan, Makyaj: Kadri Ögelman, Müzikleri Düzenleyen: Muzaffer Sarısözen

Oyuncular: Nevin Seval (Hatçe), Perihan Yanal (Zehra), Behzat Butak (Hüseyin Ağa), Vasfi Rıza Zobu (Ferhat), Hadi Hün (Çoban Selim), Mahmut Moralı (Şaban), Mümtaz Ener (Ali Ağa), Haluk Sarı cı (Mehmet) Diğer roller: Nafia Arcan, Kadri Ögelman, Reşit Baran

Çekim yeri: Bursa, Karacaköy (Boğazmevkii, Dombay Çukuru, Kuşaklıkaya), Samsun, Bafra (Kızılırınak); İstanbul, Seyfibey Çiftliği (İstinye) ve Balaban Çiftliği

Konu: Bir yürük obasının beyi olan Hüseyin Ağa'nın kızı Hatçe, üvey anası Zehra'nın çekilmeyecek dereceye varan zulmü ve tahriklerine karşı avuntuyu Çoban Selim'in namuslu sevgisinde bulmuştur.

Selim'i ağanın karısı Zehra da sevmektedir. Zehra bir gün, çobana duyduğu sevgiyi açıklar; fakat Selim bu haram sevgiyi kabul etmez.

'Deryadil' bir halk filozofu olan Ferhad'ın akıllıca girişimi, çobanla bey kızı arasındaki ilişkiyi açığa vurarak Selim'i kovdurmaya çalışan Şaban'ın entrikasını önler. Ferhad evliliğin gerçekleşmesini ağır bir şarta bağlatır: Çoban üç gün tuzla beslenecek koyunları ırmaktan su içirmeksizin geçirirse, Hatçe'yi alabilecektir.

Selim kavalının büyülü nağmeleriyle beklenmedik bir mucize yaratır: Koyunlar, hatta inatçı Karakoyun bile, kavalın sesine kapılarak su içmeden ırmaktan geçerler. Zehra ve Şaban, çobanla evlenince Hatçe'nin anasından kalan mirası alıp götüreceğini düşünerek, bunu önlemek üzere onu öldürmeyi kararlaştırırlar, Bir geyik avında Şaban'ın gizlice attığı bir kurşunla yaralanan Selim, hadiseyi kazaya yorar.

Girişimlerinin başarısızlığı Zehra ile Şaban'ı başka düzenlere yöneltir. Hüseyin Bey'in üç bin altın borçlanmış olduğu Ali Ağa'yı kışkırtırlar. Öteden beri Hatçe'yi oğluna almayı tasarlayan Ali Ağa, Hüseyin Ağa'yı sıkıştırır ... Üç günde kızı vermezse mahkemeye başvuracağını söyler. Selim, ağasını kurtarmak için sevgisinden vazgeçer. Böylece Ali Ağa'nın oğlu Mehmet'le Hatçe'nin düğün hazırlıkları başlar. Düğün günü kız, obasından alınıp kasabaya götürülmekte iken; gelinin atı tam Kızılırmak köprüsünün ortasına gelince çökerı köprü yüzünden gelin alayı sulara gömülür, Gelin, kendisini kurtarmak isteyen çobanın artık 'namahrem' olmuş elini tutmak istemeyerek boğulur,

Eleştiri:  'Sevdiği kız uğruna dereden koyunları kaval zoruyla su içirtmeden geçiren çoban'la ilgili 'Karakoyun Efsanesi'ile, ırmaktan geçerken yıkılan köprüden düşerek sulara gömülen gelin' efsane si ustaca birbirine kenetlenerek yazılan bir senaryodan gerçekleştirilen film, Ertuğrul'un yeni bir tür denemesini de ortaya çıkarıyordu: Yörüklerin hayatı... Bu Aysel, Bataklı Damın Kızı'nda denediği köy hayatının bir başka yönünü yansıtacaktı. Bu amaçla Bursa'da ve Samsun'da mahalli çalışmalar yapıldı; aşırı harcamalar ve fedakarlıklar göze alındı. Filmin baş kadın oyuncusu da Muhsin Ertuğrul'un önemsediği filmlerde baş role çıkardığı Cahi de Sonku olacaktı. Tam Bursa'ya doğru yola çıkılacağı sırada Cahide ağır hastalandı. Bu rolü Nevin Seval'a verdiler.

Muhsin Ertuğrul'un bu filmi, diğer birçok filmleri gibi, tiyatrodan alınan bir konuya değil, özgün bir senaryoya dayanıyordu. Fakat yöntem olarak yanlış bir yol tutturdu: Bir türlü vazgeçemediği Şehir Tiyatrosu oyuncularıyla filmi çevirdi. Ertuğrul sinemayı bir türlü kendi şartları içinde kabul edemiyor, onu boyuna tiyatronun gölgesi altında tutuyordu.

Bu yüzden Behzat Butak, Vasfi Rıza Zobu, Hadi Hün, Perihan Yanal gibi tutunmuş tiyatro oyuncularıyla çevrilen film, sonunda 'tiyatromsu' bir renge bulanmış olarak ortaya çıktı. Ertuğrul yine dış çekimlerde başarı sağlıyor, genel planların yanında diğer çeşitli planları, hatta ayrıntılı planları deniyor; ikili, dörtlü diz ve boy çekimlerinden baş çekimlerine kadar türlü çekimler uyguluyor; fakat 'kaydırma'yı (travelling) gereğince kullanmadığı için gerek kamera hareketleri, gerekse oyuncuların hareketleri bir sinema tekniğiyle ele alınmaktan uzak bulunuyordu.

Filmin bir parça tutarlı yönü, musikisiydi. Bu müziği, halk türkülerinden derleyen Muzaffer Sarısözen, yararlı bir çalışma yapmış, ama uygulamada bu çalışma gereğince değerlendirilememiştir. Filmde bir yandan Sarısözen'in derlediği "Çiçekdağı", "Karakoyun", "Kızılırmak", "Bülbüller Düğün Eyler", "Menekşe Buldum Derede", "Şu Dağların Çiçekleri Solmasın", "Ekin Ektim Gül Bitti", "Elleri Kolları Kınalı" gibi türküler tek tek ya da koroyla söylenirken, beri yandan Vasfi Rıza Zobu filmde, saz şairi olarak üstlendiği rol gereği "Penceresi Yeşil Boya", "Süpürgesi Yoncadan" gibi türküler, "Yiğittir Hüseyin Yörük Beyidir" gi- bi deyişler söylemekteydi. Ancak Vasfi Rıza bu türküleri kendilerine has bir ağızIa değil, bir çeşit tekke müziği veya Karagözcü ağzıyla söylüyor, sesinin güzelliği ne ve usule uygun okuyuşuna rağmen, bu tutumu filmde yaratılmak istenen havaya uygun düşmüyordu.

Yukarıdaki türkülerle "Giydiğim Aldır" ve "Nasip Olsa Ben de Gitsem Yaylaya" girişli türküler de azen alaturka korodan, bazen de Mefharet Yıldırım ve (özellikle Çoban'ın söylediği şarkılarda) Necmi Rıza Ahıska tarafından söylendiği için film boyunca her zaman tam folklor müziğinin ruhu yaşatılıyordu. Böylece, oldukça elverişli bir konuyu işleyen tutarlı bir senaryodan, çok istediği halde Ertuğrul, gereği gibi bir film çıkartamıyor, çoğunlukla başarılı sayılamayacak bir gerçekleştirmenin ürününü ortaya koyuyordu.:" 

Kızılırmak-Karakoyun'un ikinci versiyonu Dadaş Film Kurumu adına, 1968'de Lütfi Ömer Akad tarafından çevrildi.ilkin Vedat Kamil Mutlu'nun hazırladığı bir senaryodan hareket eden Akad, ustaca bir yöntemle filmin dekupajını (çekim senaryosunu) hazırladı. Bundan sonra yürüklerin yaşayışlarını yerinde inceleyerek, filmdeki konuşmalarda kullanılacak ağzı ve türküleri tespit etti. Film izlendiği zaman bu ağzın ve türkülerin özellikle Pir Sultan Abdal'ın deyişlerinden derlendiği anlaşılıyordu. Türküleri de Abdullah Bayşu düzenlemiş; Orhan Gencebay adındaki yetenekli bir genç, saz eşliğinde söylemişti

Akad, Muhsin Ertuğrul'un yararlandığı senaryodan ana temanın dışında, yani Yörük Beyi'nin kızını çobana vermek istemesi, ancak araya imkansızlıkların girmesi temasının dışında ayrıntılı olarak hemen hiçbir şey almamış, yeni baştan kaleme aldığı çekim senaryosunda Erenler Meclisi denen bir divan kurdurarak, yoksul çobanla anlı şanlı yürük beyini eşit haklarla bu divan önüne çıkarttığı gibi, ağanın oğlu Ahmet'in oğlu Ahmet karakterini iyice belirtebilmek için, onun bir içki ve kadın oynatma (oturak) alemindeki tipik davranışıyla filme unutulmayacak bir sahne eklemiş, özellikle köprünün yıkılışı üstüne kullandığı teknik, sinemamız bakımından bir yenilik olmuştur.

Lütfü Ömer Akad'ın üstün sinema anlayışı, filmin her karesinde kendini belli ediyor, oyuncuların seçiminde'" kamera imkanlarının en iyi şekilde değerlendirilmesine kadar, perspektif düzeni, çerçevelemeden 'chiaro-obscuro'nun en üstününü veren fotoğraf düzenine kadar ne aranırsa Akad'da bulunabilir. Akad'ın bu eseri hakkında en iyi değerlendirmeyi, İtalya üniversitelerinde sinema eleştirisi dersleri vermiş olan ünlü sinema estetikçisi Mario Verdone yapmıştır . [1]


[1] Alim Şerif Onaran “Muhsin Ertuğrul’un Sineması




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder