Yönetmen: Zeki
Ökten
Senaryo: Yılmaz
Güney
Görüntü Yönetmeni: Çetin
Tunca
Müzik: Yavuz
Top/Arif Sağ
Yapım: Güney
Film/Yılmaz Güney
Kurgu: Zeki
Ökten, Yönetmen Yardımcısı: Erdoğan Kar, Fehmi Yaşar, Görüntü
Yönetmeni yardımcısı: Sefa Emet,
Oyuncular: Aytaç Arman, Güngör Bayrak, Hikmet Çelik, Kamil Sönmez, Güven
Şengil, Şevket Altuğ, Hüseyin Kutman, Muadelet Tibet, Fehamet Attila, Hasan
Ceylan, Fehmi Yaşar, Macit Koper, Lütfi Engin, Aliye Öklü, Ahmet Açar, Gülten
kaya, Asuman Arsan, Hüseyin Erişen, Enver Erol, Coş-kun Aktemel, Ahmet Sert,
Kamil Mermertaş, Niyazi Vanlı, Sıdıka Duruer, Metin Mayadağ, Erdoğan Seren
Konu: Evli bir kızı olan Eceabatlı İsmail, işsiz gençlerden biridir.
İsmail, büyük bir umutla feribota atlayıp Çanakkale'nin merkezine gelir.
Meydandaki amele pazarı, iş bekleyenlerle doludur. İsmail de (Aytaç Arman)
onların arasına karışır. Şansını deneyecektir. İşçi toplamak için amele
pazarına kamyonlar gelir gider, ama bir türlü İsmail'e sıra gelmez. İşçiler,
bir lokma ekmek için birbirlerini iterek, ezerek kamyonlara doluşmaktadır. Bu
itiş kakış sırasında Elazığ'lı Rifat (Kamil Sönmez), kamyonete binerken yere
savrulur. Başını kaldırıma çarpar ve ölür. Bu acı olay karşısında tüm
umutlarını yitiren İsmail, karısı Naciye (Güngör Bayrak), kızı Zeynep ve yaşlı
kaynanasıyla yaşadığı yoksul evine dönecektir. Başka çaresi de yoktur.
Zor günler yaşayan İsmail, nihayet be-lediyede bir iş bulur. Üç
günlük bir iştir bu. Başıboş sokak köpeklerini zehirleyecektir. İçi zehirli
kıyma ve etle dolu bir tepsiyle aç köpeklerin peşinde dolanıp durur. Aslında
İsmail'in hoşlanmadığı bir iştir bu. Öldürdüğü köpekler rüyalarına girer.
Sıkıntılı geceler yaşar, ama mecburdur. Kızı Zeynep okula başlamıştır, kış
kapıdadır. Babası (Lütfi Engin) ve kardeşiyle (Macit Koper) aralarında ailevi
sorunlar vardır. Birbirlerine düşman iki aile gibidirler. Borç para istemek
için gidip babasını tarlada pamuk toplarken bulduğunda aşağılanır. Kardeşiyle
birbirlerine girerler.
İsmail büyük bir bunalım içindedir. Çok sevdiği karısı
Naciye'yle aralarındaki sevgi bağı da giderek kopmaya başla-mıştır. Oysa,
babasız büyüyen Naciye'y-le sevişerek evlenmişlerdir. İsmail, bir süreden beri
öylesine yalnızdır ki ... İlk kez içini arkadaşı Nuri'ye (Güven Şengil) açar.
Nuri, çıkarından başka bir şey düşünmeyen tam bir düzen adamıdır. İşsizliğin ve
mutsuzluğun arasında sıkışıp kalan İsmail'i, yörenin iş bilir eşrafından
Şevket'e (Hüseyin Kutman) götürür. Şevket de Nuri gibi uyanık, köşe dönücü ve
tüm ilişkilerini bu yönde sürdürmektedir. Şevket, Çanakkale'ye davet ettiği
Al-man konuklarından horoz satma bahanesiyle mark sızdıracaktır. İsmail de
Nuri’yle birlikte, Şevket'in konuklarına Çanakkale'de kaldıkları sürece
yardımcı olacaklardır.
İsmail, Şevket'in Alman konuklarına dü-zenlediği eğlenceden
döndüğünde Naciye'yi yine evde bulamaz. İsmail kuşkuludur. Karısı bir süreden
beri gizli gizli ortadan kaybolup eve geç vakitler dönmektedir. O gece İsmail,
karısının oda duvarlarına gazete ve dergilerden kesip yapıştırdığı ünlü artist
resimlerine nefretle bakarak içer. Çevrelerindeki çıkar ilişkileri, yoksulluk
oldukça, yeni Naciye'ler ortaya çıkmayacak mıdır? İsmail, bu soruların
cevaplarını bulmaya çalışır ve kızı Zeynep'i anasına teslim edip İstanbul'a
doğru yola çıkar. Artık geriye değil, ileriye doğru bakan bir yeni İsmail
olarak hayatını sürdürmeye karar-lıdır... “Agah Özgüç, “Bütün Filmleriyle
Yılmaz Güney”
Ödül:
► 30. Uluslararası Berlin Film Festivali'n-de (1980)
'insani değer leri ve toplum hayatı en iyi biçimde dile getirmesi'
nedeniyle 'en iyi senaryo jüri özel ödülü'.
► Katolik Kilisesi büyük ödülü.
► Sinema Yazarları'nın 'yılın en iyi filmleri' seçiminde (1981)
►En iyi 3. film,
► En iyi senaryo', ► 'En iyi müzik',
►Aytaç Arman ve Güngör Bayrak 'en başarılı oyuncuları
► Fehamet Atilla ile Güven Şengül 'en başarılı yardımcı
oyuncular'.
* İşsizlik sorunu ve bunu aşma çabalarının keskin çizgilerle
anlatıldığı filmde kimi gerçekler çok katı ve çarpıcı biçimde verildiği için
“kamu düzenini, ulusal güvenliği zedeleyici” bulunup sansürün yasaklarına
takılmış ve uzun süre gösteri-mi yasaklanan film, daha sonra uzun uğraşlar
sonunsa Danıştay kararı ile gös-terime girebilmiştir. (Turhan Gürkan, Türk
Sinemasında Sansür)
* "Düşman" sansür kurulunca gösterimi yurtiçi ve
yurtdışında yasaklanmıştı. Daha sonra Danıştay, sansür kararını iptal ederek
bilirkişi raporunu şöyle açıklamıştı:
"Önemli bir ülke sorunu olan işsizliğin ve bunun getirdiği
toplumsal, bireysel so-runlarla, bunlardan kurtulma çabalarının görüntülendiği
filmde, bazı gerçekler fazla yalın ve çarpıcı biçimde verilmiş sayılabilir.
Ancak bu durum kamu düzenini zedeleyici nitelikte addolunmayıp, sanatçının
dünya görüşünün ve olayları yorumlayışındaki anlayış ve yaklaşımının bir sonucu
olarak kabul edilmelidir... Filmin tek yönlü kaba propagandası yeerine, ilişki
ve sorunlara toplumsal ve insani karmaşık yönleriyle yaklaşılmakta ve filmin
işlenişinde belli bir estetik değe-re ulaşma çabası açıkça görülmekte-dir.”
“Artun Yeres, “Sakıncalı 100 Film” syf, 254 ”
* Düşman’ı birkaç ay önce Sine-Sen’in
düzenlediği bir özel gösteride sinema emekçilerinin yakınlarının ve
arkadaşları-nın çoğunlukta olduğu seyirciler arasında izledim. 0 günün
izlenimlerini unuta-mıyorum. Bir arabalı vapurla Çanakka-le’ye geçip orada işçi
pazarında umutsuz iş arayan, sonra nice acılı, e öldürücülüğü işi bulup aç,
cılız, küçük sokak köpeklerinin peşinden onları öldürmek için koşturup duran,
sokakta, evinde, kahvede, işinde hatta meyhanede geçirdiği her saatte
yoksulluğun, ezilmişliğin acılarını duyan İsmail’in serüvenini, özellikle Aytaç
Arman’ın olağanüstü güzel ve yumuşak oyunundan yayılan alçak sesli mesajı
izleyen çoğu yoksul, güç durumdaki emekçilerin sinema salonunun karanlığında
arada sırada fark edebildiğim yüzleri, antrakttaki konuşmaları aklından
çıkmıyor. Sanırım filim, hiçbir nutka, kaba mesaja başvurmaksızın derin bir
diyalog kurmuştu onlarla. Adeta sıradan bir emekçi evinin solgun ışığı altında,
ya da bir kahvenin bir köşesinde işsizler, ezilenler, sömürülenler, evleri ne
akşam rahatlıkla bir küçük nafakayı gösteremeyenler dertleşiyorlardı.
Anadolu’nun çok sevdiği ”kırık hava”ları gibi kırık” bir filmdi “Düşman”. Bence
bu mevsimin en güzel filmi.
Yılmaz Güney’in “Arkadaş”la başlattığı, ve daha sonraki bazı
filmlerde ne yazık ki yeterince geliştirmediği dramatik-dışı, anlatıcı üslup en
güzel örneğini “Düşman”da buluyor. Biz eğilime kimi yönetmen ve yazarlar
“romansı” diyor-lar. Tümüyle yanlış değil. Tek çizgili bir dram yapısının,
entrika’nın dışına çıkan, birkaç karakteri ve olayı bir arada yürüten bu yapıda
romana yaklaşan özellikler görülebilir. Ama bence bu anlatısında daha da önemli
olan, entrika’dan çok, anlatılan çevrenin Özgür, kalıplarda tıkanmayan
betimlenmelerine yer verilişi, bu betimlemelerin belgesel bir yöntemle dile
getirilişidir. İyi bir sanatçı, sadece belirli yapılan iyi kuran kişi değil,
aynı zamanda kemikleşen, monotonlaşan yapıları korkmadan kırıp yeni bireşimlere
ulaşabilen kişidir. İsterse her zaman başarılı olmasın, hiç önemli değil. Kaldı
ki “Düşman” çok başarılı bir yapıttır. Hatta aynı ikilinin (Y Güney - Z. Ökten)
ürettiği “Sürü daha başarılı. Bu yargı ilk bakışta genel yargıya ters
görünebilir. Özellikle “Sürü”nün hem ülkemizde, hem de yabancı ülkeler de
kazandığı başarıdan sonra. Ancak, bu konuya ilerde daha eğilme niyetimi saklı
tutarak çok Önemli bulduğum bir iki noktaya parmak basmak istiyorum.
Sanat yapıtları ile onları izleyenler arasın-daki ilişki iki büyük
tuzak taşır. Bunlardan birincisi sanatçının izleyicisini “yok sayması”, böylece
çok bireysel, çok kapalı ya da tüm iletişim kurallarını yıkan bir dünya
oluşturmasıdır. İkinci tuzak ise tam karşı uçta: Yani sanat yapıtını gördüğü
ilgi, yaygınlık, genel beğeni, kolay benimsenme ve sevilme olguları ile
de-ğerlendirmek. Birincisi “mutlu azınlık için sanat”, “elitizm”, “sırça köşk”
kaçışlarının kaynağıdır. İkincisi ise “populizm”, “basmakalıplık”,
“konformizm”in hareket noktası. Sürünün önemli değerleri olduğunu yadsımıyorum.
Ancak bu filmin ülkemizde beğenilişinde bu değerler kadar yadırgatmayan klasik
dramatik yapısının rolü olduğuna, yabancıların beğenişinde de birçok filmimizde
yer alan “folklorik” niteliklerinin yanı sıra dramatik yapısında batılı kal
asının rahatça kavradığı western niteliklerinin rol oynadığına inanıyorum.
Sürü’nün bunların dışındaki değerlerinin ise yeterince anlaşıldığı kanısında
değilim.
İşte “Düşman” bu yüzden hem ülkemiz-de hem de dışarıda hak
ettiği ilgiyi ve beğeniyi kazanamayacak gibi geliyor bana. Filmi görenler. den
sık sık duyduğum gibi kimileri dağınık bulacak filmi, kimileri güçsüz. Bazı
sahneleri gereksiz bulacaklar, kimi yerlerdeki uzatmalar konusunda haklı
olsalar bile. Kısaca bu filmde “bulmak istediklerini” arayacaklar. Böylece
sinemamızın ürettiği en güzel filmlerden birinden yeterince tat alamayacaklar.
Oysa bir an için bıraksalar kendilerini, İsmail’le şöyle bir rahat konuşmaya
girseler, o konuşmada ya Iyi tanıdıkları bir dünyanın en güncel konularıyla karşılaşacaklar,
ya da tanımadıkları bir dünyayı anlamakta bulunmaz ipuçları ile. Bizi, sürekli
olarak bir “film” seyrettiğimiz gerçeğinin duvarına vurmayan, sanki yaşamı
olanca doğallığı, çelişkileri git gelleri, tekrarlan, ilgisizlikleri içinde
veren, bir gözlem fırsatı doğuran bu olağanüstü yapıtı sevmek, işten bile
değil. Yeter ki Önyargısız bakmasını bilelim Düşman” büyük bir duvar resmidir,
Biraz naif iki ressamın elinden çıkmış ol-ması suç değil.
Filmde Zeki Ökten’in çalışmasını sevgiyle izledim. Tıpkı onun
İsmail’e, Naciye’ye, hatta Alman’a, Rum’a sevgiyle baktığı gibi. Gösterişsiz
ama son derece yalın sinema dili, etkin sahne düzenlemeleri, oyuncuları
kullanmakta, ayrıntıları takip-te gösterdiği büyük duyarlık sadece ustalığın
değil sevginin ürünü. İçinde yaşadığımız hırçın, acımasız gerçekler karşısında
İsmail’in durumu neyse, biz eleştirmenlerin keskin bakışları karşısında
“Düşman” filmi de öyle. (Onat Kutlar, “Milliyet Sanat Dergisi”, 12-15 Kasım
1980) sy. 44
* Düşman'da İsmail'in "iyi insan" olması hiçbir şeyi
değiştirmiyor. İsmail aslında Yılmaz Güney'in kendisini, kıstırılmış
kah-ramanını simgeliyor. Güney'in toplumu onun dışında yer alıyor. Aslında
Güney'in mantığına göre İsmail gibi temiz, dürüst bir insanın o toplumda nasıl
kalabildiğini anlayabilmek de zor (zaten sonunda orayı terk ediyor).
Hatırlanırsa izin filminin senaryosunda da bir otele hafta sonu alemine
giden 4 kadın ve 4 erkekten birer tanesi, diğerlerinden çok değişik, iyi
insanlardı. Işte İsmail de aynı idealizasyonun sonucu olarak filmin mih-verini
oluşturuyor Düşman'da.
... Görüldüğü gibi Eceabat çürümüş bir toplum yapısını
simgeler Güney'in senar-yosunda. işçilerinden, kadınlarına, arkadaş ve aile
ilişkilerine dek çürümüş, Yabancılaşmış bir Anadolu kasabası. Olumlu öğe ise,
ancak büyük kentte, grevdeki fabrikalarda aranmalıdır. Bu yorumun sekterliği,
yanlışlığı ortada değil mi?
. .. Filmde seyirciyi etkileyen iki buçuk saat izlenen o yozluk,
çürümüş kasaba toplumu oluyor. Güney büyük kenti, biraz da kasaba dünyasının
seçeneği gibi sunma şematizmine düşüyor böylece. Sanki büyük kent, yoksulluğun,
yozluğun ve yabancılaşmanın daha büyük bir alanı değilmiş gibi. Bu neden-le
İsmail'in öyküsü aracılığı ile seyirciye sunulan kasaba toplumu çözümlemesi ve
büyük kente göç önerisi fazla bir anlam taşımıyor.
.. .Düşman'ın genelde halk sınıflarına kötümser bakışı, acaba
Güney'in içerde uzun süre kalışının yarattığı bir ka-ramsarlığın sonucu mu?
Kemal Tahir'de de benzeri bir insan sevgisizliği söz konusu değil mi? Nezih
COŞ, Ufuklar, S:, 9 aralık 1980.