Powered By Blogger

9 Mart 2020 Pazartesi

AĞLAYAN GÜLMEDİ Mİ? (1982)


Yönetmen: Remzi Jöntürk
Senaryo: Müjgan Aydın
Foto Direktörü Mahmut Demir
Yapım: Önder Film/Sungur Esen

Işık Direktörü: Ergun Şimşek, Montaj, Senkron: Mevlut Koçak, Negatif Montaj: Gültekin Savaş, Kamera Asistanı: Meriç Renkver, Renk Uzmanı: Türker S. Vatan, Ses Mühendisi: Erkan Esenboğa,

Oyuncular: Mahmut Tuncer, Bahar Öztan, Emel Tümer, Münir Özkul, Yılmaz Köksal, Hüseyin Peyda, Hayati Hamzaoğlu, Sümer Tilmaç, Nuran Aksoy, Talat Gözbak, Barış Aydın, Ali Ceylan, Ali Güney,

Konu: Bahar Sümer’le nişanlanacaktır fakat onu sevmemektedir o sırada bulundukları yere Mahmut gelir Mahmut’tan hoşlanır fakat Bahar’ın babası bu işten memnun değildir onu zorla Sümer'le evlendirir fakat baharın gözü Mahmut’tadır, tam birbirlerine kavuşacakken ikisi de ölür.

ADİLE TEYZE (1982)


Senaryo ve Yönetmen: Alev Akakar
Kamera: Salih Dikişçi
Müzik: Esin Engin
Yapım: Fırat Film/Alev Akakar

Fon Müzikleri: Cengiz Tekin, Senkron: Alaattin Durmaz, N. Mon, Ömer Sevinç, Matipo: Veli Burç, Negatif Yıkama: Ekrem Şen, Renk: S. Türker Vatan, Şakir Yörük, Sesleri Alan: Erkan Esenboğa,

Oyuncular: Adile Naşit, Şener Şen, Mahmut Hekimoğlu, Münir Özkul, Ayşen Gruda, Şemsi İnkaya, Hulusi Kentmen, Halit Akçatepe, Baykal Kent, Nukhet Egeli, Hülya Tuğlu, Tevhit Bilge, Jale Efecik, Baykal Kent, Diler Saraç, Turgut Özatay, Serpil Güneri, Mine Soysal ve Adile Naşit’in Yavrucukları: Fırat, Enver, Uğur, Şişko, Burcu

Konu: Apartman dilsiz genç, kapıcı Ali, tiyatrocu Nükhet ve babası, kılıbık Sadık ve aşık Mahmut’uyla adeta bir apartman değil sirke benzemektedir. Adile teyze sevecen ve iyi yürekli bir yaşlı kadındır. Çocukları çok seven ve evinde onlara bakmaktan mutluluk duyan yaşlı kadının tek sıkıntısı vardır. Oturduğu tek katlı ve bahçe içindeki evini alıp apartman yapmak isteyen müteahhidin ısrarlı tavırları... Ancak yaşlı kadın onun bütün ısrarına rağmen evini satmaya yanaşmaz. Adile Teyze çocukları çok sevdiği için baktığı küçük Burcu’nun hastalığına çok üzülür. Tedavisi için çok para gerekmektedir. Ve yaşlı kadın parayı bulmak için büyük bir fedakârlık yapar…


8 Mart 2020 Pazar

YÜZ KARASI/ŞÖHRETİN SONU (1981)


Yönetmen: Orhan Aksoy
Senaryo: Fuat Özlüer
Eser: Erdoğan Tünaş
Kamera: Çetin Gürtop
Müzik: Muzaffer Özpınar
Yapım: Erler Film / Türker İnanoğlu
Yönetmen Yardımcısı: Zafer Par, Kamera Asistanı, Hakan Gürtop, Şarkılar: Bülent Ersoy, Işık Şefi: Ergun Şimşek, Sesleri Alan: Erkan Esenboğa, Montaj: Mevlût Koçak, Negatif Montaj: Mustafa Kul, Renk uzmanı: Sabahattin Hoşsöz, Laboratuvar: Selahattin Kaya, Prodüksiyon Amiri: Selahattin Koca,
(Yeni Lale Film stüdyosunda hazırlanmıştır)

Oyuncular: Bülent Ersoy, Sepil Çakmaklı, Ekrem Bora, Yusuf Sezgin, Nedret Güvenç, Şemsi İnkaya, Mehtap Ar, Diler Saraç, Abdurrahman Palay, Hakkı Çağdaş, Nejat Gürçen

Konu: Bir gazinoda assolist olarak çalışan Bülent (Bülent Ersoy) son zamanlarda patronu Nihat (Ekrem Bora) dahil herkesin kalbini kırar. Kadın gibi giyinmekte, davranmakta ve tepkiler almaktadır. Yardımcısı Doğan da (Bülent Bilgiç) yanlış yorumlardan korkup işi bırakmıştır. Okul arkadaşı Aslı (Serpil Çakmaklı) Bülent’teki değişimi önemsemeden onu sevmektedir. Murat (Yusuf Sezgin) ise, Aslı’yı bir türlü bu tutkusundan vazgeçiremez. Bülent aslında kaprisleri ile Aslı’yı kırdığı için üzgündür. Erkek mi, kadın mı olduğunu bilememek onu yıpratmaktadır. Doktoruna küçüklüğünü anlatırken orta halli bir ailede gizlice bebeklerle oynayıp bir kız gibi büyüdüğünü söyler. Kadın eşyalarına ve makyaj malzemelerine olan eğilimini vurgular. Lise sonrası konservatuarda Aslı ve Murat’la sıkı dostluk kurmuştur. Eve geç geldiğinde babasından yediği tokatla dönmemek üzere evden kaçmış, kulüpte çalışırken ünlü menajer Nihat sayesinde gazino-ya geçmiştir. Doktoruna ayrıca Aslı’yı asla erkekçe sevemediğini anlatır. Dok-toru Aslı ile ilişkisini sürdürürse bunalım-dan çıkabileceğini söyler. Aslı Bülent’in evindeki kadın giysileri ve mücevherler-den olumsuz etkilenir. Yavaş yavaş Aslı da, Doğan da ondan uzaklaşmaya başlar. Nihat da Bülent’in bu ikileminden rahatsızdır. Aslı’dan ayrılan Bülent, Murat’a gidip genç kızı mutlu etmesini rica eder. Daha sonra Aslı ile Murat evlenirler. Nihat sürekli geciken Bülent’i işten kovar, Bülent sahneyi bırakır, aile-sine dönmek isterse de reddedilir. Yıkı-lan Bülent, bir gün sarhoş sarhoş Murat’ı dinlerken nişanlısı ile gelen Doğan için rezalet çıkarıp tutuklanır. Nihat sayesinde mahkemede serbest kalan Bülent, basının önünde kamuoyundan özür diler…

► Film, sözü edilecek filmlerden değil. Çünkü, her karesiyle sinemadan nasibini hiç almamış garip bir resimli roman tarzında ve üslubunda bir dizi hareketli, görüntüler dizisinden başka bir şey değil. (Burçak Evren, Gösteri, 6.5.1981)

YOL (1981)


“Hüznün sayısız tonu, bir çok yüzü var-dır; çiçekler, kuşlar, rüzgarlar gibi.
Ben bazı yakın arkadaşların aracılığıyla, hüznü, sevgi ve kederi anlatmaya çalış-tım; her ne kadar bazıları tarafından anlaşılmaz ve inanılmaz bulunsa da.”
Yılmaz Güney

“Yol’un büyük yolculuğuna kendi ülke-sinde de devam etmesi için yapılan restorasyon çalışmasında emeği geçenlere teşekkür ederiz”

Fatoş Güney

Yönetmen: Şerif Gören
Senaryo ve Kurgu: Yılmaz Güney
Görüntü Yönetmeni: Erdoğan Engin
Müzik: Zülfü Livaneli (Sebastian Argol Kendal takma adıyla)
Müzik Direktörü: Ferhat Livaneli
Yapım: Güney Film/Yılmaz Güney
Cactus Film Ortak yapımı

Müzisyenler: Ferhat Livaneli, Selim Atakan, Erdal Akkaya, Eyüp hamiş, Cengiz Ercümer, Saim Peker, Sevil Peker, Ertan Tekin, Müzik Kayıt ve Mix: Çağlar Türkmen, Ses Dizayn-Mix: Taylan Oğuz, Ses Kayıt-Senkron: Serdar Öngören, İsa Yücel, Osman Tahsin Erol, Serhat Savaş, Editör: Yılmaz Güney, Elizabeth Waelchi, Video Kurgu: Şölen Yertutan, Film Kayıt: Serdar Danişmend, Laboratuar: Yusuf Özbek, Mustafa Koç, Orhan Turgut, Selahattin Turgut, Ersan Gümüş, Ayhan Kısa, Seslendirme Yönetmeni: Toygun Ateş, Seslendirme Sanatçıları: Müşfik kenter, Erdal Özyağcılar, Halil Ergün, Rutkay Aziz, Savaş Dinçer, Gülen Kahraman, Nilüfer Akbal, Ali Tutal, Meral Orhonsay, Atilla Yiğit, Ender Yiğit, Cengiz Küçükayvaz, Ali yaylı, Hakkı Ergök, Görkem Ateş, Tenay, Murat Batgi, Arjen Yalçınkaya, Rojen Bruşa Çirik, Melike Çirik, Kemal Ulusoy, Reşat Günel, Yıldız Gültekin, Samye Tunç, Resterasyon Süpervizörü: Ersin Salman,

Oyuncular: Tarık Akan, Şerif Sezer, Halil Ergün, Meral Orhonsay, Necmettin Ço-banoğlu, Sevda Aktolga, Hikmet Çelik, Tuncay Akça, Semra Uçar, Hale Akınlı, Hikmet Taşdemir, Turgut Savaş, Hikmet Taşdemir, Engin Çelik, Osman Bardakçı, Enver Güney, Erdoğan Seren

ÖDÜLLER :

1982 Cannes Film Festivali Altın Palmiye Ödülünü
►Costa Gavras’ın “Missing (Kayıp) filmi ile paylaştı.

Fransa'da "Eleştirrmenler" ödülü (1983).

Fibresci Ödülü, Özel Anma Ödülü

KONU: 'Yol' filmi, İmralı Yarı Açık Cezaevi'nde yatmakta olan Seyit Ali (Tarık Akan), Mehmet Salih (Halil Ergün), Ömer (Necmettin Çobanoğlu), Mevlüt (Hikmet Çelik), Yusuf (Tuncay Akca) gibi 6 mahkumun izne gitmeleri ve izinde başları-na gelenlerin öyküsünü anlatır. Mah-umlara gelen mektuplar, hapishanede dağıtılmaktadır. 12 Eylül ihtilali'nin üzerinden kısa bir süre geçmiştir. Cezaevi yöneticisi, mahkumları disiplinsiz olmalarından dolayı uyarmakta ve davranışlarını değiştirmeyenIerin kapalı cezaevlerine gönderileceklerini söylemektedir. Bu arada uzun süredir askıya alınmış izinler yeniden açılmıştır. izin listesinde adı olan Seyit Ali, Mehmet Salih, Ömer gibi mahkumlarda izne çıkacaktırlar. İzine giden mahkumlar eğer geri dönmezlerse, yakalanırlarsa kapalı cezaevine gönderileceklerdir. 

İzinde hasta olurlarsa savcılığa ya da sıkıyönetim komutanına başvuracaklardır. Seyit Ali, babasının yanında olan karısı ve çocuğunu görmek için Kon-ya'ya, Mehmet Salih ise Adana'ya gitmektedir. Seyit Ali, baba evine geldiğinde babasının bir kuma alıp çocuk sahibi olduğunu, karısının ise kaçtığını öğrenir. Mehmet Salih'i ise karısının ailesi istememektedir. Karısı ise çocuğu ve kocasıyla ailesinin arasında sıkışıp kalmıştır. Ailesi Mehmet Salih’i kayınbiraderi Aziz'in vurulmasından sorumlu tutmaktadırlar. Mehmet Salih, Aziz ile kuyumcu soyarken polisin gelmesi üzerine korkarak kaçmış ve Aziz'in vurulma-sına neden olmuştur. Ömer ise Fırat-Birecik'den geçerek filmde Kürdistan olarak gösterilen bölgeye gider. Mahkumlardan bir diğeri Mevlüt ise Gaziantep'e gelmiştir. Seyit Ali'nin karısı onun yokluğunda Soğukoluk'ta geneleve düşmüştür. 

Ailesi namuslarını temizlemek için kızlarını yanlarına almıştır. Mehmet Salih, Diyarbakır'a karısının ailesinin evine gider. Karısı Emine ve çocuklarını görmeye gittiğinde kayın pederinin evinde kötü karşılanır. Hepsi ona Aziz'in ölümüne neden olduğu için kin gütmektedir. Mehmet Salih'in karısı Ziine, çocukları ve kocasıyla kaçar. Seyit Ali ise, karısını ve oğlunu babasının evinden alarak Sancak'a abisi Şevket'in yanına götürmek üzere yola çıkarlar. Bu arada karısı ve çocuklarıyla kaçan Mehmet Salih'i, Emine'nin ailesi trende kıstırarak öldürür. Seyit Ali'nin karısı Zine, Sancak'a giderlerken yolda donarak ölür. İzin yolculuğu neredeyse bütün mahkumlar için trajediyle son bulmuştur.

* Yılmaz Güney'in 23 Ocak 1981'de Isparta Ceza evinde yazıp bitirdiği Arife Bayram adlı senaryonun çekimine aynı yıl (Ocak'ın ortalarında), yönetmen Erden Kıral başladı. Güney'e göre bu ilk proje 6 saat uzunluğunda bir film olacaktı. Temel öykü, on bir mahkumun iç içe gelişen hayat serüveninden kaynaklanıyordu. Bazı nedenlerle 17 günlük bir çalışmadan ve 33 kutu çekildikten sonra yapımcısı Güney tarafından çekim durduruldu. 40 günlük bir aradan sonra, yeni bir ekiple tekrar çekim e başlandı. Bu kez filmin yönetmeni Şerif Gören'di. 155 sayfalık senaryodan bazı bölümler çıkarılarak, temel öykünün on bir mah-kumu, yeni bir düzenleme sonucu (Güven Şengül’ün oynadığı Süleyman adlı mahkumun da senaryodaki rolü kısaltılarak) 6'ya düşürüldü. Ayrıca, Erden Kral'ın yönetiminde çekilen Erol Demiröz'lü sahneler de çıkartıldı. Filmin çekimi bittikten sonra Yol, yasadışı yollardan yurt dışına kaçırılarak seslendirme ve tüm teknik işlemleri Fransa'da yapıldı. Eski adıyla "Bayram", yeni adıyla Yol, Susuz Yaz ve Umut'tan sonra yurt dışına kaçırılıp, devlet desteği dışında festivallere katılan üçüncü Türk filmi oluyor.

Yasa dışı video kasetlerinden izlenen Yol, on sekiz yıl sonra (12 Şubat 1999) ilk kez Türkiye sinemalarında vizyona girdi. Türkiye'de yeniden seslendirilen, yurt dışı kopyalarında yer alan Urfa bölümünde-ki Kürdistan yazısı çıkarıldı. “Agâh Özgüç, “Bütün Filmleriyle Yılmaz Güney”

* 35. Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye'yi Costa Gavras'ın Kayıp'ıyla paylaşan, Türk sinemasına uluslararası bir festivaldeki en büyük başarıyı kazandıran Şerif Gören filmi Yol, alabildiğine sarsıcı, seyirciyi asla rahat bırakmayan, tartışmasız bir başyapıt. Uzun bir liste halinde sıralanabilecek özellikleri nedeniyle, filmin bu denli saygınlık taşıması ve dünya sinema tarihinde çok onurlu bir yer edinmesinde, senaryoda imzası bulunan Yılmaz Güney'in de büyük payı var kuşkusuz. Öyle ki 12 Eylül 1980 darbesinin hemen ardından, çok zorlu koşullarda işbirliğine giren Gören-Güney ikilisinin yaşadıkları ve filmin çekim süreci, başlı başına kitaplara, belgesellere konu olacak nitelikte.

Yol, çeşitli suçlardan İmralı Yarı Açık Ce-zaevi'nde hükümlü bulunan beş kader arkadaşının, iyi halleri göz önünde bu-lundurularak, çıkarıldıkları bir haftalık bayram izinleri sırasında yaşadıklarını anlatıyor. Karısının başka erkeklerle birlikte olduğunu öğrenen ve töreler gereği elini kana bulamaya zorlanan Seyyit Ali...Soygun sırasında kayınbiraderini ölüme terk ettiği düşünüldüğü için, çok sevdiği karısının ailesi tarafından dışla-nan Mehmet Ali… İzin kağıdını kaybettiği için cezaevine geri gönderilen Yusuf...Bayram iznini nişanlısıyla geçirmeyi düşleyen ama kızlarını bir saniye bile yalnız bırakmayan aile nedeniyle hevesi kursağında kalan Mevlüt... Köyünün güzel kızlarından Gülbahar'a yanık, ne yapacağını bilemeyen Ömer... 

Şerif Gören, diyelim ki bir western'e ya da komedi filmine de çok zengin malzeme sağlayabilecek bu öyküyü, olağanüstü etkileyicilikte bir Türkiye-Anadolu destanına dönüştürmüş. Godar'ın tanımıyla, "politik bir film" değil Yol; "politik yöntemle yapılmış bir film". Şerif Gören'in hiç büyük laflar etmeden, tek bir karede cunta lideri ile ünlü bir transseksüel şarkıcının kartpostallarını yan yana getirerek 12 Eylül'ü gayet yalın biçimde simgelemesi, bunun kanıtı!

Mahpusluğun, yolculuğun ve varılan yerlerin filmi Yol. Kalabalık oyuncu kadrosunun başarısından ise uzun uzun söz etmeye hiç gerek yok. "Göz kamaştırıcı" demek yeterli... (Tunca Arslan) “www.europeanfilmfestival.com ”

* "Yol" hemen söylemeli, bir sinema baş yapıtı, sinemanın son yıllarda ger-çekleştirdiği en güçlü filmlerden biri. Film gücünü, çeşitli düşünsel akımların, entellektüel kaygıların, biçimsel araştırmaların, özbiçim dengesi ve ilişkisi tartışmalarının at oynattığı dünya sineması içinde, yalın ve özlü bir sinema olmasından alıyor. Film, son dönemdeki birçok başarı kazanan filmimizde olduğu gibi, insanoğlunun temel sorunlarını irdeliyor ... Kadın-erkek ilişkisi, kadının odak noktasını oluşturduğu sevgi, istek, kıskançlık, ihanet, namus, onur, onursuzluk gibi kavramlar. (Atilla Dorsay, Milliyet Sanat Dergisi, S. 60, 15 Kasım 1982)

* Yol filmi, bugüne kadar Türk sinemasının aldığı en önemli ödüllerden olan Cannes Film Festivali'nde, 1982 yılında Altın Palmiye kazanmıştı. Filmin senaryosunu yazan Yılmaz Güney'in, ülkesi dışında yaşamak zorunda olduğu dönemlerde çekilen bir film olan Yol'un yönetmenliğini ise Şerif Gören yapmıştı. Yol, Şerif Gören'in filmografisindeki en iyi filmlerden biri. Film farklı nedenlerle hapse girmiş mahkumların izin için yakınlarının yanına gitmek için yaptıkları yolculuk sırasında, 12 Eylül'ün gölgesindeki Türkiye'den insan ve yaşam manzaraları sunuyor. Aleni bir ihtilal eleştirisine ki1itlenmeyen film, günümüzde de aşılamayan töre cinayetleri, az gelişmişlik, yoksulluk ve geri kalmışlığın zihniyeti gibi sorunlar üzerinde gerçekçi bir yaklaşım oluşturuyor. Yılmaz Güney'in daha önce yine senaryolarını yazdığı fakat hapiste olduğu için çekemediği Sürü, Düşman gibi filmlerden sonra destansı boyutları olan bir film Yol. Hapishane olarak İmralı Yarı Açık Cezaevi'nin seçilmesi aslında manidar bir sonuç yaratıyor. Hapishane içindeki yarı açık yaşam, dönemsel olarak kesiştirilen 12 Eylül İhtilali'yle birleştirilince, cezaevi bir metafor özelliği taşımaya başlıyor. Ele alınan dönem ve olaylarda da, ülke bir çeşit açık cezaevi niteliği taşıyor. Nedeni ne olursa olsun, baskının ve şiddetin en açık şekilde ya-şandığı bir ortam karşımıza çıkıyor. "Aslında 'Yol' bir büyük hapishaneyi anlatıyor. Küçük yarı açık hapishaneden izinli çıkıp büyük bir hapishanenin içinde 'izin' yapan mahkumların öyküsüdür 'Yol'. İmralı'dan başlayan 'Yol'culuk Bursa, Eskişehir, Konya, Toros 'un köyleri, Tarsus, Mersin, Adana, Antep, Urfa, Diyarbakır ve Bingöl gibı geniş bir coğrafyada geçer" (Başlangıç, Radikal, 23.01.1999).

* Filmde yoğun acıların, sorunların, gelenek göreneklerin çarpıttığı insan ilişkilerinin, cinsel baskıların, gerçekçi, nesnel tasviri ağır basıyor. Doğulu kadının ezilmişliğiyle erkeğin zavallılığının birbirine koşut gittiği film, hala geçerli katı aile göreneklerini, feodal adetleri açık seçik gözler önüne seriyor. Keskin bir çığlık gibi seyredenin boğazına saplanan bu kolayca unutulamaz yol ve yolculuk destanı, kesinlikle hiçbir seyircinin duyarsız kalamayacağı bir başyapıta dönüşüyor iki saat süresince" (Sungu Çapan, Cumhuriyet, 13.02.1999).

► Yol'un ele aldığı dönemsel özellikleri, gerçekçi yaklaşımını önemsemekle birlikte genelde başarısız görünen oyunculuğunu, sinemasal anlatımındaki bağlantı sorunlarını görmezden gelmek olanaklı değil. Ayrıca 1980'li yıllarda sesli film çekme geleneği henüz yerleşmediği için, böyle önemli bir ödül kazanmasına karşın, filmin ses tasarımında teknik ve estetik açıdan yetersizlikler olduğunu belirtmek gerekir. Yol Filmi, çekildiği tarihten uzun bir süre sonra sonra 12 Şubat 1999'da Türkiye'de gösterime girdi. Gösterime girmeden öncede Yılmaz Güney Kültür ve Sanat Vakfı, filmin ses düzeninin günümüz koşullarına göre uygulanması için uzun süren çalışmalar yaptırdı. Filmin çekildiği yıllardaki koşullar yüzünden başarısız yapılmış olan seslendirmesinin yeniden yapılmasında, Müşfik Kenter, Rutkay Aziz, Erdal Özyağcılar, Nilüfer Akbal, Ali Tutal gibi sanatçılar ücret almadan filmin seslendirmesine katıldı. Efektleri yeniden yapılan filmin, müziği de beslenerek yenilendi Diğer yandan Yılmaz Güney Kültür ve Sanat Vakfı adına konuşan Fatoş Güney, filmin yeniden seslendirilmesine ilişkin şunları söylemiş: "... Bir sorun çıkacağını zannetmiyorum, çünkü filmin özüne hiç dokunmadık. Sadece seslendirme yeniden yapıldı, müzikler zenginleştirildi ve kapı açıp kapama gibi efektler düzeltildi" Yol filminin biçimsel açıdan en çok dikkat çeken yanı Erdoğan Engin'in görüntüleri. Zaman zaman resim tadındaki çerçeveler ve özellikle atmosferi ortaya çıkaran aydınlatma ve görüntü çalışmasının başarısını vurgulamak gerekir.

* Yol filmi her görüşümde bana yeni kapılar açıyor, yeni gizlerini sunuyor. Her büyük ve gerçek sanat eserinde olduğu gibi ... Bu filmi ilk kez 1982'de Paris'te ağzına kadar dolu bir sinemada izlerken akan gözyaşlarımı, 17 yıl sonra Beyoğlu sinemasındaki basın gösterisinde yine tutamıyorum. Nedeni yalnızca benim sulu gözlülüğüm mÜ?

Yol, her şeyden önce birkaç önemli şeye tanıklık ediyor kuşkusuz ... Öncelikle, Türkiye'nin modern tarihindeki son açık askeri darbe olacağı umulan 12 Eylül ertesinde, ülkede egemen olan genel baskı ve otorite havasına ve bu havayı soluyarak büyük, uçsuz-bucaksız bir tutuk evine dönmüş bir ülkeye ... Öyle ki, İmralı yarı açık ceza evinden çıkarak bir Yol filmi ayrıca Yılmaz Güney'in Altın Palmiye'yi almasından sonra sürekli tartışmalara konu olmuştu. Tartışmalar ise yıllar yılı Yol'un sahibi olarak, Yılmaz Güney'in gösterilmesinden kaynaklanmıştı. Filmin yeniden gösterimi aşamasında bu tartışmalar yeniden canlanmıştı. Ölümünden önce Yılmaz Güney'le Yol hakkında yapılan bir söyleşide yönetmen: "Senaryonun gerçekleştirilmesi aşamasında, üç ay boyunca filmi çekecek yönetmenle (Erden Kıral) bağlantı halindeydim. Ona sahneleri teker teker anlattım; senaryoyla ilgili duygularımı aktardım. Ancak on gün sonra çekimlere ara verdirmek zorunda kaldım..(…) yeni bir yönetmen arayacak kadar vaktim kalmamıştı. Tek uygun isim, yıllardır asistanlığımı yapan Şerif Gören'di. Beni, hapishane ortamını ve mahkumların psikolojisini iyi tanıyan birine gereksinimim vardı. Gören, buna uygun biriydi. Sendikal bir sorun nedeniyle bir süre hapiste yatmıştı. Projeyle ilgili düşüncelerimi aktarmak ve senaryoyu tartışmak için aşağı yukarı üç günü birlikte geçirdik. Neyi çekeceğini iyice anladı ve sonuç olumluydu... Filmi onlar yaptı, ben de bir rehber gibi yol gösterdim. Film ses getirdiyse başarı onlarındır. Montaj ve müziklemeyi yaparken elimde gerçekten çok iyi bir malzeme vardıyor ... (Canbazoğlu, 1999). “Prof.Dr. Alim Şerif Onaran/Doç.Dr. Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 166

haftalık bir tatil için memleketlerine giden beş ana kahramanımızın karşılaştıklarının yanında, cezaevi neredeyse bir özgürlük beşiği gibi kalıyor!. " Çünkü kahramanlarımız, bir askeri yönetimin geçici baskısından daha temel bir sorunla, ülkenin geri kalmış yörelerini hala baskı altında tutan feodal ahlakın ve çağdışı değerlerin baskısıyla sıkışıp kalıyorlar. Kağıtlarını kaybettiği için gerisin geriye cezaevine dönen sempatik Yusuf’un başına gelenler, diğerlerinkine kıyasla hiç! ... Çünkü Mevlut, nişanlısıyla bir dakika bile baş başa kalmalarını engelleyen törelere isyan ederken, doyumu ancak genelevde buluyor ...Mehmet Salih, vaktiyle bir soygunda kayın biraderine ihanet edip onu ölüme terk etmenin cezasını, kızgın ailenin karısını kendisinde, uzak tutmasıyla ödüyor ve kadını alıp kaçtığında da, peşinde kan davasını bulur.

Ömer, ait olduğu Kürt köyünde jandarma baskısıyla karşılaşırken, kardeşinin cesedini bile tanımazdan gelmek zorunda kalıyor... Seyit Ali ise kendisini bekleyemeden geneleve düşmüş, ama hala içten içe sevdiği karısı Zine'yi kendi elleriyle ölüme yollayıp yollamamak arasında gidip geliyor. Bu iç içe geçmiş öykülerin yan kahramanları da zengin .. Başörtülü kadınlar, görkemli başlıklarıyla yaşlı Kürt anaları, sürekli ağlayan bebeler, neredeyse kundakta sigara içmeye başlayan ve gözlerinin önünde yaşanan en koyu dramları görerek birden büyüyen çocuklar... Neneler, dedeler, jandarmalar, erler, bekçiler, kısmet bekleyen mahzun bakışlı genç kızlar, talihsiz taze gelinler Tam bir memleketimden İnsan Manzaraları .

Çünkü Yılmaz Güney, derin Anadolu gözlemleri ve uzun mahpusluk yıllarının birikimiyle, kağıt üzerinde olağanüstü zenginlikte bir insanlar galerisi yaratmış. Şerif Gören ise kıvrak, işlek, kısa planlardan oluşan işlevsel ve akışkan bir sinemayla, bu kişilikleri ve hikayelerini perdeye taşımış.

Hepsi kusursuz oyuncular, çok çağdaş bir fılm bestecisi olduğuna inandığım Zülfü Livaneli'nin filme bir eldiven gibi uymuş müziği... Yılmaz Güney'in hayatını adadığı ideolojinin çöküşünden sonra bile hala, tüm görkemiyle ayakta duran bir yapıt. Çünkü gücünü Güney'in yüreğinin derinliklerine dek işlemiş insan sevgisinden alan bir eser... Ve belki hümanist bir sanatın mert görkemli doruklarından biri. .. Kimi sahneleri insanın belleğine çakılıp kalıyor bu filmin. Bir daha çıkmamacasına ... Örneğin Mehmet Salih'in karısını almaya gelip düşmanlıkla karşılaştığı sahnede çocukların kullanılışını, Zine'nin yolculuğun asıl amacını keşfettiği anı, Seyit Ali, Tarık Akan'ın gözlerinde birden nefretin yerini alan şefkat ve hoşgörüyü, Ömer'in belleğinde binicisinin altında dolu dizgin giden bir atla simgelenen o eski özgürlük günlerini ve başka şeyleri unutmaya olanak yok ... “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 154 ”

YILMAZ GÜNEY'İN AĞZINDAN "YOL"UN HİKAYESİ:

.... "Cezaevine, yakın arkadaşlarıma, bir koğuşu beraber paylaştığım ranza arkadaşlarıma, her gün beraber olduğum arkadaşlarıma bakmaya başladım. İçinde yaşadığım acılara, tanığı olduğum kırıklıklara, özlemlere bakmaya başladım. Bir süre sonra, kendime dedim ki: "İşte filmin kahramanları; gerçek, canlı ve etkili, üstelik bana yakın."

.... Cezaevini, koşulları, insan tutum ve davranışlarını, ne denli ayrıntıları ile olur-sa olsun senaryoya aktarmam yeterli olmayacaktı. ..... Üstelik cezaevi, bütün gerçeği ile anlatıldığı zaman böylesi bir filmin çekim olanakları yok denecek kadar azdı...

.... Sonunda, izne çıkan mahkumlar aracılığıyla Türkiye'nin bir kesitini anlatmaya karar verdim.... Yüzlerce arkadaşla konuşmalar yaptım. Kiminin sesini aldım teybe, kimisinin konuşmalarını notladım. Kimi arkadaşlara da, izin hikayelerini yazılı hale getirmelerini, hikayeleştirilmelerini söyledim... Çalışma ilerledikçe hikayem ete kemiğe bürünüyordu. .. Bayram iznine giden mahkumlar aracılığı ile Türkiye'yi anlatacaktım. .

.. Başlangıçta on bir kişi olan izincileri, altıya indirmek zorunda kalmıştım. Cezaevi bölümünü de kısaltmıştım. İlk senaryoda, bayram motifleri oldukça önemli bir yer tutuyordu. Çekim sırasında arkadaşlar, bayram motiflerini kullanamadılar. Bu nedenle senaryoda birçok değişiklik yapmak zorunda kaldım....

......Filmle yurt dışında karşılaştığım zaman, eldeki malzemeye göre yeni bir senaryo ve yeni bir düzenleme gerekiyordu. Yeni bir senaryo yazdım. Temeli bozmadan, iyi çekilmemiş, iyi oynanmamış sahneleri ayıklayarak, bazı plan ve görüntülerin yerlerini değiştirerek, bazı diyalogları değiştirerek yeni bir senaryo ... Sonuçta, filmin akışına zarar veren her şeyi bir bir ayıkladık. .. Ve altı kişi olan izincileri bu kez beşe indirdik. Çünkü hikayenin rahatsızlık veren hiçbir şeye tahammülü yoktu...."kez beşe indirdik. Çünkü hikayenin rahatsızlık veren hiçbir şeye tahammülü yoktu...."

* Yılmaz Güney açısından hayranlık verici olan, 10 yıllık bir zaman süresince sanatını Vittorio de Sica’yla kıyaslamayı (bu kıyaslama, ilk önemli filmi Umut dolayısıyla yapılmıştı) boşuna çıkarmayacak bir incelik (sophistication) düzeyine çıkarmış olmasıdır. 3 yılı pek aşmayan bir zaman süresi içinde Sürü, Düşman ve şimdi de Yol gibi 3 önemli filmin, hem de tutuklu bulunduğu ceza evinde düşünülüp tasarlanarak ortaya çıkmış olması, bu sinemacının yaratıcı gücü üstüne hiç kuşku bırakmıyor.

Güney tarafından basın toplantısında da belirtildiği üzere, çok anlamlı bir isim… Yön, Çıkış gibi anlamlara da geliyor. 5 tutuklu, izinle tutuk evinden çıkıyorlar. Beşinin de başına değişik şeyler geliyor: Biri, kan davası dolayısıyla vuruluyor, biri kağıtlarını kaybettiği için polisçe tutuklanıyor, bir diğeri kar-deşinin uğradığı haksızlığı görüyor ve geri dönmemeye karar veriyor, dördüncüsü onca özlediği nişanlısının bir türlü gerçek anlamda yaklaşamıyor. Sonuncusu ise karısını ağır doğa koşulları içinde yitiriyor… Her biri, ülkenin içinde bulunduğu zor ekonomik koşulların, insanı sefil biçimde toprağa bağlayan geri kalmış geleneklerin ve şiddet yüklü ön yargıların şu veya bu biçimde bilincine varıyor. Olayların ve kişilerin çokluğu, durumların karmaşıklığı seyirciyi şaşırtır gibi oluyor, ama öylesine güçlü duygularla yüklü, zaman zaman öylesine lirik bir film ki bu: İnsan insanın kurdudur, kapitalist düzen veya benzeri bir politik ve ideolojik nedenle değil, ama daha çok, Türk toplumu şiddeti bir ikinci doğa yapısında içerdiği için… Bin bir çelişkiyle kaynayan böylesine zengin bir filmi bir kerede kavramak kolay e Ceylan) oldu. değil, giderek mümkün değil. (Louis Marcorelles Le Monde, 18 Mayıs 1982)
En iyi Türk filmi 'YOL' Radikal 8.9.2003 (Kültür Sanat)

► Dokuz yıldır düzenlediği Avrupa Filmleri Festivali/Gezici Festival sayesinde Türkiye'nin birçok kentine sinema götüren Ankara Sinema Derneği'nin tüm zamanların En İyi 10 Türk Filmini belirlemek amacıyla düzenlediği anket sonuçlandı. Sinemayla profesyonel olarak ilgilenen 328 kişiyle yapılan ankette 'Yol' birinci olurken 'Umut' ikinci, 'Sürü' ise üçüncü sırada yer alıyor.

Bu sonuç, ankete Yılmaz Güney'in damga vurduğunun da kanıtı aynı zaman-da. Çünkü, üç film de bir şekilde Yılmaz Güney'in adıyla anılan filmler. Şerif Gören'in yönettiği 1981 yılında Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye ödülünü Costa Gavras'ın 'Kayıp'ıyla paylaşan 'Yol'un senaristi ve yapımcısı Yılmaz Güney. Ayrıca filmin montajını sürgünde olduğu Fransa'da kendisi yaptı. 'Umut'un yönetmeni ve senaristi Yılmaz Güney. Anketin üçüncü sırasında yer alan Zeki Ökten'in yönettiği 'Sürü'nün de senaryosu Yılmaz Güney'e ait.

Anketin diğerlerinden farkı, bugüne kadar sinemayla profesyonel olarak ilgilenenlerle yapılan, en geniş katılımlı anket olması. Ankete yönetmen, oyuncu, sinema yazarı, gazeteci ve akademisyen olmak üzere toplam 328 kişi katıldı. Ankete göre dördüncü 'Muhsin Bey' (Yavuz Turgul), beşinci 'Masumiyet' (Zeki Demirkubuz), altıncı 'Selvi Boylum Al Yazmalım' (Atıf Yılmaz), yedinci 'Anayurt Oteli' (Ömer Kavur), sekizinci 'Susuz Yaz' (Metin Erksan), dokuzuncu 'Gelin' (Lütfi Ö. Akad) ve 10'uncu 'Uzak' (Nuri Bilge Ceylan)

YILANI ÖLDÜRSELER (1981)


Yönetmen: Türkan Şoray
Eser: Yaşar Kemal
Senaryo: Yaşar Kemal, Türkan Şoray, Işıl Özgentürk, Arif Keskiner (Yaşar Kemal'in aynı isimli romanından)
Görüntü Yönetmeni : Güneş Karabuda
Kameraman: Muzaffer Turan
Özgün Müzik : Zülfü Livaneli
Yapım : Umut Film/Arif Keskiner

Yönetmen Asistanları: Zafer Par, Arif Erkuş, Leyla Taçdemir, Görüntü Yönetmeni Asistanları: Erhan Güner, Serdar Selvidal, Ses Teknisyeni: Erkan Esenboğa, Montaj: Lennart Arvidsson, Set Ekibi: Sonay Kanat, Kemal Kundak, Kemal Altun, Taci Ersen, Işık Ekibi: Turgut Köse, Ali Koşun, Müzisyenler: Ferhat Liva-neli, Daoud Amin, Ziyaettin Aytekin, Kemal Rastgeldi, Prodüksiyon Amiri: Erol Deniz, Dublaj Rejisörü: Levent Dönmez, Laboratuvar: Nordisk Filmkopia,

Oyuncular: Türkan Şoray, Talat Bulut, Mahmut Cevher, Ahmet Mekin, Aliye Rona, Hüseyin Peyda, Yaman Okan, Erol Demiröz, Pars Sezer (Küçük Oyuncu), Sabahat Işık,

Not: Film Osmaniye ilçesinin Hemite köyünde çekilmiştir.

KONU: Esme (Türkan Şoray) köyün en güzel kızıdır. Yaşadığı yörede herkes vurgundur Esme'ye. Esme de köyün yiğit delikanlısı eşkıya Abbas'a (Mahmut Cevher) sevdalıdır ama. köy Ağası Halim'le (Ahmet Mekin) evlenmek zorunda kalmıştır. Ve bu evlilikten çocuğu olmuştur. Esme uğruna elini kana bulayıp, on bir yıldır hapislerde yatan Abbas bir gün çıkar gelir. Abbas karalıdır. Çünkü hala Esme'ye vurgundur. Onu kaçırmak ister. Esme de ona boş değildir. Gene de direnir, kaçmaz. Çünkü çocuğu Hasan'ı (Pars Sezer) düşünür. Abbas, bir gece evi basıp Esme'nin kocasının öldürür. Ve Esme'yi kaçırır. Ama köylüler Abbas'ı öldürüp, cesedini köy meydanına atarlar. Esme'nin uğursuz güzelliği felaketler getirmektedir. Esme'nin köyden alıp başını gitmesi ya da ölmesi istenmektedir. Bu kez Esme'yi öldürmek için Ali (Talat Bulut) görevlendirilir. Ali de bu işi beceremez. Çünkü bu güzelliğe kıyamaz. Peki ya kim yapacaktır bu işi? Oğlu Hasan mı? Silah Hasan'a verilir. Babasının kanı yerde kalmamalıdır. Bütün olaylardan suçlu olan Esme öldürülmezse Hasan'ın babası Halil, mezarında hortlayacaktır. Ve Esme çırılçıplak leğende, Hasan anasına silahı ateşler ...
ÖDÜL:

Ankara Sanatevi adına sinema ya-zarlarının düzenlediği (1982) "En İyi 5 Yerli Film" seçiminde

► "Yılanı Öldürseler" 5 filmden biri seçil-di.
► "En İyi Özgün Müzik" dalında da Lülfü Livaneli "Birinci" oldu.

* Türkan Şoray'ın yönetmenlik çalışmasını hiç ummadığım derecede olumlu bulduğumu baştan belirtmeliyim. Osmaniye ilçesinin Hemite köyünde çekilen filmin yönetmeni Türkan Şoray'ın mı sunusunu akla getirecek denli başarılı bir bütünlüğü sahip "Yılanı Öldürseler", öz ve biçim yönünden de, teknik açılardan da Yeşilçam 'ölçütlerinin hayli üstünde bir düzeye ulaşmış. (Sungu Çapan, Milliyet Sanat Dergisi, S.: 44, 15 Mart 1982)

* "Yılanı Öldürseler", biraz Yaşar Kemal'in anlatım zenginliklerini içeren yapıtından gelen akıcılıkla ve biraz da, Şoray'ın katkısıyla, klasik bir deyişle eli yüzü düzgün bir film. Böylesine bir konudan daha başka, örneğin Türk sineması için aşama yapacak bir film çıkarılamaz mıydı? Sanırız bu da en azın-dan yapıtın taşıdığı tema açısından olanaksız olurdu. Çünkü "Yılanı Öldürseler" tüm başarılı taraflarına rağmen, Türk sinemasında bu konuda yapılmış benzer filmlerin bir yinelenmesi ötesine gidecek hiçbir özellik taşımıyor. (Burçak Evren, Gösteri, S.: 17, Nisan 1982) “Agah Özgüç, a.g.e. ”

* Evet, hem genel olarak, hem de birçok yönüyle özel olarak başarılı bir film "Yılanı Öldürseler". Ama bir edebiyat uyarlaması aynı düzeyde başarılı demek güç. Yaşar Kemal'in senaryo ekibi içinde yer alması da bu yargıyı değiştiremiyor. (Ahmet Günlük, Nokta, S.: 5,15-21 Mart 1982)

* Türkan Şoray'ın iyi niyetini, özellikle bu kon uya gösterdiği özeni yadsımak mümkün değil. Ancak, Türkan Şoray gibi kendini kanıtlamış bir sanatçının Yaşar Kemal romanını sinemalaştırmak ve dış festivallere katılmak gibi ağır bir sorumluluğun yarattığı psikolojik baskı altında bazı yanlışlara düştüğü de gözden kaç-mıyor. (Turan Aksoy, Hey, S.: 19, 15 Mart 1982)

* Doğu Anadolu, Güney Anadolu, Güney-Doğu Anadolu... Tarih içinde insanoğlunun en büyük uygarlıkları kurduğu, en görkemli yapıtları yarattığı yerler... Hangi yazgı, hangi dönüşü olmayan yanlış, hangi tanrıların laneti bu yerleri en acılı, en iç burucu insan dramlarının da sahnesi haline getirip koymuş? Hangi karayazı bu yöreleri çağımızda bile süren koyu karanlıklara boğmuş? Kim, hangi suçlu, İnsanları böyle geri bırakmış, insanı insana böylesine kıydırmış, insanı insanın kurdu falmış? Yaşlı büyük ananın yüreğini, oğlunun katili bellediği güzel Esmeye karşı böylesine kinle doldurmuş? Küçük oğlu Ali'yi, torunu Hasan'ı katil kılma pahasına, üstelik Hasan'ı "ana katili etme pahasına Esme'yi yok ele isteğini yüreğine böylesine doldurmuş? Kim yanık yüzlü köylüyü, kadınıyla erkeğiyle olayları yatıştırmak, kinleri, tutkuları söndürmeye çalışmak yerine ateşe körükle giden, şiddeti, kini, Öldürme isteğini yüreklendiren ağızlar haline getirmiş? Bu topraklar lanetli mi gerçekten, hep böyle kinle, ölümle dolu Öyküler mi olacak burada, romancılarımız bunları anlatacak, filmcilerimiz bunları mı seyrettirecekler bize?

"Yılanı Öldürseler", bu "Doğu filmleri" zincirine yeni bir halka ekliyor Yaşar Kemal’in bir romanından gelen sağlam bir malzemeye yaslanan, senaryosu üstün-de bir hayli uğraşılmış, çekimi özenle yapılmış, teknik işlemler Türk sinemasının alışılmış standartlarının çok üstünde (İsveç’te) gerçekleştirilmiş, çok ince kurgusu, müziği ile de dikkatleri çeken.. Ama tüm bu çalışmaların sonucu, insanı tam anlamıyla doyuran bir filme ulaşmıyor bence... Niye? Bunu anlamaya, açıklamaya çalışayım,,.

"Yılanı Öldürseler"de, biçim olarak hemen göze batan özellikler var. Bir kez, yakın planların, yüzleri iyice yakından veren yakın planların genelde çok az kullanıldığı dikkati çekiyor. Çokluk genel ve orta planlarla oluşuyor öykü. Bu yönetmen açısından bilinçli bir tutum kuşkusuz ve sonuçta, filmin görsel yanına bir tür "minyatür" görünümü kazandırıyor.

Sanki eski minyatürlerimizden yararlanma tekniği geliştirilmek İstenmiş gibi geliyor İnsana... Diğer yandan, film, kuşkusuz geniş ölçüde kurgu sırasında sağlanmış, ama bir ölçüde mutlaka çekim aşamasında da düşünülmüş olması gereken biçimde, kısa planlardan oluşuyor. Birbirine çabucak bağlanan, filme çok akıcı, giderek hızlı bir tempo kazandıran planlar.,. Bu hızlı anlatım/ kurgulama, filmi hemen yalnızca olayların genel akışının izlendiği, kişiler, kişilikler, onların karakterleri, onlarda olaylarla oluşan değişimler üstünde durmayan bir yapıt haline getiriyor. Bu da, filmi bir zamanlar "Ulusal Sinemacıların” özellikle Halil Refiğ'in savunduğu biçimde bize, bizim halk masallarımıza ve genelde "Doğu öykülerine, masallarına bağlıyor: Batı'da bireyin ortaya çıkışı, gelişmesi, psik-ojinin bir bilim dalı olarak ortaya çıkışıyla da daha geniş ruh bilimsel boyutlar kazanması sürecine tümüyle ters olarak İşleyen bir süreçle, bireyin bireysel psikolojinin var olmadığı, bireylerin değil toplulukların, "halkın" anlatıldığı bir anlatı biçimi. Film, sanki bu Doğu anlatı geleneğine bağlanmak istermiş gibi bir anlatım seçiyor ve zaten "minyatür" görselliği ile çelişmiyor, tam tersine bağdaşıyor bu... Bir ölçüde "Hazal’da da var olan ve belli bir bileşime gitmede, bir uyum sağlamada bir ölçüde başarılı olan bir arayış söz konusu, belki de...

Ama ne var ki bu uyum, filmin (öykünün) genel tavrıyla, yapısıyla uyumlu değil, "Yılanı Öldürseler" tümüyle klasik dramatik yapıda bir öykü çünkü. Giderek bir trajedi bu... Trajediyi yalnızca "koyu dram" anlamına almıyorum: Klasik Yunan trajedisinin havası, öğeleri seziliyor filmde.

Yılanı Öldürseler"i seyri zevkli, görsel açıdan ilginç, ayrıca belli bir öz anlatım birlikteliği, uyumu tutturmuş ilginç bir çaba sayıyorum. Ama "Doğu filmleri "köy filmleri "geri kalmışlık öyküleri anlatmadaki yöntemler üstüne yeni baştan ve şöyle esaslı bir düşünme gereği de var derim. Bu film bana bu gereği yeniden duyurdu. Ayrıca, bir de, baştaki girişe dönersek, kuşkusuz yadsıyamayacağımız biçimde var olan, üstelik bize, sanatımıza Yaşar Kemal'leri, Orhan Kemal'leri, Bekir Yıldız'ları ve son dönemin birçok başarılı sinema ürününü armağan etmiş olan geri kalmışlığımız ve onun koşullarının yanı sıra, biraz da başka gerçeklerimize eğilmek, biraz da onları, söz gelimi kentin sorunlarını ve insanlarını, kentleşmenin acılarını anlatsak nasıl diyorum...


YAŞAMAK BU DEĞİL (1981)



Yönetmen: Temel Gürsu
Senaryo : Arda Uskan
Kamera: Sertaç Karan
Yapım: Kuzey Film/Seyfettin Özkasap, Tanju Gürsu

Oyuncular: İbrahim Tatlıses, Serpil Çakmaklı, Suzan Avcı, Kadir Savun, Reha Yurdakul, Hikmet Taşdemir, Mete Sezer, Civan Canova,

Konu: Kasabaya çalışmak için gelen İbrahim, kötü bir şöhreti olan Gülbahar'ın kızı Emine ile evlenir. İnşaat sahibinin oğlu ve arkadaşları bir gün hem Gülbahar'ı hem de Emine'yi kaçırırlar. Her ikisine de tecavüz ederler. Emine kendisini asar. İbrahim'de intikamını alır.

YASAK AŞK (1981)




Yönetmen: Ümit Efekan
Senaryo: Dinçer Önal
Eser: Frederc Dart
Kamera: Orhan Kapkı
Yapım: Ödül Film/Müfit İlkiz

Oyuncular: Selahattin Alpay, Emel Tümer, Tülay Erçetin, Hayati hamzaoğlu, Alev Gürzap, Filiz Çetin, Sema Sevinç, Tomris Tez, Baykal Kent, Seçkin Bal, Recep Filiz,

Konu: İki kız kardeş arasında kalan bir gencin aşk öyküsü


YAPIŞIK KARDEŞLER “Nokta ile Virgül” (1981)




Yönetmen: Samim Utku
Senaryo: Erdoğan Tünaş
Kameraman: Sedat Ülker
Yapım: Tufan Film/Samim Utku

Oyuncular: Abdullah Şahin (Nokta), Enver Demirkan (Virgül), Ahu Tuğba, Ünsal Emre, Bülent Kayabaş, Erdinç Akbaş, Ajlan Aktuğ, Yüksel Gözen, Necla Fide, Nuran Aksoy, Yadigâr Ejder, Nuray Tansu, Orhan Çin, Muhittin Ayan, Cafer Çağan,

Konu: Yapışık olarak doğan ikiz kardeşin aşk ve macera öyküsü.