Powered By Blogger

15 Mart 2018 Perşembe

ANASININ GÖZÜ (1974)


Yönetmen: Jose Sanches
Senaryo: İrfan Atasoy
Kamera Muzaffer Turan
Yapım: İrfan Film / İrfan Atasoy

Oyuncular: Richard Harrison, İrfan Atasoy, Erol Taş, Figen Han, Türkan Erdem, Teresa Di Sario, Alca Leoni, Gordon Mitchell,

Konu: Kadınların sırtından geçinen işsiz güçsüz bir hovardanın yaşantısı.

AMAN NE GIRGIR (1974)


Yönetmen: Aram Gülyüz
Senaryo: Ahmet Üstel
Foto Direktörü Çetin Gürtop
Yapım: Yıldız Film / Manuk Manukyan

Reji Asiatanı: Arif Erkuş, Kmera Asstanı: Uğur Bilge, Işık Şefi: Şevket Yılmaz, Jenerik: Refik Onubil, Renk Uzmanı: Turgut Ören, Sesleri Alan: Marko Buduris, Prodüksiyon Amirleri: Ahmet Akkaş, Ergin Demirçubuk, Set: Baki Soğukpınar, (Ören Film stüdyosunda hazırlanmıştır)

 Oyuncular: Müjdat Gezen, Arzu Okay, Bahar Erdeniz, Orçun Sonat, Mine Soley, Figen Han, Renan Fosforoğlu, Ali Sururi, Cemil Akacan, Tarık Şimşek, Erol Yeşilyaprak, Tevfik Şen, İhsan Bayraktar,

Konu: Tahsilini yapmak üzere Kayseri’den İstanbul’a gelen zengin bir adamın aşk ve macera öyküsü.

ALMANYALI YARİM (1974)


Yönetmen: Orhan Aksoy
Senaryo: Fuat Özlüer
Görüntü Yönetmeni: Çetin Gürtop
Yapım: Erler Film / Türker İnanoğlu

Oyuncular: Filiz Akın, Kadir İnanır, Atıf Kaptan, Sami Hazinses, Hüseyin Zan, Mualla Fırat, Kayhan Yıldızoğlu, Yadigâr Ejder, Mahmure Handan, Turgut Boralı, Nubar Terziyan, İlhan Hemşehri, Mualla Fırat

KONU: Murat (Kadir İnanır) Almanya da çalışan bir fabrika işçisidir. Maria ise (Filiz Akın) zengin bir Alman işadamının kızıdır. Bir gün hafif bir trafik kazası sonucu Murat ve Maria tanışır. Aynı günün akşamı Murat iş arkadaşlarıyla gittiği bir barda Maria ile karşılaşır. Sudan bir nedenle barda çıkan kavga sonucu Murat ve arkadaşları tutuklanır. Ama ertesi gün Maria’nın tanıklık etmesiyle kurtulurlar. Bu alçakgönüllü, dürüst ve güzel Alman kızı Murat’ı derinden etkilemiştir. Maria’nın duyguları da Murat’ınkinden farklı değildir. İki genç arasında duygusal bir ilişki başlar. Maria davet ettiği doğum günü partisinde Murat’ı ailesi ile tanıştırır. Babası Maria’nın bir işçiyle, hem de yabancı uyruklu bir işçiyle evlenmesine karşı çıkar. Bunun üzerine Maria ile Murat Türkiye’ye birlikte gitmeye karar verirler. Maria için, dil, din, ırk ayrılıklarından doğabilecek sorunlar umurunda bile değildir. Emin olduğu tek şey Murat’ı tüm yüreğiyle sevdiğidir. Hiçbir güçlük onu durduramayacaktır. Babasının şikayeti sonucu polisler Murat’ı sınır dışı eder. Maria da Murat’la birlikte gider. Onun ailesi ile tanışır ve müslüman olarak adını Meral diye değiştirir. Murat ile eski Maria, yeni Meral evlenirler. Maria’nın babası izlerini sürmektedir. Yaşadıkları yeri bulur ve yanlarına gelir. Annesinin ağır hasta olduğunu söyleyerek kızından Almanya’ya dönmesini ister. Meral Almanya’ya Murat’la birlikte döner. Maria’nın babası Almanya’da iken gizlice Murat’ın çantasına uyuşturucu koydurtur ve ihbar eder. Murat polis tarafından tutuklanır .

Meral eşinin suçlu olduğuna inanmamaktadır. Bu yüzden ailesini suçlar ve evi terk eder. Bu arada Murat bir fırsatını bulup polisin elinden kaçar ve Meral’le buluşur. Sahte pasaportla Almanya’dan kaçacaklardır. Ama polise yakalanırlar. Bu yolun geriye dönüşü olmadığının farkında olan Meral’le Murat polisle bir kovalamacaya girer. Meral açılan ateşle vurulup biricik sevgilisinin kucağında can verir. Murat çılgına döner ve polislere ateşle karşılık verir ve o da öldürülür. Kader, acımasız yüzüyle iki ayrı dünyadan gelmiş olan iki sevgiliye bir parça mutluluğu çok görmüştür. Ve bu trajik oyunun kazananı yoktur...

Çevre ve mekan değişimi sinemamızın yıllardır kendine göre bir takım öyküler anlatan yönetmeni Orhan Aksoy'u hiç mi hiç etkilemiyor. Almanya'da yaşayan bir milyon Türk işçisinin yaşamı, dertleri, sorunları, Aksoy'un umurunda değil... İnanılmaz bir pembe gözlülde ve çağımızda hiçbir toplumda hiçbir sanatçının inatla sürdürmeyi artık düşünemeyeceği bir bireycilikle eğiliyor, Almanya olayına... Bir Türk işçisi ile zengin bir aileden gelen bir Alman kızının aşkını anlattığı " Almanyalı Yarim", aynı konuyu binlerce kez işlemiş Türk filmlerinden hiçbir ayrılık taşımıyor. Sürekli aşk fılmleri yapmak insanın adını "hassas yönetmen"e çıkarabilir, "aşk fılmleri yönetmeni"ne çıkarabilir belki... Aksoy'un filmlerini hala seven, bu filmlerde hala gözyaşı döken vatandaşlar da bulunabilir. Ama Aksoy'un fılmlerinin, bizim gibi kalbi nasır bağlamışlara söyleyecek bir sözü yok. O yoluna gitsin, biz yolumuza... Ve umalım, hiç karşılaşmamak üzere...”Atilla Dorsay, “Sinemamızın Umut Yılları” syf, 85”


ALMANYA'DA BİR TÜRK KIZI (1974)


Yönetmen: Oksal Pekmezoğlu
Senaryo: Hulki Saner
Görüntü Yönetmeni: Cahit Engin,
Manasi Filmeridis
Yapım: Saner Film / Hulki Saner

Oyuncular: Neşe Karaböcek, Engin Çağlar, Ceyda Karahan, Osman Alyanak, Ahmet Kostarika (Turgutlu), Suat Yalçın

Konu: Zeynep’le evli olan Murat çalışmak için Almanya’ya gitmiştir. Gurbetteki kocasının yolunu gözleyen her kadın gibi Zeynep de mutsuz, Murat’ını beklemekte, gelen otobüslerden kimse çıkmayınca, Postacı Kadir Amcanın postasından bir haber gelmedikçe çok üzülmektedir. Zeynep bir gün bahçede çamaşır asarken çocuklar Almanya’dan mektup geldiğini müjdelerler. Nihayet beklediği haber gelmiştir. Mektupta bir kaç güne kadar döneceğini yazan Murat turistlerle geleceklerini yazar. Artık ayrılık bitmiştir. Zeynep kocasına kavuşacağından büyük bir sevinç içindedir. Nihayet Murat ve grubu gelir. Zeynep kocasının kendisine biraz uzak kaldığını, hatta ona yabancı gibi baktığını hissetmiştir. Eve gelip sofrasını kuran Zeynep bütün hazırlıklarını tamamlamış, süslenip püslenmiş Murat’ını beklemektedir. Senelerdir beklediği kocası meydanda yoktur. Saatler ilerlemiş gece olmuştur. Zeynep merak eder ve otele bakmaya gider. Murat’ı içmiş Gertha ile dans ederken görür. Murat gelişinden dönüşüne kadar hep eğlencededir. Nihayet dönüş günü gelmiştir ve Zeynep onu gözyaşları içinde Almanya""ya uğurlamıştır. Almanya’dan bir müddet sonra gelen mektupta Murat, onun bir kasaba kızı olarak kaldığını, Almanya’nın onu çok değiştirdiğini, aralarındaki farklılıktan dolayı ayrılmaları gerektiğini yazmıştır. En yakın arkadaşı Fatoş’la dertleşmektedir. Fatoş mutlaka Almanya""ya gitmesini ve Murat’ı bulmasını söylemektedir. Zeynep de kararını vermiştir. Almanya’ya gider. Oraya seneler evvel giden arkadaşı Rukiye’yi bulur. Ama ona yük olmak istemez ve kendisine iş bulmasını, çalışmak istediğini söyler. O da onu kendi çalıştığı lokantada yardımcısı olarak işe aldırtır. Diğer tarafta Murat ve Gertha ile mutsuzdur. Zeynep’e haksızlık ettiğini ve onu bir zamanlar ne kadar çok sevmiş olduğunu düşünmektedir. Nihayet Zeynep doğurmuştur. Bir gece hep beraber bir Türk gecesine giderler. Zeynep’ten bir şarkı isterler. Bu güzel ses Zeynep’in patronu Hans’ı da çok etkiler. Ona artık şarkıcı olarak çalışacağını bildirir. Zeynep bu teklifi kabul eder. Türklerin çok geldiği bu lokantada şarkı söylemeye başlar. yavaş, yavaş meşhur olmaya başlamıştır. Bir gün arkadaşlarının methettiği bu şarkıcıyı dinlemeye gelen Murat gözlerine inanamaz. Bu Zeynep’ten başkası değildir. Kuliste onunla görüşmek ister. Adamlar onu Zeynep’in yanına sokmazlar. Faşing zamanı gelmiştir. Zeynep bir yandan çocuğunu büyütmekte, bir yandan da çalışmaktadır. 

Fakat Murat’la karşılaştığı her eğlence yerinde çılgınca eğleniyor havasında onu deli etmektedir. Bir gün Murat karşılaştıkları bir yerde dayanamaz pistin ortasından kucakladığı gibi Zeynep’i evine getirir.Ertesi gün Zeynep, Murat’ın üstüne bir motosikletinin gittiğini görür ve kendini motorun önüne atar. Murat yaralıdır hastane kaldırılır. Kendisini kurtaranın Gertha olduğuna inandırılan Murat onu öpmektedir. İçeri giren Zeynep çok üzgündür ve Murat’a memlekete geri döneceğini ve bu arada bir yavruları olduğunu itiraf eder. Murat inanmaz. Zeynep Türkiye’ye dönmek üzere hazırlanır. Yakın arkadaşı Rukiye Murat’ı ziyarete hastaneye gider ve Zeynep’in söylediklerinin doğru olduğunu, Faşing gecesi motosikletinin önüne kendisini atanın Gertha değil Zeynep olduğunu anlatır. Zeynep’e hep hayran olan Patron Hans onunla beraber trene biner, memlekete gelirler. Zeynep’in de artık ret gücü kalmamıştır. Hans’ın evlenme teklifini kabul eder. Fakat nikah masasında halen Murat’ı sevdiğinin farkında olarak hayır yapamıyorum diye bağırarak kaçar. Hans sünnet olduğuyla kalmıştır. Murat dönmüştür. Büyük bir sevgi ve hasretle kucaklaşırlar. Yavrularını alıp mutlu sona erer.

AH DEME OH DE (1974)



 (KADIN OKŞANMAK İSTER) 

Senaryo ve Yönetmen: Nazmi Özer
Görüntü Yönetmeni: Salih Dikişçi
Yapım: Emek Film / Nazmi Özer

Oyuncular: Sermet Serdengeçti, Mine Mutlu, Arzu Okay, İlhan Dener, İ. Hakkı Şen, Özden Yüce, Senar Seven

Konu: Bir şoförle, kendisini çevresini zengin olarak tanıtan bir gencin aşk ve macera dolu erotik bir film.

AÇLIK (1974)


Senaryo ve Yönetmen: Bilge Olgaç
Görüntü Yönetmeni: Ali Uğur
Müzik: Yalçın Tura
Yapım: Funda Film / Fethi Oğuz

Sesleri Alan: Necip Sarıcıoğlu, Renk Uzmanı: Türker Vatan, Montaj ve Senkron: İsmail Kalkan, Mevlut Koçak, Negatif Montaj: Sezai Elmaskaya, Işık Şefi: Mustafa Koçyiğit, (Funda Işık Servisi), Set Teknisyenleri: Mustafa Buvan, Erdal Sümer, Raif Özkök,
(Yeni Stüdyo Laboratuarlarında hazırlanmış ve seslendirilmiştir.)

Oyuncular: Türkan Şoray, Mehmet Keskinoğlu, Mümtaz Ener, Hüseyin Kutman, Tuncer Necmioğlu, Birtane Güngör, Zeynep Ramazanoğlu, Renan Öz, Senar Seven, Hakkı Kıvanç, Faik Coşkun, Zeynep Ramazanoğlu, Zeynep Buval, İbrahim Şeker,

Konu: "Açlık", günümüz Türkiye'sinde köy kadınının durumunu ele almaya çalışan bir film... Kadının, çeşitli durumlarda, çeşitli olaylar karşısındaki zavallılığı, edilgenliği, kuklalığı anlatılmaya çalışılıyor. Öykünün aşamaları arasında... Bilge Olgaç'ın senaryosu, Meryem'i önce küçücük bir kızken, yoksul ana-babası tarafından köyün ağasının yanına (evlatlık) verilirken gösteriyor. Meryem büyüyor, güzel bir kız oluyor. Ağanın yanındaki diğer iki kızla birlikte, adamın şehvetine, saldırısına uğruyor. Kızlığını karşı koyamadan yitiriyor Meryem. Sonra, köy civarında kendi halinde yaşayan yoksul bir baba-oğuldan, evlenmek isteyen oğluna karı arayan babanın ağaya başvurmasıyla, Meryem'in kaderi değişir gibi oluyor.

Ağa, bu dik başlı, yaptığını unutacak gibi gözükmeyen kızdan kurtulmak için veriyor onu... Meryem, en sefil koşullar içinde bile, erkeğine hizmet ediyor, kendinin olan bu yuvayı yaşanır hale koyuyor, erkeğine iki de çocuk doğuruyor.. Ancak kıtlık, kuraklık başlamıştır yörede.. Kocası, iş bulmak için İstanbul'a gittiğinde, Meryem, iki yavrusuna ve yaşlı kayınbabasına kol, kanat geriyor, onları kuraklığın şerrinden korumak için, ağaya, namusunun diyetini almaya bile gidiyor... Zamanı gelince ise, canını vermekten çekinmiyor. “Atilla Dorsay “ Sinemamızın Umut Yılları” syf, 99 ”

* "Açlık", öncelikle söyleyelim, Bilge Olgaç'ın şimdiye dek yönettiği en başarılı film, Olgaç için büyük bir aşama... Olgaç, aslında iddialı bir yönetmen... Hep çaplı konulara el atan, bu yüzden, ele aldığı öyküler altında çoğu zaman ezilmiş bir yönetmen... "Açlık" ta Olgaç, bizce ilk kez, bir öyküyü baştan sona hemen hiç aksamayan bir sinema diliyle vermeyi başarıyor. Özellikle ilk yanda, bir yandan köyde kadının evlilik kurumu karşısındaki sessiz, edilgin durumunu verirken, sinema dili olarak da yalın, sade, ama etkili bir anlatımı tutturmayı başarıyor.
Kötülüklerin iyilik tarafından yenildiği, öteye, itildiği, iyi, mutlu, güzel bir dünyanın kuruluşunu ve Meryem'in orda mutluluğu bulmasını anlattığı bölümler, filmin en başarılı bölümleri...

Kadınca bir duyarlık taşıyan.. Ancak, bir yerden sonra, filme yerli dramatik kaynaklar getirme zorunluluğu duyan, bunun için de "kuraklık" ve onun getirdiği "açlık" tema'larını işin içine sokan Olgaç; bu bölümleri zorlama olmaktan kurtaramıyor; filmin ilk yarısındaki doğallığı, sade, ama inandırıcı yanı bulamıyor. Açlık", dürüst, temiz, özenli, dikkate layık bir çalışma... Türkan Şoray’ın iyi bir oyun verdiği, gerçek bir oyuncu potansiyeli olan Mehmet Keskinoğlu'nun, özgün bir tiple, TV'deki "Yaşar" tipi arasında duraksadığı (Korkarız Keskinoğlu'nun “35” duraksaması uzun sürecek), yılın belli bir çizgiyi aşan yerli filmlerinden...

AÇ GÖZÜNÜ MEMET (1974)


Yönetmen: Süreyya Duru
Senaryo: Ahmet Üstel
Foto Direktör: Ali Uğur
Yapım: Murat Film / Süreyya Duru

Set Amiri: Turan Alok, Set Teknisyenleri: Mehmet Öztürk, Taşkın Arslan, Işık Şefi: Kahraman Kongur, Işık Teknisyenleri: Nurettin Uyarlı, Ekrem Taşdemir, Şakir Zenger, Reji Asistanı: Salih Dirikli, Kamera Asistanı: Ahmet Demir, Prodüksiyon Asistanı: Ramazan Özdemir, Prodüksiyon Amiri: Reşit Çıldam, Asistan Rejisör: Tolgay Ziyal, Sesleri Alan: Tuncer Aydınoğlu, Bican Avşar, İsmail Karataş, Montaj Senkron: Arif Özalp, Negatif Montaj: Şevket Uysal, Laboratuar Şefi: Recai Karataş, Acar Film laboratuVarında hazırlanmış ve seslendirilmiştir

Oyuncular: Mehmet Keskinoğlu, Füsun Önal, Kenan Pars, Talat Gözbak, Şemsi İnkaya, İhsan Yüce, Nevin Güler, Danyal Topatan, Muharrem Gürses, Muzaffer Hepgüler, Benan Öz, Haluk Orçun, ve Elif Pektaş, Müşerref Çapın, Hamit Has, Zerrin Yüce, Zülfikar Dıvanı,

Konu: Taşı toprağı altın dır diyip İstanbul’a gelen Sivaslı Mehmet’in aşk öyküsü

ZÜLEYHA (1973)


Yönetmen: Mehmet Bozkuş
Senaryo: Nuri Kırgeç
Kamera: İzzet Akay
Yapım: Osmanlı Film / Mehmet Karahafız

Oyuncular: Nuri Sesigüzel, Fatma Belgen, Diclehan baban, Atıf Kaptan, Önder Somer, Yeşim Yükselen

Konu: Ağa kızıyla fakir bir delikanlının aşkları.

ZAMBAKLAR AÇARKEN (1973)


Senaryo ve Yönetmen: Nejat Saydam
Eser: Kerime Nadir
Foto Direktörü Melih Sertesen
Müzik: Bora Ayanoğlu
Yapım: Acar Film / Murat Köseoğlu

Kostümler: Faize Sevim Modaevi, Kuaför: Muammer Yaprakgül, Sesleri Alan: Tuncer Aydınoğlu, Bican Avşar, İsmail Karataş, Montaj: Özdemir Arıtan, Laboratuar Şefi: Recai Karataş, Prodüktör Amiri: Refet Gülerman, Işık Şefi: Cengiz Arlı, Set Amiri: Ahmet Ateş, Dekorlar: Bilal Uysal, Mustafa Acar, Aksesuar: Hasan Aslan, Kamera: Abdullah Gören, Prodüksiyon Temsilcisi: Gürcan Köseoğlu, (Acar Film Stüdyosunda çevrilmiş ve renkli laboratuarlarında hazırlanmıştır.)

Oyuncular: Filiz Akın, Kartal Tibet, Suzan Avcı, Nuri Altınok, Aynur Aydan, Aytaç Arman, Ekrem Dümer, Renan Fosforoğlu, Başak Gürsoy, Yadigar Kırmızıgül, Nezihe Güler, İsmail Varol, Vahit Volkan, Hayri Arlı, Mankenler: Başak Gürsoy, Zülal Özbağ, Aynur Aydan,

► Babası tanınmış bir yazar olan ünlü bir futbolcunun, babasından habersiz bir şekilde evlenmesi ve maçlarından dolayı ülkesine dönemediği için,karısını babasına emanet etmesiyle başlayan olaylar” birbirini izler. Romanına sadık kalınarak çekilen bu filme ait roman özeti ve aynı zamanda filmin de konusu şöyle:

Her şey o mektupla başlamıştı. Otele geldiğinde, geniş koltuklardan birine oturdu. Doğrusunu söylemek gerekirse, önce bu işi muzip oğlunun bir şakası sanmıştı. Fakat otelin kayıt defterindeki o oda ayırttırılmış ve isimde aynı şahsa aitti. O an başından aşağı soğuk terler boşalıvermişçesine yerinden fırladı ve doğruca 216 numaralı odanın önüne gitti. Kapıda rahatsız etmeyin yazısını görünce bu işi yarına bırakmaya karar verdi. Akşam otelin barına gittiğinde genç güzel bir kız alkolün vermiş olduğu etki ile üstündekileri tek tek çıkartıyor ve Oğuz Bey’e öpücükler atıyordu. Buna daha fazla dayanamayarak odasının yolunu tuttu.

Ertesi sabah tekrar odanın önüne gidip kapıyı çaldığında, içerden gelen küstah cevaplar iyice sinirini bozmaya yetmişti. İçerdeki o ses, kapıyı açtığında büyük bir şok yaşadı.

Ona bakan yüz, akşam barda üstünü başını çıkartıp dans eden kızın ta kendisi idi. O anda oğlunun niye böyle bir işe kalkıştığını düşünerek kızgın bir şekilde hazırlanmasını söyleyerek buradan gideceklerini söyledi. Çiftliklerinin yolunu tutarken ikisi de konuşmuyor, gözlerini yoldan ayırmıyorlardı. Derken Perran özür dilercesine bir şeyler mırıldanıyordu. Fakat hiç bozuntuya vermeden yoluna devam eden Oğuz Bey, çiftliğe geldiklerinde evin işlerine bakan İclal Hanıma onu tanıştırmak için ağzını açtı. İclal Hanım da onu pek sevmemiş olacak ki yüzü bir karış açık şekilde işlerim var diyerek oradan uzaklaştı. Bu huzursuzluk devam ederken yanına gelen Perran, özür diliyor ve böyle çılgınlıkların bir daha olmayacağını tekrarlayarak Oğuz Bey’in gönlünü almaya çalışıyordu.

Bundan sonra, aralarında büyük bir yakınlaşma başlıyor ve sık sık çiftlikten uzak, geceleyin geri dönmeyen geziler Bu durum gelinini önceden tanıştırmış olduğu yakın arkadaşı, Sabir, halası, Tomris Albat ve ev halkını rahatsız ederdi. Bu geziler, bu yakınlaşma yanlış anlaşılmaya neden oluyor olmalı ki Sabır, Oğuz Bey’in odasına girerek ona tehditler savuruyordu. ”Oğlunun karısıyla nasıl böyle bir ilişkide bulunabilirsin?” gibi sözler sarf ettiğinde sorun anlaşılmıştı. Oysaki bu ilişki aralarında kurmuş oldukları büyük dostluktan başka bir şey değildi. Onu tersleyerek odadan çıkmasını sağladı. Ertesi sabah Perran ile çıkmış oldukları at gezisinde büyük bir patlama duyuldu ve ardından Sabir çalılıkların arasından görüldü.

Anlaşılan av merakı devam ediyordu. Ama neredeyse ikisinden birini vuracaktı. Eve döndüklerinde oğlundan gelen telgrafta, ilk uçakla geliyor olduklarını yazıyordu. Hava alanına vardıklarında büyük bir seyirci kitlesi futbol kafilesini bağrına basıyordu. Tabi bunların içerisinde oğlu da vardı. Oğlu Mete koşarak yanlarına geldi ve tek tek herkese sarıldı. Perran buna pek sevinmemiş gözüküyordu. Anlaşılan aramızdaki o muhteşem dostluğun bozulmasından korkuyordu. O sırada uçağın kapısında bir kadın belirdi ve Mete babasına onu işaret ederek “İşte karınız babacığım” diyordu. O boşanmak üzere olup ne zamandır görmediği karısı Mediha oğlunun mürüveti için geri dönmüş ve halası Tomris sayesinde boşanma kayıtlarını iptal ettirmişti. Oğuz Bey Mediha soğuk bir şekilde karşıladı. Çünkü her zaman ki gibi işlerine karışacak ve onu bir kölesi gibi kullanmaya devam edecek kendini beğenmiş biriydi. Sabır anlatmış olacak ki o da Perran’ı görünce pek sevinmemiş olduğu yüzünden okunabiliyordu. Çiftliğe gittiğinde Mete arkadaşlarını çağırdığını ve karısı ile birlikte yurt dışına giderek orada bir takıma transfer olmak istediğini söyledi. Perran buna karşı çıkarak hiçbir yere gitmeyeceğini söylüyor Mete de onu yatıştırmaya çalışıyordu.

O akşam beraber dışarı çıkan Mete ve karısı eve döndüklerinde Mete yalnızdı. Mete’nin ağzını bıçak açmıyordu. Perran’ı bulmaya gittiğinde Mete’den boşanmak istediğini söylüyordu. Bu çok iddialı bir söz idi. Perran konuşmaya başladı. Yurt dışına gitmek isteyişinin sebebinin zenci bir metresinin olduğu idi. Bu arada Mete yurt dışına gitmiş ve bir ön anlaşma imzaladığının haberi gelmişti bile. Bunun üzerine Perran‘ı çiftliğe getiren Oğuz Bey, evde Sabır ve karısının asık suratlarıyla karşılaştı. Ertesi sabah yine atla geziye çıkmaya karar verdiler. O gün zambaklar daha da büyümüş ve güzelleşmişlerdi. Şelalenin önüne geldiklerinde yine korkunç bir patlama ve Perran atın üstünden düşüyordu. O sırada Sabir çalılıklar arasından çıkarken Mete’nin namusunu kurtardığını haykırıyordu. Oğuz Bey acele bir şekilde Perran’ı kucaklayarak anayolu bulmaya çalışıyordu. Ama bir türlü kafasını toplayıp da doğru yolu bulamıyordu. Bulduğunda da zaten iş işten geçmiş, Perran ölmüştü.

Onun mezarını zambak bahçesinin ortasına yaptırdı. Ölüm haberini alan Mete, soluğu çiftlikte almış ve haberin doğruluğunun araştırıyordu. Gerçeği öğrenince yıkıldı ve onu annesinin yanına götürmek istediğini ve Sabir’in de orda olduğunu söyledi. Bu büyük bir fırsat idi onun için. Eve gittiklerinde Sabir her zaman ki gibi içiyordu. Onu görür görmez katil diye üzerine saldıran Oğuz Bey’i gören oğlu Mete donup kalmış ve olayı yorumlamaya çalışıyordu. O anda herkes büyük bir şok içinde iken Mediha ilk uçakla onu yurtdışına kaçıracağını söyledi. Bunu duyan Mete babasının göstermiş olduğu tepkiyi tekrarlayarak Sabir’in üstüne yürüdü. O sırada Mediha “O senin gerçek baban” diyerek babası olduğunu yüzüne vurdu. ”Onun gibi bir kadından başka bir şey beklenmez.” diyen Oğuz Bey kapıyı vurup çıktı. Arkasından Mete’nin sesi duyuldu. Bunca sene babalık yapan Oğuz Bey’i bırakıpta başka birinin oğlu olmak onun onuruna dokunurdu. Olup biten her şey onlar için bir rüyadan ibaretti sadece.

Karakterker:
Oğuz albatros: Olayların kahramanı, ünlü bir yazar.
Perran: Oğuz Bey’in gelini. Güzelliği ile herkesi etkileyen cıvıl cıvıl çılgın bir genç.
İclal Hanım: Evin işlerine bakan bir hanım
Sabir: Oğuz Bey’in yakın arkadaşı. Karısıyla kavga ettiği bahanesiyle çiftliğe gelir ve
durmadan içer.
Tomris Albat: Halası rolünü oynuyor. Yapmış olduğu eserler halk tarafından daha çok tutuluyor.
Mediha: Kendini beğenmiş, Oğuz Bey’i avucunun içine alıp istediği gibi yön verdiğinden dolayı birbirlerinden ayrılma kararı alan fakat daha sonra barışmak zorunda kalan ikili sonda büyük bir şok yaşatıyor.




ZALOĞLU RÜSTEM (1973)


Senaryo ve Yönetmen: Natuk Baytan
Foto Direktörü: Mükremin Şumlu
Yapım: Haydar Film / Mahmut Üçüncüoğlu

Asistan Rejisör: Ç. İzzet Özkaya, Operatör Asistanı: Adil Özbek, Tonmayster: Faruk Özer, Ar Direktör: Yüksel Tanık, Laboratuar Şefi: Hikmet Kuyucu, Laboratuar: Hayati Akbulut, Özkan Sevinç, Montaj ve Senkron: Osman Koşkan, Süleyman Karakaya, Set Teknisyenleri: Neci Ataman, Cesur Barut, Kostümler: Niyazi Er, Makyör: Ehad Alinçe, Işıklar: Kongur Işık Servisi: Işık Şefi: Ergun Şimşek, Jenerik: Refik Onubil, Renk uzmanı: Turgut Ören, Zihniye Ören, Prodüksiyon Amiri: Sabri Sezer, (Ören Film Stüdyosu’nda hazırlanmış ve seslendirilmiştir.)

Oyuncular: Yıldıray Çınar, Meral Orhonsay, Reha Yurdakul, Tarık Şimşek, Atilla Ergün, Süha Doğan, Renan Fosforoğlu, Hasan Ceylan, Hakkı Kıvanç, İhsan Gedik, Gündüz Akar, Arap Celal, Günay Güner, Adnan Mersinli, Süheyl Eğriboz, Tarık Şimşek, Sönmez Yıkılmaz, Zeki Tüney, Kadir Kök, Mustafa Doğan, Hakkı Kıvanç, Gündüz Akar, Erdoğan Seren, Mehmet Yağmur, Küçük Yıldız: Kenan Özcan ve Mualla Omay,

Konu: Oğlunu kaçıran Rus prensinin kalesini basıp, oğlunun intikamını alan Zaloğlu Rütem’in macerası.


ZALİM KARTAL (1973)


Yönetmen: Erdoğan Tokatlı
Senaryo Recep Filiz
Kamera: Fevzi Eryılmaz
Yapım: Topkapı Film / Yaşar Tunalı
.
Renk Uzmanları: Turgut Ören, Zihniye Ören, Laboratuar Şefi: Hikmet Kuyucu, Labr. Yrd: Özkan Sevinç, Hayrettin Çakmak, Sesleri Alan: Faruk Uzel, Senkron: Süleyman Karakaya, Negatif Montaj: Hüsam Üren, Kostümler: Niyazi Er, Reji Asistanı: Erol Erdoğan, Operatör Asistanı: Taci, Saraç, Ören Film stüdyosunda renklendirilmişti

Oyuncular: Tugay Toksöz, Meral Zeren, Muazzez Kurtoğlu, Lütfü Engin, Zeyno Çilem, Yüksel Gözen, Özcan Bilge, Lütfü Engin, Sema Engin, Kadir Kök , Murat Tok, Arap Celal,

Konu: “Boş Beşik” filminin uyarlamasıyla tekrar gündeme gelen bir film. “Yörük beyi Ali ile Fatma’nın evliliklerinden yedi yıl sonra doğan çocuk göç vaktini geciktirir. 40 gün sonra yola çıkılır. Ali kafilenin başında, Fatma ise sonunda yol almaktadır. Gecikme göçün koşullarını da zorlaştırır. Mola yerinde 40 günlük bebek Murat kuzgunlara yem olur. Evlat acısı ile deliye dönen Fatma sağa sola şuursuzca koştururken sularda boğulur”. Oyundaki bu gelişme Cumalı tarafından sonradan değiştirilerek yenide yazılır. “Filmde ise Fatma çocuğunu elinden alan kartalla girdiği mücadelede yaşamını yitirse de öcünü alır

ZALİM AVCI (1973)


Senaryo ve Yönetmen: Kemal Kan
Kamera: Suat Kapkı
Yapım: Hayat Film / Şevki Tosun

Oyuncular: Müşerref Tezcan, Atakan Çelik, Ahmet Mekin, Ali Şen, Mine Sun, Şefik Döğen, Selahattin Ersoy, Reşit Çıldam, Faik Coşkun, Arap Celal, Sabahat Işık, Mustafa Özkaya, Yılmaz Kurt, Ali Demir

Konu: Aynı kızı seven iki talihsiz arkadaşın öyküsü.

ZALİM (1973)


Yönetmen: Yılmaz Atadeniz
Senaryo: İrfan Atasoy
 Foto Direktörü: Kenan Kurt
Yapım: Heper Film

Oyuncular: İrfan Atasoy, Fatma Belgen, Yıldırım Gencer, Süleyman Turan, Bilal İnci, Hamit Yıldırım, Aynur Aydan, Ceyhan Cem, Faruk Panter, Hüseyin Zan, Süheyl Eğriboz

Konu: Yeşilçam sinemasında sıkça işlenen yurdumuzun özellikle kırsal kesimlerde süregelen bir kan davasının öyküsü.

YUNUS EMRE DESTANI (1973)


Yönetmen: Çetin İnanç
Senaryo: Mehmet Köz
Kamera: İzzet Akay
Müzik: Nedim Otyam
Yapım: Osmanlı Film / Mehmet Karahafız

Oyuncular: İhsan baysal, Defne Dilek, Reha Yurdakul, Asuman Arsan, Enver Dönmez, Türker Tekin

► Yunus Emre (1238-1321). Türk milletinin yetiştirdiği en büyük tasavvuf erlerinden ve Türk dili ve edebiyatı tarihinin en büyük şairlerinden biri olan Yunus Emre'nin hayatı ve kimliğine dair hemen hemen hiçbir şey bilinmemektedir. Yunus'un bazı mısralarından, 1273'de Konya'da ölen, tasavvuf edebiyatının büyük ustası Mevlana Celalettin Rumî ile karşılaştığı anlaşılmaktadır; buradan da Yunus'un 1240'larda ya da daha geç bir tarihte doğduğu sonucu çıkarılabilir. Bilinen hususlar onun Risalet-ün-Nushiyye adlı eserini H.707 (M.1308) yılında yazmış olması ve H.720 (1321) tarihinde vefat etmesidir. Böylece H.638 (M.1240-1241) yılında doğduğu anlaşılan Yunus Emre XIII. yüzyılın ikinci yarısıyla XIV. yüzyılın ilk yarısında yaşamıştır. Bu çağ, Selçukluların sonu ile Osman Gazi devrelerine rastlamaktadır. Yunus Emre'nin şiirlerinde bu tarihlerin doğru olduğunu gösteren ipuçları bulunmakta; şair, çağdaş olarak Mevlana Celaleddin,Ahmet Fakıh, Geyikli Baba ve Seydi Balum'dan bahsetmektedir.

Sarıköylü ve Karamanlı oluşu meselesi hala belli değildir. Yüzyıllardan beri halk arasında yaşayan inanca göre O, Sivrihisar yakınında Sarıköy'de doğmuş, çiftçilikle meşgul olmuş, Taptuk Emre adlı bir şeyhe intisap etmiş, tekkelerde yaşamış ve veliliğe erişmiştir. Anadolu'da on ayrı yerde mezarı (daha doğrusu makamı) olduğu ileri sürülen Yunus Emre,halk arasındaki inanca ve bazı tarihi kaynaklara göre Sarıköy'de ölmüştür. Orada yatmaktadır. Bugün, Eskisehir-Ankara yolu üzerindeki Sariköy istasyonu yakınında, Yunus Emre'nin türbesi ve bir müze bulunmaktadır. Yunus Emre, dünya kültür ve medeniyet tarihinde bir merhale olmuştur. Kültürümüzün en değerli yapı taşlarındandır. Zira Yunus Emre, sadece yaşadığı devrin değil, çağımız ve gelecek yüzyılların da ışık kaynağıdır. Allah ve cümle yaradılmışı içine alan sonsuz sevgisinden kaynaklanan fikirleri, dünya üzerinde insanlik var oldukça değerini koruyacaktır. Yunus Emre'nin amacı, sevgi yoluyla dünyada yasayan tüm insanların, hem kendileriyle hem evrenle kaynaşmasını sağlamak ve sonsuz yaşamda ebedi hayata doğmalarını sağlamaktır. Yunus Emre adı, her Türk ve Türk kültürünü tanıyıp seven herkes için bir şeyler ifade eder. Şiirlerinde, her devrin okuyucusu ya da dinleyicisi kendini etkileyecek bir şey bulmuştur. İlk kez Yunus, şiirlerinde büyük ölçüde Türkçe kullanmıştır. Yunus'la birlikte dil, daha renkli, canlı ve halk zevkine uygun bir hale gelmiştir. Gerçi şiirlerinin bir çoğunda, aruz veznini kullanmıştı, fakat en güzel ve tanınmış şiirleri Türkçe hece vezniyle yazılmıştır. Böylece, şiirleri kısa zamanda yayılarak benimsenmiş ve ilahi olarak da söylenerek günümüze dek ulaşmıştır.

YUNUS EMRE (1973)


Senaryo ve Yönetmen: Özdemir Birsel
Kamera: Salih Dikişçi
Müzik Direktörü elmi Andak
Yapım: Elvan Film Cahit Uçuk, Özdemir Birsel

Eser: İhsan Yüce, Prodüksiyon Amirleri: Adil Kıbıcı, Necmi Ataman, Dekorlar: Güler Peyman, Yüksel Tanık, Adil Kıbıcı, Jenerik: Refik Onubil, Kostümler: İlhan Denizeri, Makyaj: Zeki Alpan, Ahmet Kos, Şükrü İlter, Funda Işık Servisi, Şef: İsmet Yurteri, Renk Uzmanı: Turgut Ören, Sesleri Alan: Faruk Özar, Laboratuar: Hikmet Kuyucu, Hayati Akbulut, Montaj: Osman Koşkan, Senkron: Süleyman Karakaya Negatif Montaj: Bayram Türkkan, Reji Asistanı: Korhan Yurtsever, Kamera Asistanı: Sedat Ülker,
Ören Film renkli Laboratuarlarında hazırlanmış ve seslendirilmiştir

Oyuncular: Hakan Balamir (Yunus Emre), Tülin Örsek (Bacım Sultan), Altan Bozkurt (Uluğ Bey), Müfit Kiper (Taptuk Emre), Şükriye Atav, Rıza Tüzün, Atıf Kaptan, Ali Şen, Feridun Çölgeçen, Süheyl Eğriboz, Ali Seyhan, Aydın Tezel, Ahmet Turgutlu, Adil Kıbıcı, Ali Ekdal, Hüseyin Salıcı, Ahmet Şenses, Ata Saka, İsmail Tosun, Etem Tamburacı, İsmail Önen, Muzaffer Mozaik, Zeki Alpan, Mustafa Yavuz, Kamer Sadık, Reşat Ateş, Gani baba, İsmet Yurteri, Abbas bağıroğlu, Ali Öncül, Necmi Ataman, İhsan Özenç,

Konu: Yorucu bir yolculuktan sonra amacına ulaşıp, Taptuk Emre dergâhını bulan ve bu arada da birbirini seven iki gence yardım eden Yunus Emre'nin öyküsü.

ÖDÜL:
11. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde (1974)

► Hakan Balamir “en başarılı oyuncu”
Bir tarihsel kişiliği sevmek, onun hayranı veya tutkunu olmak başka şeydir, o kişiliğin sanata yansımasını sevip sevmemek başka şey. Sözgelimi Atatürkçü olmakla, Atatürk'ün Türkiye yüzeyindeki çoğu ne yazık ki son derece zevksiz olan heykellerini beğenmenin hiç. bir ilişkisi olamaz ... "Yunus Emre"ye de her türlü kompleksin ötesinde, bir "sanat olayı" olarak yaklaşmak gerekir. Böyle yapılınca da, Özdemir BirseI'in "Yunus Emre" filmi hakkında söyleyecek olumlu bir şeyler kolay kolay bulunamaz. Özdemir Birsel, Türkiye (ve dünya) üzerindeki milyonlarca insan gibi Yunus Emre hayranı ve tutkunu imiş ... Birsel'in onlardan farkı, sinemacı (yapımcı) olması ve bu filme harcayacak bir milyon lirayı bulmuş olmasıdır. Bizim eleştireceğimiz, BirseI'in Yunus'a yaklaşma, onu ele alma biçimi değildir. Birsel, Yunus'u tamamen mistik yanıyla ele almış ona tasavvuf açısından bakmıştır. Konunun uzmanları, bu yaklaşımı en azından eksik bulabilir, Yunus'un "hümanist" yanının niye bu denli ihmal edildiğini sorabilirler. Biz, uzmanı olmadığımız bir konuda bu tür bir eleştiriye girecek değiliz. Bizim yapacağımız eleştiri sinema açısından olacaktır .

Özdemir Birsel'in büyük yanlışı, ilk senaryoculuk ve yönetmenlik denemesini, "Yunus Emre" gibi büyük, zor ve iddialı bir filmle yapması olmuştur. Birsel, bu büyük lokmanın altından kalkamamıştır. Film, günümüzün sinemasının gerisinde kalmış, durgun, etkisiz, demode bir sinemanın üç saat boyunca seyri zor bir örneği olup çıkmıştır. Birsel, Yunus sevgisinin gözlerini böylesine kamaştırmasına mani olmalı, bu filmin çevrilmesini, en azından, sinema bilgisine güvendiği Yeşilçam ustalarından birine bırakmalıydı. Ortaya çıkan şey meydandadır ve Yunus sevgisi adına bile bunu savunmak kolay değildir. Tiyatrosundan sonra Yunus'un sinema denemesi de ne yazık ki başarısızlıkla sonuçlanmaktadır. B u da Türk tarihinin ve sanatının büyük kişilerine yaklaşmanın hiç de kolay olmadığını, özel ve büyük sanatçı yetenek ve duyarlıkları gerektirdiğini göstermektedir. "Yunus Emre"yi bir dereceye kadar kurtaran sayılı öğelerden biri kuşkusuz Hakan Balamir'in bu yetenekli oyuncunun zaman zaman yalnızca gözleriyle oynamaya varan duyarlı, boyutlu oyunu olmaktadır ... Atilla Dorsay, “Sinemamızın Umut Yılları” syf,92