Powered By Blogger

15 Mart 2018 Perşembe

AVANTA YOK (1974)


Yönetmen: Yavuz Figenli
Senaryo: Bülent Oran
Görüntü Yönetmeni: Sertaç Karan
Yapım: Örnek Film / Yılmaz Kuzgun

Oyuncular: Behçet Nacar, Emel Özden, Oktar Durukan, Muzaffer Tema, Seyhan Gümüş, Mari Luis, Danyal Topatan, Senih Okran, Tarık Şimşek, Atlan Günbay

Konu: Zengin bir işadamının kızı sevgilisine kaçar. Ardından iş adamı ölür. Miras kıza kalınca sevgilisi, kızı almaya gelen diğer aile bireylerine teslim etmez. Aile üyeleri mafyayı devreye sokar.

ATINI SEVEN KOVBOY (1974)


(Red Kit Daltonlara Karşı)

Yönetmen: Aram Gülyüz
Senaryo: Özdemir Birsel
Foto Direktörü Muzaffer Turan
Yapım: Elvan Film / t Uçuk, Özdemir Birsel

CahiIşık Şefi: İsmet Yurtçu, Jenerik: Refik Onubil, Reji Asistanı: Nilgün, Kamera Asistanı: Ferhat Bakır, Kostümler: Zuhal Erman, Ar Direktör: Hasan Nurdan, Prodüksiyon Amiri: Mehmet Güler, Prodüksiyon Ekibi: Mansur Kırık, Turan Alok, Mehmet Söğütoğlu, Sesleri Alan: Tuncer Aydınoğlu, Bican Avşar, Laboratuar Şefi: Recai Karataş, Altan Sertesen, Montaş Şefi: Özdemir Arıtan, (Acar Film Renkli laboratuarında haazırlanmış ve seslendirilmiştir )

Oyuncular: Sadri Alışık (Red Kit), Figen Han, Sami Hazinses (Avarel Dalton), Aydın Babaoğlu (Jee Dalton), Mehmet Aşık (William Dalton), Harun Atalay (Bill Dalton), Ali Şen, Cevat Kurtuluş, Seyhan Gümüş, Ekrem Gökkaya, Süheyl Eğriboz, Kudret Karadağ, Zeki Alpan, Kamer Sadık, Ahmet Sert, Reşit Çıldam,

Konu: Çizgi roman ve film kahramanı Red Kit’in Dalton Kardeşlerle olan mücadelesinin yerli versiyonu.

AŞKTA PALAVRACILAR (1974)


Yönetmen: T. Fikret Uçak
Senaryo İlhan Engin
Kameraman Dinçer Önal

Reji Asistanları: Engin Temizer, Ahmet Kılıç, Prodüksiyon Amiri: Özdemir Akın, Kamera Asistanı: Uğur Döndür, Işıklar Gaye Işık Servisi, Şef: Ergun Şimşek, Renk Uzmanı: Türker Vatan, Ses Mühendisi: Necip Sarıcıoğlu, Montaj Senkron: İsmail kalkan, Negatif Montaj: Sezai Elmaskaya, Laboratuar: Hasan Örnek, Selâhattin Kaya, Abdullah Akdeniz, İsmet Tomaçgil, Yeni Stüdyoda renklendirilmiştir

Oyuncular: Tamer Yiğit, Müjdat Gezen, Elif Pektaş, Damnyal Topatan, Günay Güner, Giray Alpan, İ. Hakkı Şen, Bahar Şen, Filiz Alpan, Renan Fosforoğlu, Müşerref Çapın, Ersun Kazançel, Faik Coşkun, Yaşar Güçlü, Zeki Sezer, Erol Yeşilyaprak, Cengiz Karabulut, M. Ali Güngör,

Konu: "Şakir" Tamer Yiğit ile "Nuri" Müjdat Gezen işsiz güçsüz aylak gezen iki arkadaştır. Toto şans oyunları ile geçinirler bir nevi ufak çaplı dolandırıcılık yaparlar. Fakat birbirini kovalayan komik olaylar sonucu. Kulüp yöneticileri ve soyguncuların paraları ellerine geçer. Polis tahkikatı kovalamaca derken ceza almadan kurtlurlar

ASKERİN DÖNÜŞÜ (1974)


Yönetmen: Zeki Ökten
Senaryo: Selim İleri (Vural Pakel’in öyküsünden)
Görüntü Yönetmeni: Ali Yaver
Yapım: Özer Film/Enver Özer

Oyuncular: Kadir İnanır, Selma Güneri, Tufan Tümer, Bülent Kayabaş, Refik kemal Arduman, Aydan Adan,

Konu: Sınır boyunda askerlik yaparken, bir kaçakçı kafilesiyle çatışmaya giren jandarma eri (K. İnanır), kaçakçılardan birini öldürür. Terhis olduktan sonra İstanbul’da öldürdüğü kaçakçının evini ve kör karısın bulan genç adam, kadına aşık olur ve kocasının katili olduğunu bir türlü söyleyemez.

► “Öyküyü ilk keşfeden Yılmaz Güney’miş. Öykü “Öldürdüğüm Adam” adlı çeviri bir oyundan gelmekteydi. Zeki’nin yardımcısı Vural Pakel aynı zamanda senaryolar yazıyordu ve Öldürdüğüm Adam isimli öyküden birkaç sayfalık öykü meydana getirmişti. Ben ise bana anlatılmış konu etrafında senaryoyu kurmaya başladım. En az üç kez yazdım “Askerin Dönüşü” nü. Vural Pakel ile uzak-yakın en küçük bir ilişkisi olamazdı. Ne var ki, filmin jeneriğinde Vural Pakel ismini okuyunca çok şaşırdım. Ben söz konusu yapımcının bir öyküsünü senaryolaştırmış oluyordum... Bugün olsa, çelebiliğe vurur, gülümser geçerdim. Ama o sıralarda pek ağırıma gitmişti. Zeki’ye demediğimi bırakmadım. Çoğu haksız sözlerdi. Şüphesiz daha çok çalışmalarımız olabilirdi, sevgili arkadaşım diretseydi. Sanırım Zeki’yle bu son çalışmamız oldu. ” (Selim İleri)

Duygusal Düzeyden Bilinç Düzeyine”
"Askerin Dönüşü", görüldüğü gibi, sinemamızın içinde dönenip" durduğu konu kalıplarının dışına çıkmaya, yeni insancıl boyutlar getirmeye çalışan bir film... Film, Ali'nin iki değişik düzeydeki gelişimi ile yönlenmektedir. Bunlardan biri, "Duygusal düzey"deki bir "Vicdan azabı" olayıdır. Gereksiz yere, görev için bile olsa bir an içinde yok edilen bir insan yaşamının, tanınmayan, bilinmeyen, hiçbir kişisel düşmanlık duyulmayan bir insanın öldürülmesinin getirdiği bu tür bir duygu, bir anlamda "klasik"tir, çok işlenmiştir. Ancak, Ali'nin asıl serüveni, başka bir düzeydeki bilinçlenmesidir. İstanbul'da, sayısız Amerikan veya Alman pazarı, "butik" vs. çevresinde yürütülen gündelik yaşamımızın bir parçası haline geldiğini anlamasıdır ki, hem Doğu'daki zavallı kaçakçının, yoksulluğun itişiyle giriştiği eylemdeki görece (nisbi) suçsuzluğunu ona gösterecek, hem de düzeni yargılamaya yöneltecektir. Yine bu bilinçlenmedir ki, Ali'nin vicdanında, hareketinin ağırlığını günden güne arttırır. Ali'nin "keşfettiği" gerçekler, aslında toplumumuzun sık sık gazete sayfalarına yansıyan gündelik gerçekleridir. Toplumdaki saygın yerlerinin ardında, ara sıra kaçak malların başında suç üstü yakalanan milyonerlerimiz" kaçak olduğu bilinen Amerikan sigaralarını fütursuzca tüttüren bakanlarımız, bir türlü devlet ve kamu yararına çözümleyemediğimiz, kangren olmuş bir sigara tüketimi sorunumuz, piyasayı kaplamış ve nasıl geldiği, ekonomimize nelere mal olduğu bilinmeyen bir yabancı, gereksiz ve lüks mal bolluğu davamız yok mudur? . "Askerin Dönüşü" bu sorunları doğrudan doğruya hedef almak, yasa dışının neredeyse yasa haline geldiği bir toplum yapısını irdelemek niyetinde değildir gerçi... Bu durumu bir yan motif olarak saptar; ancak bir olgu olarak saptanan, gösterilen bu durum, Ali'nin temele oturtur, yalnızca kişisel ve öznel bir duygu olmaktan çıkarıp, toplumsal bir gözlemle besler... Ve ondan sonra, Ali'nin girişimleri, daha bir anlam ve içerik kazanır. Film, bir yerden sonra, duygusal düzeye döner çünkü... Ali'nin, ölenin karısıyla, babasıyla olan ilişkileri, insancıl ve ince ilişkilerdir. Bir babaya ölen oğlunu unutturmak, bir kadın için, ölen kocasının anısına bağlı bir kadın için yeniden sevgi ve mutluluk ufukları açmak, bir vicdan sorumluluğunu çözümlemek için başvurulan bir yolda, bir kadın gerçekten sevmeye, bir çevrede gerçek rahatlığı, uyumu, erinci bulmaya ulaşmak... İşte bütün bunlar, duygusal düzeydeki bu Selim İleri dünyası / kurgusu, Zeki Ökten'in elinde gerçeklik, inandıncılık kazanır... Kadir İnanır ve özellikle, çok zor bir rolde Selma Günerl'nin oyuncu başarılarının da fılme katkıları kuşkusuz büyüktür. “Atilla Dorsay “Sinemamızın Umut Yılları”,


FİLMİ İZLE

ASILACAK ADAM (1974)


Yönetmen: Savaş Eşici
Senaryo: İlhan Engin
Görüntü Yönetmeni: Erhan Canan
Yapım: Nuran Film / Savaş Eşici

Oyuncular: Serdar Gökhan, Aydın Güven, İhsan Baysal, Sevinç Pekin, Atlan Bozkurt, Muazzez Arçay

Konu: Kan davası nedeniyle üç kişiyi öldüren bir adamla kör bir kızın aşk öyküsü.

ARKADAŞ (1974)


Senaryo ve Yönetmen: Yılmaz Güney
Görüntü Yönetmeni: Çetin Tunca
Müzik: Şanar Yudatapan
Yapım: Güney Film / Yılmaz Güney

Oyuncular: Yılmaz Güney, Kerim Afşar, Melike Demirağ, Azra Balkan, Ahu Tuğbay, Civan Canova, Nizam Ergüden, Yusuf Tunalıoğlu, Özden Yüce

Konu: Dünün yoksul öğrencisi Cemil (Kerim Afşar), sınıf atlayıp zengin bir müteahhit olmuştur. Hayatını İstanbul'un en güzel sayfiye yerlerinden biri olan Kıyıkent'te, herkesin hayran olduğu çekici karısı Necibe (Azra Balkan) ve on yedi yaşındaki içine kapanık baldızı Melike'yle (Melike Demirağ) sürdürmektedir. Lüks evinin denize bakan balkonunda birasını yudumlar, poker oynar. Güzel karısı Necibe'yle sık sık tartışır. Köy kökenli olup da giderek burjuvalaşan Cemil mutlu gibi görünmektedir. Ama gerçekte mutlu değildir.

Yine bir tartışma sırasında telefon çalar. Melike açar. Eniştesini sorup kendisini de 'Azem' diye tanıtan telefondaki adam, (Yılmaz Güney) Cemil'in gençlik arkadaşıdır. Okulu bitirip yolları ayrıldığından beri birbirlerini görmemişlerdir. Yıllar sonra Çiçek Pasajı'nda buluşurlar. Gece, Sulukule ekibinin göbekli danslı gösterisiyle devam eder. Sonra da lüks bir randevu evine giderler. Cemil eski Cemil değildir. Zengin olduktan sonra kişiliğiyle birlikte hayatını da değiştirmiştir.

Karayollarında mühendis olarak görev yapan Azem, İstanbul'a yıllık iznini geçirmeye gelmiştir. Cemil'in bir kinle baktıktan sonra ona yaklaşır ve birden Azem'in yüzüne şiddetli bir tokat atar. Cemil bitkin, Melike kendisine bambaşka duyguların tattıran, hayatı sorgulamayı öğreten 'arkadaş'ının ardından sessizce ağlamaktadır. Azem elinde bavuluyla Kıyıkent'i terk ederken bir silah sesi duyar. Ölen ya da intihar eden kimdir? Acaba Cemil midir? (Agah Özgüç, “Bütün Filmleriyle Yılmaz Güney”, syf, 337)

* Ortak bir geçmişi paylaşmalarına rağmen geleceklerini farklı şekillendirmiş iki inşaat mühendisi olan Azem ve Cemil'in yıllar önceden kalan dostlukları, onları bir ziyaret sonucunda tekrar buluşturur. Azem, karayolları hesabına dağ başlarındaki mezralarda yol çalışmaları yapan bir memur-mühendis olmuş, Cemil ise Boğaz'ın en nadide yerlerinde projeler yürüten, 'deri el çantalı' bir müteaahite dönüşmüştür. Filmin hikayesi Azem ve Cemil'in mezun olduktan sonra yaşadığı gelişmelere, geçirdikleri değişime hiç değinmeden şimdiki zamana ulaşsa da, filmi izleyen ve Türkiye'de yaşayan herkes, aradaki boşlukları tahminle doldurmayı becerebilir. Hangi meslek dalında eğitim alırsa alsın Türkiye'nin insanları, her zaman kendilerini bekleyen iki farklı kariyer planından birini benimsemek mecburiyetinde olmuşlardır. Bu yollardan biri, düzen ve sistemle barışık olmayı ve sistemin her tür beklentisini koşulsuz biçimde yerine getirmeyi dayatır ve diyeti ödeyenleri de ikbal ile ödüllendirir. Eğer bu ödüle erişmek kişi için yeterliyse, verilecek taviz sonucunda ortaya çıkacak manevi çöküntü de çok fazla göze batmayacaktır. İkinci yol ise her geçen gün sapanların sayısının azaldığı engebeli bir yoldur ve bu yolun sonunda ne saygınlık, ne itiibar, ne de manevi tatminden bahsetmek en azından günümüzde mümkün değildir Ne var ki dünya, artık gülünç bir trajedi haline gelen 'İnsanlık Oyununu’ hala oynamayı sürdürüyorsa ve modern çağın öğretileri olan sosyalizm, kapitalizm ve sınıf çatışması, emek-sermaye çelişkisi, sosyal devlet gibi kavramları günlük hayattan söküp atacak yeni teoriler üretememişse 'insan' olanlar için tercih edilmesi gereken yolun ikincisi olduğunu kabul etmekten başka seçenek bulunmamaktadır. İşte "Arkadaş" bu iki farklı yolun sonunda duran Alem ve Cemil'in hikayesini anlatmaktadır.

12 Mart'ın insan hak ve özgürlüklerinin üzerine indirdiği balyozdan, Türkiye'nin en yetenekli sinemacısı Yılınaz Güney de nasibini fazlasıyla almış ve 'anarşistlere yardım ve yataklık' iddiasıyla "Zavallılar"ı çektiği sırada tutuklanarak hüküm giymiştir. Yarım kalan filmi tamamlama göreviyse Güney'in ustası Atıf Yılmaz'a düşmüştür. Hapisliğini askeri cezaevlerinde geçirmeye başlayan Güney, acı ve işkenceleri göğüslediği bu döneminde tam anlamıyla bir aydınlanma yaşayarak, ileride gerçekleştireceği filmlerinin zeminini oluşturacak bir kendini sorgulama süreci sonucunda, olgun bir sanatçı olarak 1974 yılının Mayıs ayında tahliye olmuştur. Güney'in imbikten geçirdiği düşünce ve duygularını insanlara aktarma arzusunun ilk meyvesi "Arkadaş" olacaktır. Uzun yıllardır görmediği arkadaşı Cemil'i ziyaret eden Azem karakteri bu bağlamda uzun bir mahpusluk döneminden sonra yeniden hayatın içine karışan Yılmaz Güney'in ülkesinde tanıklık ettiği çürüme ve dejenerasyonun bir nevi tezahürü olarak rahatlıkla değerlendirilebilir. "Arkadaş"ın önermesi, başka bir dünyanın mümkün olduğudur. İnsanların kendilerine biçilen gömlekleri giyerek yaşadıkları, cinsiyetçi, tüketim çılgını, iki yüzlü bir kapitalist ahlak ile çevrelenmiş dünyanın ötesinde, başka bir dünya. Güney'in de söylediği gibi eski ve bozuk arkadaşlığın çöküp yok olarak yerini yeni bir arkadaşlığa bıraktığı bu dünya tasavvuru, gerek filmin gösterime girdiği dönemde gerekse günümüzde didaktizm ve kuru bir poliitik tavır olarak eleştirilme eğilimindedir. Film içerisinde Semra Özdamar'ın canlandırdığı devrimci kız karakteri ve Azem arasında geçen diyaloglar bu eleştirinin çıkış noktasını oluşturur. Oysa Güney, Azem ile Semra arasındaki diyaloglarla dönemin Türk Solu'ndaki jargonu belgesel bir tavırla gözler önüne sermenin yanı sıra bu karakterin uzlaşmaz tavrı üzerinden de anlayana çok özel göndermelerde bulunmaktadır. Öte yandan Türk silahlı Kuvvetleri'nin Kıbrıs'a müdahale etmeye hazırlandığı dönemde çekilen "Arkadaş", söz konusu dönemde Türkiye'de hakim olan militarist yükselişi de en azından filmde yer alan bir plan ile dahi olsa gösterir. Zaten filmin doğal platoosu olarak önce Gebze-Bayramoğlu'nu düşünen, ancak bu yöredeki kimi çevrelerin baskısı sonucunda çekimleri başka bir yere taşımak zorunda kalan Yılmaz Güney de, söz konusu yükselişin mağduru olacaktır. Filmin ikinci bölümünde memleketlerine dönen Azem ve Cemil, bölgenin geri kalınışlığını fotoğraflayan turistler üzerine yaptıkları konuşmayla bölgeler arası uçurumun o dönemde de var olduğunu gözler önüne sermektedirler.

Filmde, Yılmaz Güney ve Kerim Afşar'ın performanslarının yanı sıra, Melike Demirağ, Azra Balkan ve Ahu Tuğbay'ın oyunculukları ayrıca değerlendirilmesi gereken bir orijinallik barındırmaktadır. Güney'in, burjuva karakterleri canlandırması amacıyla seçtiği bu isimler filıne adeta belgesel bir nitelik kazandırmıştır. Gencecik Civan Canova'nın performansı da özellikle anlanması gereken unsurlardandır. Filmin bir başka orijinalliği Necibe, Azem'den hoşlanmamıştır. Bir yabancının, hem de hoşlanmadığı bir yabancının evlerinde kalmasını istemez. Melike ise Azem'e çocuksu bir heyecanla yaklaşır. Aralarında iyi bir dostluk oluşmuştur. Azem'e Kıyıkent'i gezdirir. Kıyıkent'in gösterişli hayatı ve yozlaşmış ilişkileri dışında kalıp Azem'in gelişiyle de sessiz dünyası renklenmiştir Melike'nin.

Melike'nin ablası Necibe ise Kıyıkent'in bol dedikodulu, güneşiyle, deniziyle, cinselliği tetikleyen dünyasına ayak uyduran, rahat bir kadındır. "Karısı güzel olanlar karımı öpebilir, ödeşmesi kolay olur çünkü. Baldızı güzel olanlar da baldızımı öpebilir. Karısı güzel olanlara karımı öptürüyorum. Ben de onların karılarını öpüyorum," diyebilecek kadar çürümüş bir kimlik sergileyen kocası Cemil'i aldatmaktadır Necibe. Terzisi ve kuaföründen sonra genç bir adamla (Yusuf Tunalıoğlu) garsoniyerinde buluşur, sevişirler. Necibe'nin bu tür ilişkileri Kıyıkent çevresi içinde de sürüp gitmektedir.

Yörenin bekçisiyle, bahçıvanıyla, inşaat işçisiyle, cam kırıp lastik patlatan Halil'le (Civan Canova) biraraya gelip dostluk kuran Azem'in bu tavrı Kıyıkent'te dikkat çekmektedir

Bu ilişkilerden tedirgin olanlar sorar: "Bu adamlarla ne konuşuyor?" diye. Necibe, kardeşi Melike'nin Azem'le olan konuşmalarından da endişe etmektedir. Cemil'e Azem'i göndermesi konusunda baskı yapmaktadır.

Kıyıkent'in çekici ve güzel kadınlarında biri olan Ahu (Ahu Tuğbay) Azem'e göz koymuştur. Bir gün, herkesin gözü önünde, masadan Azem'i alıp götürmüştür. Melike, Ahu'nun bu davranışı karşısında şaşkındır. Cinsel çekiciliğini bir silah gibi kullanıp istediği her erkeği rahatlıkla elde edebileceğini çevresine kanıtlamaya çalışan Ahu da, Necibe gibi, Kıyıkent'in bir gecelik kadınlarından biridir Ondan farkı bağımsız, dul olmasıdır.

Necibe kocasını aldatmayı sürdürmektedir. Nitekim, bakışarak kesiştikleri belli olan Cemil'in kumar arkadaşı Erdoğan beyin evine girmiştir gizlice. Necibe iyice kontrolden çıkmıştır. Kıyıda birasını yudumlayan Cemil'le otururken, arkasındaki Azem'e bakıp gülümser, ona açıkça pas verir. Bir süre önce koynuna girdiği Erdoğan beyle olduğu gibi, aynı oyunu Azem'le de oynamak ister. Bu oyuna dayanamayan Azem, yerinden fırlayıp Cemil'e, "Sen bir pezevenksin," diye haykırır. Cemil, Azem'in üstüne yürür, kapışırlar. Tekme ve yumruklarla yere düşen Azem yerdedir. Cemil ise ağlamaktadır. Azem, Cemil'i doğup büyüdüğü, buna karşılık yıllarca gitmeyip unuttuğu köyüne ve kardeşi Muhittin'e (Nizam Ergüden) götürür. Muhittin ağabeyini suçlar. Anaları gözü açık gitmiştir, Cemil'i göremeden. Köyün yolunu unutan Cemil, kumar ve içki masalarında yitirdiği gençliğini hatırladıkça yıkılır. Anasının mezarı başında eziktir.

Kıyıkent'e döndüklerinde Azem bavulunu hazırlar. İzni bitmiştir. Ama nasıl gidecektir? Aralarında yalnızca saf bir arkadaşlık bağı olan ve daima öz değerlerini koruyabilmiş, bozulmamış Melike'yi burada nasıl bırakacaktır? Ama başka çaresi yoktur. Son kez birbirlerine sarılırlar. Necibe düzenlerini bozan Azem'e büyük ise dönemin ünlü ve çapkın futbolcularından Beşiktaşlı Yusuf'un da hayatından izler taşıyan bir rol ile izleyici karşısına çıkmasıdır. Çetin Tunca'nın iyi bir görüntü yönetmeni olarak anılmasında büyük payı olan film, Şanar Yurdatapan ve Atilla Özdemiroğlu ikilisinin efsanevi müzikleriyle de haklı bir övgü toplamıştır. Belirli aralıklarla aynı alın yazısını yeniden yaşayan Türkiye toplumu için "Arkadaş"ın güncelliğini yitirmiş bir film olduğunu söylemek henüz mümkün değildir.

Yine ölümünün üzerinden yirmi dört yıl geçmiş olmasına rağmen Yılmaz Güney'in sinemacılığı da, günümüz sinemacıları için 'koca bir vicdan' olarak köşede duruyor. Eğer öyle olmasaydı hala bu kadar adam köşe yazılarında ona saldır mıydı? (Özgür Şeyben) ”Kırk Yılın Serüveni” SİYAD”

Ödülleri
12. Antalya Altın Portakal Film Festivali (1975)
►En iyi 2. film,
►Şanar Yurdatapan ve Atilla Özdemiroğlu 'en başarılı özgün müzik' bestecileri,
►Sinematek Derneği'nin 'Mevsimin En İyi Filmleri' soruşturmasında 'en iyi film
4. Yarımca ızmit Şenligi'nde (1975) 'En İyi Film
Yeni Sinema dergisinin '1970-1980 Yıllarını içeren En iyi 10 Türk Filmi' soruşturmasında 'en iyi 3. film'

Eleştiri:
Onat Kutlar dergideki bir yazısında, Yılmaz Güney'in Arkadaş filmini değerlendirirken kendinin de dahil olduğu ideolojik görüşü savunan sanatçının bu eserine mümkün olduğunca tarafsız bir biçimde yaklaşıyordu.

* "Arkadaş'ta iç içe işlenen üç tema, bir yandan yoz, kokuşmuş bir kentsoylu çevresinin kesiti, öbür yandan belirli bir ideolojik tavra sahip bir aydının bu çevre içindeki kısa deneyi üçüncü olarak da kısaca yansıtılan köylülerin ve işçilerin bilinçlenmesi sürecidir. Bu üçüncü tema, yönetmenin eğildiği kesit daha çok kent soylu çevresi olduğu için şimdilik geri planda bırakılmıştır. Arkadaş, Yılmaz Güney'in dünya görüşünün tamamım kapsayan, bütün sorunlatrı ve çözüm yollan içeren bir film değildir. Yönetmenin kafasındaki çok daha kapsamlı bir dünyanın sadece küçük bir bölümünü, yıkılan kentsoylu ahlakı ile ilgili görüşleri ele alan filmi bu bakımdan 'ele almadığı konu ve çelişkilerle' yargılamak doğru değildir” (Onat Kutlar, Milliyet Sanat 15. 10.1984,syf, 106) “Okan Ormanlı “Türk Sinemasında Eleştiri” syf; 96

* Çetin Aktepe, eleştirilerin çoğunlukla, sanatsal kaygılarla değil bir çeşit filmi tavsiye etme veya pazarlama çabası içinde yazıldığını iddia etmektedir. Aktepe, aynı yazıda şu saptamalarda bulunmaktadır:

"Bu nedenledir ki bu tip eleştirmenlerin yazılarında, filmsel bir dünyanın belli bir mantık ölçütüne değerlendirildiğine rastlayamayız. Karşımıza çıkan yargılar kısmi üzerinde akıl yürütülerek varıImış, bütünü kapsamına alamayan yarım yamalak yargılardır. Ülkemizde eleştiriye karşı duyulan kuşkunun bir nedeni de bu olsa gerektir: Sanat alıcısı, kısmının abartılması ile bütünde bulunmayan şeylerin bütüne mal edilmesinin nasıl şaşırtıcı sonuçlar verdiğini görmüş; ürüne yaslanmayan yorumların yalıtkanlığının bilincine varmış ve bu nedenle de eleştiriye sırt çevirmiştir. (Çetin Akçatepe, Yedinci Sanat, Kadsım 1974, Syı, 20, syf, 12) Okan Ormanlı, a.g.e”

Türk sinemasının en güçlü isimlerinden biri Yılmaz Güney. Çoğu son derece sert öykülere sahip olan filmleri içinde "Arkadaş" her ne kadar daha yumuşatılmış bir söyleme sahip olsa da, siyasi sinemanın önemli örneklerinden bili kabul ediliyor. Üniversiteden sonra yolları ayrılan iki arkadaşın; Azem ve Cemil'in hayatları üzerinden toplumsal düzeni sorgulayan bir karşılaştırma yapan Güney, terazinin bir kefesine emeğine, ailesine, köklerine sahip çıkan Azem'i, diğerine ise sadece maddi kazammları önemseyen, yozlaşmış ve ahlaki değerlerini yitirmiş Cemil'i yerleştiriyor. Yıllar sonra Cemil'i ziyarete gelen Azem, arkadaşını dejenere olmuş hayatından kurtarmaya çalışsa da başarılı olamıyor. Kötü bir insan değil Cemil, ama içine düştüğü bataklığa öylesine gömülmüş ki, kurtulmak için sarf ettiği en ufak çaba, dibe daha hızlı batmasından başka işe yaramıyor. Arkadaşından umudunu kesen Azem, onu ardında bırakmaya mecbur kalıyor. Güney bu geride bırakışı, Cemil'in evinden ayrıldıktan hemen sonra bir el silah sesi duyan Azem'i resmederek anlatmış. Belki de bu sahnede gerçek anlamda ölen kimse yok. Ölen sadece Azem'in belleğindeki Cemil... Güney, Azem'in çevresindeki gençlerle, işçilerle konuşmaları ve özellikle de henüz kirlenmemiş genç bir kız olan Cemil'in baldızı Melike ile kurduğu dostluk çerçevesinde, düzenin değişmesi gerekliliğini anlatıyor seyircisine. İçinde yaşadığı zengin çevreye karşı öfke duyan, bir taraftan saçlarım uzatarak onlara benzemeye, bir taraftan da kızgınlığını zenginlerin otomobillerine zarar vererek dindirmeye çalışan Halil'in şahsında ise bu değişimin şiddete başvurarak değil, planlı bir bilinçlenme ile gerçekleşebileceğini dile getiriyor. Cemil'in ailesinin yaşadığı köyde çalışma ve azimle meydana getirilen değişim, bu düşüncenin en güzel örneği. Çorak bir toprakta bile sayısız ürün yetiştirmeyi başaran köylüler, Güney'in kurduğu ideal toplum düşünün mükemmel bir dışavurumu. "Arkadaş" Güney'in simgesel anlatıma başvurmaksızın, mesajını direkt iletmeyi seçtiği bir film. Hatta kendisine sıklıkla yöneltilen 'Türkiye'yi geri kalmış gösteriyor' suçlamalarına bile bu filmde cevap vermek istemiş yönetmen: Köyde turistlerin fotoğraf çekmesine şaşıran Cemil, 'Neyi çekiyor bunlar?' diye soruyor Azem'e. 'Sefaletimizi' diyor Azem. Cemil 'O zaman engel olalım' dediğindeyse, Azem'in cevabı son derece çarpıcı 'Biz önce sefaletimize engel olmalıyız!' "Arkadaş" Güney filmografisinin en iyimser eserlerinden biri. Aksaklığı belirten, çözüm öneren, umut dolu bir yapım. Filmle aynı adı taşıyan Melike Demirağ'm seslendirdiği parçadan da anlaşılabileceği gibi, her sorunun üstesinden dostlukla gelinebileceğini savunuyor . (P.T.) {Sinema, En İyi 100 Film}

ANTER “KARA ALİ” (1974)


Yönetmen: Oğuz Gözen
Senaryo Sait Seyit, Orhon M. Arıburnu
Dialog: Seyit Mogribi
Görüntü Yönetmeni: Mükremin Şumlu
Yapım: Venüs/Abdülkerim Uzun (Türk,Lübnan Ortak Yapımı)

Ses mühendisi: Kunt Tulgar, Senkron: Necdet Tok, Negatif Montaj: Mehmet Tezgâhtar, Kamera Asistanı: Ünal Uğur, Reji Asistanı: Çetin İzzet Özkaya, Kamera: Tuncay Ural, Ali Seyit, Dublaj Yönetmeni: Orhan Aykanat,
Kunt Film stüdyosunda hazırlanmış ve seslendirilmiştir

Oyuncular: Muhammet Mevla, Silvana Bedrehan, Abdullah Favvaz, Seyit Mogribi, Filiz Alpan, Yavuz Selekman, Yeşim Tan, Tuba Çetin, Yeşim Soydan, Nurhan Nur, Gönül Tansel, Memduh Ünsal, Ahu Tuğba,Burçin Bozhan, Berit Johanson, Orhan Emir, Canan Candan, Baki Tamer, Erbay Efem, Gül Banu, Okan Önder, Ahmet Aslan, Ahmet Sert, Rahmi Aydın,

Konu: Aşiret kızının bir masal kahramanı olan Anter ile aşkları.

ANASININ GÖZÜ (1974)


Yönetmen: Jose Sanches
Senaryo: İrfan Atasoy
Kamera Muzaffer Turan
Yapım: İrfan Film / İrfan Atasoy

Oyuncular: Richard Harrison, İrfan Atasoy, Erol Taş, Figen Han, Türkan Erdem, Teresa Di Sario, Alca Leoni, Gordon Mitchell,

Konu: Kadınların sırtından geçinen işsiz güçsüz bir hovardanın yaşantısı.

AMAN NE GIRGIR (1974)


Yönetmen: Aram Gülyüz
Senaryo: Ahmet Üstel
Foto Direktörü Çetin Gürtop
Yapım: Yıldız Film / Manuk Manukyan

Reji Asiatanı: Arif Erkuş, Kmera Asstanı: Uğur Bilge, Işık Şefi: Şevket Yılmaz, Jenerik: Refik Onubil, Renk Uzmanı: Turgut Ören, Sesleri Alan: Marko Buduris, Prodüksiyon Amirleri: Ahmet Akkaş, Ergin Demirçubuk, Set: Baki Soğukpınar, (Ören Film stüdyosunda hazırlanmıştır)

 Oyuncular: Müjdat Gezen, Arzu Okay, Bahar Erdeniz, Orçun Sonat, Mine Soley, Figen Han, Renan Fosforoğlu, Ali Sururi, Cemil Akacan, Tarık Şimşek, Erol Yeşilyaprak, Tevfik Şen, İhsan Bayraktar,

Konu: Tahsilini yapmak üzere Kayseri’den İstanbul’a gelen zengin bir adamın aşk ve macera öyküsü.

ALMANYALI YARİM (1974)


Yönetmen: Orhan Aksoy
Senaryo: Fuat Özlüer
Görüntü Yönetmeni: Çetin Gürtop
Yapım: Erler Film / Türker İnanoğlu

Oyuncular: Filiz Akın, Kadir İnanır, Atıf Kaptan, Sami Hazinses, Hüseyin Zan, Mualla Fırat, Kayhan Yıldızoğlu, Yadigâr Ejder, Mahmure Handan, Turgut Boralı, Nubar Terziyan, İlhan Hemşehri, Mualla Fırat

KONU: Murat (Kadir İnanır) Almanya da çalışan bir fabrika işçisidir. Maria ise (Filiz Akın) zengin bir Alman işadamının kızıdır. Bir gün hafif bir trafik kazası sonucu Murat ve Maria tanışır. Aynı günün akşamı Murat iş arkadaşlarıyla gittiği bir barda Maria ile karşılaşır. Sudan bir nedenle barda çıkan kavga sonucu Murat ve arkadaşları tutuklanır. Ama ertesi gün Maria’nın tanıklık etmesiyle kurtulurlar. Bu alçakgönüllü, dürüst ve güzel Alman kızı Murat’ı derinden etkilemiştir. Maria’nın duyguları da Murat’ınkinden farklı değildir. İki genç arasında duygusal bir ilişki başlar. Maria davet ettiği doğum günü partisinde Murat’ı ailesi ile tanıştırır. Babası Maria’nın bir işçiyle, hem de yabancı uyruklu bir işçiyle evlenmesine karşı çıkar. Bunun üzerine Maria ile Murat Türkiye’ye birlikte gitmeye karar verirler. Maria için, dil, din, ırk ayrılıklarından doğabilecek sorunlar umurunda bile değildir. Emin olduğu tek şey Murat’ı tüm yüreğiyle sevdiğidir. Hiçbir güçlük onu durduramayacaktır. Babasının şikayeti sonucu polisler Murat’ı sınır dışı eder. Maria da Murat’la birlikte gider. Onun ailesi ile tanışır ve müslüman olarak adını Meral diye değiştirir. Murat ile eski Maria, yeni Meral evlenirler. Maria’nın babası izlerini sürmektedir. Yaşadıkları yeri bulur ve yanlarına gelir. Annesinin ağır hasta olduğunu söyleyerek kızından Almanya’ya dönmesini ister. Meral Almanya’ya Murat’la birlikte döner. Maria’nın babası Almanya’da iken gizlice Murat’ın çantasına uyuşturucu koydurtur ve ihbar eder. Murat polis tarafından tutuklanır .

Meral eşinin suçlu olduğuna inanmamaktadır. Bu yüzden ailesini suçlar ve evi terk eder. Bu arada Murat bir fırsatını bulup polisin elinden kaçar ve Meral’le buluşur. Sahte pasaportla Almanya’dan kaçacaklardır. Ama polise yakalanırlar. Bu yolun geriye dönüşü olmadığının farkında olan Meral’le Murat polisle bir kovalamacaya girer. Meral açılan ateşle vurulup biricik sevgilisinin kucağında can verir. Murat çılgına döner ve polislere ateşle karşılık verir ve o da öldürülür. Kader, acımasız yüzüyle iki ayrı dünyadan gelmiş olan iki sevgiliye bir parça mutluluğu çok görmüştür. Ve bu trajik oyunun kazananı yoktur...

Çevre ve mekan değişimi sinemamızın yıllardır kendine göre bir takım öyküler anlatan yönetmeni Orhan Aksoy'u hiç mi hiç etkilemiyor. Almanya'da yaşayan bir milyon Türk işçisinin yaşamı, dertleri, sorunları, Aksoy'un umurunda değil... İnanılmaz bir pembe gözlülde ve çağımızda hiçbir toplumda hiçbir sanatçının inatla sürdürmeyi artık düşünemeyeceği bir bireycilikle eğiliyor, Almanya olayına... Bir Türk işçisi ile zengin bir aileden gelen bir Alman kızının aşkını anlattığı " Almanyalı Yarim", aynı konuyu binlerce kez işlemiş Türk filmlerinden hiçbir ayrılık taşımıyor. Sürekli aşk fılmleri yapmak insanın adını "hassas yönetmen"e çıkarabilir, "aşk fılmleri yönetmeni"ne çıkarabilir belki... Aksoy'un filmlerini hala seven, bu filmlerde hala gözyaşı döken vatandaşlar da bulunabilir. Ama Aksoy'un fılmlerinin, bizim gibi kalbi nasır bağlamışlara söyleyecek bir sözü yok. O yoluna gitsin, biz yolumuza... Ve umalım, hiç karşılaşmamak üzere...”Atilla Dorsay, “Sinemamızın Umut Yılları” syf, 85”


ALMANYA'DA BİR TÜRK KIZI (1974)


Yönetmen: Oksal Pekmezoğlu
Senaryo: Hulki Saner
Görüntü Yönetmeni: Cahit Engin,
Manasi Filmeridis
Yapım: Saner Film / Hulki Saner

Oyuncular: Neşe Karaböcek, Engin Çağlar, Ceyda Karahan, Osman Alyanak, Ahmet Kostarika (Turgutlu), Suat Yalçın

Konu: Zeynep’le evli olan Murat çalışmak için Almanya’ya gitmiştir. Gurbetteki kocasının yolunu gözleyen her kadın gibi Zeynep de mutsuz, Murat’ını beklemekte, gelen otobüslerden kimse çıkmayınca, Postacı Kadir Amcanın postasından bir haber gelmedikçe çok üzülmektedir. Zeynep bir gün bahçede çamaşır asarken çocuklar Almanya’dan mektup geldiğini müjdelerler. Nihayet beklediği haber gelmiştir. Mektupta bir kaç güne kadar döneceğini yazan Murat turistlerle geleceklerini yazar. Artık ayrılık bitmiştir. Zeynep kocasına kavuşacağından büyük bir sevinç içindedir. Nihayet Murat ve grubu gelir. Zeynep kocasının kendisine biraz uzak kaldığını, hatta ona yabancı gibi baktığını hissetmiştir. Eve gelip sofrasını kuran Zeynep bütün hazırlıklarını tamamlamış, süslenip püslenmiş Murat’ını beklemektedir. Senelerdir beklediği kocası meydanda yoktur. Saatler ilerlemiş gece olmuştur. Zeynep merak eder ve otele bakmaya gider. Murat’ı içmiş Gertha ile dans ederken görür. Murat gelişinden dönüşüne kadar hep eğlencededir. Nihayet dönüş günü gelmiştir ve Zeynep onu gözyaşları içinde Almanya""ya uğurlamıştır. Almanya’dan bir müddet sonra gelen mektupta Murat, onun bir kasaba kızı olarak kaldığını, Almanya’nın onu çok değiştirdiğini, aralarındaki farklılıktan dolayı ayrılmaları gerektiğini yazmıştır. En yakın arkadaşı Fatoş’la dertleşmektedir. Fatoş mutlaka Almanya""ya gitmesini ve Murat’ı bulmasını söylemektedir. Zeynep de kararını vermiştir. Almanya’ya gider. Oraya seneler evvel giden arkadaşı Rukiye’yi bulur. Ama ona yük olmak istemez ve kendisine iş bulmasını, çalışmak istediğini söyler. O da onu kendi çalıştığı lokantada yardımcısı olarak işe aldırtır. Diğer tarafta Murat ve Gertha ile mutsuzdur. Zeynep’e haksızlık ettiğini ve onu bir zamanlar ne kadar çok sevmiş olduğunu düşünmektedir. Nihayet Zeynep doğurmuştur. Bir gece hep beraber bir Türk gecesine giderler. Zeynep’ten bir şarkı isterler. Bu güzel ses Zeynep’in patronu Hans’ı da çok etkiler. Ona artık şarkıcı olarak çalışacağını bildirir. Zeynep bu teklifi kabul eder. Türklerin çok geldiği bu lokantada şarkı söylemeye başlar. yavaş, yavaş meşhur olmaya başlamıştır. Bir gün arkadaşlarının methettiği bu şarkıcıyı dinlemeye gelen Murat gözlerine inanamaz. Bu Zeynep’ten başkası değildir. Kuliste onunla görüşmek ister. Adamlar onu Zeynep’in yanına sokmazlar. Faşing zamanı gelmiştir. Zeynep bir yandan çocuğunu büyütmekte, bir yandan da çalışmaktadır. 

Fakat Murat’la karşılaştığı her eğlence yerinde çılgınca eğleniyor havasında onu deli etmektedir. Bir gün Murat karşılaştıkları bir yerde dayanamaz pistin ortasından kucakladığı gibi Zeynep’i evine getirir.Ertesi gün Zeynep, Murat’ın üstüne bir motosikletinin gittiğini görür ve kendini motorun önüne atar. Murat yaralıdır hastane kaldırılır. Kendisini kurtaranın Gertha olduğuna inandırılan Murat onu öpmektedir. İçeri giren Zeynep çok üzgündür ve Murat’a memlekete geri döneceğini ve bu arada bir yavruları olduğunu itiraf eder. Murat inanmaz. Zeynep Türkiye’ye dönmek üzere hazırlanır. Yakın arkadaşı Rukiye Murat’ı ziyarete hastaneye gider ve Zeynep’in söylediklerinin doğru olduğunu, Faşing gecesi motosikletinin önüne kendisini atanın Gertha değil Zeynep olduğunu anlatır. Zeynep’e hep hayran olan Patron Hans onunla beraber trene biner, memlekete gelirler. Zeynep’in de artık ret gücü kalmamıştır. Hans’ın evlenme teklifini kabul eder. Fakat nikah masasında halen Murat’ı sevdiğinin farkında olarak hayır yapamıyorum diye bağırarak kaçar. Hans sünnet olduğuyla kalmıştır. Murat dönmüştür. Büyük bir sevgi ve hasretle kucaklaşırlar. Yavrularını alıp mutlu sona erer.

AH DEME OH DE (1974)



 (KADIN OKŞANMAK İSTER) 

Senaryo ve Yönetmen: Nazmi Özer
Görüntü Yönetmeni: Salih Dikişçi
Yapım: Emek Film / Nazmi Özer

Oyuncular: Sermet Serdengeçti, Mine Mutlu, Arzu Okay, İlhan Dener, İ. Hakkı Şen, Özden Yüce, Senar Seven

Konu: Bir şoförle, kendisini çevresini zengin olarak tanıtan bir gencin aşk ve macera dolu erotik bir film.

AÇLIK (1974)


Senaryo ve Yönetmen: Bilge Olgaç
Görüntü Yönetmeni: Ali Uğur
Müzik: Yalçın Tura
Yapım: Funda Film / Fethi Oğuz

Sesleri Alan: Necip Sarıcıoğlu, Renk Uzmanı: Türker Vatan, Montaj ve Senkron: İsmail Kalkan, Mevlut Koçak, Negatif Montaj: Sezai Elmaskaya, Işık Şefi: Mustafa Koçyiğit, (Funda Işık Servisi), Set Teknisyenleri: Mustafa Buvan, Erdal Sümer, Raif Özkök,
(Yeni Stüdyo Laboratuarlarında hazırlanmış ve seslendirilmiştir.)

Oyuncular: Türkan Şoray, Mehmet Keskinoğlu, Mümtaz Ener, Hüseyin Kutman, Tuncer Necmioğlu, Birtane Güngör, Zeynep Ramazanoğlu, Renan Öz, Senar Seven, Hakkı Kıvanç, Faik Coşkun, Zeynep Ramazanoğlu, Zeynep Buval, İbrahim Şeker,

Konu: "Açlık", günümüz Türkiye'sinde köy kadınının durumunu ele almaya çalışan bir film... Kadının, çeşitli durumlarda, çeşitli olaylar karşısındaki zavallılığı, edilgenliği, kuklalığı anlatılmaya çalışılıyor. Öykünün aşamaları arasında... Bilge Olgaç'ın senaryosu, Meryem'i önce küçücük bir kızken, yoksul ana-babası tarafından köyün ağasının yanına (evlatlık) verilirken gösteriyor. Meryem büyüyor, güzel bir kız oluyor. Ağanın yanındaki diğer iki kızla birlikte, adamın şehvetine, saldırısına uğruyor. Kızlığını karşı koyamadan yitiriyor Meryem. Sonra, köy civarında kendi halinde yaşayan yoksul bir baba-oğuldan, evlenmek isteyen oğluna karı arayan babanın ağaya başvurmasıyla, Meryem'in kaderi değişir gibi oluyor.

Ağa, bu dik başlı, yaptığını unutacak gibi gözükmeyen kızdan kurtulmak için veriyor onu... Meryem, en sefil koşullar içinde bile, erkeğine hizmet ediyor, kendinin olan bu yuvayı yaşanır hale koyuyor, erkeğine iki de çocuk doğuruyor.. Ancak kıtlık, kuraklık başlamıştır yörede.. Kocası, iş bulmak için İstanbul'a gittiğinde, Meryem, iki yavrusuna ve yaşlı kayınbabasına kol, kanat geriyor, onları kuraklığın şerrinden korumak için, ağaya, namusunun diyetini almaya bile gidiyor... Zamanı gelince ise, canını vermekten çekinmiyor. “Atilla Dorsay “ Sinemamızın Umut Yılları” syf, 99 ”

* "Açlık", öncelikle söyleyelim, Bilge Olgaç'ın şimdiye dek yönettiği en başarılı film, Olgaç için büyük bir aşama... Olgaç, aslında iddialı bir yönetmen... Hep çaplı konulara el atan, bu yüzden, ele aldığı öyküler altında çoğu zaman ezilmiş bir yönetmen... "Açlık" ta Olgaç, bizce ilk kez, bir öyküyü baştan sona hemen hiç aksamayan bir sinema diliyle vermeyi başarıyor. Özellikle ilk yanda, bir yandan köyde kadının evlilik kurumu karşısındaki sessiz, edilgin durumunu verirken, sinema dili olarak da yalın, sade, ama etkili bir anlatımı tutturmayı başarıyor.
Kötülüklerin iyilik tarafından yenildiği, öteye, itildiği, iyi, mutlu, güzel bir dünyanın kuruluşunu ve Meryem'in orda mutluluğu bulmasını anlattığı bölümler, filmin en başarılı bölümleri...

Kadınca bir duyarlık taşıyan.. Ancak, bir yerden sonra, filme yerli dramatik kaynaklar getirme zorunluluğu duyan, bunun için de "kuraklık" ve onun getirdiği "açlık" tema'larını işin içine sokan Olgaç; bu bölümleri zorlama olmaktan kurtaramıyor; filmin ilk yarısındaki doğallığı, sade, ama inandırıcı yanı bulamıyor. Açlık", dürüst, temiz, özenli, dikkate layık bir çalışma... Türkan Şoray’ın iyi bir oyun verdiği, gerçek bir oyuncu potansiyeli olan Mehmet Keskinoğlu'nun, özgün bir tiple, TV'deki "Yaşar" tipi arasında duraksadığı (Korkarız Keskinoğlu'nun “35” duraksaması uzun sürecek), yılın belli bir çizgiyi aşan yerli filmlerinden...

AÇ GÖZÜNÜ MEMET (1974)


Yönetmen: Süreyya Duru
Senaryo: Ahmet Üstel
Foto Direktör: Ali Uğur
Yapım: Murat Film / Süreyya Duru

Set Amiri: Turan Alok, Set Teknisyenleri: Mehmet Öztürk, Taşkın Arslan, Işık Şefi: Kahraman Kongur, Işık Teknisyenleri: Nurettin Uyarlı, Ekrem Taşdemir, Şakir Zenger, Reji Asistanı: Salih Dirikli, Kamera Asistanı: Ahmet Demir, Prodüksiyon Asistanı: Ramazan Özdemir, Prodüksiyon Amiri: Reşit Çıldam, Asistan Rejisör: Tolgay Ziyal, Sesleri Alan: Tuncer Aydınoğlu, Bican Avşar, İsmail Karataş, Montaj Senkron: Arif Özalp, Negatif Montaj: Şevket Uysal, Laboratuar Şefi: Recai Karataş, Acar Film laboratuVarında hazırlanmış ve seslendirilmiştir

Oyuncular: Mehmet Keskinoğlu, Füsun Önal, Kenan Pars, Talat Gözbak, Şemsi İnkaya, İhsan Yüce, Nevin Güler, Danyal Topatan, Muharrem Gürses, Muzaffer Hepgüler, Benan Öz, Haluk Orçun, ve Elif Pektaş, Müşerref Çapın, Hamit Has, Zerrin Yüce, Zülfikar Dıvanı,

Konu: Taşı toprağı altın dır diyip İstanbul’a gelen Sivaslı Mehmet’in aşk öyküsü

ZÜLEYHA (1973)


Yönetmen: Mehmet Bozkuş
Senaryo: Nuri Kırgeç
Kamera: İzzet Akay
Yapım: Osmanlı Film / Mehmet Karahafız

Oyuncular: Nuri Sesigüzel, Fatma Belgen, Diclehan baban, Atıf Kaptan, Önder Somer, Yeşim Yükselen

Konu: Ağa kızıyla fakir bir delikanlının aşkları.