Powered By Blogger

8 Mart 2020 Pazar

DELİ KAN (1981)


Yönetmen: Atıf Yılmaz
Eser: Zeyyat Selimoğlu
Senaryo: Onat Kutlar, Ayşe Şasa, Atıf Yılmaz
Görüntü Yönetmeni: Taner Öz
Müzik: Yeni Türkü, Selim Atakan
Yapım: Yeşilçam Film/Atıf Yılmaz,
Şeref Gür,Sadık Deveci

Oyuncular: Tarı Akan (Sefer), Müjde Ar (Zekiye), Kamil Sönmez, Ata Saka, Tevfik Şen, Ekrem Dümer

Konu: Karadenizli iki gencin öyküsünü anlatır. Mitari köyünün bir delikanlısı Sefer kendi köyünden Zekiye'ye tutulur. Sefer'in sevgisini kaba davranışlarla göstermesi Zekiye'yi rahatsız etmektedir. Zekiye'nin tek isteği tatlı söz, güler yüz ve kişiliğine saygı duyulmasıdır. Oysa ki; Sefer, kadına sahiplenmeci bakışı, Aşk” Zekiye'ye erkekçi davranışları doğal saymaktadır; dahası yaptığının farkında bile değildir. Ona zorla sahip olur sonra da evlenir. Ama Zekiye bu şekilde evlenmeyi onuruna yediremez, kaçıp İstanbul'a gider. Duruma anlam veremeyen Sefer günler sonra Zekiye'yi aramaya gider. Bir zaman sonra iki genç bir barda karşılaşırlar. Sefer önce kızar, sonra durumu kabullenerek kaybettiği sevgiyi yeniden yakalamaya çalışır. Yıllar önce kurulamayan insancıl sevgi oluşacaktır. Ne ki, içine düşülen bataklık, ahlaksız ilişkiler ağı, kirli ilişkilerle uğraşan patronlar mutluluğa olanak vermezler. İnsanların birbirlerinin kuyusunu kazdığı. gemisin yürütenin kaptan olduğu, güçlünün zayıfı yok ettiği kent ortamı taşradan gelen bir çok insana mutsuzluk ve çözülüş getirdiği gibi Sefer ile Zekiye'de mutluluk tanımaz. "Bir insanın sevgi ya da nefret dolu oluşu özgürlüğe değer verişi ya da baskılardan yana tavır koyuşu, içinde yaşadığı toplumun yapısı tarafından belirlenir. İşte o toplumsal yapı biyolojik kökenliler dışında, tüm tutkulardan sorumludur.? Sefer'in sevgisi de içinde yaşadığı toplumun ataerkil yapısından kaynaklanmaktadır. Sefer sevgiyi eksik ve tek yanlı algılamakta-dır. Ona göre gerçek ve önemli olan tek şey kendi kişiliği ve beklentileridir. Zekiye'nin bir insan olarak istekleri, düşünceleri dahası sevgisi önemsizdir. Böyle düşündüğü için de Zekiye'ye zorla sahip olması normaldir. Üstelik, onunla evlenmekle de içtenliğini kanıtlamıştır. Filmin sonuna doğru Sefer Zekiye'yi kaybedince yaptığı yanlışı anlar. Zekiye'nin içine düştüğü batağı bile kabullenir. Çeşitli nedenlerle oluşmuş insan onuru/ahlakı ile bağdaşmayan ortam sevginin önündeki kişisel engelleri aşan gençlere mutluluk hakkı tanımaz. Sonu ölümle bitse de film sevginin tek yanlı bir tutku ile değil, karşılıklı olarak bir koza gibi sabırla örülmesi gereken bir olgu olduğu mesajını" iletmektedir. “Soner Derse “Türk Sinemasında Aşk”

DAVARO 1981



Yönetmen: Kartal Tibet
Senaryo: Yavuz Turgul, İhsan Yüce,
Kartal Tibet
Görüntü Yönetmeni: Çetin Gürtop Özgün Müzik: Cahit Berkay
Yapım: Başaran Film/Yalçın Başaran

Yardımcı Yönetmenler: Hasan Tulgar,
Turgay Aksoy, Kamera Asistanı: Hakan Gürtop, Seslendirme Yönetmeni: Orhan Aykanat, Sesleri Alan: Erkan Esenboğa, Montaj-Senkron: Mevlut Koçak, Negatif Montaj: Sedat Demir, Set Elemanları: Bedri Uğur, Erdal Sümer, Nusret Yılmaz, Işık Şefi: İbrahim Sabuncu, Işık ekibi: Fazlı Sekizler, Selahattin Gitgel, Renk Uzmanı: Sebahattin Hoşsöz, Prodüksiyon Amiri: Erol Deniz, Laboratuvar: Selahattin Kaya, Ziya Uçak, Yılmaz Erman, Yapım Yönetmeni: Muzaffer Hiçdurmaz, (Yeni lale Film Renkli laboratuvarında hazırlanmıştır).

Oyuncular: Kemal Sunal, Pembe Mutlu, Şener Şen, Adile Naşit, Ayşen Gruda, İhsan Yüce, Sırı Elitaş, Osman Çağlar, Gülçin Feray, Osman Çağlar, Ahmet Açan, Nermin Özses, Semra Uçar, Gülderen Esmer, Yusuf Çetin, Yadigâr Dağdeviren, Çetin Başaran, Cevdet Balıkçı,

KONU: Memo (Kemal Sunal) başlık parası biriktirip, sevgilisi Cemo (Pembe Mutlu) ile evlenmek için Almanya'ya gider. Para kazanıp köyüne döner, fakat Cano'nun annesi Hamo bu evliliğe karşı çıkar. Memo'nun düğünden evvel babasının katilini öldürmesi gerekmektedir. Memo buna yanaşmaz. Tek bir çözüm vardır o da babasının katili Sülo (Şener Şen), ile anlaşmak. İki kan davalı vurulacaklar, Sülo yalandan ölecek....Ve film bu plan üzerine devam eder gider.


ÇİRKİNLER DE SEVER (1981)


Senaryo ve Yönetmen: Sinan Çetin
Kamera: Ertunç Şenkay
Yapım: Barış Prodüksiyon/Vural Pakel

Oyuncular: Müjde Ar, İlyas Salman, Tunga Uyar, Atilla Türköz, Fatih Özses

 Konu: Bir film ekibi çekim için, bir köye gelir. Filmciler, köylülerden Mazlum'a (İlyas Salman) ters düşer önceleri. Onlara yabancıdır. Çekim sıralarında bazı güçlükler çıkarır. Gerçekte Mazlum, saf ama temiz yürekli bir köylüdür, bu işlerden anlamaz. Sonraları ise giderek, filmin baş oyuncusu Müjde'ye (Müjde Ar) ilgi duymaya başlar. Evini filmcilere kira-ya verir, sonrada yaktırır. Mazlum karısı ve iki çocuğuyla birlikte ortalarda evsiz barksız kalır. Ekip köyü terk ettikten sonra Mazlum'da arkalarından soluğu İstan-bul'da alır. Müjdeyi şahane köşkünde bulan Mazlum, Tutkunu olduğu artistin yanında çalışmaya başlar. Onu gazinoya götürüp, çantasını taşır. Bu ara köşke gidip gelmekte olan Cüneyt adlı sevgiliyi Müjde'den kıskanır, bir takım huysuzluklar çıkarır. Müjde, sevgilisi Cüneyt tarafından terk edilince de geçirdiği bir bunalım sonucu, Mazlumla yatar.Mazlum mutludur, ama bir süre sonrada kendisini kapının dışında bulacaktır. Bir türlü ısınamayıp yabancı kaldığı koca kentte, bir gazete bayiinin önünde Müjde'yi kapak yapan dergilere baka baka çıldıracaktır.

Ödül:

Antalya 19. Altın Portakal Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması (1 - 9 Ekim 1982 )
► “En İyi Film”

Jüri Üyeleri: Bilgin Adalı, Rekin Teksoy, Füruzan, Cihat Çiftçili, Süreyya Duru, Sami Güner, Ekrem Çatay, Önder Ay-dınlı, Ayşe İçli, Erman Şener, Ahmet Gönen, Nazan Akgün.

Ankara Sanatevi adına sinema yazarlarının "en iyi beş yerli film" seçiminde "dördüncü"

►Müjde Ar'la İlyas Salman da "en başarılı oyuncu" seçildiler (1982).

► Sinan Çetin'in İlk filmi olan orta uzunluktaki "Halı Türküsü"nü hiç sevmemiş-tim. Çetin, sinema yapmadaki kararlılığını kanıtladı, o günden beri... İlk uzun filmi "Sabah" sansürde takılıp kaldı. Türk sinemasında film yapmanın, hele bir ilk film yapmanın ne belalı bir iş olduğunu anlıyordu Çetin... Sahi, biz sinema yapmayı, sinemaya atılmayı düşünen ve uygulayan gencecik insanlara niye böylesine inanılmaz zorluklar çıkarır, önle engel koruz? Ulu sal bir özelliğimiz midir bu bizim?

Çetin, bir yandan bu filmi ek çekimlerle kurtarmaya, seyirci önüne getirmeye savaşırken, diğer yandan da yeni bir film çekti (ismi önce "Artİz", şimdi de. "Çirkinler de Sever" olan bu film), ardından şimdi seslendirmesiyle uğraştığı bir üçüncüsü... Anlaşılan Sinan Çetin ne olursa olsun sinemada kalacak, her türlü güçlüğe katlanarak sinema yapacak. Bize de hoş geldin demesi düşer kuşkusuz...

Çetin'in sevmediği, kabullenmediği adıyla "Çirkinler de Sever", Batı sinemasının da çokça kullandığı bir motifi İşliyor: Her açıdan birbirinin zıddı olan iki insan arasında oluşan bir ilişki. Hawks'ın "Ateş Topu"nda bir fahişeyle bir bilim adamı, Leo Mac Carey'İn "Kovboy ve Hanımefendisin de ismi geçenler, Laurence Olİvier'in “Uyuyan Prens" inde bir prensle bir revü kızı birbirlerine aşık olurlardı. Zıtlıkların çekiciliği mi desek, Amerikan sinemasının toplumsal konum ve sınıf farklarının aşılmaz olmadığı merakla bekleyeceğiz. konusundaki iyimser (ve belki de bilinçli) ısrarı mı? Bu tür bir konu, toplumsal çelişkiler ülkesi Türkiye için de kuşkusuz son derece geçerlidir: Türk filmlerinin zengin kız yoksul erkek (veya tersi) klasik entrikasını unutmasın...

Sinema, şarkı, sahne yıldızlarının, geniş bir renkli basım ve ondan daha az renkli olmayan (ve gerçek renge de yakında kavuşacağa benzeyen) TV aracılığıyla köy kahvelerinin bile "haremi ismeti"ne girdiği günümüz Türkiye'sinde, üstelik "Toplumcu film çekeceğim" diyenin kamerasını sırtlanıp, "geri kalmış köy" peşine düştüğü günümüz Türkiye'sinde Sinan Çetin, çok ilginç, giderek gerekli bir konu yakalamış. Her şeyleriyle, özel hayatlarının da, vücutlarının da en gizli köşeleriyle "toplumun malı" oluveren, köylü/kentli demeden herkesin yanı başında yer alıveren Müjde Ar'lara küm bilir ne aşklar, ne tutkular beslenmekte, ne düşler adanmakta... Mazlum'un tutkusu da üstelik filmde açıkça (ve dürüstçe) belirdiği gibi öncelikle tensel (cinsel) bir tutku. Doyurulduğu anda aşka da dönüşü verebilecek... Ama toplumsal farklılıklar, cinselliğin duvarlarım bir an için de olsa yıkmaya izin verse bile, bunun daha sağlam bir İlişkiye (aşka, evliliğe) dönüşmesine olanak tanımıyor...

Sinan Çetin, anlatımında bazı acemilikler taşıyor halâ...Bazı sahnelerin ne anlattığı amacı, [onu belirmiyor: Söz gelimi, sinema kapısında Mazlum'un kafasına bir yumruk yediği sahne veya Müjde'nin evinin kapısında ilk kez Mazlum'a gözüktüğü sahne gibi... Baştaki film çekimi ve Mazlum'un bunlara müdahalesi bölümlerini de, bir güldürü filmi sınırları içinde bile ciddiye alma olanağı yok:

Kameranın her seferinde oyunculardan nerdeyse bir kilometre uzakta olduğu böyle bir teknikle film değil, olsa olsa Brigitte Bardot'un veya Jackie Kennedy’nin çıplak güneşlenirken gizli resimleri çekilebilir... Filmin genel temposunda da düşüklükler, oturmamışlıklar var...

Ama bunlara karşın Çetin, temelde hem filmi "çözümlüyor", inandırıcı kılıyor, hem de kişiliğini gösteriyor, Çetin'in ilginç bir özelliği, sessizliklerin, suskunlukların önemini, işlevini bilmesi, bunları kullanması... Müjde'nin Cüneyt'le telefon konuşmasından bağlayarak Mazlum'la sevişmesinin sonuna dek olan bölüm (filmin en zor ve de en başarılı bölümü), buna örnek... Önem verdiği bazı bölümleri, çok uğraşılmış, özenilmiş bir kurguyla vermedeki başarısı da kayda değer: Mazlum'un ilk kez Müjde'ye at üstünde rastladığı sahne, Müjde'yi düşlediği sahneler, vs... Ayrıca, genelde Çetin, filmine, sinemadan köylü - kentli ilişkilerine, "rejisör" davranışlarından "star" oyuncu - şarkıcıların toplumumuzdaki etkilerine dek birçok şeyi ustaca taşlıyor, eleştiriyor... Hele finalde Mazlum'un tüm Öfkesini, Müjde'Ieri, Ajda'ları, Bülent'leri ve daha kimleri kimleri hak ettiklerinin de ötesinde bir yerlere getiren, toplumla böylesine içli dışlı kılan yayın organlarına yöneltmesi, bir gazete bayiine saldırması filmin tüm bildirisini vurgulayan, somutlayan unutulmaz bir sahne Çetin'in İlyas Salman'dan da ilk kez gerçek, ciddi, dramatik bir oyuncu olarak yararlanmayı başardığını eklemeli...

"Çirkinler'de Sever", bazı eksiklikleri yanında bize yeni ve kişi-selliği olan bir yönetmeni haberliyor. Sinan Çetin'İn bundan böyle yapıtlarını da “Atilla Dorsay,” 12 Eylül Yılları ve Sinemamız”

BİZİM SOKAK (1981)


Senaryo ve Yönetmen:İhsan Yüce
Görüntü Yönetmeni: Salih Dikişçi
Yapım: Tanıt Film/Yalçın Özden

Laboratuvar: Yeni lale Stüdyosu, Kurgu: Turgut İnangiray, Ses Mühendisi: Erkan Esenboğa, Prodüksiyon Amiri: Semih Selvidal, Yavuz Özden, Işık: Rıdvan Varol, Kamera Asistanı: Ali Nuri Utku, Reji Asis-tanları: Atila Ortanoğlu, Muharrem Özabat,

Oyuncular: Müjdat Gezen, Münir Özkul, Adile Naşit, Kamil Sönmez, Filiz Ersüer, İhsan Yüce, Kadir Savun, Sümer Tilmaç, Neco, Ehad Alinçe, Sırrı Elitaş , Yusuf Çetin,

Konu: Bir meyhaneci kızı ile ona aşık gencin aşk mücadelesi.

BİR DAMLA ATEŞ (1981)


Senaryo ve Yönetmen: Osman F. Seden
Yardımcı Yönetmen: Arif Erkuş
Foto Direktörü: Kenan Kurt
Yapım: Kardeş Film/Nazmi Özer

Kamera Asistanı: Recep Biçer, Set Teknisyenleri: Sonay Kanat, Taci Erşan, Ekrem Çınaroğlu, Seslendiren: Erkan Esenboğa, Montaj-Senkron: Mevlüt Koçak, Negatif Montaj: Turgut İnangiray, Işık Teknisyenleri: Hayrettin Kara, Coşkun Uçar, Işık Direktörü: Aslan Yıldız, Renk Uzmanı: Sabahattİn Hoşsöz, Selahattin Kaya, Ziya Uçak, Yılmaz Erman, Prodüksiyon Amiri: Şerif Ablak, Asistan: Kadir Akgün, (Yeni Lâle film stüdyosunda hazırlanmıştır.)

Oyuncular: Ferdi Tayfur (Ferdi), Necla Nazır (Pınar), Fikret Hakan (Fikret), Kadir Savun, Ünsal Emre, Ali Şen, Coşkun Göğen, Yavuz Karakaş, Baykal Kent, Burçin Bahar, Osman Seden, Selçuk Moralı, Hasan Kaynatan, Yavuz Karakaş, Muadelet Tibet, Zeki Tüney, Ahmet Karaca, Memduh Ünsal, Ahmet Açan, Ekrem Dümer,

Konu: Fikret (Fikret Hakan), bir cinayet nedeniyle hapse girerken kız kardeşi Pınar (Necla Nazır) ve annesini, yanında çalıştırdığı Ferdi'ye (Ferdi Tayfur) emanet eder. Ferdi, Pınar'ı sever. Ne var ki Pınar, zengin bir iş adamının oğlu ile sevişmektedir Ve zengin baba ise kızı istemez. Adamları tarafından Pınar, randevuevine düşürülür. Ferdi, kızı bataktan kurtarıp evlenmek ister. renin altına atıp intihar eder. Fikret kardeşini kötü yola düşürdüğünü sandığı Ferdi'yi vurmak için hapisten kaçar. Pınar, Ferdi'yi kurtarmak isterken ağabeyinin kurşunlarına hedef olur. Pınar, hastanede ölür. Fikret de kendini bir trenin altına atıp intihar eder.

BEN DE ÖZLEDİM (1981)


Yönetmen: Nazmi Özer
Senaryo: Erdoğan Tünaş
Kameraman: Salih Dikişçi
Yapım: Emek Film/Nazmi Özer

Yönetmen Ast: Engin Temizer, Kamera Asistanı: Ali Utku, Set Ekibi: Nusret Yıldız, Aslan Gül, Abdullah Henay, Prodüksiyon Amiri: Kadir Akgünlü, Laboratuvar: Selahattin kaya, Ziya Uçak, Mustafa Yıldız, Ses Mühendisi: Erkan Esenboğa, Işık Şefi: Hayrettin Kara, (Yeni lale stüdyosunda hazırlanmıştır).

Oyuncular: Ferdi Tayfur (Ferdi), Banu Aklan (Nanu), Esra Yıldız (Gül), Sümer Tilmaç (Ekrem), Diler Tilmaç (Banu’nu annesi), Ahmet Açan, Cevdet Arıkan, Eşref Vural (Salih), Ahmet Açan,

Konu: Ferdi ve Gül birbirlerini seven iki aşıktır. İşsiz olan Ferdi’nin bütün umudu, Libya’ya gidip para kazanmak ve evlenip bir yuva kurmaktır. Buluştukları yerdeki samanlıkta birbirlerinin olulrar. Kısa bir beklemeden sonra nihayet beklediği davet gelir ve Libya’ya gitmek üzere İstanbul’a hareket eder, Amacı seyahat gününe kadar İstanbul’da yanında kalacağı dedesini arar. Ferdi dedesini çok küçük yaşlardan beri görmemiştir. Ancak dede eski ahşap evini kiraya vererek bir yaşlılar bakım evinde kalmaktadır. Libya’ya gidişi sekiz ay kadar ertelenmiş ve mecburen İstanbul’da memleketlisi Ekrem beyin yanında oto tamircisi olarak çalışmaya başlar. Bu arada da dedesinden kalan harap köşkün üst katında kiracısıyla beraber kalmaktadır. An-nesi ile beraber kalan Kiracısı Banu, Ferdi’ye kancayı takmış samimiyeti de ilerletmiştir. Akşamları rakı sofrası hazırlayıp eğlencenin dozunu aşmıştır. Gene böyle bir gecede çok alkollü olan Ferdi, Banu’nun koynunda olarak basılır. Oynanan bu oyundan habersiz olan Ferdi, evlenmek zorunda kalmıştır. Öte yandan kasabada bıraktığı Gül ise çocuk beklemektedir. Diğer yanda Banu, Ferdi’nin kazandığı paraları kumarda harcamaktadır. Bu sayede Ekrem beyle tanışan Banu artık onunla beraberdir. Bir gün Ferdi yaptığı bir kazada yaralanır ve ameliyata alınır. Gözleri ikinci bir ameliyata kadar kör kalacaktır. Ferdi aslında görmekte ve numara yapmaktadır. Bu sayede karısının Ekrem ile olan çirkefliğini devamlı görecektir. Sonunda Banu’yu ve Ekremi öldüren Ferdi, Gül’e ve çocuğuna kavuşacaktır.


BAĞRIMDAKİ ATEŞ (1981)


Senaryo ve Yönetmen: Orhan Elmas
Foto Direktörü: Çetin Tunca
Yapım: Başaran Film/Yalçın Başaran

Ses Kayıt: Erkan Esenboğa, Negatif Kurgu: Mustafa Kul, Alâattin Durmaz, Müzik Direktörü: Selami Şahin, Kurgu: Mevlüt Koçak. Işık: Ergün Şimşek, Kamera Asistanı: Hüseyin Ererez, Işık Asistanı: Erdinç Koç, Set Yönetimi: İbrahim Kul, Hacı Fidan, Macit Polatkıran, İbrahim Öner, Prodüksiyon Yönetimi: Fikret Ertuğrul, Dublaj Yönetimi: Esen Günay, (Yeni Lale Stüdyosunda hazırlanmış-)

. Oyuncular: Selami Şahin, Sevda Karaca, Yalçın Gülhan, Yusuf Sezgin, Neriman Köksal, Suzan Avcı, Macit Flordun, Nezihe Güler, Şişko Nuri, Oktay Barkan, Mustafa Çeltik, Kudret Karadağ, Necip Tekçe, Kamer Sadık, Yusuf Çağatay, Nermin Özses, Mucize Özonur, Zeki Sezer,

Konu: Selami (Selami Şahin), sevdiği kızın (Sevda Karaca) ihanetine uğramış bir şarkıcıdır. Aralarındaki ilişki bu yüzden bozulacak ve kız kız genele ve Suzan Avcı’nın genelevdeki evine sermaye olarak yollanacaktır. Selami bu olumsuz duruma alışmaya çalışlırken gelişen olaylardan haberdar değildir. Kıza aşık olduğunu ve onu bir türlü unutamadığı bir gerçektir. Ancak gün gelir sevgilisinin genelevde sermaye olarak çalıştığını öğrenir ve onun genelevdeki odasına gider onu öldürür.


AZAP ÇİÇEĞİ (1981)



Yönetmen: Savaş Eşici
Senaryo: Remzi Jöntürk
Görüntü Yönetmeni: Taner Öz
Yapım: Barış Film/Savaş Eşici

Oyuncular: Ercan Tıurgut, Filiz Ersüer, Kazım Kartal, Mehtap Ar, Mehmet Ezici, Nizam Ergüder, Stavro Yunidis, Serdar Servidal, Bülent Aklın, İbrahim Uğurlu, Ahmet Gergin, Enver Şerif. Mehmet Ezici, Işıl Yücesoy, Küçük Yıldız: Benek Arsoy

Konu: Bir kanun kaçağı olan Ercan ile kocasından ayrı kız çocuğuyla yaşayan Filiz’in öyküsü.

AT (1981)


Yönetmen: Ali Özgentürk
Senaryo: Işıl Özgentürk
Görüntü Yönetmeni: Kenan Ormanlar
Müzik: Okay Temiz
Yapım: Kentel Film/Asya Film

Yönetmen Yardımcıları: Erdoğan Kar, Jan Birindirici, Kamera Asistanı: Süha Kapkı, Kurgu: Yılmaz Atadeniz, Negatif Yıkama: İ.D.G.S.A. Sinema TV Enstitüsü, Seslendirme Yönetmeni: Güler Ökten, Sesleri olan: Erkan Esenboğa, Yapım Yönetmeni: S. Erol Şenyüz, Yapım Görevlileri: Rauf Ozangül, Mustafa Şen, Işık Teknisyenleri: Abdullah Başbuğ, Nuri Akçabay, Nezir Yücel, Sahne Donatım Teknisyenleri: Necmettin Ço-banoğlu, Hacı Fidan, İsmail Kündem,
(Yeni Lale Film Stüdyosu’nda seslen-dirilmiştir)

Oyuncular: Genco Erkal, Harun Yeşilyurt, Güler Ökten, Ayberk Çölok, Yaman Okay, Selçuk Uluergüven, Erol Demiröz, Macit Koper, Gülsen Tuncer, Lütfi Engin, Suna Selen, Zeki Alpan. Bektaş Altınork, Sıdıka Duruer, Erdal Gülver, Emin Saygılı, Mehmet Güreli, Çocuk Oyuncuar: Remzi Ekmekçi, Murat Kıvırcık, Mahmut Elif, Semih Garipoğlu, Kemal Gültepe, Ahmet Erkuş, Uygar Tamer, Konuk Sanatçılar: Bilgesu Erenus, Refik Durbaş, Atanis Katrapini, Gönül Katrapini, Filiz Katrapini, Müştak Erenus, İlhami Bekir

Konu: Hüseyin (Genco Erkal), ezik, yoksul ve de cahildir. çocuğu Ferhat (Harun Yeşilyurt), okursa kendi gibi cahil kalmayacaktır. Kendi cahilliğinin ive ezilmişliğinin nedenini böyle yorumlayan Hüseyin, karısını köyünde bırakıp, oğlu ile birlikte İstanbul'a gelir. Hüseyin'in amacı Ferhat'ı parasız olarak bir yatılı okula yazdırmaktır. Ne var ki bir çocuğun parasız yatılı okuması için babasının ölmüş olması gerekmektedir. Şartlar ne olursa olsun Hüseyin kararlıdır, çocuğunu okutacaktır... Ve. Hüseyin, çok sevdiği oğlunu okutma uğruna kendini mutluluk duyduğu bir ölüme hazırlayacaktır.

Ödül:

19. Antalya Altın Portakal Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması (1 – 9 Ekim 1982) "İkincllik" ödülü. 
► Genco Erkal, "en iyi erkek oyuncu",
►Güler Ökten "en iyi yardımcı kadın oyuncu".

Jüri Üyeleri: Bilgin Adalı, Rekin Teksoy, Füruzan, Cihat Çiftçili, Süreyya Duru, Sami Güner, Ekrem Çatay, Önder Aydınlı, Ayşe İçli, Erman Şener, Ahmet Gönen, Nazan Akgün.

*  Valencla'da (İspanya) düzenlenen (1982), "Akdeniz Ülkeleri Şenliği"nde "üçüncü. 
*  Lecce Uluslararası Festival'de (İtalya 1983) en iyi film 
*    Sao Paolo Uluslararası Film Festivali'nde (Brezilya) büyük ödül"ü kazandı. 
► 7. Uluslar arası Tokyo Film Festlval'nde (Japonya 1985) 250 bin dolarlık ödülü aldı. 
*   Gerçekten Ali Özgentürk'ün bu ikinci filmi "çekimle anlatım başarısının doruklarında dolaşan", son derece etkili, karamsar, vurucu ve umulmadık bir sinema yapıtı. (Sungu Çapan, Milliyet Sanat Dergisi, S.: 72, 15 Mayıs 1983) 
*  Bütünüyle bakıldığında, başlık parasından eğitime, intiharlardan rüşvete, televizyonun etkisinden polisin olumsuz tavrına, yabancı şirketlerden ağalığa, çetelere dek uzanan, tek tek ya da birkaçı birden daha önce diğer filmlerde işlenen pek çok toplumsal olgu birer eleştiri nesnesi olarak bir araya getirilmiş görünüyor. Çekil dikten sonra vazgeçilmeyen görüntüler, amatörce bir tavır içinde kıyamama, fazlalıkları kesip atamama bunlarla birleşince filmin örgüsünden ilmekler kaçıveriyor. Gerekli görüntü tasarrufu ulaşılmayıp dağılma başlıyor, akış gereksiz biçimde yavaşlıyor, tempo düşüyor. Sonuç olarak film zaman zaman sıkıcı bir hal alıyor. (Nezih Coş, Nokta, S.:9, 25 Haziran 1983)”  
*  Aslında her kare yoğun bir çabanın, düşüncenin ürünü bu filmde. Bir tek boş, işlevi olmayan görüntü bulabilmek mümkün değil... Tek tek kendi içinde bağımızlığı olan espisodlar birbirine bağlandığında ana fikri oluşturan bütüne ulaşıyor. Sıcak, sevimli, insanca bir şiir, bir tragedya, hatta ve hatta bir çığlık çıkıyor ortaya. (Muhittin Sirer, Ses, S.: 1 Ocak 1983)

*  Gezginci satıcının ölümü”
Arthur Miller'in satıcısı, kurduğu tüm "yükselme" düşlerinin paramparça olması, aile bireyleriyle ilişkilerinin tam bir iletişimsizlik tuzağına düşmesi nedeniyle yaşamdan ayrılmayı seçer. Üstelik Freud ve Jung öğretisinin en beylik verileriyle bezenmiş ve alabildiğine "dramatik" kılınmış bir ölümdür bu... Ali Özgentürk'ün "gezgin satıcısı Hüseyin ise hayattan, gerçi bir bıçak darbesinin içerdiği şiddetle, ama aslında yumuşak, sessiz bir biçimde ayrılır:  "adli vaka" olmasa kimsenin farkına bile varamayacağı, Hüseyin'in yaşadığı gibi göçmesidir bu... Bizim insanımıza özgü biçimde yaşanmış ve sonuçlandırılmış bir hayattır sonunda... Koca kent İstanbul'da gazetelere bile geçmesi kuşkulu bir "haber"dir... Alçakgönüllü, sıradan, usul usul...

Bu nitelikler, zaten Özgentürk'ün güzelim filmi "At"ın temel nitelikleridir. Filmi görmeden hakkında çok şey dinledim. Sanırım ki kulağıma gelen tüm eleştiriler, filmin şaşırtıcı derecede yeni, alışılmamış yapısından kaynaklanıyordu. Aslında ben de bir süre öyle düşündüm: oğlunu ne pahasına okutmak tutkusuyla köyü bırakıp büyük kente gelen Hüseyin'in ve canı ciğeri Ferhad'ının öyküsü neden bu denli "gevşek" biçimde anlatılmış, neden sanki sağlam bir "dramaturji" çabasından yoksun bırakılmıştı? Olayın "toplumsal eleştiri" yanı niye daha güçlü değildi. "çocuğunu okutmak", eğitimin (13 yaşına dek) zorunlu olduğu Cumhuriyet Türkiye'sinde gerçekten bir sorun muydu?

Ama sonra şunu fark ettim... Özellikle filmin etkisinden günlerce sıyrılamayınca... "At" ilk bakışta anlatmak istiyor göründüğü şeylerin hiçbirini anlatmıyordu, en azından asıl anlatmak istediği bunlar değildi... "At", Ali Özgentürk'ün kendi ifadesiyle belirttiği gibi "..dünyanın en tuhaf şehirlerinden birinde hayatın kendiliğinden akışını yakalama çabası” idi. Bu genel yanımlamanın içinde İstanbul’un olduğu denli hayatın, insanın, bireyin ve birey/toplum ilişkilerinin tüm karmaşıklığı, zenginliği, çapraşıklığı da yatıyordu.

► Erişilemeyen "at" imajı, "öldürülmüş oğlunu" arayan "deli" kadın, Ferhat'la, Ferhat'ın geleceğiyle, ölümle, "acı akı-betle ilgili "fantastik" görüntüler... Ama bu "düşlem düzeyindeki görüntülerden daha mı az "fantastik"ti., filmde yer alan "gerçek hayat" görüntüleri? Yolun ortasına düşüp ölen ve çevresinden araçların duraksamadan gelip gittiği at, "kaldırımları işgal ediyor" diye belediye memurlarının sürekli kovaladığı ve sattıkları meyve-sebzeyi denize döktüğü" gezgin satıcılar", yasa gereği oğlanın "ancak babası ölmüş olursa" okula (herhalde Darüşafaka'ya) alınacağını söyleyen, hem de bunu "babaya" söyleyen görevli memur? "Ölü satıcılarının para pul yaptığı, Mafya'ların parsellediği, insanın hem insanın kurdu, hem de en dar zamanında yardıma yetişen dostu olduğu bir garip düzen, bir garip kent? İlk cinselliği yaşlı ve kör "hayat kadınından öğrenen yeniyetme çocuklar? Tüm bu görüntüler, aslında Özgentürk'ün filmine zaman zaman yerleştirdiği simgelerden, düşsel motiflerden, sahnelerden daha az mı fantastikti?

" Ali Özgentürk, daha ikinci filminde ilk filminin (Hazal’ın) başarısını sağlayan öğelere kesinlikle sığınmayan, yeni bir arayış, yeni bir biçim getiren bir çalışma gösteriyor. Sinemamızın ve de sinemanın yıllanmış kalıplarını, klişelerini yüreklice bir kenara iten, hayattan, İstanbul' dan bir kesit vermeyi deneyen değişik, ama o ölçüde olgun, usta işi bir filmle... Filme simgesel olarak konmuş bazı sahneler, kuşkusuz belli bildiriler taşıyorlar, belli şeyler anlatıyorlar. Söz gelimi "deli kadın"ın (usta oyuncu Güler Ökten), aradığı "öldürülmüş çocuğu" (yoksa çocukları mı?) ile bir dönemin grotesk anarşisini ve bu anarşinin bunalttığı şizofreniye giden bir toplumu simgelediği açık... Bu sahneler, filmin yapısına ustaca yedirilmiş... Ama asıl önemlisi, Özgentürk'ün filminin genel tonu, havası... Film, içerdiği çeşitli yapısal ve konusal öğelerin (toplumsal eleştiri, çeşitli kentsel sorunlar, kente göç, vs.) hiç birinin altını çizmiyor. Bir "yaşam filmi" bu, bir atmosfer filmi... Hiçbir şey, sonuç olarak, bir şafak vakti Yenicami önündeki güvercinleri, kedileri, sabahın ilk emekçilerini seyreden Hüseyin'in görüntüsü denli iç burucu değil. Haşin, hoyrat yaşamımızdan, bazen sevinç, ama çokluk hüzün dolu yaşamımızdan yansımalar getiriyor "At". Çevresini hayretle, şaşkınlıkla izleyen köylü Hüseyin'in bilinci, diğer yandan, sinemamızda ve bu tür filmlerde ele alınmış köylü bilincinden büyük farklılıklar taşıyor. "Hüseyin'in sevgi dolu gözleriyle algıladıkları, onu ne "sınıfsal" bir isyana, ne koyu bir nefrete, ne de köktenci çözümlere itiyor. Hüseyin görüyor, izliyor, algılıyor, bu büyük kentteki "harikulade serüven"ini yaşıyor. O, çılgınlığa doğru giden hayatımızın sessiz ve edilgin bir tanığıdır, "cahil köylü", ama içerdiği sağduyuyla "aydın" ve yıllardır hiç değişmemecesine süregelen serüvene bir süre için tanık olmuştur. Çekip gittiğinde, hemen yalnızca oğlu Ferhat'a kolay onulmaz bir acı, yıllar sonra da gitgide silikleşen bir anı bırakacaktır. Ama çılgın kentin şizofrenik yaşamı, onsuz da sürüp gidecektir..

"At", alçakgönüllü, ama belleklerde uzun süre yer edecek filmlerden... lşıl Özgentürk'ün senaryosuna, Kenan Ormanlar'ın görüntülerine, Okay Temiz'in olağanüstü fon müziğine ve de tüm oyuncuların usta kompozisyonlarına hayranlığımı da ayrıca belirtmek isterim. (Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinema-mız” syf, 272)

► 8O'leri anımsama eğilimimiz ya hiç yoktur ya da onu komik zevksizlikleri ve frapanlığıyla anımsamak isteriz. Gerçeği söylemek gerekirse, hakiki bir '80'ler Türkiyesi' portresi çizebilen filmlerin peşi-nedüştüğünüzde, o dönemin ağır koşullan ve sansür altında ezilen sinemamız size pek fazla yardımcı olmaz. Yıl ortalamasına göre (bazı kaynaklara göre 72) en az yerli filmin çekildiği dönemden bahsediyoruz. Özgentürk'ün ikinci filminde bu döneme yönelik fazlasıyla tepki var; ama filmin sonlarına doğru yer alan bir sahnede Hüseyin'le oğlunun uzaktan seyrettiği arabesk film seti, ayrı bir önem taşıyor. Bu sahne, yarattığı tuhaf etki açısından, sokakta kendi kendine söylenerek dolaşan kederli anne (Güler Ökten) veya "Kimsin sen? Ne paşasın ne de köle. Nesin?" gibi sorularla esas karakterlerin sürekli başına ekşiyerek bir nevi canlı iç ses görevi gören kuşçu (Ayberk Çölok) karakterlerinden daha az gerçek üstü değil. Ama ne yazık ki bu tür setler, 80'Ierin başında, "At" gibi gerçeği resmetmeye soyunmuş çok az sayıdaki gözü pek filmden daha fazla yer tutmaktaydı. Burada mantığın doğal işleyişiyle kolay kolay çözemeyeceğiniz bir çelişki de var. 80'ler Türkiyesi nasıl bir ülkeydi ki, aynı köy efsanesiyle (Taşı toprağı altın şehir İstanbul) şehre gelen bir kısım köylü, ekmek parası (veya burada olduğu gibi at ve eğitim parası) için envai çeşit aşağılamaya ve ezilmeye maruz kalırken bir kısmı şöhret olup filinler çekebiliyordu? Kuşkusuz benzer adaletsizliklerin ve mantıksız sosyal dengesizliklerin yaşandığı günümüzde, filmin eskidiğini ilan etmeye insanın dili varmıyor.

Yılmaz Güney'in yönetmen asistanlığıyla sinemaya başlayan Ali Özgentürk, bir anlamda "Sürü"nün (1978) ve "Umut"un (1970) izinden giderken, kendisinin daha sonra 'sayıklama' olarak niteleyeceği gerçek üstücü dokunuşların ilk üslup alıştırmalarını da burada uygular. Hatta geleneksel bir köy temsiliyle başlayan film neredeyse yarı gotik yarı okültist bir tonu daha en başından yakalar. Ancak dönemin çoğu filminde önerildiği üzere, köylerimizin birbirinden farkı yoktur. Bu yüzden de üseyin'in umut yolculuğuna nereden başladığını, bu tuhaf törenin gerçek olup olmadığını bilmediğimiz gibi, hiç öğrenemeyiz. Bununla birlikte, eşi Işıl Özgentürk'ün yazdığı senaryonun köyde geçen bölümlerin-de karakterler, Yaşar Kemal romanlarının tadıyla, yarı düşsel, yarı şiirsel, ama hep akıcı ve dokunaklı konuşurlar. Filmin geri kalanında diyaloglar hep ekonomiktir, kasıtsız gülünçlüklere düşülmez. Daha da önemlisi, günümüz Türk sine-masında sürekli yapılan vahim matematiksel hataların hiçbirine burada rastlanmaz. "At", sinema yazarlarının çok sevdiği tanımlamasıyla, tıkır tıkır işleyen bir filmdir. Gelgelelim, hiç de kolay bir film değildir. 80'lerin şıkıdımlı ve kıkırdamalı Türk filmlerinde ima edilen hayatın tam tersini resmettiği için, sürekli olarak can yakar.

Belki dönemsel bir refleksle Özgentürk'ler de İstanbul'un küstah zenginlerini çok tanıdık şablonla da karşımıza çıkarırlar. Ucuz Video filmlerinin yaptığı gibi yemek yiyen zenginlerin ağız şapırdatmalarına yakın plan girilmez elbette; ancak 'hayırsever zengin' karakterler, yönetmenin İstanbul unda en az 'taşı toprağı altın vaat eden şehir' kadar kendisine yer bulamaz ve bir söylenceden ibaret kalır. Bir Yeşilçam efsanesini bozar belki de. Başka bir dünyanın, hatta başka bir ülkenin insanları gibi davranan devlet adamlarıyla iletişim kurmak, yine edebiyatımızdaki halis Anadolu öykülerini anımsatırcasına imkansızdır. Hüseyin (Genco Erkal) sık sık 'okusun da adam olsun' diye çırpındığı oğlunu rüyalarında bu hoşgörüsüz zenginlerden , devlet adamlarından biri olarak görür hep. Bu rüya sahneleri, Hüseyin'in kaygılarını o kadar güzel bir sadelikle aktarır ki okumanın adam olmaya yetmediğine dair bu topraklarda hata kabul gören kötümser bakış açısına dair etkili birer simgeye de dönüşürler. Tek ümit kapısı olarak gördüğü okumaya duyulan özlem Hüseyin'in hayatına adeta sinmiştir. Gazete okuyan herkese kulak kabartır, oğluna tabelaları okutur (anlamadığı bir dilde yazılmış olsalar bile), gazete kupürleri geçim sıkıntısıyla intihar edenlerin haberleriyle dolu olsa da oğlunun bu yeteneğinden sevinç duyar. Ne var ki kaygıları ağır bastıkça hevesini de yitirmeye başlar.

İstanbul, sinemamızda hiç olmadığı kadar ürkütücü bir çıkışsızlığın mekanıdır burada. Kameranın adet olduğu üzere yakalamadan edemediği turistik İstanbul manzaraları bile salt bir güzelliğin dışa vurumudur sanki. Hüseyin o manzaraların artalanın da eziyet, endişe ve çaresizlikten başka şey tadamaz çünkü Bir filmi klasik hale getiren şey, döneminin hayati gerçeklerini neredeyse ayna misali yansıtabilme becerisi kadar unutulmaz sahneleridir de. Örneğin, her biri 13-14 yaşında olan çocukların genelev-de kör bir kadınla yaşadıklarının bir benzerini bugün ancak Todd Solondz çekebilir. Aynı istismarsız duruşu koruyabilir mi, şüpheli elbette. Keza, oğlunu sokak ortasında döverken yere kapaklanan Hüseyin'e oğlunun verdiği tepki, seyirciyi ağlatmaya odaklanmış günümüz kağıt mendil melodramlarından çok daha iç yakıcıdır. Hüseyin'in zerzevat arabasını alıp götüren belediye aracının arkasından çaresizce koştuğu sahnede sinemamızın "Bisiklet Hırsızları"nı (Ladri di Biciclettte, 1948) bulduğunuz hissine kapılmamanız biraz zordur açıkçası.

AŞK PINARI (1981)


Yönetmen: Çetin İnanç
Senaryo: Recep Filiz
Fotoğraf Direktörü: Mükremin Şumlu
Yapım: Anıt Ticaret/Mehmet Karahafız

Işık Ekibi: Rıfat Yurtçu, Erdal Sümer, Prodüksiyon Amiri: Cihat Karahan, Set Ekibi: İsmail Kündem, Yaşar Davutoğlu, Ali Ateş, Renk Uzmanı: Kaya Ören, Ses Mühendisi: Barış Ören, Laboratuvar: Osman Koşkan, Kâmil Kutay, Müzik Direktörü: Hüsamettin Subaşı, (Ören Film Stüdyosunda renklendirilmiştir)

Oyuncular: Hüsamettin Subaşı, Deniz Akbulut, Nazan Saatçi, Levent Çakır, Kazım Kartal, Aliye Rona, Turtgut Özatay, Sami Hazinses, Gülten Ceylan

Konu: İki çocukluk arkadaşının aşk öyküsü.

ANTEPLİ (1981)


Senaryo ve Yönetmen: Müjdat Saylav
Senaryo: Mehmet Güler,
Görüntü Yönetmeni: Sedat Ülker
Müzik: Işıl German
Yapım: Barut Film/Cesur Barut

Prodüksiyon Müdürü: Bilal Öztürk, Jenerik: Şenol İnanlar, Işık: Ömer Ekmekçi, Işık yardımcısı: Ali Yelmez, Reji Asistanı: Kemal Coşkun,

Oyuncular: Berhan Şimşek (Antepli Şahin), Işıl German (Nesrin), Yıldırım Gencer (Kâmil), Levent Çakır (Çakır Süleyman), Ajlan Altuğ (öksüz), Recep Filiz (profesör), Murat Ayan (otelci), Cevdet Arıkan (komiser), Süheyl Eğriboz (kavgacı), Kemal Coşkun, Yadigâr Ejder, Şerafettin Çandaroğlu, Cevdet Balıkçı, Çetin Başaran, Ferat Ünlü, Küçük Yıldız: Birtanem (d:1975)

Konu: Sürgündeki bir kabadayının ölümle biten aşk hikayesi.

Not: Ferit Ceylan’ın 1963 Yapımlı “İkisi de Cesurdu” filminden uyarlama.