Yönetmen: Natuk Baytan
Senaryo: Suphi Tekiner
Kameraman: Rafet Şiriner
Yapım: Cem Filmcilik/Yahya A. Kılıç
Reji Asistanları: Kâmil Renklidere, Zühal Üstüntaş, Kamera
Asistanı: Soner Saygılı, Dublaj: Saadettin Erbil, Sesleri Alan: Erkan
Esenboğa, Montaj: Turgıut İnangiray, Senkron: Mevlût Koçak,
Selahattin Durmaz, Işık: İsmet Yurtçu, Aydın Uçar, Set Ekibi: Cengiz
Ökten, Hüseyin Kını, Mehmet Şenkal, Abdurrahman Menay, Prodüksiyon: Ekrem
Gökkaya, (Yeni Lâle film stüdyosunda hazırlanmış Yeni Stüdyoda
seslendirilmiştir).
Oyuncular: Kemal Sunal, Nazan Saatçi,
Ali Şen, Şevket Altuğ, Ünal Gürel, Şeref Çoksever, Selahattin Fırat, Zeki
Sezer, Zuhal Üstüntaş, Celâl Donat, Süheyl Eğriboz, Çetin Tarzan, Şeref
Çokşeker, Hakkı Kıvanç,
Konu: Konu: Osman köydeki sevgilisi Emine ile
başlık yüzünden evlenememektedir. Başlık parası için İstanbul’a giden Osman
biriktirdiği bütün parasını dolandırıcılara kaptırır. Bu arada Hasan Ağa
Osman’ın babasını kandırarak bütün mallarını üzerine geçirir. İstanbul’da askerlik
arkadaşı Şevket ile karşılaşan Osman Şevket ile birlikte tokatçılık yapmaya
başlar. Büyük para biriktiren Osman köye döndüğünde durumu öğrenir çok
hınçlanan Osman intikam almaya yemin eder
* 1980'lerin ortalarına yaklaştığımız
günümüzde, Türk sinemasında güldürü nerEde, hangi düzeyde bulunuyor? Güldürünün
yazıda büyük ustalarını yetiştirmiş, kendine özgü bir gülmece anlayışını tarih
boyuncu sürdürmüş, yergi, alay yoluyla toplumsal eleştirinin dik alasını
yapmaya alışkın, Nasrettin Hoca, Neyzen Tevfik ve Aziz Nesin'i yetiştirmiş bir
toplumda, sinemanın da güldürü filmleriyle ('Leblebici Horhor', 'Bican Efendi')
başlamış olması da, sinemanın güldürüden en bunalımlı dönemlerinde bile
vazgeçmemiş olması da şaşırtıcı değil. Bunca yıldan sonra kuşkusuz sinemamızda
kendine özgü bir güldürü anlayışından, yerleşik ve ortak bazı özelliklerinden
söz edilebilir.Türkiye'de güldürü, tipik bir popüler tür olarak gelişmiş
gözüküyor. Çeşitli sözcük oyunları, imalar, çift anlamlı sözcükler, beklenmedik
durumlarda beklenmedik biçimde (sözgelimi en soğukkanlı biçimde) davranma gibi
Öğelere dayalı, daha aydın işi bir güldürü anlayışını sürdüren İngiliz
güldürüsü veya güldürünün tüm öğelerini bir arada kullanarak kendine özgü bir
büyük uyuma ve böylece evrensel düzeye varmış klasik Amerikan güldürüsü yanı
sıra,
Türk usulü güldürü, daha
çok, olabildiğince geniş kesimleri en kolay biçimde güldürmeye yönelik,
alabildiğine halka dönük bir güldürü olarak gelişmiştir denebilir. Bu açıdan
Türk güldürü sineması, benzer bir anlayışa dayalı İtalyan güldürüsüyle
kıyaslanabilir.
Sinemamızda
bugün özellikle üç türlü güldürü anlayışı var sanıyorum. Biri, belli bir yönetmenin
kendine Özgü bir güldürüyü yarattığı/yürüttüğü filmler... Burda akla elbette
Atıf Yılmaz'in o benzersiz köy/kasaba güldürüleri, Ertem Eğilmez'in "aile
komedileri" ve "Hababam Sınıfı" dizisi geliyor. Sinemamızda ne
baştan beri ne de son yıllarda filme bu derece damgasını vurmuş başkaca önemli
güldürü yönetmeni yok denebilir. İkinci tür, oyuncuya dayalı güldürü. Bu alanda
bugün Kemal Sunal, onun yolundan giden İlyas Salman, Sunal'la bitlikte
tiyatro/sinemaya başlamış olmakla birlikte bugün biraz değişik bir yola sapmış
olan Zeki Alasya/Metin Akpınar İkilisi Aydemir Akbaş ilk akla gelen isimler...
Bir de, bir oyuncu veya yönetmenden çok, belli bir şirketin damgasını taşıyan
filmler var. Nasıl 70'lerde Ertem Eğilmez’in "patronajı" altında Arzu
Film’in yaptığı, tek bir oyuncuya değil, zengin bir kadroya dayalı "aile
güldürüleri" piyasaya egemen olduysa, bugün de aynı yolu sürdüren ve
benzer filmleri bazı farklarla gerçekleştiren bir Erler Film güldürücünden söz
edilebilir. Kuşkusuz zaman zaman bu üç "tür" birbirine karışıyor:
Atıf Yılmaz'ın Kemal Sunal veya İlyas Salman'lı filmleri, Arzu Film'in yine
Sunal’lı fimleri gibi...
"Tokatçı" Sunal
filmlerinin en iyilerinden değil. Bugün güldürü denince başı çeken bu
sanatçılarımızın, iyi hazırlanmış, iyi kotarılmış olmayan senaryo/ filmlerde
harcanmasının (veya kendilerini harca-malarının) örneğini getiriyor.
"Tokatçı", Kemal Sunal’ı tek tutkusu ağa kızı Emine'yi almak olan saf
koy delikanlısı kompozisyonunda perdeye getiriyor. Kentte çalışıp çabalayıp
kazandığı "başlık parasını trende yankesicilere kaptıran Osman, bu kez
eski bir "askerlik arkadaşı" ile birlikte "tokatçılık"
yapmaya başlıyor, "vurduğu" parayla da hem Emine'yi, hem de köyü
"satın alıp" ağadan kurtarıyor...
Kemal Sunal,
kuşkusuz çok büyük fizik avantajı olan, halkla çok yakın bir ilişki kurmuş: bir
güldürü oyuncusu. Ancak "Tokatçı"nın fragmanındaki cümlelerin
tersine, filmde Sunal "yepyeni" bir rolde değil, hep bildiğimiz Sunal
olarak karşımıza çıkıyor. Aslında ağırı saf olan, ama zaman zaman (şaşırtıcı
biçimde) hinoğlu hin kesilen Sunal tiplemesinin gerçek akıl/zekâ düzeyini
anlamak kolay değil. "Kötüleri yenip sevdiği kıza kavuşurken, Sunal, benzer
özlemler çeken 'gariban" seyircilerine de bir nebze rahatlık sağlıyor.
Güldürü anlayışı, biraz durum komedisi, biraz mimik, çokça da argoya yönelik
sözlerden kaynaklanıyor. "Tokatçı"da bu tür sözcüklerde bir azalma
var, bir denge kurulmuş. Buna karşılık, tekrara dayalı güldürme çabası
belirgin... Sözgelimi "kayınpederin başına bİr şeyler gelmesi"
esprisi defalarca kullanılıYor. Aynı biçimde; "kulaklarını aç" sözüne
dayandırılan ve iyice uzatılan espri, vefalı Sunal seyircisinin bile gülmediği
bir "soğukluk" olarak kalıyor. Genelde Sunal filmlerinde bir espri,
"gag" yoksunluğu olduğu söylenebilir. Bu oyuncunun, muazzam
popülerliğini, daha iyi hazırlanmış, düşünülmüş senaryolara dayandırması
kaçınılmaz gözüküyor.”Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”