Powered By Blogger

30 Nisan 2015 Perşembe

SÖYLEYİN ANAMA AĞLAMASIN (1950)


Yönetmen Temel Karamahmut
Senaryo Hüseyin Peyda
Operatör Lazar Yazıcıoğlu

Yapım Örmen Film Hüseyin Peyda

Oyuncular: Hüseyin Peyda, Nevin Aypar, Orhan Erçin, Muzaffer Arslan, Temel Karamahmut, Leyla Nil, Hamiyet Şahin


Konu: Gerdek gecesi tecavüz edilip öldürülen bir genç kızla, intikamını alan ağabeyinin öyküsü.

SİHİRLİ DEFİNE (1950)

Senaryo ve Yönetmen Semih Evin
Filmi Çeken Coni Kurteşoğlu
Yapım Erman Kardeşler Hürrem Erman


Ses Mühendisi: Selahattin Erbil. Laboratuar: Mike Rafaelyan, Gani Maraşlıoğlu, Montaj: Hayrettin Işık, Reji Asistanı: Atıf Yılmaz Prodüktör Asistanı: Nezih Eviin, Şarkılar: Ahmet Üstün, Safiye Ayla, Sabite Tur, Müzeyyen Senar, Solo Müzik İdaresi: İsmail Şençalar, Nevati Tokyay, Halk Müziği ile oyunlarını tertip ve idare eden: Sadi Yaver Ataman ve Korosu, (Erman Film stüdyosunda hazırlanmış, İpek Film Stüdyosunda seslendirilmiştir)


Oyuncular: Safiye Ayla, Müzeyyen Senar Işıl, Perihan Altındağ Sözeri, Sabite Tur, nAhmet Üstün, Fevzi Aslangil, Hüseyin Coşkuner, Sadi Işılay, İsmail Kömürcü, Ali Küçük, İsmail Dümbüllü (İsmail), Zeki Alpan (Çaban Mirzoti), Orhan Erçin, Nurhan Nur (Selma), Abdullah Ataç, Feridun Çölgeçen (Feridun), Tevfik İnce, Luiza Nor, Rasih Ertuğ (Serhoş Rasih), Kani Onur, Salih Orak, İzzettin Ökte, Selahattin Pınar,Kadri Şençalar


Konu: Define arayıcılarının güldürüsü


PARMAKSIZ SALİH (1950)


Senaryo ve Yönetmen Faruk Kenç
Kamera Kemal Baysal
Yapım And Film Turgut Demirağ


Oyuncular: Muzaffer Tema, Talât Artemel, Nevin Seval, Melâhat İçli, Vahi Öz, Cahit Irgat, Leyla Nil, Nurhan Nur


Konu: 17 yıldır oğlunu arayan, kumar yüzünden parmağından olan, kumarhane işletmesinin sahibi olmasına rağmen her fırsatta kumarın, onu oynayanlar tarafından görmezden gelinmeye çalışılan yüzünü dile. getiren Parmaksız Salih, 22 yıl sonra oğluyla karşılaşır. Hem de hayatını mahveden, oğlunun yüzünü 22 yıldır görememesinin tek nedeni olan kumar illetine bulaşmış bir haldeyken Belki bundan sonrasını kurtarabilirim diye Yusuf’un peşinden koşar ama geç kalmıştır. Kısa bir zaman önce başkası için Parmaksız Salih’in katkılarıyla hazırlanan tuzağa düşmüş Ve Ölürsem şerefim temizlenmiş olmayacak.

 
Aynı şerefsizliği sana ve çocuğuma devretmiş, sonra da bunun dünyadaki azap ve mesuliyetinden kaçmış olacağım! “diyecek kadar her şeyini kaybetmiş halde bulur.Torunu ve gelini için yapabileceği tek şey kalmıştır. Bunun gerçekleşmesinin tek yolu Salih’in terk-i dünya etmesidir..

Eserin son sahnesinde Yusuf'un, Parmaksız Salih’in oğlu olduğunu ve kurtuluşun yolunu öğrenmesi aynı anda olur. (kyn: www.nfkisakurek.com)



29 Nisan 2015 Çarşamba

ONU AFFETTİM (1950)


Senaryo ve Yönetmen Mümtaz Ener
Foto Direktörü Lazar Yazıcıoğlu
Yapım Halk Film / Fuat Rutkay


Oyuncular: Mine Coşkun, Bülent Ufuk, Suzan Yakar, Cahit Irgat, Sadettin Erbil, Mürvet Sim, Neyzen Tevfik Kolaylı, Münevver Coşkun


Konu: Sevdiği erkek tarafından iğfal edilip kötü yola düşen bir kadının intikam öyküsü

OĞLUM İÇİN (1950)


Senaryo ve Yönetmen Avni Dilligil
Kamera Onnik Kalutsyan
Yapım Berkman Film Dilaver Berkman


Okuyanlar: Suzan Güven, Ahmet Üstün, Müzik: Kadri Şençalar


Oyuncular: Avni Dilligil, Salih Tozan, Hayri Esen, Ayten Yuvaç, Fırat Belkıs, Nuri Gençdur


Konu: Cumhuriyet döneminde Murad adlı bir eşkiyanın takibi için görevlendirilen bir subayın öyküsü

LÜKÜS HAYAT (1950)


Yönetmen Lütfi Ö. Akad
Senaryo Lütfi Ö. Akad (Cemal ve Ekrem Reşit Rey'in aynı isimli Operetinden)
Görüntü Yönetmeni Yoakim Filmeridis, Kriton İlyadis
Yapım Erman Film Hürrem Erman (İpek Film Stüdyolarında çekilmiştir.)
Yönetmen Asistanı: Semih Evin, Kurgu: Özen Sermet, Lütfİ Akad, Dekor: Sohban Koloğlu, Müzik: Carlo Capocelli Orkestrası


Oynayanlar: Sezer Sezin (Şadiye), Settar Körmükçü (Rıza), Halide Pişkin (Zeynep), Muzaffer Hepgüler (Memiş), Yaşar Nezihi Özsoy (Fıstık), Hulusi Kentmen, Mahmure Handan, Lebibe Çakın, Muazzez Ülkerer, Renan Fosforoğlu, Rasih Ertuğ, Adile Naşit


KONU: Lüks yaşamaya düşkün bir aile ile baloda çalınan elmasların öyküsü. Küçük hırsızlıklarla geçinen Rıza ile Fıstık bir zengin evine girince kendilerini kıyafet balosunda bulur. 1930'lar Türkiye'sinde Batılaşma özentisinde olanlarla halk kesiminden olanlar arasında doğan komik durumlar. Bir Türk klasiği."


► Türk Tiyatrosunun temaşa sanatından olan “Orta Oyunu”nun sinemaya uyarlanışı. Filmde, zengin bir kadının elmaslarının çalınabilmesi için yapılan planlar ele alınmakta ve aynı zamanda da köşkteki davette, Sezer Sezin ve Settar Körmükçü’nün operetlerine yer verilmektedir. Tek mekanda (köşk ve bahçesi) geçen filmde orta oyun tiplemeleri olan Pişekar, kavuklu, sarhoş, laz ve Arnavut’u görmek de mümkün.


NOT: Türk sinemasında “Tiyatrocular Dönemi (1923-1939) ile “Sinemacılar Dönemi” (1952-1963) arasına sıkışmış olan bir “Geçiş Dönemi” (1938-1952) vardır. Türk Sineması’nda Sinemacılar dönemini başlatan Lütfi Ömer AKAD’ın bu geçiş döneminde çektiği üç filmden biri olan “Lüküs Hayat” filmidir.



KAPANAN GÖZLER (1950)


Yönetmen Hadi Hün
Senaryo Vedat Örfi Bengü
Kamera Cezmi Ar
Yapım Halk Film Fuat Rutkay


Oyuncular: Suzan Yakar, Hadi Hün, Lütfi Güneri, Mürvet Özerden, Necla İz, Cahit Irgat, Viktorya Haçikyan


Konu: Aşığı ile sevişirken kocası tarafından yakalanan bir kadın ile bunu gururuna yediremeyip karısının aşığını öldüren bir adam aile dramı.

İSTANBUL GECELERİ (1950)


Yönetmen Mehmet Muhtar
Senaryo Abidin Doran
Görüntü Yönetmeni Cezmi Ar
Yapım And Film / Turgut Demirağ, 

(İstanbul ve Ses Film Stüdyolarında hazırlanmıştır).

Fikri Veren: Turgut Demirağ,Senkron: D. Filmeridis, Developman: Turgut Ören,Eşya: Necdet İnce, Ses: Yorgo İliadis,Negatif Montaj: Makro Boduris, Filmi Derleyen: Orhan Atadeniz, Revü: Seska Akses, Jak Balesi, Müzik İdaresi: Kadri Şençalar, Saz Heyeti: Şükrü Tunar, Aleko Bacanos, Selahattin Pınar, İsmail Şençalar, Coşkun Kardeşler, Hakkı Derman, Şerif İçli, Şarkılar: Abdullah Yüce, Ahmet Üstün.


Oyuncular: Vahi Öz (Şaban), Ziya Keskiner (Recep), Osman Alyanak (Refik), Sadri Alışık (Kemal), Mustafa Çağlar, Aziz Şenses, , Ni-met Tanrıöver (Selma), Ayça Selika (Mine), Zenne Necdet (Refik’in annesi),

Konuk Oyuncular: Kadir Savun, Osman Alyanak, Müzeyyen Senar Işıl, Hamiyet Yüceses, Mustafa Çağlar, Abdullah Yüce, Ahmet Üstün, Selahattin Pınar, Bayram Aracı, Rüçhan Çamay, Kadri Şençalar


KONU: İki Hacı Ağa Şaban (Vahi Öz) ve Recep (Ziya Keskiner) tesadüfen İstanbul’ giderler. Hazır gelmişken İstanbul gecelerinin de tadını çıkarmak isterler. Kaldıkları otelin katibi ile kumpas kuran dolandırıcı çetesi paralı bu iki Ağayı tuzağa düşürüp, paralarını soymak için kolları sıvarlar. Biraz geç de olsa Recep durumu anlar ve karşı atağa geçerler. Komedi tarzı bir film olan İstanbul Geceleri, pek başarılı bir film sayılmaz. Sonraki yıllar Türk Sinemasının çok önemli karakter oyuncusu Vahi Öz vasat bir oyun sergilemektedir. Jenerikde Sadri Alışık’ın adı geçse de önemli bir rolü yoktur. Bar çıkışında kiralık katil olarak Şaban’ı öldürecektir. Recep Bey, prensesi Fransız kuvvetlerine teslim edilmesini ve daha sonra harekatın başlamasını emreder.


Kıran çok evdiği fakat düşmanı olduğu Nina’dan ayrılmak zorunda kalacaktır. Nina ise hiç bir yere gitmek istemediğini nasıl olsa herkesin kendisini ölmüş olarak bildiğini ve Kıran’ı çok sevdiğini söyler. Ama ayrılık vakti gelmiştir.

HARMAN SONU DÖNÜŞÜ (1950)


Senaryo ve Yönetmen Vedat Örfi Bengü
Foto Direktörü Cezmi Ar
Yapım Halk Film Fuat Rutkay


Oyuncular: Feridun Çölgeçen, Suzan Yakar, Şükran Özer, İsmail Dümbüllü, Lütfi Güneri, Ahmet Güldürür


Not: 1946 yılında çekilen Harman Sonu filminin devamı niteliğinde. Köyün güzel kızıyla ona aşık olan iki gencin öyküsü.

ESTERGON KALESİ (1950)


Yönetmen Vedat Örfi Bengü
Senaryo Fikri Rutkay
Kamera Cezmi Ar
Yapım Halk Film / Fuat Rutkay


Oyuncular: Ahmet Üstün, Necla İz, Cahit Irgat, Hulusi Kentmen, Ali Küçük, Feridun Çölgeçen

Konu: Estergon kalesine giden Kocabey, Canbey ve arkadaşları bir handa konaklarlar, buraları düşman kaynamaktadır, handa bir talmn şakiler Kocabey ve arkadaşlaarına gece baskın yapmak planı kurarlar, bu eşkiyalar dindaşları olmalarına rağmen kendilerine yaptıklarından bıkmış olan hancının kızı Nadya kendisinden yardım istenmesine rağmen planı Kocabey ve arkadaşlarına bildirir ve baskına çıkanlar bozguna uğrarlar. Nadya'ya teşekkür eden Kocabey ve arkadaşları kaleye giderler. Daha sonra Nadya hanlarında Estergon kalesine yapılacak bir saldırının hazırlıklarını öğrenir ve kaleye haber verir, kale komutanı karşılık vermek ister, Canbey'e ilgi duyan Nadyalnın tek istediği kalede kalmaktır,


Canbey de Nadya'ya ilgisiz kalmaz, Kocabey de habersiz olarak Nadya'yı sevmektedir fakat kardeşi Can beyin durumunu görünce kale komutanına onları evlendirmelerini söyler, Nadya Müslüman olur. Nadiye adını alır, Canbey ile evlenirler. Kale kuşatılmıştır, çarpışmalar sonucu kalede erzak ve cephane tükenir, kale komutanı kadınları, çocukları ve yaşlıların çıkışlarına izin ister, kabul edilmez, bunun üzerine kadınlar düşman tarafından ırzlarını kaybederek öldürülmektense kendi erkekleri tarafından öldürülmeyi isterler. Aradan yedi yıl geçer bu kez kale Türkiler tarafından kuşatılır, savaşlar sonucu kale komutanı aynı teklifte bulunmak zorunda kalır Can Bey ve arkadaşları kabul edilmemesini isterlerse de Lala Mehmet Paşa teklifi kabul eder. “(Orhan Ünser, “Kelimelerden Görüntüye)


Estergon Kalesi Macaristan'ın başkenti Budapeşte'nin 60 km kuzey batısında Tuna nehri kıyısında yer alan ve Osmanlı tarihinde büyük bir önem taşıyan bir kaledir. Macaristan sınırları içinde olan bir kaledir ve Tuna nehrini tepeden görür. Ancak kale 1594 yılında Alman, Leh ve Venedikliler'den oluşan büyük bir ordu tarafından kuşatıllan orduya göre çok daha küçük bir orduyla savunulan Estergon Kalesi 1543 yılında Kanuni Sultan Süleyman zamanında ilk defa Osmanlıların eline geçti. Kalenin bulunduğu bölge bir sancakbeyliği haline getirilerek Budin Bey-lerbeyliğine bağlandı.


Estergon Kalesi o sırada kalede bulunan Sokollu Mehmed Paşa'nın oğlu Anadolu Beylerbeyi Sokolluzade Lala Mehmed Paşa'nın kumandanlığı altında kahraman-ca savaştı. Ancak kale açlık ve susuzluk nedeniyle sonunda teslim olmak zorunda kaldı. Osmanlı tarihçisi İbrahim Peçevi tarafından kaydedilen bu cesaretli savun-ma Estergon Kalesi türküsüyle Türk belleklerine yerleşmiş önemli bir tarihi olaydır. 1605 yılında kaleyi geri almak isteyen Osmanlılar tekrar bir kuşatma düzenlediler. Bu sefer Sadrazamlık görevine getirilmiş olan Sokolluzade Lala Mehmed Paşa 30 günlük bir kuşatmadan sonra kaleyi 29 Eylül 1605 tarihinde ele geçirdi. Kale bu tarihten sonra 78 yıl daha Osmanlıların elinde kaldı. 1683 yılında Osmanlıların II. Viyana Kuşatması'nda başarısızlığa uğramasından sonra Avrupa Devletlerinin Kutsal İttifak'ı oluşturarak Macaristan'ı Osmanlıların elinden alması sonucu Estergon Kalesi bu sefer kesin olarak Osmanlıların elinden çıktı. (kyn: www.turkcebilgi.com)

ÇETE (1950)


Yönetmen Çetin Karamanbey
Eser Refik Halit Karay
Foto Direktörü Onnik Kalutsyan
Yapım Duru Film Naci Duru

Oyuncular: Neriman Köksal (Nina), İhsan Evrim (Kıran Bey), Yılmaz Duru, Bülent Ufuk, Oktar Durukan, Orhan Murat Arıburnu, Nazım İnan Kadri Ögelman, Atıf Kaptan, Hulusi Kentmen, Ceyda Karasu, Zeki Alpan, Bülent Ufuk

Konu: Rus çarı Prensesi NİNA DANİLOVİÇ’in, Fransız Ernestie evliliğinden sonra Suriye’deki yaşamı; Adana’da bulunan hazineyi almak istemesi ve bu hedefe ulaşmaya çalışırken çete komutanı KIRAN BEY’le yaşadığı aşk anlatılmaktadır.

Romanın Özeti: Nina Daniloviç, Beyrut’ta Lübnan Fransız yüce Komiserliği istihbarat dairesi amiri Kolonele Kilikya’ya gitmek istediğini söyler. Kolonel prensesin bu sıralarda Kilikya’ya gitmesinin tehlikeli olduğunu belirtir. Nina Adana’ya eski Osmanlı İmparatorluğunun hazinesini bulmak için gitmek ister. Bu bir ton altını bulup zor durumdaki ülkesini kurtaracaktır.

Adana’ya gitmek için iki yol bulunmaktadır. Bunlardan biri Rayak-Halep üzerinden doğrudan doğruya trenle, ikincisi ise vapurla Mersin’e giderek oradan trene binmektir. Halep-Adana arasındaki demir yolunun çeteler tarafından bozularak askeri bir trenin baskına uğratıldığı ve bu yolun tehlikeli olduğu bilinmektedir. Tek yolun Suriye iskelelerine kıyı boyu kereste getiren gemilerin kiralanarak Yumurtalık’a çıkmak olduğu savunulur.

Askerliğini Astğm. Olarak yapan Fransızca hocası Nezih Suad’a eski komutanı Bnb. Recep Bey tarafından bir mektup ulaşır. Mektupta “Vaadimi tutuyorum, seni cepheye çağırıyorum.” diye yazar.Nezih Recep Bey’in karargahına varır. Recep Bey Fransız kuvvetlerine karşı Amanoslardaki çetenin komutanlığını Nezih’e vermiştir. Artık Nezih’in ismi Kıran Bey, on altı kişilik çetenin ismi de Kıran Bey Çetesi olmuştur.

Kıran bey çetesinin şöhreti her tarafa yayılır. Kürt çeteleriyle anlaşmalar, birleşmeler olur. Kıran Bey adı dilden dile, ilden ile döne dolaşa çığ azameti almıştır.Nina yola çıkmış fakat yumurtalık’a 1 mil kala takip edildiklerini anlar ve gemiden kaçar. Gemiyi basan finikler herkesi öldürür ama prensesi bulamaz. Prensesin kaçtığını anlayıp arkasından ateş ederler. Bu sırada Kıran Bey çetesinin iki elemanı kızı baygın olarak görürler ve Kıran Beyin yanına götür-mek için hareket ederler.

Kıran Bey kızın yanına gittiğinde kız hiç konuşmamış ve korkmuştur. Bir kaç gün daha konuşmaz güzel prenses fakat Kıran Bey'den zarar gelmeyeceğini anlayınca herşeyi anlatmaya başlamıştır. Nina Rus Çarının kızı olduğunu, finiklerin baskılarıyla Rusya’dan kaçtığını, bu sırada Franız Yzb. Ernest ile tanışıp evlendiğini, Adana’ya Osmanlı İmparatorluğunun hazinesini bulmak için geldiğini fakat finiklerin baskınına uğradığını anlatır.

Bu konuşmalar Kıran Bey’i etkilemiştir. Nina’nın eşsiz güzelliğinden etkilenen Kıran Bey Nina’nın gözlerinden kendini alamamaktadır. Nina da Kıran Bey’den hoşlanmış ona baktığında nur yüzlü İsa’yı hatırlamaktadır. Kıran Beyle Nina birbirlerine deli gibi aşık olurlar ve 4 gün sabaha kadar mutluluklarını paylaşırlar. Ta ki Recep Bey’den haber gelene kadar.

Recep Bey, prensesi Fransız kuvvetlerine teslim edilmesini ve daha sonra harekatın başlamasını emreder. Kıran çok evdiği fakat düşmanı olduğu Nina’dan ayrılmak zorunda kalacaktır. Nina ise hiç bir yere gitmek istemediğini nasıl olsa herkesin kendisini ölmüş olarak bildiğini ve Kıran’ı çok sevdiğini söyler. Ama ayrılık vakti gelmiştir. Sabah olmuştur. Nina’yla Kıran Bey genç aşıklar gibi birbirleriyle hiç konuşmadan ayrılacakları noktaya kadar gelirler. Nina’yı her gün Fransız kuvvetlerinin geçtiği noktalardan birine bırakacaklardır. Kıran ile Nina son defa sarılarak ayrılırlar. Kıran hala Nina’yı düşünmektedir. Gerideki tepeye doğru tırmandıklarında Fransız kuvvetler tarafından pusuya düşürülürler. Nina’da Kıran’ın pusuya düştüğünü görür ve hemen Kıran’ın yanına gider. Kıran’la beraber kendi birliğine ateş ederek hem Kıran’ın hemde çete elemanlarının kendisine karşı olan hayranlığını artırır. Fransız kuvvetini yok ederler ve Kıran’la Nina ömür boyu hayatlarını birleştirirler. (kyn: www.forumturka.net)

ÇAKIRCALI MEHMET EFE “*” (1950)


Senaryo ve Yönetmen Faruk Kenç
Kameraman Enver Burçkin
Müzik Sadi Yaver Ataman
Yapım And Film/ Turgut Demirağ

İstanbul Film/Faruk Kenç Ortak Yapımı


Oyuncular: Bülent Ufuk, Gülistan Deniz (Güzey), Mine Coşkun, Vedat Karaokçu, Münevver Coşkun, Sadri Alışık, Zeki Alpan, Mehmet Karaca, Kadir Savun, Salih Tozan


Konu: Çakırcalı Mehmet Efe’nin çocukluğundan ölümüne kadar olan kısım anlatılmaktadır
.

______________________________

“*” Çakırcalı Mehmet Efe, 1872'de İzmir'in Ödemiş ilçesi'ne bağlı Türkönü Köyü'n-de doğmuş Ege efelik kültürünün en ünlü simalarından biridir. Ege Bölgesi'nde efe kültürü (efelenmeler) 17. yüzyıla dayanır. Osmanlı İmparatorluğu'nun yapısında meydana gelen askeri ve sosyal değişikliklerin süvari ve kervancı olarak geçimini sağlayan eski akıncıları işsiz bırakması, hükümetler tarafından vergi tahsilatında kullanılan ayanların derebeyi eğilimleri, bitmeyen savaşlar, sonu gelmeyen asker istekleri ve giyim kuşam yasağı zeybek lerin birer ikişer dağa çıkmasına sebep olmuştur. Anadolu'yu Türkleşmesinde temel rol oynayan akıncı torunu zeybekleri zaman böylece kanunun dışına itmiştir.

Ayrıca, Büyük Menderes Nehri, Küçük Menderes Nehri ve Gediz Nehri'nin uygarlıklar beşiği vadilerinde savunması kolay, kaçış yolları açık dağ köylerinin bulunması, bunları yörenin efeleri ve onların zeybekleri için barınma yerleri haline getirmiştir. Vadilerin verimli ovalarını çeviren engebeli dağlar takip kuvvetlerine yakalanmadan yaşamayı kolaylaştırmıştır. Bazı zeybekler zamanla sivrilerek, devletin otorite boşluğunda kendi otoritesini kurarak, yöre halkının çare aradı-ğı bir merci haline gelmiştir. Efelerin yerini öğrenerek kapılarını aşındıran halkın başlıca şikayetleri ayanların baskısı olmuştur. Bunun dışında cami, yol, çeşme ve düğün yardımı gibi istekler efelere iletilmektedir. Çözümüne katkıda bulunulan her sorun efenin ününe ün katmış, otoritesini sağlam-laştırmıştır. Bunlar bir süre sonra öykülere, türkülere konu olmuşlardır.

Ege'de efeler başlangıçta genellikle namus ve gururun yol açtığı olaylar nedeniyle dağa çıkmışlardır. Haksızlık, kişisel gurur ve hırslarından dolayı işledikleri bazı suçlar unutulmuş, geriye onları kahraman yapan olaylar kalmış, eklemelerle efsaneleşerek dilden dile dolaşan serüvenleri zamanın gençlerinde bir efeye kızan olarak üne ve saygınlığa kavuşma arzusu uyandırmıştır. Çakırcalı Mehmet Efe de efelerin en önemlisi Çakırcalı birçok kurallar getirerek efeliğe şan ve onur kazandırmıştır. Kendisinden önce Atçalı Kel Mehmet Efe gibi gerçek bir siyasi düzen kurma yolunda ilerlememiş olsa da, belli bir adalet anlayışını herzaman temsil etmiştir. Kendisinden sonra Yörük Ali Efe, Demirci Mehmet Efe ve diğerleri bu etik değerlere bağlı kalarak Kurtuluş Savaşı'nda de efeliğe şan ve şeref getirmişlerdir.

Bir zaptiye çavuşunca öldürülen (ve kendisi de efe olan) babası Çakırcalı Koca Ahmet Efe'nin öcünü almak amacıyla, 1893'te dağa çıkmıştır. Yanında, babasının da kızanlarından olan tecrübeli Hacı Eşkiya vardır. Dağa çıktıktan bir süre sonra ilk olarak zalimliği ile tanınan Mustafa Ağa'nın evini basar. Ağayı halka zulüm etmemesi için uyararak 200 altınına el koyar. Ardından da Kızoğlu Mehmet Ağa'yı dağa kaldırarak, yüklü oranda fidye alır. Eylemlerinden elde ettiği parayı halka cömertçe dağıtır. Özellikle Ödemiş dolayında köylerde genç kızla-ra çeyiz parası verir, giysisi olmayanı giydirir evi olmayana ev yaptırır. Hatta köprüler, yollar inşa ettirilmesine önayak olur. Halkın sempatisini kazanması sayesinde köyler ve yörük obaları ona yataklık ederler Adını kullanarak eşkıyalık yapanlara veya efeliğin adını kirletenlere de acımasızca davranır.

Bu çerçevede, Çakırcalı’nın adını kullanarak bir köyü basan ve köylünün kızını kaçıran Arnavut çetesine verdiği ceza, halka zulmedenlere duyduğu öfkenin örneğidir. Dokuz kişilik bu çeteyi saldırdıkları köye getirerek yaptıklarını halkın önünde söyletir, sonra ateşe atarak yakar. (Bu arada, Çakırcalı Mehmet Efe'nin babası Çakırcalı Koca Ahmet Efe'nin Abdülaziz döneminde İstanbul'a giderek padişahın sevgisini kazanan, onunla güreşe tutuşan, ondan payeler alan efelerden biri olduğunu belirtmek gerekir. Abdülaziz'e duydukları sempati ile devlete bir dönem boyunca ısınan efeler 93 Harbi'nde müstakil taburlar oluşturarak savaşmışlardır. )

Sonraları Kayaköy'de eşraf kızı Fatma Ha-nım'la ikinci evliliğini yapan Çakırcalı, bu beldede Rum inşaat ustalarına bir konak inşa ettirir. Çakırcalı, öldürüldüğü dönemde, Aydın bölgesinin meşhur ağa ailesi Arpazlılar dan Arpazlı Osman Ağa'nın yıkılmış bulunan ve halkın kullandığı Menderes Köprüsü'nü tamir ettirmemesi üzerine Nazilli yakınlarındaki Arpaz köyünü basar, ağanın evini ateşe verip, ağayı kaçırmış bulunmaktaydı (Çakırcalı köprüyü tamir ettirmesini evvelce ağaya tembih etmiş, hatta bir keresinde, rivayete göre, namaza durarak, kızanlarına ağayı sille tokat dövdürmüş, ağa tamir sözü vermedikçe de namazı kesmemiş, ağanın tamir için belirttiği süreyi -6 ay, 5 ay, 4 ay- beğenmedikçe de, iki rekat daha namaz kılmış, ağanın "Çakırcalı, ne bitmez namazmış bu! Tezi yok, hemen tamir ettireceğim!" sözünü aldıktan sonra da "Es-selâmü aleykum ve rahmetüllah" diyerek namazı bitirerek, ağayı salıvermiştir.)
Kılavuz olarak kullandığı bir çobanın takip edilmesi (kimi kaynaklara göre ihbarı) üzerine Karıncalı Dağı kuşatılır. Çıkan çatışmada Çakırcalı ölür. Çakırcalı'nın cesediyle birlikte, halka zulmeden Osman Ağa'nın cesedi de bulunur. Çakırcalı ölüme giderken bile halka zulmedenleri cezasız bırakmamıştır. Çakırcalı'nın Hacı Mustafa'nın öldürdüğünü, veya çatışma esnasında bir serseri kurşuna kurban gittiğini öne sürenler de bulunmaktadır. Belirtildiğine göre, zaptiyelerle başlayan müsademede kendi kızanı (arkadaşı, adamı) tarafından yanlışlık sonucu öldürülmüştür. Cesedi ilk karısı Iraz (Raziye) Hanım tarafından tanınmıştır. Cesedi günlerce Ödemiş belediye meydanında asılı kalmış, daha sonra orada gömülmüştür. Aradan 15 yıl geçtikten sonra 2. karısı Fatma Hanım tarafında Kayaköye defnedilmiştir. Mezarı ziyarete giden yöre halkı için, mezar mahalline girmeden önce Çakırcalı'dan "destur" istemek adet haline gelmiştir. (kyn:tr.wikipedia.org




BİR FIRTINA GECESİ (1950)


Senaryo ve yönetmen Vedat Örfi Bengü
Foto Direktörü İlhan Arakon
Yapım Atlas Film Nazif Duru


Oynucular: Vedat Örfi Bengü, Berrin Ay-dan, Atıf Avcı, Abbas Temizer, Sedat Kutbay, Kemal Emin Bara, Münir Ceyhan, Türkan Can, Sedat Kutbay


Konu: İhanet Ettiği karısı ve kızıyla yıllar son-ra tesadüfen karşılaşan doktorun öyküsü

BIRAKILAN ÇOCUK (1950)

Yönetmen Cahit Irgat
Senaryo Nurullah Tilgen
Foto Direktörü Nurullah Tilgen
Yapım Halk Film Fuat Rutkay


Oyuncular: Suzan Yakar (Rutkay), Handan Adalı, Cahit Irgat, Vedat Karaokçu, Bayram Aracı, Ali Küçük, Lütfi Güneri, Şükran Özer, Viktorya Hacikyan

Konu: Geçici hevesler uğruna ailesini terk eden ama mutlu olamayan bir kadının dram

ATEŞTEN GÖMLEK (1950)

 Senaryo ve Yönetmen Vedat Örfi Bengü
Eser Halide Edip Adıvar
Görüntü Yönetmeni Yoakim Filmeridis
Müzik Şefik Gürmeriç
Yapım Kale Film / Samuel Mardo


Oyuncular: Renan Fosforoğlu, Ülkü Bengü, Ayten Kayalı, Vedat Örfi Bengü, Necmi Oy, Rafet Gülerman, Kemal Tanrıöver, Refik Kemal Arduman, Renan Fosforoğlu, Kemal Tanrıöver, Ayşe Güzel, Ali Küçük, Cemil Demirel, Nazım Bora, Münevver Coşkun


Roman Özeti:
Peyami, dışişleri mesleğini seçen bir gençtir. Bacaklarını kaybetmiştir. Hatıralarını yazdığı sıralarda, kafası da açılacak, içeride kaldığı sanılan bir kurşun aranacaktır.
Peyami'nin uzak akrabası olan Ayşe, İzmir'den, onunla evlendirmek üzere İstanbul'a davet edilmiş, ama Peyami istememiştir. Bunu üzerine, onuruna çok düşkün olan .Ayşe, bir daha hiç bir zaman Peyami'yle evlenmemeyi aklına koymuştur.


Dolayısıyla bir başkasıyla evlenir. Ayşe'nin kardeşi Cemal de subay olan akrabadır. Harbiye Nezaretindeki Binbaşı İhsan ile Mütareke'nin ilk zamanlarından beri çok iyi anlaşmaktadırlar. O sırada hepsi İstanbul'da bulunmaktadırlar. Peyami'nin annesi, Şişli'deki salonuyla o günlerin kibar kadını, tanınmış kadını, söz geçiren bir kadınıdır. Kadınlar arasındaki propagandayı o idare eder. İstanbul'da, çeşit çeşit inanç, türlü türlü çalışma vardır. Özellikle manda taraftarları, ülkeyi bir başka yabancı devletin boyunduruğu altına koymak isteyenler çok çalışmaktadırlar.

Bir gün, İzmir'e Yunanlıların çıktığı haberi gelir. Ayşe'nin kocasını, küçük oğlunu, bir çok suçsuz insanla birlikte süngülemişler, delik deşik etmişlerdir. Ayşe, İstanbul'a Peyamilere gelir.Günün birinde, Sultanahmet meydanında büyük bir miting yapılır. Mitinge kadın erkek, çoluk çocuk katılmıştır. Asıl gelenler İstanbul'un arka mahalle insanlarıdır. Minarelerin arasında çok büyük, siyah bayraklar asılmıştır. Orada halk, ülke kurtuluncaya kadar dövüşmeye, sanki and içmeye gelmiştir.


İşte bu büyük toplantıdan sonra İhsan ile Cemal, Anadolu'ya geçerler. Şiddetli bir tifo geçirdikten sonra Peyami ile Ayşe de, bir kağnıya atlayıp Kandıra köylerinde İhsan'a kavuşurlar. Bir çete kurmuşlardır. Ulusal harekete karşı koymak isteyen köylüleri yola getirirler. Peyami'yi, dilbilgisinden yararlanmak üzere, mütercim olarak Milli Müdafaa'ya verirler. Ankara'ya gelir Ayşe hemşire olmuş, Eskişehir'e gitmiştir. İhsan, sessiz ve çelikten bir insan gibi, yorulmak bilmeden didinir, çalışır. Hepsi Ayşe'nin, İzmir kızının peşinde, İzmir yolunda ölmeye söz vermişlerdir. Bu sıtmayla, sanki sırtlarına ateşten bir gömlek giymişlerdir. Peyami, büyük bir uğraştan sonra kendini İhsan'ın komutası altındaki birliğe verdirir. İhsan, bir akşam Peyami'ye, Ayşe'yi ne kadar çok sevdiğini anlatır. İkinci İnönü Savaşı'nda, alayının başında, başını kurşunlara uzatarak ölümü beklemiştir. Metristepe'de göğsünden bir kurşun yiyerekbayıldığı an her şeyin bittiğini düşünmüştür. Çok kan kaybetmiştir. Hastanede yer olmadığı için İhsan'ı bir otelde, küçük bir odaya yatırırlar. Ayşe sabahları gelir, yarasını gözden geçirir, çarşaflarını değiştirir, derecesini alır. İhsan, öğleye kadar hep bununla vakit geçirir. Bir akşam, Ayşe ile, İzmir'e inecekleri günü konuşurlar. İzmir'e ilk giren kendisi olmak şartıyla Ayşe'den kendisiyle evlenmesini ister. Ayşe bu sözü vermeden, mantosunu kapar, kaçmaya çalışır. İhsan, yarasını açarak intihara teşebbüs eder. Ayşe de ister istemez geri dönmek zorunda kalır.
Rastlantılar İhsan'a fena bir oyun oynar. Hava değişimi için Ankara'ya gönderilir. Orada, İhsan'ın isteğine aykırı olarak, bir amca kızını onunla evlendirmeye kalkarlar. İhsan bunu kabul etmez, ama dönüşte, trene binerken amcasının kızına, onu öperek veda eder. İşte kötü rastlantı burada olur; Ayşe, bu olayı görmüştür. İzmir'in kızı, o günden sonra İzmir'-den başka hiçbir şey düşünmez olur. . İhsan'da yırtıcı bir savaş başlamıştır; dışından düşmanlarla içinden kendi kendisiyle savaşmaktadır. İhsan, bir saldırı sırasında, tırmandığı tepenin en yüksek noktasında bir makineli ateşiyle vurulur, Peyami'nin kolları arasında hayatını kaybeder. Hemşire Ayşe de bu saldırıda vurulanlar arasındadır. Peyami, bir sedye içinde, bir asker kaputu altında onu bulur. Hemşire gömleği kana bulanmıştır. Sol kaşın üstünden iri bir yara almıştır. Ayşe'-nin şehit oluşu üzücüdür: Sıhhiye Bölüğünde çalışırken komutanın şehit düştüğü haberi gelir. Bunu duyar duymaz fırlar, en ileri hat-ta kadar koşar, yakalayamazlar. Bir top mermisi parçasının isabetiyle, işte bu sırada vurulur.


Peyami, Ayşe'yi de, İhsan'ı da Gökçepınar'da yan yana gömdürür. Niyeti İzmir'e en önce girip, bunu Gökçepınar'da yatan Ayşe'ye anlatmaktır. Çünkü, Peyami'ye göre Ayşe hiç kimseyi sevmemiştir. Onun seveceği insan, İzmir'e ilk gelecek olan insandır.
Peyami'nin hatıra defteri böyle biter. Ameliyattan sonra, Cebeci hastanesinin iki doktoru bu konuda konuşurlar. Yedek asteğmen Peyami Efendi'nin kağıtları incelenmiştir. Ne İhsan isminde bir alay komutanı bulunmuştur, ne de Ayşe adında bir hemşire. Peyami'nin akrabası da bulunmamıştır. Bunun üzerine iki doktor, hatıra defterindeki olayların, kafasına kurşun girmesinden ileri gelme hayaller olduğuna karar verirler.
(kyn: www.edebiyatogretmeni.net)


► HALiDE Edip ADIVAR'ın Cumhuriyetin ilanından sonra; Kurtuluş savaşı içinde sıcak anıların etkisi ile yazılmış Ateşten Gomlek romanı genç cumhuriyetin ilk sinema filmi olarak Muhsin Ertuğrul tarafından yazılarak yönetilir . Kurtuluş savaşının en sıcak günlerinde Ayşe, İhsan ve Peyamı arasında ki dostluk ve aşk öyküsü, kahramanların ölümü ile sona erer. Peyami tuttuğu anı defterinde; annesının kendisi ile evlendirmeyi düşündüğü Ayşe'ye önce ilgi duymaz ise de Ayşe ile İhsan'ın yakınlaşmasını izlerken ken-disı de ilgi duymaya başlar; üçü de ateşin içindedirler ve diğer yan kahramanlar ile canlarını ortaya koyarlar Filmin senaryosu, romanı adım adım izlemektedir. Zamanın şartları (cumhuriyetin ilk günleri) filmin son derece ilgi ile karşılanmasına neden olur. Aynı roman 1950 yılında Vedat Örfi Bengü tarafından ikinci kez çekilirken, senaryo da Bengü tarafından yazılır. Aşağı yukarı aynı senaryodan (ufak farklılıklarla) çekilen ikinci versiyon zamanın getirdiği teknik nedenlerle üstün özellikler taşısa da oyuncuların performansı birincide daha iyidir.


Her iki filmde de oynayan Refik Kemal Arduman (ikinci de başrol-İhsan) ikincisini, ilkini pek bilmeyenler beğendiler" diye anlatıyor. Ziya Öztan'ın TV için dizi film olarak çektiği ve adını Ateşten Günler olarak değiştirdiği üçüncü versiyon ıse sonradan yeniden kurgulanarak, sinema için hazırlandı Romanı izleyen -Peyami'nin anı defterine geri dönüşlerle anlatılan- dizinin yeniden sinema için kurgulanan son versiyonu, süresinin kısalması nedeni ile, bazı bölümlerin çıkartılması sonucu olay akışında kopukluklar içeriyordu. (Orhan Ünser, “Kelimelerden Görüntüye”, syf, 21)