Powered By Blogger

11 Mart 2020 Çarşamba

SON AKIN (1982)






Yönetmen: Yılmaz Atadeniz
Senaryo: Turgut Özakman
Görüntü Yönetmeni Ali Uğur
Dadaş Film İbrahim Kesemen

Oyuncular: Cüneyt Arkın, Berhan Şimşek, Muhterem Nur, Melike Zobu, Pembe Mutlu, Berrin Tuncel, Lütfu Seyfullah, Yavuız Selekman, Ata Saka, Tuncer Necmioğlu, Baykal Kent, Reşit Çıldam, Yılmaz Kurt

Konu: Kanije Kalesi filmiyle benzerlik gösteren oyuncuların çoğunun aynı olduğu kanije kalesinin savunması sırasında olan olayları anlatan tarihi bir film.


SOĞUKOLUK (1982)


Senaryo ve Yönetmen: Müjdat Saylav
Görüntü Yönetmeni: Erdoğan Ererez

Oyuncular: Pembe Mutlu, Hakan Bahadır, Turgut Özatay, Sırrı Elitaş, Sami Hazinses, Gönül Tayfun, Süheyl Eğriboz, Kadir Kök, Yılmaz Kurt

Konu: Batakhanelere genç kızları düşüren bir şebekeyle, karı-kocanın mücadelesi.


SEVENLER ÖLMEZ (1982)


Yönetmen: Savaş Eşici
Senaryo: Dinçer Önal
Kamera: Erhan Canan
Yapım: Dinç Film/Dinçer Önal

Oyuncular: Ahmet Hoşsöyler, Bahar Öztan, Yusuf Sezgin, Figen Han, Hayati Hamzaoğlu, Erol Taş, Meral Atmaca, Filiz Han, Ahmet Eskici, Sedat Kök, Erol Altek, Funda Gürkan, Cesur Barut

Konu: Birbirini seven iki kişinin birbirlerine olan kavuşma isteği.

SENİ KALBİME GÖMDÜM (1982)


Yönetmen: Feyzi Tuna
Senaryo : Feyzi Tuna, Selim İleri,
Görüntü Yönetmeni : Muzaffer Turan,
Yapım : Tunç Film/Altan Günbay

Oyuncular: Türkan Şoray, Cihan Ünal, Müşfik Kenter, Ahmet Mekin, Neriman Köksal, Çolpan İlhan, Deniz Türkali, Yaman Okay

KONU: Pamuk üreticisi milyoner bir ailenin kızı Eylül, bir tekstil fabrikası sahibi olan Haşmet'le on altı yıldır evlidir. Bu süre içinde evliler arasında karşılıklı sevgiye, ilgiye ve anlayışa dayalı ilişki kurulamamış, üstelik yitirilmiş bir çocukla birliktelik zorunlu bir eziyete dönüşmüştür. Eylül kocasından ilgi ve yakınlık yerine umursamaz ve katı davranış görür. Haşmet için öncelikli olan şirketin mali konumunun geliştirilmesidir.

Mutsuzluk içinde bunalan Eylül aradığı ilgiyi, insancıllığı Bodrum'da tanıştığı ressam/mimar Ali'de bulduğunu sanır. Ali'nin sevgi dolu ve içten davranışları Eylül'ü etkiler. Yıllar önce kurduğu yanlış evliliği bitirip Ali ile evlenmeyi mutluluğun anahtarı olarak görür. Ama çıkar ilişkileri ve parasal hırs buna olanak tanımaz. Boşanma kararını duyan Haşmet, şirketteki Eylül'ün hisselerini düşünerek kocalığını hatırlar. Eylül "her şeyi parasal çıkarlar açısından değerlendiren ve yalnız gündelik ve sevgisiz tensel zevkler içinde yaşayan, bir anlamda paraya teslim olmuş insanlar" içinde yalnız kalır. Bu yüzden tek güvencesi ve umudu A1i'dir. Ancak yıllarca yoksulluk içinde yaşadığını, aç karınla çalışmanın anlamını bildiğini ve artık fırsatın kendine geçtiğini söyleyen Ali de yüreğindeki iyiliğe güzelliğe karşın temelde diğerlerinden farklı değildir. Çünkü, Eylül'ü kaybetme pahasına olsa da başarıya. daha fazla güce ulaşmak niyetindedir. Sonuçta her biri milyoner olan karakterler eski yaşamlarına geri dönerler.

Haşmet ile Eylül hiçbir ortak noktası ol-mayan derin bir iletişimsizlik yaşayan evlilerdir. Burjuva yaşamını sergileyen, filmin gerçek sevgiyi, dostluğu, içten ilişkiyi arayan, aşka değer veren kişisi de yine bir kadındır. Eylül kuralları çiğneyen, kalıplaşmış davranışları aşmaya çalışan, düzene meydan okuyan ve çevresinde-kileri karşısına alan tek insandır. Onun dışındakiler için yaşamın anlamı paradır. Onu elde etmek için içine düşülen sevgisiz, iletlşimslz, içtenliksiz yaşam bile önemsenmez. Filmde toplumun üst gelir grubunda aşklar çıkar ilişkisi engeline çarpar. Yapımda dikkat çeken bir diğer noktada, ekonomik özgürlüğü elinde olmasına ve yaşadığı evliliğin onu çok mutsuz etmesine rağmen Eylül, aradığı insan sandığı Ali'nin de hırslarına yenik düşmesinden sonra eski yaşamına geri dönmesidir. Karakterlerin davranışları ve çevrenin sunuluşuyla film burjuva yaşamına yönelik ciddi bir eleştiri niteliği taşı-maktadır “Soner Derse, “Türk Sinemasında Aşk”

* Söke'li bir milyonerin kızı olan Eylül (Türkan Şoray), tekstil fabrikası ile evlidir. Kocası ise ilgisizdir. Bunalım içindeki Eylül Bodrum'a tatil yapmaya gider, orada bir ressamla (Cihan Ünal) tanışır. Sanki yıllardır aradığı erkek odur. Eylül kocasından boşanmaya karar verir. İstanbul'a döndüğünde artık günlerini ressam Ali ile geçirmeye başlar. Konusu özetlenen filmdeki Eylül, okumuş ve varlıklı bir ka-dındır. Mutluluğu yalnızca evlilik ilişkisi içinde ve erkeklerin kanatları altında aramaktadır. Çalışmayı düşünmez, bir şeyler üretmeyi, birilerine yardım etmeyi değişik çevreden insanlarla arkadaş olmayı denemez; yalnızca beni niye sevmez, beni niye işinden önde tutmaz kocam, sevgilim diye hayıflanır. Güçsüz bir kadındır. Yeşilçam kalıplarıo dışında bir kişilik olmasına rağmen, kadınları umursamazlığa sürükleyen, onları çaresiz olarak gösteren bir kişiliktir Eylül. “Doç. Dr. Şükran Esen “80'ler Türkiyesi'nde Sinema” syf : 49”

*  Feyzi Tuna, "Seni Kalbime Gömdüm"le sinemamızda yapılmış en güzel aşk filmlerinden birini vermektedir. Müşfik Kenter ve Çolpan İlhan, özellikle başarılıdır. Film, Cihan Ünal'a şimdiye kadarki filmlerinde olduğu gibi yine dört dörtlük bir oyun vermemiştir. Türkan Şoray'a gelince... Böylesine mükemmel bir oyuncuya, güzellikle oyun gücünü böylesine birleştiren bir yaratığa sahip olduğu için sinemamızın gurur duyması gerektiği gerçeğinden başka ne söylenebilir? Bir de filmin son denli güzel kullanılmış müziği Enrico Morricone'den apartma olmasaydı.. (Atilla Dorsay, Topluma çarpıp tuzla buz olan aşklar, Cumhuriyet, 15 Ekim 1982)

*  Filmin en başarılı bölümü, yineleyeyim Haşrrıet Bey'in başlarda verdiği parti. Bodrum, ne yazık ki, anlatılan gönül serüvenlerine doğal dekor oluşturmada ye-terince iyi kullanılmamış. Bu bölümde uç çatışmalar ve dar mekanlar egemen durum da. Kendi anlamı açısından Söke yöresi için de aynı şey söylenebilir. Filmde yakın planların fazla oluşu da "star" sisteminin etkisini gösteriyor. Filmin yabancı bir filmden aktarma fon müzikleri, bence anlatımın olumsuz yönlerine, melodramatik etkilerine, abartmalara destek oluyor. Diyalogların yer yer fazlaca süslü, dolaysıyla yapmacık kaldığı da görülüyor. Ama tüm bunlara karşın, senaryonun genelde Yeşilçam çizgisinin hayli dışında olması, sonuçta anlatıma da ayrı bir hava, belirli bir özen getirebiliyor. (Bkz.: Nezih Coş, Varlık, S.: 904, Ocak 1983)

SEN DE Mİ LEYLA (1982)





Yönetmen: Osman F. Seden
Senaryo: Erdoğan Tünaş
Görüntü Yönetmeni: Çetin Tunca
Yapım: Kuzey Film/Tanju Gürsu, Seyfettin Özkasap

Oyuncular: Ferdi Tayfur (Ferdi), Güngör Bayrak (Leyla), Yalçın Gülhan (Dündar), Ahmet Mekin, Alev Sayın, Talat Gözbak

KONU: Ebe Leyla Bodrum'a tayin edilir, orada antrenör Ferdi ile karşılaşır. Birbirlerine aşık olurlarsa da araya başkaları girer, olaylar hızla gelişerek bir melodrama dönüşür.

SANCI (1982)


önetmen: Müjdat Saylav
Senaryo: Cesur Barut, Müjdat Saylav
Görüntü Yönetmeni: Erdoğan Ererez
Müzik: Cengiz Tekin
Yapım: Barut Film/Cesur Barut

Oyuncular: Filiz Ökten, Hakan Korkmaz, Sevim Egesoy, Kâzım Kartal, Turgut özatay, Cesur Barut, Levent Çakır, Sırrı Elitaş

Konu: Kiralık bir katille, Çingene kızının aşkı.


ÖLÜMSÜZ (1982)


Yönetmen: Çetin İnanç
Senaryo: Cüneyt Arkın
Görüntü Yönetmeni: Salih Dikişçi
Kurgu: Necdet Tok
Yapım: Anıt Film/Mehmet Karahafız

Yönetmen Yardımcısı: Nurettin İrişen, Kamera Asistanı: Ali Utku, Ses Kayıt: Kunt Tulgar, Set: İsmail Kündem

Oyuncular: Cüneyt Arkın, Nazan Saatçi, Ahmet Mekin, Ümit Acar, Muzaffer Nebioğlu, Nihat Yiğit, Nejat Gürçen

Konu: Ölümsüz, geçmişinin şeytanlarıyla boğuşan, vicdanıyla hesaplaşmak için ayakta alan bir insanın hikayesidir Cüneyt Arkın filmografisi içerisinde özel bir yeri olan Çetin İnanç yönetimindeki filmler içinde hikayenin anlatımı yönünden en sıra dışı olanıdır . Film İstanbul’a doğru hareket etmekte olan bir trenin içinde açılır. Tüm filmin genelinde hakim olan son derece kıyıcı ve vahşi kavga görüntülerinden biri karşılar seyirciyi. Filmin iki ana karakteri olan Cüneyt Arkın ve Nihat Yiğit bu sahneden itibaren giriş yaparlar. Kaptan , 15 yıl önce bir uyuşturucu suçunu üstlenmek zorunda kalmış ve hapiste geçen yılların ardından geride bıraktığı kızı ve oğlu için İstanbul’a geri dönmüştür. Zamanın acımasızca davrandığı bu şehirde insan olmanın şerefini ayaklar altına alacak çaresizlikler ve sonsuz bir umutsuzluk vardır. Kaptanı bu tükenmişlik içinde ayakta tutan savaşma gücünü aldığı tek iyilik içinde çocuklarını bulmak için yaşattığı umuttur. Milyonluk bir şehirde kaybolmuşları bulmanın tek yolu onları geceleri aramaktır çünkü İstanbul’da kaybolanlar gece ortaya çıkarlar . Kaybolmuşların dünyasında erkekler çok kolay harcanırlar . Ayakta kalabilmeleri için kötüler kadar acımasız, savaşabilecek kadar vahşi olmaları gerekmektedir . Kaptanın oğlu karşısına aldığı tüm kötülerin zirvesinde uyuşturucu çetelerini kontrol eden kişidir ve içinde babasına karşı yıllardır büyüttüğü bir kin vardır . Kin duygusu kaptanın oğlunu bu karanlık dünyada ayakta tutan güçtür . Yıllarca organize uyuşturucu çetelerinin zirvesindeki kişilerden biri olan oğlu babasıyla ilk karşılaşması ve yaşadığı kirli hayatın sebebi olarak gördüğü insanı canlı bırakarak cezaandırmasının ardından kötülüklere savaş açan bir avcı durumuna gelmiştir . Kadınlar ise erkeklere göre daha şanslıdırlar çünkü kötülerin elinde sermayedirler . Kaptan bu bilinenin en katı şekliyle yüzlere vurulduğu batakhanelerde 19 yaşında bir kızı kurtarır ama iyiliklerin bile karşılıksız olmadığının düşünüldüğü bir kuşağın temsilcisidir.

Kurtardığı kız ve onu esiri olduğu morfine karşılık bir an bile tereddüt etmeden peşindeki adamlara satacaktır. Hatasının farkına vardığında ise elinde sattığı adamın öz babası olduğunu ispat eden eski bir fotoğraf parçası tutacak ve yıllardır yapabileceği tek onurlu hareket olarak düşündüğü kendi varlığını feda etmekten çekinmeyecektir. Çünkü kaptanın oğlu şehirdeki tüm uyuşturucu bağımlılarının yok edilmesi emrini vermiştir. Öz kızını sonsuz bir kıyımdan kurtaramayan kaptan öz oğluyla ikinci hesaplaşma için karşı karşıya geldiğinde onun cansız bedeniyle karşılaşır çünkü oğlunun verdiği emir onu zincirlemiş yer altı dünyasının kabul edemeyeceği bir ha-tadır ve cezalandırılmıştır. Kaptanın ya-pacağı tek iş sonsuz bir savaşla gücünün yeteceği kadar kötüyü bu dünyadan silmek ve vicdanıyla yüzleşip kaybettiği çocuklarıyla temiz bir insan olarak buluşmaktır. Cüneyt Arkın filmlerinde en başarılı yardımcı erkek oyunculardan olan Ahmet Mekin bu filmde idealist bir polis müdürünü canlandırmaktadır. Çetin İnanç filmlerinin en önemli özelliklerinden biri olan ana karakterin kendince belirlemiş olduğu prensiplerin düzenli bir şekilde altının çizilmesi (“İçkimi kimseyle paylaşmam” diyaloğu) Ölümsüzde de sıkça kullanılan bir öğedir. Aynı döneme ait Son Savaşçı , İntikam Benim gibi filmlerde de rol alan dönemin karate şampiyonlarından Nihat Yiğit bu filmde isimsiz, belli aralıklarda gözüken ama filmin kilit karakterlerinden birini canlandırmaktadır. Ölümsüzün dramatik yapısı içerisinde Nihat Yiğit in rolü film boyunca geçmişiyle savaşmakta olan Cüneyt Arkın’ın yüzleşmesi gereken vicdanı şeklinde düşünülebilir . Bu yüzleşme filmin finalindeki asansörlü salondaki dövüş sahnesindedir ve Cüneyt Arkın aksiyon kariyerindeki en parlak performanslardan birini sergilemektedir. www.cuneytarkin.com)

O KADIN (1982)


Yönetmen: Halit Refiğ
Senaryo: Nezihe Araz, Erdoğan Tünaş,
Görüntü Yönetmeni : Çetin Gürtop
Müzik: Cahit Berkay
Yapım: Erler Film/Türker İnanoğlu

Yönetmen Yardımcısı: Zafer Par, Işık Şefi: Ali Salim Yaşar, Sanat Yönetmeni: Sohban Koloğlu, Montaj : Mehmet Bozkuş, Prodüksiyon Amiri Adnan İrkut, Fehmi Tengiz, Set Ekibi: Mümin Şerifoğlu, Necati Şimşek, Ercan Akyıldırım, Erdal Güner,
(Fono Film Stüdyosunda hazırlanmıştır)

Oyuncular: Gülşen Bubikoğlu (Gönül), Cihan Ünal (Cihat), Arsen Gürzap (Alev), Kerem Yılmazer, Aslan Altın, Abdurrahman Palay, Alev Sayın, Haldun Dormen, Gözdem Görenler, Merih Ermakastar, Devrim Parscan, Baykal Kent, Meral Kurutluş, Ekrem Dümer,

Konu: Güzel Sanatlar Akademisi’nde eğitim gören Gönül, diğer yandan da bir moda evinde mankenlik yapmaktadır. Nişanlısı Haluk ile mutlu bir beraberliği vardır ve evlilik hazırlıkları yapmaktadır. Reklamcı Kazım bey tarafından bir kampanya için seçilen Gönül, nişanlısı ile birlikte yat gezisine çıkar. Kazım’ın genç ve güzel mankende gözü vardır. Haluk ile Gönül’e tuzak kurar ve genç kıza tecavüz eder. Dünyası yıkılan gönül sinir krizleri geçirerek hastaneye kaldırılır. Tedavisine evli ve iki çocuk babası Cihat bakmaktadır. Cihat’ın evliliği iyi gitmemekte, ama çocuk-ları için bu ilişkiyi sürdürmektedir. Kısa sürede iyileşip taburcu olan Gönül’le Cihat iyi birer dost olmuşlardır. Bir süre sonra Gönül işine geri döner. Cihat’ın eşi Alev ise evi terk etmiştir. Cihat bir dosta ihtiyaç duyduğu anda kendisini Gönül’ün yanında bulur. Dostlukları kısa sürede bir aşka dönüşür. O sırada eve geri dönen Alev, Cihat’ın Gönül’le ilişkisini öğrenir ve boşanma fikrinden cayar. Kazım Bey Alev’e ait olan bir arsayı almak için Haluk’u görevlendirir. Haluk Gönül’ün Alev’in eşi Cihat’la ilişkisini öğrenir. Hala tuzağın farkına varamadığı için de Alev’e Gönül’ün ne denli kötü bir insan olduğunu anlatır. Alev zaten çocuklarını da kullanarak bu ilişkiyi engellemeye çalışmaktadır. Kazım da her şeyi anlatacağını söyleyerek Gönül’ü tehdit etmektedir. Gönül, Cihat’a başından geçenleri anlatır. Cihat; Kazım, Haluk ve karısı Alev’e kendileri ile bir anlaşma yapacağını söyleyerek bir buluşma önerir. Birlikte konuşacakları uygun bir yere giderlerken arabada Cihat her şeyi bildiğini söyleyerek, tüm kötülüklerini hepsinin yüzüne haykırır. Büyük bir kararlılıkla arabayı hızla uçuruma sürer. Bahtsız genç doktor, yanındakilerle birlikte bile bile ölüme uçmuştur. Bu korkunç olaydan Gönül’e kalan, yarım kalan mutluluğu ve Cihat’ın iki masum çocuğudur…

" Günümüz Türk sinemasında, ünlü 'seks filmleri' döneminde sinemalardan elini ayağını çeken kadın seyircinin yeniden salonlara dönmesi dolayısıyla 'kadın filmleri' ön plana çıktı. 'Kadın filmleri', baş kahramanlarını kadınlardan seçiyor, sorunlara, öykülere, ilişkilere daha çok kadın açısından bakıyor. Ayrıca toplumumuzda daha çok kadınlara yönelik tüm bir iletişim mekanizmasının getirdiği öğelerden yararlanıyor. Söz gelimi tüm bir fotoroman kültüründen, moda ve modanın uzantısı olan Mefile'lerden (bu ya defilelerin gösterilmesi, ya da baş, kadın yıldızın her sahnede giysi değiştirerek, 'kendi defilesini kendisinin yapması' ile belirleniyor), daha çok 'kadın özlemlerini simgeleyen bol tüketimli iüks yaşam' sahnelerinden, vs.

Nezihe Araz'ın öyküsünü, Halit Refiğ eli yüzü düzgün bir melodrama dönüştürmüş. Filmin klasik Türk filmi öykü semasındaki bazı kalıpları yıkmak gibi bir erdemi var: Söz gelimi iğfal edilen kız intihar etmiyor veya kimseyi öldürmüyor: çeşitli yalanlar, iftiralarla kuşatılan aşıklar her duyduklarına çocuklar gibi inanmıyor, gerçeği birbirlerinden sorup öğreniyolar, vs. Modaevleri, defileler, Bodrum tatilleri akıl hastaneleri gibi gündelik basından topluma yansıyan öğeler ve olaylarla desteklenen film. kuşkusuz amaçladığı seyirciye ulaşacak. "Seni Kalbime Gömdüm", "Kırık Bir Aşk Hikayesi" gibi daha çok "Kadın fiImlerinin son halkası olarak... Arsen Gürzap'ın nefis oyununa da dikkat...”Atilla Dorsay, 12 Eylül Yılları ve Sinemamız”


NiKAH MASASI (1982)


Yönetmen: Temel Gürsu
Senaryo: Erdoğan Tünaş
Kamera: Sertaç Kara
Kurgu: Nevzat Dişiaçık
Yapım: Gülşah Film/Selim Soydan

Kamera Asistanı: Ali Güvenci, Negatif Kurgu Muzaffer Karakaş, Laboratuar Şefi: Adnan Şahin, Işık Şefi: Mustafa Koçyiğit, Set Amiri: Ahmet Gürkonak,

Oyuncular: Ümit Besen, Banu Alkan, Güner Ümit, Reha Yurdakul, Suzan Avcı, Bülent Kayabaş, Nuri Tosun, Funda Güngörmüş,

Konu: Ümit fakir bir bestekardır. Aynı mahalleden Bahar ile evlenmek istemektedir. Bahar ise gözü yükseklerde olan bir kızdır. Bir gün çok varlıklı Cem isimli bir gençle tanışır. Cem bir akşam yemekte Bahar'ın içkisine uyku hapı atar ve Bahar'a tecavüz eder. Bunun üzerine Bahar Ümit'ten ayrılarak Cem ile evlenir. Bu arada çok ünlü ve zengin bir şarkıcı olan Ümit Cem'den ve kendini terk eden Bahar'dan intikam alma planları yapmaktadır.


NASIL İSYAN ETMEM (1982)


 Yönetmen: Temel Gürsu
Senaryo: Arda Uskan
Foto Direktörü: Sertaç Karan
Yapım: Kuzey Film/Tanju Gürsu, Seyfettin Özkasap

Reji Asistanı: Şahin Gök, Kamera Asistanı: Ali Güvence, Prodüksiyon Amiri: Reha Yurdakul, Prodüksiyon Asistanı: Erol Deniz, Set Teknisyenleri: Ekrem Çınaroğlu, Cengiz Öktem, Işık Şefi: Aslan Yıldız, Yardımcıları: Hayrettin Kara, Metin Uçak, Renk Uzmanı: Sabahattin Hoşsöz, Laboratuvar: Selahattin Ka-ya, Ziya Uçak, Montaj-Senkron: Mevlut Koçak, Ses Mühendisi: Erkan Esenboğa,
(Yeni Lale Film stüdyolarında hazırlanmıştır.)

Oyuncular: İbrahim Tatlıses, Meral Orhansoy, Kamuran Usluer, Reha Yurdakul, Yılmaz Köksal, Nuri Alço, Muhip Arcıman, Alev Gürzap, Yılmaz Köksal, Necla Fide, Figen Karataş, Bülent Bilgiç, Hüseyin Kutman, Muadelet Tibet, Demircan Türkdoğan, İsmail Karahan,

KONU: Apartman sahibi, milyonerin oğlu, işlediği cinayeti kapıcıya yüklemek ister.



MİNE (1982)


Yönetmen: Atıf Yılmaz
Senaryo: Necati Cumalı, Atıf Yılmaz,
Deniz Türkali (Necati Cumalı'nın Mine isimli, oyunundan uyarlama)
Görüntü Yönetmeni : Salih Dikişçi
Yapım : Delta Film/Atıf Yılmaz , Ömer Kavur

Seslendirme Yönetmeni: Orhan Aykanat, Seslendirme: Tuncer Aydınoğlu, Kurgu: Özdemir Arıtan, Senkron: Diamandi Filmeridis, Negatif Kurgu: Ziya Kuşdoğan, Laboratuar: Ayhan Akad, Yıldırım Kumral, Müzik : Cahit Berkay. Kamera Yardımcısı: Akli Uyku, Yönetmen Yardımcısı: Kemal Sümer, Aydınlatma Yönetmeni: Turgut Köse, Yardımcıları: Hayrettin Kara, Ali Rıza Dulda, Set Ekibi: İsmail Kürdan, Şeref Yılmaz, Erdal Sümer, Yardımcı Yönetmen: Şahin Gök, Yapım Yönetmeni: Sadık Deveci, (Acar Film Stüdyosunda hazırlanmıştır.)

Oyuncular: Türkan Şoray, Cihan Ünal, Hümeyra, Kerim Afşar, Belkıs Dilligil, Selçuk Uluergüven, Celile Toyan, Orhan Çağman, Aslan Altın, Orhan Aykanat, Melike Çapkın , Ahmet Uğurlu, Mehmet Esen, Koray Ergun, Erdal Tosun, Erdal Sümer, Aslan Altın,

Konu: Mine aile zoruyla evlendiği istasyon şefi Cemil'de aradığı' ilgiyi. mutluluğu bulamamıştır. Cemil'in kaba saba ve baskıcı davranışlarının yanında Mine'nin yaşamını çekilmez hale getiren diğer bir etken de tüm kasaba halkının onun güzelliğine hasetle. kıskançlıkla bakmaları ve onu elde etme olanağı aramalarıdır. Belediye Başkanından daire başkanlarına değin kasabanın eğitimli kişileri için bile Mine, ruhu kişiliği, benliği olan bir insan değildir. Mine'yi anlamaya çalışan ve içinde bulunduğu sıkıştırılmış ortamdan kurtulması için çaba harcayan birkaç kişiden biri de kasabaya tatile gelen şair ve yazar İlhan'dır. Aradığı sevgiyi sıcaklığı gösteren İlhan'la Mine arasındaki dostluk kısa sürede aşka dönüşür. Mine'ye sahip olabilmek için yıllardır bekleyen kasaba halkı, dışarIdan gelen biriyle kurulan anlayış ve sevgi dolu birlikteliği hazmedemez. Öyle ki, gözü dönen kasabanın gençleri Mine'ye tecavüz etme girişiminde bile bulunurlar. O zamana dek onurunu, kişiliğini her türlü ezme girişimine rağmen koruyan Mine son davranışlar üzerine İlhan'ın evine sığınırken, kendini İlhan'ın kollarına bırakarak, çevresine baş kaldırır.

*  Karakterler arasında yaşanan acımasız insan ilişkileri filmin. feodal yapının kırılamadığı geri kalmış yörelerimizden birinde geçtiği izlenimi yaratsa da öykü-nün yaşandığı mekan gelişmiş bir sahil kasabasıdır. Burada karşılaşılan ve kadınların yaşamını boğan geleneksel ve psikolojik baskılar, insancıl değerleri özümsemeyen. değerler kargaşası yaşayan bir toplumun geneline yayılan ve karşısındaki insanı nesneleştirerek onun yaşamın benliğinin kişiliğini yok etmeye yönelen baskılardır. Mine'nin yaşamı sınırlamalarla başlar. EvIiliğini ailenin zorlamasıyla yapar. Kocası "dünyadan", sevgiden bihaberdir. Karısını yalnız başı-na pazara göndermezken, kasaba protokolünün tacizkar davranışlarına göz yumar. En eğitimlisinden en eğitimsizine kadar kasaba halkının Mine'ye bakışı da cinsellik, kıskançlık yapaylık ve doyumsuzluk taşır Diğer açıdan bakılırsa aslında kasabalı da kendi yaratıkları ahlaksızlık içinde mutsuzluğun acısını çeken insanlardır. Onurlu ve kişilikli kadın Mine, çevrenin ve kocanın acımasız baskısına boyun eğmek zorunda kalan milyonlarca kadının prototipidir. Aslında Mine kendisini anla-yan, insancıl bir sevgi kurabileceği bir insanı tanıyıp onunla sevgiye dayalı birliktelik kurabilmek için başkaldıran iyi bir örnektir de. Çünkü "Mine'nin kendini İlhan’ın kollarına bırakarak çevresine beş kaldırısı bir son değil bir başlangıçtır, bir kirlenme değil bir anmadır, yeni gerçek dürüst bir ahlakı savunmadır Doyurulmamış isteklerln, karşılıksız kalan arzuların küçük kinlerin, hesapların doğurduğu kin, nefret ve kıskançlık ortamından kurtulma, sevgiye dayalı bir yaşam yaratma çabasıdır. . “Soner Derse”Türk Sinemasında Aşk”

*  Kadına önem verilen filmlerden biri olan Mine, gösterime girdiği günlerde oldukça ilgiyle karşılanmış, çeşitli dergi ve gazetelerde sayfalarca eleştiriler yazılmıştır. Eleştirilerde, sinema dili, tekniği, oyunculuk ortak biçimde övülürken, içerik açısından değişik yorumlar yapılmıştır. Kadına sinemamızın bakışı açısından Somut dergisindeki eleştiri şöyledir: "Bir erkeğin koltuğundan başka bir erkeğin koltuğunun altına girerek geleneksel kadın, dahası Türk kadınının modernleşmiş kurtuluşunu çiziyor. Önce, üvey babasının vasiliğinden sevgisiz kocaya, oradan da aydın yazara kendisini teslim ederek kurtuluyor "

*  Mine filmi gerçekten, zamanında çevresindeki erkek egemen anlayıştaki baskı çemberini kıramamış, güzel bir kadının her bakımdan doyumsuzluğunu ve kıstırılmışlığını çok etkili bir şekilde anlatan bir film. İnsan olarak topluma ağırlığını koyamayan kadının, cinsel meta olarak görülmesi gerçeği, çarpıcı olarak verilmektedir. Öğretmen Perihan güçlüdür. Gerçi Mine kadar cinsel çekiciliği yoktur ama, Mine'nin de bir biçimde, insan olarak gücünü ortaya koyması gerekmektedir. Yine bir erkeğin yardımıyla da olsa, onu kuşatan bu çemberi kırması, kurtuluşu için kaçınılmazdır “Doç.  Dr. Şükran Esen “80'ler Türkiyesi'nde Sinema

*  Siz insan ilişkilerinin en acımasızının feodal yapıyı kıramamış en geri- kalmış yörelerimizde mi oluştuğunu sanırsınız? Oysa vahşet, değer yargıları kargaşası içinde yaşayan bir toplumda suda oluşan halkalar gibi yaygınlaşır durur... Şiddet yalnız vur - kırla, vurup - öldürmeyle, kaba güce başvurmayla olmaz. İnsanlar üzerinde, insanların en insanca duyguları, davranışları, en "masum" yakınlaşmaları üzerinde oluşturulan, oya örer gibi ilmek ilmek sabırla oluşturulan kin, nefret, düşmanlık, kıskançlık ağlarıyla da şiddet olur... Şiddetlerin en göze gözükmezi, ama en çökerticisidir bu üstelik...Alınan, zaten bir nefeslik can değildir ama yok edilen, ezilen kişiliğinizdir, insanlığınızdır, benliğimizdir.

Mine, bu tür baskıları yaşayan bir güzel, kişilikli, onurlu kadındır... Aile zoruyla evlendiği kaba - saba Cemil'de aradığı hiçbir şeyi bulamamıştır. Doğanın her şeyİ verdiği güzeller güzeli bir kasaba-da insanlar ne yazık ki gönül kıblelerini bu güzelliğe çevirmek, ona yakışır bir ahlâk kurmak yerine doyurulmamış İsteklerinin, karşılıksız kalan arzularının, küçük kinlerinin ve hesaplarının peşine takılmayı yeğlemişlerdir... "Ay büyürken uyuyamayanları anlatmada usta Necati Cumalı'nın doyumsuz, tedirgin kişileridir bunlar... Mİne'ye ve onun temsil ettiği güzelliğe hasetle, kıskançlıkla bakarlar, onu elde etmeği düşlerler. Hiçbiri ona "insanca" yaklaşmayı, onu anlamayı denemez, düşünmez, Mİne ruhu, kişiliği, benliği olan bir insan değil, bir nesnedir onlar için... Mine'ye sayılı dostluk gösterenlerden, çevrenin (doktor gibi) dışarıdan gelmiş kişiliklerinden biri olan öğretmen Perihan'ın ağa-beyi İlhan'ın kasabaya gelişi, olayları tırmandıracaktır. Mine'yle aydın ve anlayışlı kişiliği (bir yazardır o) sayesinde iletişim kurmayı başarır İlhan. Ama kasaba, bu insanca yakınlaşmayı olabilen en kötü biçimde yorumlayacak, önce klasik bir "mahallenin namusu" esprisiyle cinsel bunalımın doruğundaki bir avuç gencin başlattığı düşmanlık aralarından olmayan birinin Mine'ye sahip olacağı düşüncesine dayanamayan "yaşlılara da bulaşacaktır... O güne dek "onurunu korumuş", kocasına olan nefretine karşın kimseyle ilişki kurmamış olan Mine, kendisini gerçekten İlhan'ın kollarına atarak, onunla yatarak baş kaldıracaktır çevresine... Ama bu bir "son" değil, bir başlangıçtır, bir "kirlenme" değil, bir "arınma"dır, yeni, gerçek, dürüst bir ahlâkı savunmadır, başka bir şey değil...

"Mine", arlık gına vermeye başlayan "köy filmlerinden ve yüzeysel "kent dramlarından sonra sinemamıza yeni duyarlıklar armağan eden, zengin bir içerik taşıyan önemli bir film... Yalanlarla, iftiralarla, ikiyüzlülüklerle çevrilmiş yaşayan insanın dramı denli önemli ve çağdaş bir dram olabilir mi? Çoğumuz böyle yaşamaya savaşmıyor muyuz?.. Köyde, kasabada, veya kentte? İlişkilerimizdeki yapaylık, eğretilik, duyumsuzluk, sözlerimizde, davranışlarımızdaki yalan, sevgilerimizdeki nefret... Aramıza ördüğümüz duvarlar, kuramadığımız iletişim, gerçekleştireme diğimiz içtenlik ahlâkı.,. İşte "Mine" bunlara değiniyor bunları anlatıyor... Filmin kişileri tıpkı Gorki'nin "Yaz Konukları" oyunu ve Peter Stein'in bundan yaptığı doyulmaz Filmdeki gibi gölgeli teraslarda, yemyeşil bahçelerde 'kuzu çevirme partileri 'bekâr eğlencelerinde dolanıyor, kıskançlıklarını komplekslerini simgeleyen küçük oyunlar oynuyor, şakalar yapıyorlar. Atıf Yılmaz, "kasaba güldürülerinin sinemamızdaki en iyi uygulayıcısı, bu kez bu kasaba dramında da öncülük yapıyor, kalabalık sahnelerde bir satranç mizanseniyle yönettiği kişilerinin davranışlarını, hareketlerini, gel  gitlerini sanki onların sorunlarınla, kişiliklerinin izdüşümü haline getiriyor... Son dönemin 'yazar ürünü' fillerininkini andıran diyaloglarda kapalı bir çevrede sıkışıp kalmış aydınımızın güncel tartışma konulan kulağımıza yansıyor, eylemsizliğin, eylem olanaksızlığının yansıdığı bu konuşmalar, kişilerin dramını daha İyi belirliyor...Bir yandan emekçisiyle, öğrencisiyle, esnafıyla kendi gündelik hayatını sürdüren, diğer yandan ise Mine ile Mine'nin varlığıyla yakından ilgili bir kasabayı, genel tanımlamadan özel kişiliklere, ustaca canlandırıyor Atıf Yılmaz... Ve sonunda, oyunda olmayan ama oyunun Özünü vurgulayan usta işi bir finalle mesajını belirliyor. Mine ile İlhan'ın düşman bir kalabalığın gözü önünde birleşen elleri, inceliklerle örülü bu içten, duygusal füme, somut, sağlam bir nokta koyuyor. “Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”

*  Filmdeki karakter Mine’nin sorunu çaresizliği. Mine'deki kadın seçim yapma hakkı hiç olmayan bir kadın. Orta sınıftan herhangi bir adamla evlendirilmiş. Kocasıyla ilişkileri geliştikten sonra ne olduğunun farkına varmaya başlayan, yani işin çok başlangıcında olan bir kadın. Sorunların farkında değil, yani bilinç-siz ama karşısına bir alternatif çıktığı, o dürüst ilişkiye de dürüst olmayan bir tepki gösterildiği zaman düşünmeye başlıyor. Kendi sorunları üzerine düşünüyor. "Ben neyim, niye buradayım, dünyada başka şeyler de var mıymış" diye kendi kendine sorular soruyor. Filmin sonunda Mine'nin bir erkeğe sığınması da çok eleştirildi. Bugün Mine için çok fazla bir alternatif yok bence. Buradaki son, biraz daha ileriye doğru bir alternatife sığınmak. Bugün için zaten çözüm yok. Ama hep bir kimlik arayışı var. İleriye doğru olumlu bir hareket var. Filmde ancak bunu vurgulayabiliriz. Çözüm aramak, çözümü vardır demek çok idealist bir yaklaşım olur. Öte yandan Cihan Ünal’ın oynadığı yazar, biraz kafası karışık bir adam, yani güçsüz bir adam aslında. Onu özellikle güçlü bir adam gibi çizmek istemedim. O zaman gerçekten güçlü bir adam kadını almış götürmüş oluyordu. Seçimi yapan adam değil, kadındır. Adam biraz zorunlulukla kabul ediyor beraberliklerini. Finalde yolda giderken ilk elini uzatan da kadın oluyor. Adam ürkek, kaçabilirdi de. Biraz çaresizliğinden mahkum oluyor o işe. Yazar İlhan bizim yarı aydın tipimiz aslında. Güçsüz, kararsız, biraz korkak ve biraz silik bir tip. Mine'nin kocası zaten sıradan bir adam, belli bir hayatın içinde yaşamını sürdürüyor. Mine ile kocasının durumu, toplumumuzda tanışmadan, zorla evlendirilen iki kişiyi simgeliyor. (Atıf Yılmaz) Bknz: “Emine Demiray, “Adı Atıf Yılmaz”




9 Mart 2020 Pazartesi

LEYLA İLE MECNUN (1982)


Yönetmen: Halit Refiğ
Görüntü Yönetmeni: Çetin Gürtop
Senaryo: Fuat Özlüer
Yapım: Erler Film / Türker İnanoğlu

Yönetmen Yardımcısı: Zeynel Elçioğlu, Uğur Par, Kamera Asistanı: Ferhat Bakır, Eser; Erdoğan Tünaş, Işık Şefi: Ali Salim Yaşar, Müzik: Orhan Gencebay, Sanat Yönetmeni: Sohban Koloğlu, Teknik Yönetmen: Zafer Par, Sesleri Alan : Erkan Aktaş, Montaj: Mehmet Bozkuş, Negatif Montaj: Muzaffer Karakaş, Laboratuvar: Adnan Şahin, Mustafa Oruç, Prodüksiyon Amiri: Fehmi Tengiz, Giray Alpan, (Fono Film Stüdyosunda hazırlanmıştır)

Oyuncular: Gülşen Bubikoğlu, Orhan Gencebay, Yılmaz Köksal, Emel Tümer, Hüseyin Peyda, Hayati Hamzaoğlu, Turgut Özatay, Raik Alnıaçık, Aslan Altın, Abdurrahman Palay, Selma Cengiz, Necip Tekçe, Oktar Durukan, Giray Alpan, İhsan Gedik, Alev Sayın, Reha Kral, Yılmaz Kurt, Kudret Karada, Gözde Görenler, Merih Ermakastar,

Konu: Sultan’ın (Hüseyin Peyda) Bir Kızı Olur. Adını Leyla Koyarlar. Sarayın Falcısı, Onun Büyüyünce Aynı Gün Doğan Yoksul Bir Gençle Büyük Aşk Yaşayacağını Öğrenir. Bu Kehanet Üzerine Sultan, Vezirine Tüm Yeni Doğan Erkek Çocukların Öldürülmesini Emreder. Erkek Bebeklerin Yalnızca Bir Tanesi, Geç Doğan İkiz Bebek Kurtulur. Babasının Denize Bıraktığı Çocuğu Sultan’ın Veziri Bulur, Adını Kadir Koyar Ve Onu Büyütür. Neredeyse Birlikte Büyüyen Leyla İle Kadir Çocukluktan Birbirlerini Sevmeye Başlamışlardır. Hatta İkisine Bir Ağaç Tohumu Diktiren Bir Derviş, Sevgileri Sürdükçe Ağacın Yemyeşil Kalacağını Söyler. Leyla (Gülşen Bubikoğlu) İle Kadir (Orhan Gencebay) Aşklarını Da Birlikte Büyütürler. Sultan Leyla’yı Komşu Ülkenin Hükümdarı İle Evlendirmek İster. Leyla Karşı Çıkar Ve Kadir’i Sevdiğini Açıklar. Öfkelenen Sultan Kadir’i Öldürtmeye Karar Verir Ve Uygular. Leyla’ya Da Kadir’in Öldüğünü Söyler. Oysa Kadir Ölmemiş, Ağır Yaralıdır. Leyla Bunu Ve Kadir’in Kendisi İle Evlenmek İsteyen Sultan’ın Kardeşine Köle Olarak Satıldığını Öğrenir. Onunla Evlenmek İsteyen Hükümdarı Ziyarete Gider. Zindana Kapatılmış Kadir’e Ulaşır. Onu Kurtarır Ve Birlikte Kaçarlarken Yakalanırlar. İkisi De Cezalandırılır. Leyla Ölür. Sonsuz Bir Aşkla Bağlandığı Sevgilisini Yitiren Kadir İse Leyla’nın Hayaliyle Çöllere Düşer…

► Eski bir Arap halk hikâyesi olan "Leylâ ile Mecnun"u önce İran şairi Nizami, sonra Ali Şir Nevai, daha sonra da Fuzuli yazılı edebiyata mal etmişler, bu basit öyküye doğunun aşka bakısının en Tipik ve belirgin özelliklerini kalmışlardır. Ahmet Hamdi Tanpınar, Süleyman Nazif in "Leyla ile Mecnun"u Romeo ile jülyet’e benzettiğini yazar, sonra bu benzetişi doğrulayarak şöyle der; "Shakespeare'de Rönesans başlangıcı, Nizami'de yarım kalmış bir rönesanstan başka bir şey olmayan Müslüman orta çağın aşk ve gençlik rüyasıdır. Ve bütün aşk ve gençlik rüyaları gibi. muayyen bir içtimai sistemin yaşayış, terbiye ve idealini içine alırlar. Mecnun, çölün kendisi, yahut daha iyisi, içine yerleşerek değiştiği varlıktır. Vahdet fikrinin ondan daha manalı bir sembolü azdır. O da-ima Birin etrafında toplanmak ister, onun için daimi bir peylerden soyunur, her adımda bir şeyler atar. Daima en esaslıyı, aslının ta kendisini bulmak için gene çok esaslı bir şeyden (Leyla'nın kendisinden ve kendi hayatından) vazgeçerek elde ettiği hürriyet, ölümle ebediyetin böyle el ele verişi, Müslüman Şark'ın ezeli birlik rüyasıdır…

Oyuncular birbirinden kalıplaşmış oyunlarıyla filme hiç bir katkıda bulunmuyorlar. "Leylâ ile Mecnun", belli bir seyirlik düzeyde kotarılmış, çeşitli nedenlerle "iş yapacak" bir film... Ama yapıtın temel anlamından hiç bir şey taşımıyor. Doğu edebiyatının en güzel öykülerinden birini klişelere dayalı sıradan bir aşk/serüven öyküsüne indirgiyor, sıradan bir Arabesk'e dönüşüyor. Hele o final!.. Orhan Gencebay’ın takma sakalıyla çöl"de şaşkın şaşkın dolaşmasının, sahnenin amaçladığı "aşk ve vahdet arayışını simgelemekle değil, olsa olsa, ucuz güldürü filmleriyle ilişkisi olabilir. Asıl ilginç olan, bu filmin Halit Refiğ'in imzasını taşıması. Refiğ gibi Doğu kültürüne meraklı, tasavvufu ve Fuzuli'yi kuşkumuz yok ki iyi bilen, yerli-yersiz "Doğu/Batı kültürü zıtlaşmasını öne süren, her zaman "iddialı", eleştiriye ise son kerte dayanıksız bir yönetmenin imzasının, tüm eli yüzü düzgünlüğü içinde başarılı bir lise temsilini aşmıyan bu gösterinin altında işi ne? “Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”

KÖRDÜĞÜM (1982)


Yönetmen: Osman F. Seden
Senaryo: Erdoğan Tünaş, Fuat Özlüer
Kamera: Çetin Gürtop
Müzik: Orhan Gencebay
Yapım: Erler Film/Türker İnanoğlu

Yönetmen Yardımcısı: Uğur Par, Şarkılar: Orhan Gencebay, Kamera Asistanı: Hakan Gürtop, Işık Şefi: Rıdvan Varol, Ali Salim yaşar, Sanat Yönetmeni: Sohban Koloğlu, Teknik Yönetmen: Zafer Par, Dublaj: Abdurrahman Palay, Sesleri Alan: Erkan Aktaş, Montaj: Nevzat Dişiaçık, Negatif Montaj: Muzaffer Karataş, Renk Uzmanı: Sabahattin Hoşses, Laboratuvar: Adnan Şahin, Prodüksiyon Amiri: Adnan İrkut, Giray Alpan,

OYUNCULAR: Orhan Gencebay, Gülşen Bubikoğlu, Yusuf Sezgin, Kenan Pars, Kadir Savun, Hüseyin Baradan, Nevzat Okçugil, Nubar Terziyan, Zafer Par, Giray Alpan, İbrahim Uğurlu, Alev Sayın, Coşkun Güner

Konu: Orhan (Orhan Gencebay) bir denizcidir. Zengin bir sanayici olan Hayri Bey’in (Kenan Pars) kızı Gülşen (Gülşen Bubikoğlu) ve arkadaşı Ayten’in arabaları Marmaris’e giderken bozulur. Kaybolan iki genç kız Orhan’la karşılaşırlar. Evden kaçtıklarını söyleyerek yardım isterler. Orhan onlara yatacak yer ve iş bulur. Fakir kız rolü oynayan iki arkadaştan Gülşen Orhan’dan etkilenir. Gülşen’in babası iki kızı aratmaktadır. 

Ayten bu hayatı sevmez ve geri dönerek Gülşen’in babasına olanları anlatır. Bu arada Gülşen’le Orhan aşık olurlar. Ufukta evlilik gözükmektedir. Tam bu sırada Hayri Bey’in genel müdürü Celal (Yusuf Sezgin) Gülşen’i bulur ve geri dönmeye ikna eder. Amacı onunla evlenip Hayri Bey’in servetine konmaktır. Ama Gülşen bir türlü unutamadığı Orhan’ın yanına döner. Düğün gününün sabahı Celal Hayri Bey’i teknesinde öldürtür ve suçu Orhan’a yıkar. Orhan düzmece delillerle 30 yıl ağır hapse mahkum olur. İşin kötüsü Gülşen’i de buna inandırmışlardır. Hamile genç kızın Orhan’dan bir oğlu dünyaya gelir. Orhan baba olduğunu öğrenince izin alıp dışarı çıkar ve hapiste tanıştığı eski bir mahkum ile cinayetin sırrını çözer. Artık tek amacı suçsuzluğunu kanıtlayıp özgürlüğüne yeninden kavuşmaktır.