Powered By Blogger

24 Mart 2018 Cumartesi

ÖLÜM YOLCUSU (1974)


“SEKS VE ÖLÜM YOLCUSU” 

Senaryo ve Yönetmen: Semih Evin
Kamera: Sertaç Karan
Yapım: Renk Film / Ünsal Aybek

Oyuncular: Tugay Toksöz, Esen Püsküllü, Tuncer Necmioğlu, Danyal Topatan,

Konu: Filmde, başka bir cezaevine nakilleri sırasında kaçan üç mahkûmun yolculuk hikâyesi anlatılır. Çiyan Nuri, adamlarıyla birlikte bir fabrika soyar. Çalınan parayı saklar, adamlarını polise ihbar eder ve polis gelmeden hepsini öldürür. Adamlardan biri ölmeden önce soygunu Çiyan Nuri’nin plânladığını polise söyler. Polis, bu bilgiden hareketle Nuri’yi nezarete atar. Fakat Nuri’nin suçu itiraf etmesi lazımdır. Çiyan Nuri, Murat ve Cicoz Ali adındaki iki mahkûmla Bursa’dan İstanbul’a başka bir cezaevine nakledilmek istenir. Nakil sırasında kaçan üçlü Uludağ sırtlarında zorlu bir yolculuk yapacaktır

Not: 1972 yılında aynı film “Akrep Mustafa” adıyla çekilmiş.

ÖLÜM TARLASI (1974)


Yönetmen: Yücel Uçanoğlu
Senaryo: İlhan Engin, Yücel Uçanoğlu
Kamera: Dinçer Önal
Yapım: Gaye Film/Necdet Erdur,  Erdoğan Tilav

Mevlüt Koçak (Kurgu), Engin Dağdelen (Set Ekibi), Cevdet Yener (Set Ekibi), Çetin Uzun (Set Ekibi), İmail Alar (Set Ekibi), İlyas Akarsu (Set Ekibi), Sezai Elmaskaya (Negatif Kurgu), Hasan Örnek (Laboratuar), Selahattin Kaya (Laboratuar), Abdullah Akdeniz (Laboratuar),İsmet Tomaçgil , Laboratuar), Türker Vatan (Renk Düzenleme) Necip Sarıcıoğlu (Ses Mühendisi), İsmail Kalkan (Senkron)

Oyuncular: Kartal Tibet (Ali Ekber), Fatma Belgen (Elif), Bilal İnci  (Battal Ağa), Ülkü Özen (Battal'ın Karısı), Faik Coşkun (Veysel Baba), Giray Alpan (Cabbar), İbrahim Kurt  (Cabbar'ın Adamı),Nilgün Özhan (Döndü), Ahmet Sert (Yusuf Ağa), Meral Küçükerol (Cabbar'ın Karısı),Günay Güner (Battal'ın Adamı), Ebru Afşin   

Konu: Filmde, kaçakçılık yapan Ali Ekber’in başına gelenler anlatılır. Ali Ekber, kaçakçılık yapılan sınırdaki mayınlı araziyi çok iyi bilmektedir. Cabbar Ağa ve adamlarıyla bir çuval altınla mayınlı araziden geçmeye çalışırlarken adamlardan birkaçı mayına basıp ölür. Ali Ekber, altınları araziye saklayarak kaçar ve Battal Ağa’nın çiftliğine sığınır. Battal Ağa’nın karısı, Ali Ekber’i Battal Ağa’ya iş arayan bir akrabası olarak tanıtır. Battal Ağa’nın yanında çalışmaya başlayan Ali Ekber’in peşinde hem Cabbar Ağa hem de jandarma vardır. Ali Ekber, Battal Ağa’nın evlenmek istediği Elif ile birlikte bir hayata başlamak üzere kaçmaya kalkışsa da geçmişi peşini bırakmayacaktır

ÖLÜM KALIM OYUNU (1974)


"ALLAH BABAMI AFFETSİN" 

Senaryo ve Yönetmen: ümtaz Alpaslan
Kamera: Mükremin Şumlu
Yapım: Dost Film / Mümtaz Alpaslan

Oyuncular: Süleyman Bolat, İzzet Aldemir, Hasan Ulucan, Mümtaz Alpaslan,

Konu: Bir babayla oğlu arasında geçen maceranın öyküsü.

ÖNCE VATAN (1974)


Senaryo ve Yönetmen: Duygu Sağıroğlu
Kamera: Erdoğan Engin
Yapım: Uğur Film / Memduh Ün

Oyuncular: Oyuncular: Cüneyt Arkın, Fatma Girik, Ceyda Karahan, Handan Köksalan, Reha Yurdakul, Renan Fosforoğlu, İhsan Gedik, Nezihe Güler, Hamit Yıldırım, Gülten Ceylan, Kadir Kök, İbrahim Uğurlu, Muzaffer Yenen, Zeki Sezer, Nermin Özses, Süheyi Eğriboz, Erdal Tokmak, Hıdır Dağıtkan, Sadık Kırotu, Enis Kolat, Şükrü Budam, Fehamettin Aksakal, Şükrü Erşen, Selman Cankat, Nurettin Eren , Komanda Takımı: Erol Tombak, Hıdır Dağıtkan, Sadık Kırotu, Enis Kolat, Şükrü Buda, Fehamettin Aksakal, Şükrü Ersan, Selman Cankanat, Nurettin Eren,

Konu: 1964 yılında Kıbrıs'ta olaylar başlamıştır. Rumlar, Türkler üzerindeki baskıyı artırırlar. Bu arada adadaki Rumlar'a karşı yerli Türk halkını güçlendirmek ve örgütlemek üzere Yavuz (C.Arkın) adında bir teğmen Kıbrıs'a gelir. Yavuz adada başarıIı işler yapar ama çatışmada ağır yaralanır. Burada Zeynep (F.Girik) adlı bir kadın mücahitle omuz omuza savaşmaktadır. Onu Zeynep kurtarır ve aşık olur. Yavuz tedavi için Türkiye'ye gönderilir. Aradan çok uzun zaman geçer. Nihayet Türk Ordusu 1974 Temmuz'unda adaya asker çıkarmaya başlayınca Yavuz'da tekrar adaya gelir. Zeynep'i arar ama bulamaz. Zeynep'in Yavuz'dan bir kızı olmuştur. Rumlarla çetin savaşların olduğu günlerde bir Türk köyü Rumlar tarafından basılır ve bütün kadın ve çocuklar bir kiliseye hapsedilir. Bu insanlar arasında Zeynep ve kızı da vardır ve Zeynep çetecilerden Kara Yorgi'nin tecavüzüne uğramıştır. Ama kızını da kiliseden kaçırmayı başarmıştır. Yavuz ve askerler kilisede Zeynep'in de olduğunu öğrenince hemen saldırıya geçer. Zeynep'i bulurlar ama tecavüze uğrayan Zeynep kendini Rum ateşine atar. SİYAD, “40 Yılın Serüveni”

ÖFKENİN BEDELİ (1974)


Yönetmen: Sırrı Gültekin
Senaryo: Safa Önal
Kamera: Suat Kapkı
Yapım: Gültekin Film/Sırrı Gültekin

Oyuncular: Tanju Korel, Aynur Özden, Kuzey Vargın, Aliye Rona, Ali Güney, Oğuz Koraltay,

Konu: Almanya'dan dönen bir işçinin köyündeki ağaya karşı verdiği mücadeleyi konu alan bir film. Ali sevgilisi ile evlenecek parayı kazanmak üzere Almanya'ya gider. Sınır dışı edilince tekrar köyüne dönmek zorunda kalır. Köyün ağası da sevdiği kız Ayşe'ye aşıktır. Ali'den kurtulmak isteyen Ağa, Ali'yi hırsızlıkla suçlar ve Ali'yi hapse attırır.

OTURAK (1974)


"Baba Zühtü "

Senaryo ve Yönetmen: Oğuz Gözen
Kamera: Mükremin Şumlu
Yapım: Venüs Film / Abdülkerim Uzun

Oyuncular: Levent Çakır, Beyza Başar, Yurdaer Doğulu, Zeyno Çilem, Baki Tamer, Mürvet Sim, Enver Dönmez, Turgut Bora, Ahmet Sert, Yılmaz Kurt, Beyza Özen

Konu: Film, Oturaklıgil ailesinin başına gelen trajikomik halleri konu alır. Baki Oturaklıgil, iş adamıdır. İş dünyasında soyadı yüzünden alay konusu olur. Futbolcu olan oğlu Murat ve kızı Nuran da soyadlarından memnun değildir. Nuran, tiyatro oyuncusu Metin ile evlenip bir an önce soyadından kurtulmanın hesabını yapmaktadır. Evin küçük kızı Rezzan ise kimyevi deneylerle kafayı bozmuştur. Öte yandan Baki’nin karısı, annesi ve kayınbiraderi de çeşitli vesilelerle Baki’nin canını sıkmayı başarırlar. Bunca hengâmenin içinde Baki, delirmemek için kendini zor tutmaktadır

Not: Filmin müziklerini Yurdaer Doğulu yapmış, ancak dublaja yetişmediği için filmde bu hareketli parça kullanılamamıştır. Filmin adı değiştirilerek vizyona “Baba Zühtü” adıyla girdi.

OTOBÜS (1974)


Senaryo ve Yönetmen: Tunç Okan
Görüntü Yönetmeni: Güneş Karabuda
Müzik: Ömer Zülfü Livaneli, Pierre Favre, Leon Francioli
Yapım: Pan Film/ Tunç Okan, Utku Güngen


Işık: Hanno Heinz Fuchs, Jean Pierre Baillod, Ses Kaydı: Carl Henrik Garstedt, Ivan Seifert, Werner Walter, Pierre Begert, Kamera Asistanları: Aslan Mengüç, Erhan Öner, Işık Asistanları: Jan Nilsson, Jan Alvemark, Ernest Grize, Yönetmen yardımcısı: Ali Özdamar, Kurgu: Tunç Okan, Yönetmen Sekreterleri: Vera Szekely, Josiane Honegger, Makyaj: Mette Sandberg, Corinne Meyer, Set Fotoğrafçıları: Noa Andersson, Oliver Gaille, Set Ekibi: Nuri Sezer, Sevindik Kızılkaya, Rene Meyer, Jocelyne Schoeni, Yapım Yönetmenleri: Gudrun Zachrisson, Jean Louis Misar, Laboratuar: Filmlabor Ab, Stockholm, Schwarz Film AG - Bern, Ses Stüdyosu: Filmtechnik AB - Stockholm, Sonor Film AG - Bern, Özel Efektler: Probst Film-Bern, Kurgu Danışmanı: Jean Louis Misar, Kurgu Asistanı: Christian Bonvin, Therese Schwarz

Oyuncular: Tunç Okan, Tuncel Kurtiz, Aras Ören, Björn Gedda, Nuri Sezer, Tissou Bjoerkman, Ünal Nurkan, Oğuz Roylas, Leif Ahrle, Hasan Gül, Pontus Platin, Sümer İşgör, Ünal Nurkan, Ake, Nadir Sütemen, Yüksel Topçugürler, Zafer Sezer, Jan Waldenstroem, Ingmar Zachrisson, Styre Eriksson,

Konu: Türkiye'den oldukça hurda denecek bir otobüsle yola çıkan dokuz kaçak işçi, uzun ve zahmetli bir yolculuktan sonra sınırları geçerek Stockholm'in merkezindeki büyük bir meydanın orta yerinde park eder. işçileri kaçak olan isveç'e sokan kaçak işçi taciri olan şoför, tüm işçilerin ülkeye giriş işlemlerini yaptırmak için hepsinin pasaportunu ve paralarını toplar. Sonra da pasaportları bir çöpe, paraları da cebine indirerek ortalıktan kaybolur. Perdeleri kapalı, dışarıdaki dünyadan habersiz işçil, uzun bir süre meydanın ortasına park edilmiş 0- açılmayan kapıları ardında korku, tedirginlik, dil bilmezlikten kaynaklanan iletişimsizliğin getirdiği yabancılık ve de en kötüsü açlık başlar. Şoförden bir haber yoktur. Gece kararınca işçiler otobüsün kapısından dışarıya açılan farklı bir dünyaya doğru teker teker dışarı adım atarlar. Dışarıda o güne dek görmedikleri pırıl pırıl, farklı bir dünya vardır. Neon ışıklarının göz kamaştıran şaşırtıcı ışıltıların yanında, porno dükkanları, telefon kabinleri içinde sevişen çiftler, tuvaletierde eş arayan homoseksüeller sarhoşlar, çılgın eğlencelerin yaşandığı gece kulüpleri kısacası yeni bir dünyanın iyi kötü her bir şeyini biraz korku, biraz da yabancısı oldukları bir kentin üzerlerine giydirdiği şaşkınlıkla izlerler. Her biri bu dünyanın içinde kendilerini öylesine kaybederler ki, sonunda hepsi de birbirinden koparak yok olur, bu kentin labirenti andıran gösterişli ve kalabalık caddeleri içinde. Biri Stockohlm'un soğuna dayanamayarak donar, bir diğeri denize düşer, biri ise seks kulübünden çıkan serseriler tarafından bıçaklanır. Sağ kalmayı başaranların durumu ise gidenlerden daha acıdır. Açlıktan çöp bidonlarına saldırıp karınıarı doyurmak isterler. Ama yemeğe çalıştıkları her bir şey plastiktir. isveçliler nereden, nasıl geldikleri pek belli olmayan bu insanların durumlarına acımazlar, aksine ilkelliklerine gülerler, onlarla alay ederler. isveç polisi ise Stockholm meydanına park etmiş bu hurda ve perdeleri ardına kadar kapalı garip otobüsün sırrını çözmeye çalışır. Büyük umutlarla gidilen isveç, kaçak işçiler için, ya bitiş ya da düş kırıklığıyla sonuçlanan acılarla kuşatılmış, yaşanmadan biten, kısa bir yolculuğun sonu olur.

Ödüller
Taormina Film Festivali'nde (Sicilya) Altın Charybe Büyük Ödülü Kalovy Vary'de (Çekoslavakya) Uluslararası Sanat, Edebiyat ve Sinema Ödülü ile Dünya Sinema Kulüpleri Federasyonunun Donkişot Ödülü.

Strazbourg'da Uluslar arası insan Haklan Film Festivali Ödülü.

Portekiz'de Santarem Festivali büyük Ödülü ile Sinema Eleştirmenleri Özel Ödülü.

► “Sinema Eleştirmenleri” Özel Ödülü

► Tunç Okan'ın ilk yönetmenlik denemesi Otobüs 1974 yılında İsveç'te son derece yetersiz bir bütçeyle başlayan filmin çekimleri uzadıkça Okan'a bir deneme-yanılma metoduyla filmi kotarma olanağı doğmuştu. Sonuçta, daha önce rol aldığı birkaç filmin senaryosuna yaptığı minik katkıdan başka teknik anlamda sinemada çalışması olmayan Okan'dan böyle çarpıcı bir film çıkması Yeşilçam'ı ve yerli basını şaşırtmış, film büyük sürpriz olarak yorumlanmıştı. Okan, bir takım eksiklere karşın, bir ilk film için üstün denebilecek bir dille, Anadolu'dan kalkıp bambaşka bir gerçeğin içine düşmüş insanların dramını anlatmış, yer yer simgesel sinemadan tatlar sunmayı da becermiş, kapitalist toplumun, uygarlık denen yutturmacanın kişileri ne derece bencilleştirerek birbirlerine yabancılaştırdığını, acımasız ve materyalist hale getirdiğini, teknoloji karşısında kır kökenli insanın çaresizliğini naif bir gözle vermişti.

Ancak Avrupa'nın bağrında çöp kutularından artık yiyen ya da yürüyen merdivene kendini tersten kaptırıp gülünç duruma düşen Anadolulu göçmen figürü sansürcü anlayışın hoşuna gitmemiş olacak ki filmin Türkiye'de gösterimi yasaklanmış, daha sonra Danıştay kararıyla izlenebilmişti. Aslında Tunç Okan, Batı'yla Doğu'nun gerçeğini uç noktalarda yansıtırken uygarlık maskesine gizlenmiş Batı toplumundaki yoz düzene daha fazla yükleniyor, sonunda tercihini bir parça da olsa Doğu'dan yana koyuyordu...
Tunç Okan'ın bir gazete haberinden hareketle yazdığı ve çektiği Otobüs'ün konusu kısaca şöyle; İyi bir yaşam umuduyla yurtdışına kapağı atmak isteyen dokuz Türk, vatandaşlarından birine güvenip eski bir otobüsle yola çıkıyor; istikamet Stockholm. Türlü zorluklardan sonra amaçlarına ulaşıyorlar. Ancak şoför, Stockholm'de bir meydanda otobüsü park edip resmi işlemleri yürütme bahanesiyle dokuz işçi adayının pasaportlarını ve paralarını alıp kayıplara karışıyor. Giderken de yolculara ne olursa olsun otobüsü terk etmemelerini tembihliyor. Bir süre otobüsten çıkmayan bu insanlar açlık sonucu otobüsün dışındaki dünyayla tanışmak zorunda kalıyor. (Cumhur Canbazoğlu)
“www.europeanfilmfestival.com ”

► Stockholm'ıın geniş, düzenli, geometrik desenli Kulturhusen... Yoğun insan dalgaları sabah ve akşam vakitlerinde evden işe, işten eve akarlar, çeşıtlı olaylar, kişiler ve yaşamlar açılır bu meydana: Lokantaların, snack-barların, kuzeyin soğuk ikliminden güneşe doğru uzanacak kaçamak tatiller için seçimlerin yapıldığı seyahat acentalarının kapıları. Ama, aynı zamanda, gece sarhoşlarının, morfin tutkunlarının, Tanrı'ya şarkılar adayan yaşlı kızların, eşcinsellerin ve daha birçok yalnızlıkların kapısı da Kulturhusen'e bakar... Kendi yaşamı sürdürmekte olan meydan, günün birinde çevreyle tam bir uyumsuzluk halindeki bir öge gelip yerleşir... Her yanı dökülen bir eski otobüstür bu… Meydandan geçenlerin kimini öfkelendirir kimini şaşırtır (şu çılgın yabancılar) kimini ilgisiz bırakır otobüs. .
Otobüs, bu çağdaş ve geometrik meydanda ne denli garip kaçıyorsa, otobüsün içindekiler de meydanda yaşayan kent ahalisine ve topluma o denli yabancıdırlar. Dokuz garip Türk işçisidir bunlar, açıkgöz bir şoför tarafından dolandırılmışlar, pasaportları ve son kuruşuna dek paraları alınarak otobüsün içinde terk edilmişlerdir.
İleri tüketim toplumunun çıplak mankenlerden seks dükkanlarına dek vitrinlerde sunduğu, öylesine yabancıdır ki onlara... Telefon kabininde seks yapan çiftten esrarcıya, eşcinselden bir cuma gecesini eğlenceli geçirmek isteyenlere ve bir gece kulübünde yiyip içip sahnedeki seks yarışmasını seyreden burjuvalara dek, kent, tüm acımasız1ığı ve bencilliği içinde, geri kalmış ülkenin dokuz zavallı insanın kıskacına alır. Kapitalist sanayi toplumunun, sınırsız hoşgörü, tüketim ve zevk toplumu haline dönüşmüş yüzüdür, dokuz adamın keşfettiği.., Bu toplum, içine girip yaşamına karışan bu "davetsiz konukları" bağışlamayacak, en az ikisini yok edecektir.
Tunç Okan'ın filmi, bir grup Türk işçisi aracılığıyla bu topluma yöneltilmiş acımasız, hain 've keskin bir eleştiridir. Bu dokuz kişi, Türkiye'nin en geri kalmış bölgelerinden gelmektedir kuşkusuz, İsveç toplumuna gelip katılmadan önce ki Ankara'nın, İstanbul'un yaşamını bile tanımamış olsunlar... Hiçbir eğitimden geçirmeden, hiç bir biçimde ön bilgilerle ve uyarılarla donatmadan yabancı ellere yolladığımız, yabancı patronun veya kendi ırkdaşı üçkağıtçının sömürüsüne teslim ediverdiğimiz kişilerden .. Ancak, Okan'ın bir yerde belirttiği üzere, bu kişiler Türk oldukları gibi, İspanyol, İtalyan, Portekizli, Yunanlı ve Yugoslav da olabilirler... . Okan, bunların ileri sanayi toplumundaki yabancılıklarını anlatmayı amaçlamaz. Okan'ın objektifi, bu kişiler aracılığıyla, bu toplumun yeni vardığı değerler bütünü içinde yalın basit ve ilkel insana, tek sözcükle insana ne denli yabancılaştığını, temel insancıl değerlerini nasıl unuttuğunu nasıl bencilleştiğini ve mutsuzlaştığını göstermeyi amaçlamaktadır .
Dokuz insan, üç gün boyunca modern kentin göbeğinde akıl almaz bir sefilliği ve dehşeti yaşayan aralarından ikisi bu teknoloji faşizmi ile hayatını yitirecek olan dokuz insan kuşkusuz acınacak varlıklardır. Ama, acaba bize en acı yüzüyle gösterilen o ileri sanayi toplumunun iyi giyimli, karnı tok, sırtı pek, her yıl Akdeniz ülkelerine tatile giden veya gece kulüplerinde seks gösterileri seyrederek cinsel iştahını besleyen insanları pek mi mutludur? Onların sorunları otobüstekilerin o en basit ve ilkel sorunlarından ve gereksinmelerinde çok değişiktir kuşkusuz. Ama toplumsal refahın sağlandığı o ileri aşamada, ekmek kaygısının ve sosyal güven endişesinin var olmadığı o aşamada da, insan mutluluğu yine erişilmez masal kuşu gibi, ellerin arasından kayıp gidivermektedir.
Okan, yukarda dediğimiz gibi, bu ileri teknoloji aşamasındaki çağdaş sanayi toplumumuzun en olumsuz yanını sergiler. Tıpkı dokuz Türk köylüsünün de en zavallı, en ilkel yanlarını sergilediği gibi... Çünkü Okan, tümüyle gerçekçi bir yönetmen değildir. "Otobüs" de tümüyle gerçekçi bir yapıt sayılamaz. Okan'ı ilgilendiren; bu iki dünyanın, aynı zamanda yaşasalar da son derece anakronik bir görünüm oluşturan bu iki insancıl ve toplumsal düzeyin çatışmasını sergilemektir. Bu çatışmayı, en sert, seyirci için en keskin hale dönüştürmeye çabalar Okan, onun için her iki yanın da en aşırı, en olumsuz, en ters yanlarını alır, karşı karşıya getirir, çatıştırır. Tuvalet arayan köylüleri uluorta seks yapan kişilerle, bir dilim ekmeğin hayalini gören koylüyü eşcinselle karşılaştırır. Çatışma, kalın ve grotesk çizgilerle verilir; bu kesinkes etki arayan sinema da ayrıntılara, psikolojik inceliklere, aşırı saygı gösterilen bir gerçeklik duygusuna yer yoktur. Ve bu sayededir ki, Stockbolm kenti, özellikle gece görüntülerinde, yalnız dokuz kahramanımız için değil, bizim için de yabancılaşır; dokuz kahramanın, kendilerini bir Uzay 1999 gezegeninde bulan dünyalıların duygularına benzeyen duygularını, biz de yaşarız. Okan'ın usta sineması, bu serüveni bizim için de bir korkunç düş, bir karabasan haline getirir. "Otobüs" bir çatışmanın, günümüzün en ilginç, en önemli, o ölçüde de güncel olan bir çatışmasının sinemasal öyküsüdür. Kuşkusuz, ana çizgilerine indirgenmiş, belli ölçüde şemalaştırılmış bir öyküsü ... Film, ilgili iki yana da tokat gibi çarpmaktadır, en azından çarpması gerekir. Bir Batılı yazar, "Mazeret aramayalım, Filmin anlattıklarıyla hepimiz yakından ilgiliyiz" diyor, Evet, lsveçli olmayıp da üç Fransız, Alman veya Amerikalı olmak mazeret sayılmaz.. Perdedeki insanların "tipik Türk köylüsü" olup olmadıkları tartışmasının da hiç bir önem taşımaması gibi çatışma çok açık biçimde ortadadır. İleri sanayi toplumuyla geri kalmış "Üçüncü Dünya ülkesi insanının
arasındaki farklılaşma, korkunç ve trajik boyutlar almıştır. Tunç Okan, bu gitgide büyüyen uçurumu, ortak hiçbir yanı kalmamacasına birbirinden uzaklaşan bu ik dünyayı getirmektedir "Otobüs"te ... Köhnemiş, yozlaşmış, çağdışı yönetimlerle geri kalmışlığı sürüp giden bir yandakilerin de, uçurumun gitgide büyümesine göz yuman, öbür yandakilerin de "Otobüs"ten alacakları dersler vardır. Bu açıdan, "Otobüs"ü, gurbette çalışmaktan başka çaresi kalmayan Türk işçisinin yıllar yılı yolladığı dövizi ekonomisinin cankurtaran simidi yapan, ama onun hiç bir sorununa gerçek anlamında eğilmemiş olan yöneticilerimizin, politikacılarımızın da görmesini çok isterdim. "Otobüs"ün getirdiği mesajdan, onların payına da çok şey düşünüyor. “Atilla Dorsay, “Sinemamızın Umut Yılları” syf, 240”

► Tunç Okan'ın ilk ve en önemli yönetmenlik çalışması olan "Otobüs" , bir zamanlar Türkiye'nin 'yasaklı filmler' listesinde baş sıralara güreşmiş bir göç başyapıtı. Avrupa'nın 'ağır işçi' niyetine buyur ettiği göçmenlerin hayatlarındaki trajik boyutu gözler önüne seren çalışma, 'insan hakları' konusunda da alınası dersler veriyor. Ve de bu dersleri her durumda derse dönük nutuklar atmaya sıvananlara veriyor, en azından bunu sözünü sakınmadan deniyor.
Çeşitli festivallerden ödüllerle dönen bu önemli yapım, kapitalizmin ezdiği insanların dramım beyazperdeye aktarırken, mekanikleşen ilişkiler içinde yitip giden insan portreleri sunuyor bizlere. 'Medeniyet denen tek dişi kalmış canavar'ın öğütüp tükürdüğü bu insanlar, yalnızlıklarının onlara dayattığı 'tutunamama' sendromunu da en derin haliyle yaşıyorlar öyküde. Bambaşka kuralların hüküm sürdüğü bambaşka bir dünyada kaybolmanın resmini çizen karakterler, 'birer yaratık' gibi hayata farklı bir pencereden bakabilmenin dersini alıyorlar. "Bunda başarılı oluyorlar mı?" diye sorarsanız, yanıtımız net olur: Hayır! Hem de herhangi bir açık (ya da aralık) kapı bırakmadan hayır Tuncel Kurtiz başta olmak üzere öykünün derinliğine tutunan performanslar sergileyen oyuncu kadrosu da Tunç Okan'ın en büyük yardımcısı konumunda filmde. Umuttan yoğun bir karamsarlığa doğru uzanan işçilerin ruh hallerini yansıtma konusunda etkin bir çerçeve çizen aktörler, yüzlerine sinen umutsuzluğun anatomisini çıkarıyorlar adeta öyküde. Her adımda biraz daha batağa saplanan yazgılarının, vücutlarının her noktasına nüfuz eden bir çaresizlikle şekillenmesi ise her bir oyuncuyu tuzaklarla dolu bir dünyanın içinde debelendikleri hissiyatına sürüklüyor. Kısacası, "Otobüs"ün oyuncu kadrosunun bu projeye sonuna kadar inanmış olduğunu görüyoruz filmi izlerken.
Tunç Okan'ın bu filmdeki başarılarından biri de işçileri Stockholm'e getiren otobüsü bir karakter olarak kullanma becerisi. İlk kareden itibaren oyunculardan rol çalmayı başaran ve soğuk meydanda soyutlanmışlığın simgesi gibi duran otobüs, bir yandan karakterlerin refaha attıkları adımın habercisi gibi görünürken, öte yandan da onların daimi hapishanesine dönüşüyor. Bu paradoksu otobüs özelinde ustalıkla yansıtan Okan, seyirciyi de bu otobüsün temsil ettikleri üzerine düşünmeye itiyor böylece. Bir refah toplumunun göbeğinde şaşkınlıkla debelenen işçileri pranga mahkumlarına dönüştüren bu simge, 'vahşi kapitalizm' dönemlerinden kalma bir 'ayak altına alma' işlevi de üstleniyor. Karakterlerin hayatla (ya da memleketleriyle) tek bağı olarak bir tür 'yuva' gibi de görülebilecek otobüs, birçok anlamı bir arada barındırmasıyla da 'şaşkınlık'ın tam karşılığı oluyor hikayede. "Otobüs"ü Türkiye sinemasının köşe taşlarından biri yapan en önemli elemanlar arasında, baş karakter yaratmayı fazlasıyla seven ülkemiz sinemasının alışkanlıklarını kırıp 'baş karaktersiz' bir hikaye anlatması da sayılabilir. Böylesi bir yöntem kullanarak, karakterler üzerine yoğunlaşmaktansa 'durum' üzerine odaklanmayı sağlıyor Tunç Okan filminde. Durum o kadar trajik ve aynı zamanda komik ki, bu durumu yaşayanların kimlikleri hiçbir zaman öne çıkmıyor, özellikle çıkarılmıyor. "Stoklıolm'de bir meydan, bir otobüs ve dokuz Türk göçmen" diye özetleseniz bile, bundan seyre değer bir hikaye çıkarmak mümkün. Bu türden bir motivasyon, doğal olarak zaten yok oluşa doğru giden karakterleri tümden silikleştirip etkisizleştiriyor. Kalansa insanoğlunun iyi ile kötü kavramlarından tamamen sıyrıldığı bir yapının ortaya çıkmasına vesile oluyor.

'Yabancılaşma' ve 'yalnızlaşma' duygularını beynimize giden damarları tıkayacak denli etkili bir anlatım modeliyle aktaran "Otobüs", 30 yıl öncesinden gelmesine karşın bugün (2008) bile geçerliliğini koruyan bir gerçekliği yansıtıyor. Avrupalılar, Doğu insanına karşı önyargılarını bir türlü kıramıyorlar ve Avrupa Birliği kapısında bekleyen bizleri içlerine kabul etmekte fazlasıyla zorlanıyorlar. Belli oranlarda anlayabileceğimiz bu tutumun 'kuralcı' ve 'soğuk' bir bakışla desteklenmesi ise pek de kabullenebilecek türden değil. Tunç Okan'ın filminde de böylesi bir anlayış hakim; Stockholm'e gelip orada kapana kısılan çaresiz Türkleri görmezden gelmekle, onları yok saymakla çözüme ulaşıyor Avrupalı. Ve ne yazık ki bu durumu değiştirmek mümkün gibi görünmüyor. En azından yakın denebilecek bir zaman dilimi içinde ... (Murat Özer) “SİYAD, “40 Yılın Serüveni
Otobüs bir şeyler getiriyor. Bir yanda gelişmiş toplumun kendine özgü ... Öte yanda yoklukların, yoksullukların içinde bunalmış insanlar. Film yalnızca ekonominin getirdiği bir durumu yansıtmıyor, çok daha ötesinde başka şeyleri getiriyor. Sözcüğün gerçek anlamıyla yabancı olan, birbirlerini kesinlikle anlayamayacak olan iki topluluğun karşılaştırılması.

Bu insanların Türk ya da İsveçli olması hiç önemli değil. Portekizliyle Danimarkalı da olabilirdi. Öz ve konu; geçerliliği hiç yitmeyecek olan bir olguyu saptamamaktadır. Aziz Nesin, otuz yıllık dostu Bulgar Strahil Nikolov'u boşuna tanık göstermekte.

Çünkü, bu film ne bir aşağılamadır ne de bir rezillik. Aşağılamayla hiç bir zaman sonuca varılamayacağından, aşağılama işlemi yeterince aptallık taşıdığından bir işe yaramaz. Strahil Nikalov da, Aziz Nesin de çabuk ve yersiz duygulanmışlar. Hele Türk halkına hakaret edildiği yersiz bile değildir, çünkü gerçek dışıdır. Aziz Nesin gibi düşünen bir İsveçli de aynı rahatlıkla ileri sürebilir bu savı. işin acı yanı Aziz Nesin'in bu filmin gösterilişine kaşı çıkmış olmasıdır. MC'nin sansüründen, Danıştay karan ile yakayı zor kurtarmış bir filmi yeniden karanlığa itmek ve üstelik bunu Türkiye Yazarlar Sendikası Başkanı iken yapmak, Aziz Nesin adına bir talihsizliktir. Hem de çok büyük bir talihsizlik. Nevzat ÜSTÜN, Cumhuriyet,1977.

OLMAZ BÖYLE ŞEY (1974)

 BU İKİLİYE DİKKAT (1974)

Yönetmen: Oksal Pekmezoğlu
Senaryo: Suavi Sualp
Görüntü Yönetmeni: İzzet Akay
Yapım: Kader Film / Nami Dilbaz

Oyuncular: Arzu Okay, Mine Mutlu, İlhan Daner, Müjgân Ağralı, Ferdağ Büyükgüneş, İhsan Yüce, Turgut Boralı, Yaşar Yağmur, Cevat Kurtuluş, İsmail Hakkı Şen, Mürvet Sim, Özcan Özgür

Konu: Film, aynı evde yaşamak zorunda kalan beş arkadaşın düştüğü gülünç durumları konu alır. Şaban, Dursun Ali, Şadi, Hüsmen ve Hüsnü beş arkadaştır. Yükselen kira ücretleriyle baş edemezler ve çareyi aynı eve çıkmakta bulurlar. Şadi, buldukları altı odalı köşkü kiralar ve ev sahibinden gizli olarak arkadaşları da bu eve yerleşir. Köşkün karşısında yalnız yaşayan Mefaret ve köşkün altıncı odasında kalan Mine de, beş arkadaş ve ailelerinin neşeli hayatına dâhil olacaktır

OĞUL (1974)


Kuduz/ Alişan Baba (1974)

Yönetmen : Melih Gülgen
Senaryo: Nurettin Erişen
Görüntü Yönetmeni: Mustafa Yılmaz
Yapım: Gülgen Film/Melih Gülgen

Oyuncular: Cüneyt Arkın, Reha Yurdakul, Kâzım Kartal, Nizam Ergüden, Kadir Kök, Çocuk Yıldız: Kahraman Kral (d:1964),

Konu: Köyün kötü niyetli toprak ağası, Ali Şahin'in elindeki toprağı almak ister. Ali Şahin direnir vermez. Ağa intikam almak üzere, Şahin'in oğlunu kuduz bir köpeğe ısıtır. Kasaba doktoruna götürmek üzere yola koyulan baba, oğlunu kasabaya götüremeden, yolda kudurur. Bunun üzerine baba oğlunu kendi eliyle orada öldürür.

NE HAKEM (1974)





Senaryo ve Yönetmen: Oksal Pekmezoğu
Kamera: İzzet Akay
Yapım: As Prodüksiyon / Aziz Sarıkaya

Oyuncular: Sadri Alışık, Zeyno Çilem, Sevda Ferdağ, Çolpan İlhan, Aykut Bora, Salih Kırmızı, Ferdağ Büyükgüneş, Müjgân Ağralı, İlhan Daner, Mine Sun, Cenk Ergüder, Nuri Louiz, Feri Cansel

Konu: Ailesinin hakem olmasını istemediği çapkın bir adamın güldürüsü.

NAMUS BELASI (1974)


Senaryo ve Yönetmen: Yücel Uçanoğlu
Kamera Ali Yaver
Yapım: Özdoğan Film / Mehmet Bozdoğan

Reji Asistanı: Naki Yurter, Kamera Asistanı: Umur Özlüer, Set Ekibi: Engin Dağdelen, Çetin Uğur, Cevdet Yener, Işık: Ergun Şimşek, Montaj Senkron: Süleyman Karakaya, Osman Koşkan, Negatif Montaj: Bayram Türkkan, Laboratuar: Hikmet Kuyucu, Hayati Akbulut, Ses Mühendisi. Marko Buduris, Hüseyin Kuğu, Dublaj Yönetmeni: Abdurrahman Palay,
Ören Film stüdyosunda renklendirilmiş ve seslendirilmiştir

Oyuncular: Tamer Yiğit, Meral Orhonsay, Ayşen Cansev, Kenan Pars, Ali Şen, Oktar Durukan, Doğan Tamer, Seyhan Gümüş, Erol Yeşilyaprak, Yusuf Sezer, Necati Tuna, Mehmet Uğur, Kadir Kök, Mustafa Adanalı, Mehmet Demirkır,

Konu Kan davası yüzünden köyden kaçarak şehre yerleşen Hasan ve ailesinin başına gelenler anlatılır. Hasan’ın oğlu Osman, Haydar’ın iki kardeşini öldürür ve hapse düşer. Hasan, diğer oğlu Ömer’in de askeri okula gideceği ve dolayısıyla kızı Zeynep ile tek başına kalacağı için Haydar’dan gelebilecek olası tehlikelere karşı şehre göç etmeye karar verir. Fakat şehir de tehlikelerle doludur. Hasan, oğlu Osman’ın hapisten çıktıktan sonra çalışabileceği bir araba satın almak istese de dolandırılarak beş parasız kalır. Hapisten çıkan Osman hem ailesine bakmak hem de sağ kalmak için Haydar’dan saklanmak zorundadır.

MİRASYEDİLER (1974)


Yönetmen: Aram Gülyüz
Senaryo: Sadık Şendil
Foto Direktörü: Hüseyin Özşahin
Yapım: Melek Film / Şahan Haki

Fotolar: Fazıl Durukan, Kamera : Ergün Özdemir, Reji Asistanı: Arif Erkuş, Prodüksiyon Asistanı: Erol Deniz, 2. Asistan: Yaşar Bildirici, Sesleri Alan: Tuncer Aydınoğlu, Bican Avşar, Montaj-Senkron: Özdemir Arıtan, Laboratuar Şefi: Recai Karataş, Prodüksiyon Amiri: Semih Sarıoğlu, (Acar Film Stüdyosunda hazırlanmıştır)

Oyuncular : Metin Akpınar (Metin), Zeki Alasya (Zeki), Hale Soygazi (Hale), Fatma Belgen (Fatma), Nubar Terziyan (mağaza sahibi), Zafer Önen (mağaza müdürü), Selim Naşit (muhasebe md.), İhsan Bilsev (bekçi), Mustafa Yavuz (balıkçı), Eşref Vural, Handan Adalı, Nubar Terziyan, Özden Yüce, Eşref Vural, İhsan Bilsev, Uğur Gökoğlu, Emine Diker,

Konu: Birbirlerini çok seven iki tezgahtar arkadaş aynı yerde çalışan iki tezgahtar kızla ilişki kurarlar. Kızlardan birisi, annesine ilaç ve doktor bulabilmek için namusunu tehlikeye atacak işlere karışır. Hemen olaya el koyan bizim tezgâhtarlar durumu ve kızı kurtarırlar

MEMLEKETİM (1974)


Yönetmen: Yücel Çakmaklı
Senaryo: Atilla Gökbürü
Görüntü Yönetmeni: Çetin Tunca
Yapım: Elif Film / Yücel Çakmaklı

Oyuncular: Tarık Akan Mehmet), Filiz Akın (Leyla), Cemil Şahbaz (Paul Helmut), Aydan Adan (Helga), Kenan Pars, Diclehan Baban, Birtane Güngör, Nubar Terziyan, Mehmet Akdil, Nezahat Tanyeri, Lütfü Seyfullah, Hüseyin Salıcı, Diler Saraç, Ali Demir, Sıtkı Akçatepe

Konu: Genç kız (Filiz Akın), aile ve çevresinin eğitim eksikliği ve yanlışlığı yüzünden, daha küçükken batı h ayranlığı ile büyütülmüştür. Dışarıda müzik eğitimi için gönderildiği Viyana'da bu hayranlığı, kendi özbenliğine yakışır hale dönüşür. Batıdan bilgi almaya gelmiştir ama özünden kopması söz konusu değildir. İki Türk'ün yabancı memleketteki aşkı, mutlu sona erişmez. Leyla, kilisede evlenmeye kadar götürür işi, ancak kendisini hemen toparlar ve yanlışlığını anlar. Sevgilisi Mehmet'e dönmek isterse de, Mehmet mutluluğu, kendi düşüncelerine yakın bir kızda bulmuştur.

* Film, Sağcı yönetmen olarak bilinen Çakmaklı ile pekala diyalog kurulabileceğini, belli temeller üzerinde anlaşılabileceğini gösteriyor. Çakmaklı'nın karşı çıktığı ve geri bırakılmış ülkelerde sinsice, ustaca uygulanan bir kültür emperyalizminin sonucu olan yozlaşma ve yabancılaşmaya, solcu bir aydının da karşı çıkmaması olanaksız.

 ►Çakmaklı'nın "Memleketim"de anlatmak istediği, önceki filmlerinde seçilen görüşün açık-seçik bir nitelik kazanmış tekrarıdır: Avrupa batı kültürü, yaşamı, "refah" düzeyi karşısında, kendi ülkesine, insanına, geçmişine, kültürüne yabancılaşan bir insanın, ve onun kişiliğinde çağdaş Türk toplumundaki bir zümrenin sergilenmesi, eleştirilmesi...

Filiz Akın'ın, oynadığı genç kız, aile ve çevresinin eğitim eksiklik ve yanlışlığı yüzünden, daha küçükken batı hayranlığı ile büyütülmüştür. Dışarıda, müzik eğitimi için gönderildiği Viyana'da bu hayranlığı, tam bir kendi öz benliğine yabancılaşma haline dönüşür. Mehmet ise, Batıdan "bilgi" almaya gelmiştir, ama özünden kopması söz konusu değildir. İki Türk'ün yabancı ellerdeki aşkı, bu yüzden mutlu sonuca ulaşmaz. Leyla, bir yabancı ile kilisede evlenmeğe kadar götürür işi. Ama son anda ayılır, kendine gelir... Yapım üzere olduğu büyük yanlışlığı anlar. Ülkesine, kendinden olana, ilk gelenek ve özdeğerler eğitimini aldığı büyükannesine, sonra da Mehmet'e döner ama Mehmet, onu beklememiş, mutluluğu sade, kendi düşüncelerine yakın bir kızda bulmuştur.

"Memleketim"in senaryosu, Attila Gökbörü'nün bundan önceki çalışmasıyla kıyaslanamayacak kadar özenilmiş, üzerinde düşünülmüş, çalışılmış bir senaryo ... "Oğlum Osman" ve "Kızım Ayşe"deki gereksiz, üstelik asıl teze zararlı melodramatik unsurlar, bu kegeriye itilmiş; yalnızca öyküye, öykünün doğal gelişimine tezin belirlenmesine gerekli kişilikler ve olaylar korunmuş. Bu yalınlık ve diyaloglarda ortaya konan· düşüncelerin kendi içinde tutarlı ve bütün olması, filmin gücünü oluşturuyor. Film, her "tez filmi"nde olduğu gibi, kaçınılmaz biçimde Bu konuşmaların gereksiz, abartmalı, gerçek dıŞı veya fazla uzun olduğu bölümler var. Senarist, bazı yerlerde kendini frenleyememiş, belli ..... örneğin Leyla'nın, ana babasının evlenme . yıl dönümü partisinde konuklara çektiği "nutuk", inanılır gibi değil... Ama, bu kusur, Çakmaklı'nın ilk kez dört dörtlük bir plastik olgunluğa ulaşabilen sinemasıyla bir yere kadar gideriliyor. Çakma1ı'nın anlatımında, özenle çektiği sahnelerde beliren net bir ilerleme, olgunlaşma var. .

Meleketim‘in bu haliyle paylaşmadığımız bizi iten veya irkillten hiçbir yanı yok. Film, korkulabilecek olan aşm ve gereksiz bir "nasyonaliz"e bile düşmüyor; ulusalcılığı, dozunda, ölçüsünde kalıyor. Herkesin sahip olması gereken bir ulusa1cılık, bir. milliyetçilik, bir kendine, öz değerlerine bağlı olma ve sal1ip çıkma, fazlası değil.

"Memleketim", diğer yandan, "sağcı" yönetmen olarak bilinen Yücel Çakmaklı ile pekala diyalog kurulabileceğini, belli temeller özerinde anlaşılabileceğini gösteriyor. Çakmalı'nın karşı çıktığı ve geri bırakılmış ülkelerde sinsice, ustaca uygulanan bil' kültür emperyalizminin sonucu olan yozlaşma ve yabancılaşmaya, solc bir aydının da karşı çıkmaması olanaksız. Diğer yandan, Çakmaklı filmin sonunda Atatürk'e geniş biçimde yer veren bir bölüm koymak suretiyle, kendisinin yakın olduğu söylenen MSP cephesiyle de bağlarını bir ölçüde koparmış, Türkiye'nin gerçeklerine bu siyasal partinin yöneticilerinden daha çok yaklaşmış görünüyor.

Çakmaklı ve "Memleketim" filminin temsil ettiği düşünceleri savunan bir, "sağ'ın başımızın üstünde yeri var. Bu tür bir "sağ", çağının gerisinde kalmayan, ancak batıdaki benzerleri gibi geçmişe, geleneksel olana bağlı, bu değerleri korumakta ve savunmakta "tutucu" olan bir sağdır ve bu anlayış içindeki bir sağ, siyasal alanda olsun k?ltür alanında olsun, gerekli ve solun kendisiyle diyalog kurabileceği bir denge unsurudur. Çakmaklı, "Memleketim"in çizgisini sürdürürse, bu sağın sinemadaki akıllı ve gerçekçi temsilcisi olma yolunu kendi sine açmış olacaktır. “Atilla Dorsay, “Sinemamızın Umut Yılları” syf, 116”

MEKANSIZ ÖLDÜLER (1974)


DAYAN OĞLUM DAYAN 

Yönetmen: Orhan Aykanat
Senaryo: Ali Fuat Kalkan
Kamera: Abdullah Gürek
Yapım: Torun Film / Hasan Purtal

Renk Uzmanı: T. Türker Vatan, Laboratuar: Hasan Örnek, İsmet Tomaçgil, Selahaddin Kaya, Abdullah Akdeniz, Negatif Montaj: Sezai Elmaskaya, Montaj: Mevlut Koçak, Ses Mühendisi: Necip Sarıcıoğlu, (Yeni Stüdyoda renklendirilmiştir)

Oyuncular: Aytekin Akkaya (Ekrem), Gül Taner (Hülya), Yıldırım Gencer (Osman), Nur Ay, Atilla Ergün, Turgut Özatay (Hulusi), Kenan Pars (Harun), İlknur Taçbaş (Aylin), Doğan Tamer (tamirci Hasan), Attila Ergün (nazmi), Nubar Terziyan, Nadya Bolkan, Doğan Tamer,

Konu: Biri iflas etmiş iki zengin aile çocuklarının aşk ve macera öyküsü

22 Mart 2018 Perşembe

MAVİ BONCUK (1974)


Yönetmen: Ertem Eğilmez
Senaryo Sadık Şendil
Foto Direktörü : Hüseyin Özşahin
Yapım: Arzu Film/Nahir Ataman

Reji Asistanları: Sami Güçlü, Orhan Topçuoğlu, Renk Uzmanı: S. Türker Vatan, Sesleri Alan : Necip Sarıcıoğlu, Asistanı: Ender Teker, Laboratuar: Hasan Örnek, Abdullah Akdeniz, İsmet Tomaçgil, Selâhattin Kaya, Montaj Senkron: İsmail Kalkan, Mevlut Koçak, Negatif Montaj: Sezai Elmaskaya, Set Ekibi: Azmi Yıldız, Şeref Yılmaz, Ahmet Ballıbaba, Salim Okar, Kamera asistanı: Orhan Oğuz, Işık Şefi: Yusuf Tümen, Işık Yardımcısı: Mehmet Aydoğmuş, Şarkılar: Emel Sayın Müzik: Rıza Silahlıpoda ve ritm 68 orkestrası, Prodüksiyon Amiri: Yılmaz Kanat, (Yeni Stüdyo’da renklendirilmiş ve seslendirilmiştir.)

Oyuncular: Emel Sayın, Tarık Akan, Zeki Alasya, Metin Akpınar, Halit Akçatepe, Münir Özkul, Kemal Sunal, Adile Naşit, Perran Kutman, Feridun Çölgeçen,

Konu: Yeşilçam'ın eni konu bayatlamakta olan güldürü anlayışına 1970'lerde yapımcı ve yönetmen olarak yeni bir soluk getiren Ertem Eğilmez'den, her zaman olduğu gibi zengin bir kadroya dayanıp sıradan insanların dostluk ve dayanışmasını anlatan; güven, sadakat, sorunlara karşı ortak mücadele ve birlikte var olabilmek üzerine, sıcak, sevimli bir film... Altı arkadaş gazinoda Emel Sayın'ı dinledikten sonra, 'fikis menü' meselesini yanlış anladıkları için gelen hesabı ödeyemeyince dayak yiyip dışarı atılırlar. İntikam almak için ünlü şarkıcıyı kaçırıp fidye istemeye ve gazinocuyu iflas ettirmeye karar verirler. Bir diğer amaçları da alacakları parayla dağ başında bile olsa 'garibanlar için bir gazino' açmaktır. Kaçırdıkları şarkıcıyı evlerinin tavan arasına gizlerler. Tahmin edileceği üzere, içlerinden en yakışıklı olanıyla güzel şarkıcı arasında aşk başlayacak, bir tür 'Stockholm Sendromu' Yaşanacaktır.Gösterime girdiğinde sinema gişelerinin önünde uzun kuyruklara ve karaborsacıların "Haydi! 7 filmlik kadro! 7 filmlik kadro!" bağırışlarına yol açan Mavi Boncuk", zengin kız/fakir delikanlı temasını tekrarlayan tipik bir 'şarkıcı filmi' olmakla birlikte özellikle unutulmaz diyalogları ve oyuncuların müthiş bir sempati yaymaları nedeniyle dört beş sinemasever kuşağının yakın ilgisine ve sevgisine mazhar olmuş durumda. Kendisini oynayan Emel Sayın, güzelliğinin zirvesinde... 'Yakışıklı' rolündeki Tarık Akan da aynen öyle... Ama aslında filmin lokomotifi bu ikili olmakla birlikte, başta Kemal Sunal olmak üzere yan kadronun hakkı kesinlikle teslim edilmeli. .

Bu açıdan tam anlamıyla kolektif çalışmaya dayanan, Ertem Eğilmez-Arzu Film ekolünün tüm unsurlarının tekrarlandığı bir filmdir "Mavi Boncuk". Öyle ki yıldız oyuncu Tarık Akan ön plana kendisinin değil öykünün geçmesini ister gibidir.
Ekibin en aptalı, ikide bir bozulan külüstür bir arabası olan Kaymakam Cafer rolündeki Kemal Sunal da boynundan sarı-lacivertli kaşkolü eksik etmeyen Baba Yaşar rolündeki Münir Özkul da gerçekten harika bir iş çıkartmışlardır. Hu arada Cafer'e neden 'Kaymakam' dendiğini soracak olursanız, Yalovalı olduğunu söylemekle yetinelim! Emel Sayın'ın kaçırıldığı evin duvarlarındaki "Avare", "Kiev'deki Adam", "Rüzgar Gibi Geçti", "General Palton", "Yedi Kardeşe Yedi Gelin", "Vahşi Kahraman" gibi filmlerin afişleri de sinema tarihine küçük bir saygı gösterisi niteliğindedir ki film bileti karaborsacılığı yapmış olan Baba Yaşar'a göre onlar "Hayatımızın filmlerinin afişleri"diı\ (TA.) Sinema En İyi 100 Film



FİLMİ İZLE