Powered By Blogger

8 Mart 2020 Pazar

YOL (1981)


“Hüznün sayısız tonu, bir çok yüzü var-dır; çiçekler, kuşlar, rüzgarlar gibi.
Ben bazı yakın arkadaşların aracılığıyla, hüznü, sevgi ve kederi anlatmaya çalış-tım; her ne kadar bazıları tarafından anlaşılmaz ve inanılmaz bulunsa da.”
Yılmaz Güney

“Yol’un büyük yolculuğuna kendi ülke-sinde de devam etmesi için yapılan restorasyon çalışmasında emeği geçenlere teşekkür ederiz”

Fatoş Güney

Yönetmen: Şerif Gören
Senaryo ve Kurgu: Yılmaz Güney
Görüntü Yönetmeni: Erdoğan Engin
Müzik: Zülfü Livaneli (Sebastian Argol Kendal takma adıyla)
Müzik Direktörü: Ferhat Livaneli
Yapım: Güney Film/Yılmaz Güney
Cactus Film Ortak yapımı

Müzisyenler: Ferhat Livaneli, Selim Atakan, Erdal Akkaya, Eyüp hamiş, Cengiz Ercümer, Saim Peker, Sevil Peker, Ertan Tekin, Müzik Kayıt ve Mix: Çağlar Türkmen, Ses Dizayn-Mix: Taylan Oğuz, Ses Kayıt-Senkron: Serdar Öngören, İsa Yücel, Osman Tahsin Erol, Serhat Savaş, Editör: Yılmaz Güney, Elizabeth Waelchi, Video Kurgu: Şölen Yertutan, Film Kayıt: Serdar Danişmend, Laboratuar: Yusuf Özbek, Mustafa Koç, Orhan Turgut, Selahattin Turgut, Ersan Gümüş, Ayhan Kısa, Seslendirme Yönetmeni: Toygun Ateş, Seslendirme Sanatçıları: Müşfik kenter, Erdal Özyağcılar, Halil Ergün, Rutkay Aziz, Savaş Dinçer, Gülen Kahraman, Nilüfer Akbal, Ali Tutal, Meral Orhonsay, Atilla Yiğit, Ender Yiğit, Cengiz Küçükayvaz, Ali yaylı, Hakkı Ergök, Görkem Ateş, Tenay, Murat Batgi, Arjen Yalçınkaya, Rojen Bruşa Çirik, Melike Çirik, Kemal Ulusoy, Reşat Günel, Yıldız Gültekin, Samye Tunç, Resterasyon Süpervizörü: Ersin Salman,

Oyuncular: Tarık Akan, Şerif Sezer, Halil Ergün, Meral Orhonsay, Necmettin Ço-banoğlu, Sevda Aktolga, Hikmet Çelik, Tuncay Akça, Semra Uçar, Hale Akınlı, Hikmet Taşdemir, Turgut Savaş, Hikmet Taşdemir, Engin Çelik, Osman Bardakçı, Enver Güney, Erdoğan Seren

ÖDÜLLER :

1982 Cannes Film Festivali Altın Palmiye Ödülünü
►Costa Gavras’ın “Missing (Kayıp) filmi ile paylaştı.

Fransa'da "Eleştirrmenler" ödülü (1983).

Fibresci Ödülü, Özel Anma Ödülü

KONU: 'Yol' filmi, İmralı Yarı Açık Cezaevi'nde yatmakta olan Seyit Ali (Tarık Akan), Mehmet Salih (Halil Ergün), Ömer (Necmettin Çobanoğlu), Mevlüt (Hikmet Çelik), Yusuf (Tuncay Akca) gibi 6 mahkumun izne gitmeleri ve izinde başları-na gelenlerin öyküsünü anlatır. Mah-umlara gelen mektuplar, hapishanede dağıtılmaktadır. 12 Eylül ihtilali'nin üzerinden kısa bir süre geçmiştir. Cezaevi yöneticisi, mahkumları disiplinsiz olmalarından dolayı uyarmakta ve davranışlarını değiştirmeyenIerin kapalı cezaevlerine gönderileceklerini söylemektedir. Bu arada uzun süredir askıya alınmış izinler yeniden açılmıştır. izin listesinde adı olan Seyit Ali, Mehmet Salih, Ömer gibi mahkumlarda izne çıkacaktırlar. İzine giden mahkumlar eğer geri dönmezlerse, yakalanırlarsa kapalı cezaevine gönderileceklerdir. 

İzinde hasta olurlarsa savcılığa ya da sıkıyönetim komutanına başvuracaklardır. Seyit Ali, babasının yanında olan karısı ve çocuğunu görmek için Kon-ya'ya, Mehmet Salih ise Adana'ya gitmektedir. Seyit Ali, baba evine geldiğinde babasının bir kuma alıp çocuk sahibi olduğunu, karısının ise kaçtığını öğrenir. Mehmet Salih'i ise karısının ailesi istememektedir. Karısı ise çocuğu ve kocasıyla ailesinin arasında sıkışıp kalmıştır. Ailesi Mehmet Salih’i kayınbiraderi Aziz'in vurulmasından sorumlu tutmaktadırlar. Mehmet Salih, Aziz ile kuyumcu soyarken polisin gelmesi üzerine korkarak kaçmış ve Aziz'in vurulma-sına neden olmuştur. Ömer ise Fırat-Birecik'den geçerek filmde Kürdistan olarak gösterilen bölgeye gider. Mahkumlardan bir diğeri Mevlüt ise Gaziantep'e gelmiştir. Seyit Ali'nin karısı onun yokluğunda Soğukoluk'ta geneleve düşmüştür. 

Ailesi namuslarını temizlemek için kızlarını yanlarına almıştır. Mehmet Salih, Diyarbakır'a karısının ailesinin evine gider. Karısı Emine ve çocuklarını görmeye gittiğinde kayın pederinin evinde kötü karşılanır. Hepsi ona Aziz'in ölümüne neden olduğu için kin gütmektedir. Mehmet Salih'in karısı Ziine, çocukları ve kocasıyla kaçar. Seyit Ali ise, karısını ve oğlunu babasının evinden alarak Sancak'a abisi Şevket'in yanına götürmek üzere yola çıkarlar. Bu arada karısı ve çocuklarıyla kaçan Mehmet Salih'i, Emine'nin ailesi trende kıstırarak öldürür. Seyit Ali'nin karısı Zine, Sancak'a giderlerken yolda donarak ölür. İzin yolculuğu neredeyse bütün mahkumlar için trajediyle son bulmuştur.

* Yılmaz Güney'in 23 Ocak 1981'de Isparta Ceza evinde yazıp bitirdiği Arife Bayram adlı senaryonun çekimine aynı yıl (Ocak'ın ortalarında), yönetmen Erden Kıral başladı. Güney'e göre bu ilk proje 6 saat uzunluğunda bir film olacaktı. Temel öykü, on bir mahkumun iç içe gelişen hayat serüveninden kaynaklanıyordu. Bazı nedenlerle 17 günlük bir çalışmadan ve 33 kutu çekildikten sonra yapımcısı Güney tarafından çekim durduruldu. 40 günlük bir aradan sonra, yeni bir ekiple tekrar çekim e başlandı. Bu kez filmin yönetmeni Şerif Gören'di. 155 sayfalık senaryodan bazı bölümler çıkarılarak, temel öykünün on bir mah-kumu, yeni bir düzenleme sonucu (Güven Şengül’ün oynadığı Süleyman adlı mahkumun da senaryodaki rolü kısaltılarak) 6'ya düşürüldü. Ayrıca, Erden Kral'ın yönetiminde çekilen Erol Demiröz'lü sahneler de çıkartıldı. Filmin çekimi bittikten sonra Yol, yasadışı yollardan yurt dışına kaçırılarak seslendirme ve tüm teknik işlemleri Fransa'da yapıldı. Eski adıyla "Bayram", yeni adıyla Yol, Susuz Yaz ve Umut'tan sonra yurt dışına kaçırılıp, devlet desteği dışında festivallere katılan üçüncü Türk filmi oluyor.

Yasa dışı video kasetlerinden izlenen Yol, on sekiz yıl sonra (12 Şubat 1999) ilk kez Türkiye sinemalarında vizyona girdi. Türkiye'de yeniden seslendirilen, yurt dışı kopyalarında yer alan Urfa bölümünde-ki Kürdistan yazısı çıkarıldı. “Agâh Özgüç, “Bütün Filmleriyle Yılmaz Güney”

* 35. Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye'yi Costa Gavras'ın Kayıp'ıyla paylaşan, Türk sinemasına uluslararası bir festivaldeki en büyük başarıyı kazandıran Şerif Gören filmi Yol, alabildiğine sarsıcı, seyirciyi asla rahat bırakmayan, tartışmasız bir başyapıt. Uzun bir liste halinde sıralanabilecek özellikleri nedeniyle, filmin bu denli saygınlık taşıması ve dünya sinema tarihinde çok onurlu bir yer edinmesinde, senaryoda imzası bulunan Yılmaz Güney'in de büyük payı var kuşkusuz. Öyle ki 12 Eylül 1980 darbesinin hemen ardından, çok zorlu koşullarda işbirliğine giren Gören-Güney ikilisinin yaşadıkları ve filmin çekim süreci, başlı başına kitaplara, belgesellere konu olacak nitelikte.

Yol, çeşitli suçlardan İmralı Yarı Açık Ce-zaevi'nde hükümlü bulunan beş kader arkadaşının, iyi halleri göz önünde bu-lundurularak, çıkarıldıkları bir haftalık bayram izinleri sırasında yaşadıklarını anlatıyor. Karısının başka erkeklerle birlikte olduğunu öğrenen ve töreler gereği elini kana bulamaya zorlanan Seyyit Ali...Soygun sırasında kayınbiraderini ölüme terk ettiği düşünüldüğü için, çok sevdiği karısının ailesi tarafından dışla-nan Mehmet Ali… İzin kağıdını kaybettiği için cezaevine geri gönderilen Yusuf...Bayram iznini nişanlısıyla geçirmeyi düşleyen ama kızlarını bir saniye bile yalnız bırakmayan aile nedeniyle hevesi kursağında kalan Mevlüt... Köyünün güzel kızlarından Gülbahar'a yanık, ne yapacağını bilemeyen Ömer... 

Şerif Gören, diyelim ki bir western'e ya da komedi filmine de çok zengin malzeme sağlayabilecek bu öyküyü, olağanüstü etkileyicilikte bir Türkiye-Anadolu destanına dönüştürmüş. Godar'ın tanımıyla, "politik bir film" değil Yol; "politik yöntemle yapılmış bir film". Şerif Gören'in hiç büyük laflar etmeden, tek bir karede cunta lideri ile ünlü bir transseksüel şarkıcının kartpostallarını yan yana getirerek 12 Eylül'ü gayet yalın biçimde simgelemesi, bunun kanıtı!

Mahpusluğun, yolculuğun ve varılan yerlerin filmi Yol. Kalabalık oyuncu kadrosunun başarısından ise uzun uzun söz etmeye hiç gerek yok. "Göz kamaştırıcı" demek yeterli... (Tunca Arslan) “www.europeanfilmfestival.com ”

* "Yol" hemen söylemeli, bir sinema baş yapıtı, sinemanın son yıllarda ger-çekleştirdiği en güçlü filmlerden biri. Film gücünü, çeşitli düşünsel akımların, entellektüel kaygıların, biçimsel araştırmaların, özbiçim dengesi ve ilişkisi tartışmalarının at oynattığı dünya sineması içinde, yalın ve özlü bir sinema olmasından alıyor. Film, son dönemdeki birçok başarı kazanan filmimizde olduğu gibi, insanoğlunun temel sorunlarını irdeliyor ... Kadın-erkek ilişkisi, kadının odak noktasını oluşturduğu sevgi, istek, kıskançlık, ihanet, namus, onur, onursuzluk gibi kavramlar. (Atilla Dorsay, Milliyet Sanat Dergisi, S. 60, 15 Kasım 1982)

* Yol filmi, bugüne kadar Türk sinemasının aldığı en önemli ödüllerden olan Cannes Film Festivali'nde, 1982 yılında Altın Palmiye kazanmıştı. Filmin senaryosunu yazan Yılmaz Güney'in, ülkesi dışında yaşamak zorunda olduğu dönemlerde çekilen bir film olan Yol'un yönetmenliğini ise Şerif Gören yapmıştı. Yol, Şerif Gören'in filmografisindeki en iyi filmlerden biri. Film farklı nedenlerle hapse girmiş mahkumların izin için yakınlarının yanına gitmek için yaptıkları yolculuk sırasında, 12 Eylül'ün gölgesindeki Türkiye'den insan ve yaşam manzaraları sunuyor. Aleni bir ihtilal eleştirisine ki1itlenmeyen film, günümüzde de aşılamayan töre cinayetleri, az gelişmişlik, yoksulluk ve geri kalmışlığın zihniyeti gibi sorunlar üzerinde gerçekçi bir yaklaşım oluşturuyor. Yılmaz Güney'in daha önce yine senaryolarını yazdığı fakat hapiste olduğu için çekemediği Sürü, Düşman gibi filmlerden sonra destansı boyutları olan bir film Yol. Hapishane olarak İmralı Yarı Açık Cezaevi'nin seçilmesi aslında manidar bir sonuç yaratıyor. Hapishane içindeki yarı açık yaşam, dönemsel olarak kesiştirilen 12 Eylül İhtilali'yle birleştirilince, cezaevi bir metafor özelliği taşımaya başlıyor. Ele alınan dönem ve olaylarda da, ülke bir çeşit açık cezaevi niteliği taşıyor. Nedeni ne olursa olsun, baskının ve şiddetin en açık şekilde ya-şandığı bir ortam karşımıza çıkıyor. "Aslında 'Yol' bir büyük hapishaneyi anlatıyor. Küçük yarı açık hapishaneden izinli çıkıp büyük bir hapishanenin içinde 'izin' yapan mahkumların öyküsüdür 'Yol'. İmralı'dan başlayan 'Yol'culuk Bursa, Eskişehir, Konya, Toros 'un köyleri, Tarsus, Mersin, Adana, Antep, Urfa, Diyarbakır ve Bingöl gibı geniş bir coğrafyada geçer" (Başlangıç, Radikal, 23.01.1999).

* Filmde yoğun acıların, sorunların, gelenek göreneklerin çarpıttığı insan ilişkilerinin, cinsel baskıların, gerçekçi, nesnel tasviri ağır basıyor. Doğulu kadının ezilmişliğiyle erkeğin zavallılığının birbirine koşut gittiği film, hala geçerli katı aile göreneklerini, feodal adetleri açık seçik gözler önüne seriyor. Keskin bir çığlık gibi seyredenin boğazına saplanan bu kolayca unutulamaz yol ve yolculuk destanı, kesinlikle hiçbir seyircinin duyarsız kalamayacağı bir başyapıta dönüşüyor iki saat süresince" (Sungu Çapan, Cumhuriyet, 13.02.1999).

► Yol'un ele aldığı dönemsel özellikleri, gerçekçi yaklaşımını önemsemekle birlikte genelde başarısız görünen oyunculuğunu, sinemasal anlatımındaki bağlantı sorunlarını görmezden gelmek olanaklı değil. Ayrıca 1980'li yıllarda sesli film çekme geleneği henüz yerleşmediği için, böyle önemli bir ödül kazanmasına karşın, filmin ses tasarımında teknik ve estetik açıdan yetersizlikler olduğunu belirtmek gerekir. Yol Filmi, çekildiği tarihten uzun bir süre sonra sonra 12 Şubat 1999'da Türkiye'de gösterime girdi. Gösterime girmeden öncede Yılmaz Güney Kültür ve Sanat Vakfı, filmin ses düzeninin günümüz koşullarına göre uygulanması için uzun süren çalışmalar yaptırdı. Filmin çekildiği yıllardaki koşullar yüzünden başarısız yapılmış olan seslendirmesinin yeniden yapılmasında, Müşfik Kenter, Rutkay Aziz, Erdal Özyağcılar, Nilüfer Akbal, Ali Tutal gibi sanatçılar ücret almadan filmin seslendirmesine katıldı. Efektleri yeniden yapılan filmin, müziği de beslenerek yenilendi Diğer yandan Yılmaz Güney Kültür ve Sanat Vakfı adına konuşan Fatoş Güney, filmin yeniden seslendirilmesine ilişkin şunları söylemiş: "... Bir sorun çıkacağını zannetmiyorum, çünkü filmin özüne hiç dokunmadık. Sadece seslendirme yeniden yapıldı, müzikler zenginleştirildi ve kapı açıp kapama gibi efektler düzeltildi" Yol filminin biçimsel açıdan en çok dikkat çeken yanı Erdoğan Engin'in görüntüleri. Zaman zaman resim tadındaki çerçeveler ve özellikle atmosferi ortaya çıkaran aydınlatma ve görüntü çalışmasının başarısını vurgulamak gerekir.

* Yol filmi her görüşümde bana yeni kapılar açıyor, yeni gizlerini sunuyor. Her büyük ve gerçek sanat eserinde olduğu gibi ... Bu filmi ilk kez 1982'de Paris'te ağzına kadar dolu bir sinemada izlerken akan gözyaşlarımı, 17 yıl sonra Beyoğlu sinemasındaki basın gösterisinde yine tutamıyorum. Nedeni yalnızca benim sulu gözlülüğüm mÜ?

Yol, her şeyden önce birkaç önemli şeye tanıklık ediyor kuşkusuz ... Öncelikle, Türkiye'nin modern tarihindeki son açık askeri darbe olacağı umulan 12 Eylül ertesinde, ülkede egemen olan genel baskı ve otorite havasına ve bu havayı soluyarak büyük, uçsuz-bucaksız bir tutuk evine dönmüş bir ülkeye ... Öyle ki, İmralı yarı açık ceza evinden çıkarak bir Yol filmi ayrıca Yılmaz Güney'in Altın Palmiye'yi almasından sonra sürekli tartışmalara konu olmuştu. Tartışmalar ise yıllar yılı Yol'un sahibi olarak, Yılmaz Güney'in gösterilmesinden kaynaklanmıştı. Filmin yeniden gösterimi aşamasında bu tartışmalar yeniden canlanmıştı. Ölümünden önce Yılmaz Güney'le Yol hakkında yapılan bir söyleşide yönetmen: "Senaryonun gerçekleştirilmesi aşamasında, üç ay boyunca filmi çekecek yönetmenle (Erden Kıral) bağlantı halindeydim. Ona sahneleri teker teker anlattım; senaryoyla ilgili duygularımı aktardım. Ancak on gün sonra çekimlere ara verdirmek zorunda kaldım..(…) yeni bir yönetmen arayacak kadar vaktim kalmamıştı. Tek uygun isim, yıllardır asistanlığımı yapan Şerif Gören'di. Beni, hapishane ortamını ve mahkumların psikolojisini iyi tanıyan birine gereksinimim vardı. Gören, buna uygun biriydi. Sendikal bir sorun nedeniyle bir süre hapiste yatmıştı. Projeyle ilgili düşüncelerimi aktarmak ve senaryoyu tartışmak için aşağı yukarı üç günü birlikte geçirdik. Neyi çekeceğini iyice anladı ve sonuç olumluydu... Filmi onlar yaptı, ben de bir rehber gibi yol gösterdim. Film ses getirdiyse başarı onlarındır. Montaj ve müziklemeyi yaparken elimde gerçekten çok iyi bir malzeme vardıyor ... (Canbazoğlu, 1999). “Prof.Dr. Alim Şerif Onaran/Doç.Dr. Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 166

haftalık bir tatil için memleketlerine giden beş ana kahramanımızın karşılaştıklarının yanında, cezaevi neredeyse bir özgürlük beşiği gibi kalıyor!. " Çünkü kahramanlarımız, bir askeri yönetimin geçici baskısından daha temel bir sorunla, ülkenin geri kalmış yörelerini hala baskı altında tutan feodal ahlakın ve çağdışı değerlerin baskısıyla sıkışıp kalıyorlar. Kağıtlarını kaybettiği için gerisin geriye cezaevine dönen sempatik Yusuf’un başına gelenler, diğerlerinkine kıyasla hiç! ... Çünkü Mevlut, nişanlısıyla bir dakika bile baş başa kalmalarını engelleyen törelere isyan ederken, doyumu ancak genelevde buluyor ...Mehmet Salih, vaktiyle bir soygunda kayın biraderine ihanet edip onu ölüme terk etmenin cezasını, kızgın ailenin karısını kendisinde, uzak tutmasıyla ödüyor ve kadını alıp kaçtığında da, peşinde kan davasını bulur.

Ömer, ait olduğu Kürt köyünde jandarma baskısıyla karşılaşırken, kardeşinin cesedini bile tanımazdan gelmek zorunda kalıyor... Seyit Ali ise kendisini bekleyemeden geneleve düşmüş, ama hala içten içe sevdiği karısı Zine'yi kendi elleriyle ölüme yollayıp yollamamak arasında gidip geliyor. Bu iç içe geçmiş öykülerin yan kahramanları da zengin .. Başörtülü kadınlar, görkemli başlıklarıyla yaşlı Kürt anaları, sürekli ağlayan bebeler, neredeyse kundakta sigara içmeye başlayan ve gözlerinin önünde yaşanan en koyu dramları görerek birden büyüyen çocuklar... Neneler, dedeler, jandarmalar, erler, bekçiler, kısmet bekleyen mahzun bakışlı genç kızlar, talihsiz taze gelinler Tam bir memleketimden İnsan Manzaraları .

Çünkü Yılmaz Güney, derin Anadolu gözlemleri ve uzun mahpusluk yıllarının birikimiyle, kağıt üzerinde olağanüstü zenginlikte bir insanlar galerisi yaratmış. Şerif Gören ise kıvrak, işlek, kısa planlardan oluşan işlevsel ve akışkan bir sinemayla, bu kişilikleri ve hikayelerini perdeye taşımış.

Hepsi kusursuz oyuncular, çok çağdaş bir fılm bestecisi olduğuna inandığım Zülfü Livaneli'nin filme bir eldiven gibi uymuş müziği... Yılmaz Güney'in hayatını adadığı ideolojinin çöküşünden sonra bile hala, tüm görkemiyle ayakta duran bir yapıt. Çünkü gücünü Güney'in yüreğinin derinliklerine dek işlemiş insan sevgisinden alan bir eser... Ve belki hümanist bir sanatın mert görkemli doruklarından biri. .. Kimi sahneleri insanın belleğine çakılıp kalıyor bu filmin. Bir daha çıkmamacasına ... Örneğin Mehmet Salih'in karısını almaya gelip düşmanlıkla karşılaştığı sahnede çocukların kullanılışını, Zine'nin yolculuğun asıl amacını keşfettiği anı, Seyit Ali, Tarık Akan'ın gözlerinde birden nefretin yerini alan şefkat ve hoşgörüyü, Ömer'in belleğinde binicisinin altında dolu dizgin giden bir atla simgelenen o eski özgürlük günlerini ve başka şeyleri unutmaya olanak yok ... “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 154 ”

YILMAZ GÜNEY'İN AĞZINDAN "YOL"UN HİKAYESİ:

.... "Cezaevine, yakın arkadaşlarıma, bir koğuşu beraber paylaştığım ranza arkadaşlarıma, her gün beraber olduğum arkadaşlarıma bakmaya başladım. İçinde yaşadığım acılara, tanığı olduğum kırıklıklara, özlemlere bakmaya başladım. Bir süre sonra, kendime dedim ki: "İşte filmin kahramanları; gerçek, canlı ve etkili, üstelik bana yakın."

.... Cezaevini, koşulları, insan tutum ve davranışlarını, ne denli ayrıntıları ile olur-sa olsun senaryoya aktarmam yeterli olmayacaktı. ..... Üstelik cezaevi, bütün gerçeği ile anlatıldığı zaman böylesi bir filmin çekim olanakları yok denecek kadar azdı...

.... Sonunda, izne çıkan mahkumlar aracılığıyla Türkiye'nin bir kesitini anlatmaya karar verdim.... Yüzlerce arkadaşla konuşmalar yaptım. Kiminin sesini aldım teybe, kimisinin konuşmalarını notladım. Kimi arkadaşlara da, izin hikayelerini yazılı hale getirmelerini, hikayeleştirilmelerini söyledim... Çalışma ilerledikçe hikayem ete kemiğe bürünüyordu. .. Bayram iznine giden mahkumlar aracılığı ile Türkiye'yi anlatacaktım. .

.. Başlangıçta on bir kişi olan izincileri, altıya indirmek zorunda kalmıştım. Cezaevi bölümünü de kısaltmıştım. İlk senaryoda, bayram motifleri oldukça önemli bir yer tutuyordu. Çekim sırasında arkadaşlar, bayram motiflerini kullanamadılar. Bu nedenle senaryoda birçok değişiklik yapmak zorunda kaldım....

......Filmle yurt dışında karşılaştığım zaman, eldeki malzemeye göre yeni bir senaryo ve yeni bir düzenleme gerekiyordu. Yeni bir senaryo yazdım. Temeli bozmadan, iyi çekilmemiş, iyi oynanmamış sahneleri ayıklayarak, bazı plan ve görüntülerin yerlerini değiştirerek, bazı diyalogları değiştirerek yeni bir senaryo ... Sonuçta, filmin akışına zarar veren her şeyi bir bir ayıkladık. .. Ve altı kişi olan izincileri bu kez beşe indirdik. Çünkü hikayenin rahatsızlık veren hiçbir şeye tahammülü yoktu...."kez beşe indirdik. Çünkü hikayenin rahatsızlık veren hiçbir şeye tahammülü yoktu...."

* Yılmaz Güney açısından hayranlık verici olan, 10 yıllık bir zaman süresince sanatını Vittorio de Sica’yla kıyaslamayı (bu kıyaslama, ilk önemli filmi Umut dolayısıyla yapılmıştı) boşuna çıkarmayacak bir incelik (sophistication) düzeyine çıkarmış olmasıdır. 3 yılı pek aşmayan bir zaman süresi içinde Sürü, Düşman ve şimdi de Yol gibi 3 önemli filmin, hem de tutuklu bulunduğu ceza evinde düşünülüp tasarlanarak ortaya çıkmış olması, bu sinemacının yaratıcı gücü üstüne hiç kuşku bırakmıyor.

Güney tarafından basın toplantısında da belirtildiği üzere, çok anlamlı bir isim… Yön, Çıkış gibi anlamlara da geliyor. 5 tutuklu, izinle tutuk evinden çıkıyorlar. Beşinin de başına değişik şeyler geliyor: Biri, kan davası dolayısıyla vuruluyor, biri kağıtlarını kaybettiği için polisçe tutuklanıyor, bir diğeri kar-deşinin uğradığı haksızlığı görüyor ve geri dönmemeye karar veriyor, dördüncüsü onca özlediği nişanlısının bir türlü gerçek anlamda yaklaşamıyor. Sonuncusu ise karısını ağır doğa koşulları içinde yitiriyor… Her biri, ülkenin içinde bulunduğu zor ekonomik koşulların, insanı sefil biçimde toprağa bağlayan geri kalmış geleneklerin ve şiddet yüklü ön yargıların şu veya bu biçimde bilincine varıyor. Olayların ve kişilerin çokluğu, durumların karmaşıklığı seyirciyi şaşırtır gibi oluyor, ama öylesine güçlü duygularla yüklü, zaman zaman öylesine lirik bir film ki bu: İnsan insanın kurdudur, kapitalist düzen veya benzeri bir politik ve ideolojik nedenle değil, ama daha çok, Türk toplumu şiddeti bir ikinci doğa yapısında içerdiği için… Bin bir çelişkiyle kaynayan böylesine zengin bir filmi bir kerede kavramak kolay e Ceylan) oldu. değil, giderek mümkün değil. (Louis Marcorelles Le Monde, 18 Mayıs 1982)
En iyi Türk filmi 'YOL' Radikal 8.9.2003 (Kültür Sanat)

► Dokuz yıldır düzenlediği Avrupa Filmleri Festivali/Gezici Festival sayesinde Türkiye'nin birçok kentine sinema götüren Ankara Sinema Derneği'nin tüm zamanların En İyi 10 Türk Filmini belirlemek amacıyla düzenlediği anket sonuçlandı. Sinemayla profesyonel olarak ilgilenen 328 kişiyle yapılan ankette 'Yol' birinci olurken 'Umut' ikinci, 'Sürü' ise üçüncü sırada yer alıyor.

Bu sonuç, ankete Yılmaz Güney'in damga vurduğunun da kanıtı aynı zaman-da. Çünkü, üç film de bir şekilde Yılmaz Güney'in adıyla anılan filmler. Şerif Gören'in yönettiği 1981 yılında Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye ödülünü Costa Gavras'ın 'Kayıp'ıyla paylaşan 'Yol'un senaristi ve yapımcısı Yılmaz Güney. Ayrıca filmin montajını sürgünde olduğu Fransa'da kendisi yaptı. 'Umut'un yönetmeni ve senaristi Yılmaz Güney. Anketin üçüncü sırasında yer alan Zeki Ökten'in yönettiği 'Sürü'nün de senaryosu Yılmaz Güney'e ait.

Anketin diğerlerinden farkı, bugüne kadar sinemayla profesyonel olarak ilgilenenlerle yapılan, en geniş katılımlı anket olması. Ankete yönetmen, oyuncu, sinema yazarı, gazeteci ve akademisyen olmak üzere toplam 328 kişi katıldı. Ankete göre dördüncü 'Muhsin Bey' (Yavuz Turgul), beşinci 'Masumiyet' (Zeki Demirkubuz), altıncı 'Selvi Boylum Al Yazmalım' (Atıf Yılmaz), yedinci 'Anayurt Oteli' (Ömer Kavur), sekizinci 'Susuz Yaz' (Metin Erksan), dokuzuncu 'Gelin' (Lütfi Ö. Akad) ve 10'uncu 'Uzak' (Nuri Bilge Ceylan)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder