Powered By Blogger

17 Mart 2020 Salı

NEFRET (1984)


Senaryo ve Yönetmen: Osman F. Seden
Görüntü Yönetmeni: Orhan Oğuz
Yapım: Mine Film/Kadri Yurdatap

Yapım Yönetmeni: Fevzi Barlas, Yönetmen Yardımcıları: Nezih Tunar, Kemal Seden, Kamera: Cem Molvan, Işık yardımcıları: Bayram İlvur, Yusuf Akdağ, Set Ekibi: İbra-him Kul, Ahmet Servidal, Alaattin İzgü, Işık Yönetmeni: Turgut Köse, Kurgu ve Eşleme: Nevzat Dişiaçık, Negatif Kurgu: Ömer Aksu, Ses Çekme ve Miksaj: Erkan Aktaş, Yardımcı: Eyüp Yıldız, LaboratuVar: Erol Şahin, Zekeriya Şahin, Metin Çeşmebaşı, Fono Film Stüdyolarında hazırlanıp seslendirilmiştir

Oyuncular: Fatma Girik (Fatma), Bulut Aras (Fikret, Hülya Avşar (Hülya), Metin Serezli, Nubar Terziyan, Reha Yurdakul, Osman Seden, Orkide Erdem, Reha Yurdakul, Mualla Cıvgın, Mine Soysal, Ahmet Eskici, Ayhan Polat, Ali Demir, Ekrem Dümer, Kamil Sesli, Zeynel Kun

Konu: Fatma (Fatma Girİk) kocası Metin’Ie (Metin Serezli) mutlu olamayan bir İş kadınıdır, holdinglere başkanlık eden, dosyalar filân açıp kapayıp sağa sola emirler yağdıran... Metin'in 'sadakatsizliği' ayyuka çıkınca onu bırakır Anasının kendisi için onca özveride bulunduğu Hülya (Hülya Avşar) günlerini 'dans ve müzik'le doğallıkla biraz da 'esrar çekmekle (!) geçiren bir zamane kızıdır. Annesinden ise, sanki hastalıklı biçimde nefret etmektedir. Bu nefret, Fatma'nın hayatına ayırımdan sonra giren Fikret'i (Bulut Aras) 'tavlamak' ve ondan gebe kalmaya dek götürür Hülya'yı... Fatma yıkılacak, ama son ana dek 'analığını' kadınlığının önüne alıp kızının mutluluğunu düşün-meyi sürdürecektir...

► Evet, Osman Seden kuşkusuz bir melodram ustasıdır. Melodram... Yani iyilerle kötülerin kalın çizgilerle ayrıldığı, kahramanların ömür boyu yoğun biçimde yaşanan tek bir duyguyu (bir büyük aşkı, tutkuyu veya kini) sürdürdüğü, tek bir olayın tüm ayrıntıları silerek tüm bir yaşama egemen olduğu, alevli, coşkun, fırtınalı ilişkilerin yaşandığı öyküler... Seden’İn melodramları kimi zam an inandırıcı, patetik (heyecan verici) olabilmişlerdir: "Meryem ve Oğullan" örneğindeki gibi ve biz izleyebildiğimiz ölçüde bunu belirtmişizdir, "Nefret"de işte bu Seden formülünün tuttuğu filmlerden.

► Osman Seden, kendi yazdığı senaryoda, herhalde filmin daha iyi izlenmesi için olacak, hikaye kahramanlarının ismini oyuncuların gerçek ismi olarak korumuş. Böylece Fatma (Fatma Girik) kocası Metin'le (Metin Serezli) mutlu olamayan bir iş kadınıdır, holdinglere başkanlık eden, dosyalar filan açıp kapayıp sağa sola emirler yağdıran ... Metin'in 'sadakatsizliği' ayyuka çıkınca onu bırakır (oysa Metin'in kırdığı cevizlerin yıllardır fakındadır, 'kızının mutluluğu' için bunlara dayanmıştır!.) Anasının kendisi için onca özveride bulunduğu Hülya (Hülya Avşar) günlerini 'dans ve müzik'le doğallıkla biraz da 'esrar çekmek'le (!) geçiren bir 'zamane kızı' dır. Annesinden ise, sanki hastalıklı biçimde nefret etmektedir.

Bu nefret, Fatma'nın hayatına ayrılmadan sonra giren Fikret'i (hayır, Bulut Aras, nedense filmde Bulut ismini taşımıyor) 'tavlamak' ve ondan gebe kalmaya dek götürür Hülya'yı... Fatma yıkılacak, ama son ana dek 'analığını' kadınlığının önüne alıp kızının mutluluğunu düşünmeyi sürdürecektir ...

Evet, Osman Seden kuşkusuz bir melodram ustasıdır. Melodram... Yani iyilerle kötülerin kalın çizgilerle ayrıldığı, kahramanların ömür boyu yoğun biçimde yaşanan tek bir duyguyu (bir büyük aşkı, tutkuyu veya kini) sürdürdüğü, tek bir olayın tüm ayrıntıları silerek tüm bir yaşama egemen olduğu, alevli, coşkun, fırtınalı ilişkilerin yaşandığı öyküler... Seden'in melodramları kimi zaman inandırıcı, patetik (heyecan verici) olabilmişlerdir: "Meryem ve Oğulları" örneğindeki gibi ve biz izleyebildiğimiz ölçüde bunu belirtmişizdir.

 "Nefret"de işte bu Seden formülünün tuttuğu filmlerden... Hikaye, tüm şematize yanlarına karşın düzeyli bir melodrama dönüşebiliyor; yani yeterince coşku ve heyecan 'ıstırap ve gözyaşı' içeriyor. Seden kendi yazdığı öyküyü benimsemiş besbelli... Tam bir Seden biçimciliğiyle, çarpık açılarla, Hülya Avşar'ın dapdaracık giysilerle yaptığı dansları kamera oyunlarıyla saptayarak, usta işi bir dekupajla, yakın-orta-uzak planları en işlevsel biçimde kurgulayarak... Bunca yıl sonra hala 'Ben buradayım, ben ayaktayım' diyor Seden ve sinemada değme genç yönetmenlere taş çıkarırcasına özenli, uğraşıImış, biçimci bir anlatımla ortaya çıkıyor. Şimdilik önemsiz filmlerde harcanmasına karşın Hülya Avşar, kuşkusuz hem güzel, hem de yetenekli bir oyuncu. Ama filmin asıl galibi, bir kez daha Fatma Giirik... 

Görkemli, soylu, olgunluğun doruğundaki güzelliğiyle, sevgilisini kızıyla paylaşmak zorunda kalan kadının duygularını, ıstırabını, filmin kuşkusuz esinlendiği "Ömre Bedel Kadın"daki Joan Crawword'u aratmadan canlandırabiliyor. Seden'in biraz bu ve benzeri eski Amerikan melodramla-rından, biraz para, sermaye, banka, alavere dalavere üstüne kurulu Amerikan TV dizilerinden esinlenerek yaptığı, bize kuşkusuz bir hayli yabancı, ama melodramın evrensel özelliklerini usta-ca kullanan filmi, bu nedenlerle belli bir ilgi uyandırabiliyor.

Ancak 'Nefret'e bu açılardan hoşgörüyle yaklaşırken, filmin içerdiği çok olumsuz bir noktayı da göz ardı etmemek gerekiyor. O da Osman Seden'in gençliğe bakışıdır. 'Modern' gençliği yalnızca dans, müzik, disk o ve de esrarla 'iştigal eden', parazit ve amaçsız bir kitle olarak gösteren Seden filmleri, Batıdan gelen ve dünya gençliğinin ortak biçimde benimsediği tüm olgulara karşı çıkarak, giderek dans, pop-müzik, kız-erkek birlikteliği gibi bu tür olguları, 'gençlik yozlaşmasının bir parçası gibi sunarak, gençlik sorunlarına alabildiğine tutucu, giderek gerici bir bakışla yaklaşmaktadırlar. 'Nefret'in ve bazı Seden filmlerinin dikkatle izlenmesi ve eleştirilmesi gereken yanı budur. Yaşlı Seden, ne yazık ki gençliğe hiç de anlayışla, hoşgörüyle, kendini 'genç' yerine koymaya dayalı bir bakışla bakamıyor. “Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız” syf, 79”

*Fatma (Fatma Girik) bir iş kadınıdır. Kendisi de kocası Metin de (Metin Serezli) zengindir. Fakat mutsuzdur. Kocasının kadınlarla olan ilişkisi onu tedirgin etmektedir. Ayrılırlar. Öte yandan kızı Hülya da (Hülya Avşar) sorumsuzca yaşamakta, günlerini gezmekle, dans etmekle hatta esrar bile içmektedir. Annesinden, uyarılarından ve hayatını yönlendirmek istemesinden nefret eden kız, bu nefreti yüzünden annesinin iş ve duygu ilişkisi olduğu Fikret'i (Bulut Aras) baştan çıkararak ondan gebe kalır. Sonra da erkeği öldürür. Bu olaydan ötürü Fatma’nın bir an için dünyası yıkılırsa da, annelik duygusu ağır basar, aile sorumluluklarını hatırlar ve kızını kurtarmaya çalışır. Suçu üstlenmek ister . Bu filmde Osman Seden, anlatımının her zamanki ustalıklarına yer veriyordu yine. Neyi, ne zaman, niçin yapacağını bilmekten kaynaklanan akıcı üslubu yine varlığını belli ediyordu. Filmde aynı erkeği bir ana-kızın dramı işleniyordu. Ama, dış çevrenin kusursuzluğuna karşılık, kızın fedarlıkta bulunmamasına karşı nefretinin nereden kaynaklandığını bırakın anlamaya, kestirmeye bile imkan yoktu. Nefret psikolojik yaklaşımla ancak vurgulanabilecek bir duygu, filmde adeta mekanik bir anlatımla veriliyor gibiydi. Hele final içermemesi, filmin Seden gibi bir teknisyenin gözünden kaçmaması gereken bir kusuruydu.

Alim Şerif'in bu eleştirisi bir yana, doğrusu film de Hülya'nın nefreti oldukça açık ve sade bir dille aktarılmıştı. Annesinin evden uzak kalarak yalnızca işi ile ilgilenmesi, kocasından boşanarak kendisini bırakması ve boşandıktan sonra da başka bir erkekle ilişki kurması, genç bir kızın kolay sindireceği şeyler değildir. Hülya'nın Fikret’le ilişkiye girip ondan gebe kalması bile aslında annesinden birazcıklığı görmek, önemsenmek için yapılmış bir davranıştır.

Eleştirilerine devam eden Onaran: "Gerçekten anılmaya değer 'Nefret' filminde, Fatma Girik'in yüksek oyunculuğu ve Hülya’nın güzelliği değer kazandırmakla birlikte, bir türlü biçimcilikten yakasını kurtaramayan Seden, yönetmen olarak yine de tam not alamıyor dese de, Usta bu filmde biçimciliğe kaçmamış, olayları gayet yalın, ve sinemasal bir dille aktarmış, oyuncularının psikolojilerini, nefretlerini yahut son anda duyulan pişmanlıklarını açıkça belirtebilmek için kamerasını yine oyuncuların gözlerine kadar yaklaştırmış, adı "biçimci rejisör"e çıkmıştı.

Atilla Dorsay da Usta'yı bu fiImde (artık değişmeyen bir ön yargı ile) biçimciliğe kaçmakla eleştirmiş. Ama başarısını da göz ardı etmemiş. FiImin başarısını oluşturan unsur olarak da, yalnızca, filmin başlangıç sahnelerinde "Hülya'nın dar aerobik giysileriyle dans etmesini görmüş.

"Tam bir Seden biçimciliğiyle, çarpık açılarla, Hülya Avşar'ın dapdaracık giysilerle yaptığı dansları kamera oyunlarıyla saptayarak bir dekupajla yakın-orta-uzak planları en işlevsel biçimde kurgulayarak bunca yıl sonra hala 'Ben bura-dayım, ben ayaktayım!' diyor. En önem-lisi sinemacılığıyla halen dikkati çekmeyi başarıyor. Seden, sinemada değme genç yönetmenlere taş çıkartırcasına özenli, uğraşılmış, biçimli bir anlatımla ortaya çıkıyor. Şimdi ilk önemsiz filmlerde harcanmasına karşılık, Hülya Avşar kuşkusuz hem güzel, hem de yetenekli bir oyuncu. Ama filmin asıl galibi, bir kez daha Fatma Girik.. Son olarak, Burçak Evren de şöyle eleştiriyor filmi:

"Yılların sinemacısı Osman Seden bu yıl da en üretken yönetmenlerimiz arasında yer alıyor. Kuşkusuz 1955'lerden beri durmadan dinlenmeden ve bıkmadan kameranın ardında kalıp yılda en az iki filme imza atmak kolay bir şey değil. Ortaya koyduğu filmlere değil ama, böylesine bir çabaya saygı duymamak olanaksız. Bu yıl Osman Seden'den izleyeceğimiz ilk film, Nefret adını taşıyor. . Fatma Girik ile Yeşilçam'ın yeni gözde-erinden Hülya Avşar ile Bulut Aras'ın başrollerini paylaştıkları filmde, ABD patentli dizileri anımsatan bir aile dramı (trajedi de diyebiliriz) anlatılıyor. Birbirinden ayrılmış anne ile baba arasında kalan genç kızın sevgi ile nefreti 'ana gibi yar olmaz' beylik deyişinde noktalanıyor.

Doğru olan şu ki, fiImde Fatma Girik yılların verdiği deneyimle, deneyimsiz bir oyuncunun karşısında ağırlığını ortaya koyuyor, Hülya Avşar ise bunun bilincinde olarak yürekli bir oyunculuk savaşı veriyor. Filmin ·yönetmeni Osman Seden'in, sinemamızın en büyük ustalarından olduğu tartışılmaz. "Nefret" Türk sinemasının baş yapıtlarından biri, Seden, büyük titizlikle çalıştığı bu film-den son derece mutlu... “Gülşah Nezaket Maraşlı, “Türk Sinemasında Düet”, syf:219 ”

NAMUSLU (1984)


Yönetmen: Ertem Eğilmez,
Senaryo: Başar Sabuncu
Kamera: Ertunç Şenkay
Yapım: Uzman Filmcilik/Ferit Turgut, Kadir Turgut,

Yardımcı Yönetmen: Başar Sabuncu, Orhan Topçuoğlu, Kamera Asistanı: Erdal Kahraman, Müzik: Melih Kibar, Montaj - Senkron: Mevlut Koçak, Ses Mühendisi: Necip Sarıcıoğlu, Renk Uzmanı: Sabahattin Hoşses, Laboratuvar: Selahattin Kaya, Ziya Uçak, Mustafa Yıldız, Prodüksiyon Amiri: Fikret Ertuğrul, Aydınlatma Yönetmeni: Şevket Yılmaz, Erdinç Koç, Set Ekibi: Mehmet İnci, Ahmet Topal, (Lale Film Laboratuarında hazırlanmıştır)

Oyuncular: Şener Şen, Ayşen Gruda, Adile Naşit, Bilge Zobu, Erdal Özyağcılar, Ergün Uçucu, Zihni Küçümen, Tuncer Sevi, Haşmet Zeybek, Necati Bilgiç, Metin Çeliker, Sevim Çalışgir, Meray Ülger, Metin Çekmez, Kadri Öğerman, Mehmet Devran, Sevil Uluyol, D. Ali Sarıoğlu, Hülya Kutlubay, Oktay Güzeloğlu, Yaşar Güner,

Konu: Türkiye'de 80'li yıllar özellikle ekonomik anlamda hızlı bir değişime sahne oldu ve bu değişimin yansımaları hemen her alanda kendisini hissettirdi. Günden güne genişleyen ticari arena, yeni zenginlerin ortaya çıkmasını sağlarken, dolandırıcılık, rüşvet alma, vergi kaçakçılığı gibi yeni para kazanma yolları da belirginleşti ve yozlaşmaya başlayan ahlaki düzen içinde zenginlik hızla yükselen bir değer haline geldi. Başka bir deyişle paranın nereden geldiğinin bir önemi yoktu artık; asıl olan öyle ya da böyle zengin olmaktı! Ertem Eğilmez'in 1984 yapımı çalışması "Namuslu", bu çürümüş düzeni ustaca hicveden, sadece kişiler değil, toplum bazında da eleştirilerini sakınmadan dile getiren bir film.

Çevresinde dürüst kişiliği ile tanınan ve bu yüzden arkadaşları ve ailesi tarafından sürekli horlanan 'Namuslu' lakaplı mutemet Ali Rıza'nın yaşamı yüklü miktarda para taşıdığı sırada gasp edilmesi ile değişir. Soygunculara direnme fırsatı bile bulamadan parayı kaptıran Ali Rıza, şaşkınlık ve utanç içinde iş yerine geri döndüğünde, kimseyi yaşadıklarına inandıramaz. Herkes onun parayı zimmetine geçirdiğini ve olaya soygun süsü verdiğini düşünür, işin garip tarafı, 'hırsız' damgası yemek, Ali Rıza'nın çevresindeki itibarını zedelemek bir yana, arttırır bile! Kocasının akıllandığını ve zengin olmanın yolunu keşfettiğini düşü-nen karısı, dün alaya aldığı Ali Rıza'yı el üstünde tutmaya, paradan pay kapmayı uman arkadaşları ise zavallı adamı sürekli pohpohlayıp ufukta görünen kazı beklemeye başlar. Ancak Ali Rıza için kazandığı bu sahte itibar, olayın öncesinde yaşadığı horlanmadan daha inciticidir. Finalde gerçekler ortaya çıktığında, çıkar sağlama umudunu kaybeden ailesi ve arkadaşlarının öfkesine maruz kalan Ali Rıza can havliyle kaçarken, ardından haykırılan sözler oldukça manidardır; "Namussuz Namuslu!" Eğilmez'in ustaca ters yüz ettiği ahlak sistemi içinde namuslu olmak, namussuzluktur artık! insanın onuru için yaşadığı, haram lokma yemekten korktuğu günler geçmişte kalmıştır. Ve bu düzen içinde Ali Rıza ve onun gibilerinin barınmasına olanak yoktur…

Başar Sabuncu'nun imzasını taşıyan eleş-tirel senaryosunun yanı sıra, Şener Şen'den Erdal Özyağcılar'a, Ayşen Gruda'dan Adile Naşit'e, Necati Bilgiç-ten Ergun Uçucu'ya uzanan oyuncu kadrosu ile de göz dolduran "Namuslu", sadece güldürü sevenler için değil, yakın Türkiye tarihine ilgi duyanlar için de doyurucu bir eser. (P.T.) Sinema En İyi 100 Film

Ödül:

Sinema yazarlarının "1984-85 mevsimi-nin en İyi filmleri soruşturmasında 7. sırayı aldı. 
► Başar Sabuncu, "en iyi senaryo yazarı"

* Ertem Eğilmez'in Namuslu'su, sinemamızda örneklerini pek seyrek izleme olanağını bulduğumuz toplumsal taşlama türünde başarıya çok yaklaşmış bir film. Eğilmez, daha önce de örneklerini verdiği bu türün biraz ilerisine geçerek ruh bilimsel ve toplumsal kaygının ağırlık kazandığı, belirli bir çevrenin, belirli bir sınıfın hatta belirli bir dönemin değer yargılarından kaynaklanan gülünç durumlarını "töre güldürü"sünün tüm verilerini kullanarak ortaya koymuş. Yalnızca töre güldürüsünün verilerinden yararlanmakla kalmamış, giderek yığınsal kovalamacalarla, iç içe entrikalarla, filmin temasını oluşturan yanlış anlaşılma İle de bir çeşit vodvilin uyumlu, ölçülü bir sen-tezini, "saçmanın da kendine özgü bir mantığı olur" gerçeğine oturtmuş. Örneğin onca yıllık eşine yaklaşmak isteyip de reddedilen Ali Rıza Bey'in "...Biz niye böyle olduk Naciye, Bir zamanlar pekala severdik birbirimizi... O sevda büsbütün unutuldu herhalde..." sözlerini, komedi türlerinin bunca karışımı içinde ağlatısal (trajik) komedi türünün bir çeşit kullanımı saymak da mümkün. Namuslu, toplumsal ilişkilerdeki diyalog-suzluğu, toplumun kimi kesimlerine egemen olan geçer akçe yanlışların erdem sayılması gerçeğine bağlamaya çalışan Ali Rıza'nın oğluna, baban gibi hırsız ol, çarp çırp diye öğüt verme-si ve bu çabasını komedinin kalıpları içinde vermeye çalışan, çizgi üstü bir film olmaya hak kazanıyor

Filmin en başarılı bir diğer yanı ise özellikle vurgulamak gerekiyor: Herhalde, şimdiye değin başka komedi oyuncularının yanında gereği gibi ortaya çıkmayan, ama bu filmde dört başı mamur bir oyun sergileyen, ölçütü, tutarlı, aşırılıktan arınmış bir oyun sahneleyen Şener Şen, film boyunca, güldürebildiği kadar, duygulandırabiliyor da izleyenleri. Klasik sayılabilecek bir deyimle "nankör" bir rolün üstesinden gelebile Adile Naşit ile Ayşen Gruda için de aynı şeyleri yineleyebiliriz.

"Çiklet çiğneyen sekreter" de harika bir tip... Eğilmez-Şen-Sabuncu üçlüsünün ortak çalışmaları, sanırını bundan böyle merakla beklenmeye değer...” “Burçak Evren , “Türk Sinemasında Yeni Konumlar”

Özal Türkiye’sinin yansıması:
"Namuslu" sinemamıza belki pek yenilik getirmiyor. Ancak tüm güldürü sineması geleneğinin en olumlu yanlarını yeniden bir bireşime kavuşturan bir film bu ... Başar Sabuncu'nun kendi sahne oyunundan kotardığı senaryo, Ertem Eğilmez' e bir kez daha ustası olduğu bir türde, toplumsal taşlama türünde bir film yapma fırsatı vermiş. 'Namus timsali mutemet Ali Rıza Bey'in öyküsü, tüm çevresi tarafından itilip kakılan, hor görülen bu namuslu memurun ancak zimmetine para geçirdiği, açıkçası "hırsız" olduğu sanısı uyandıktan sonra ömründe görmediği bir itibara kavuşması, yalnızca Türk güldürü sinemasının zaman zaman başarılı örneklerini vermiş olduğu bu alanda çok ilginç bir yeni doruk değil. Bu aynı zamanda paraya, para kazanmaya, 'köşeyi dönmeye' yönelik bir çağdaş ekonomi anlayışının, "her koyun kendi bacağından asılır" felsefesi ile kendi derdiyle baş başa bırakılmış bir dar gelirli zümresinin ve tüm geleneksel erdemlerin üstünden bir silindir gibi geçmekte olan, yalnızca banknotların yeşilinin egemen olduğu yeni bir toplumsal değer dizgesinin iyiden iyiye kendini gösterdiği günümüz Türkiye’sinin de filmi ... Eğilmez'in filmi, bu açıdan bambaşka yapıdaki bir filmle, "Faize Hücum"la bir noktada buluşuyor. Özal Türkiye’sinin ve Özal ekonomisinin filmleri bunlar... Bu ekonominin etkilerini, sonuçlarını uzantılarını eleştirmede ve taşlamada buluşan... "Namuslu"nun kahramanı Ali Rıza Bey, sonunda 'namussuz' değil gerçekten 'namuslu' olduğu (yani hırsızlık yapmadığı) anlaşıldıktan sonra herkes tarafından 'tu kaka' edilirken, Eğilmez de bu tür bir filmin taşıması gereken tüm şematizasyonu, tüm aşırı ve grotesk kılma çabasını gereği ile ve layığıyla yeri-ne getiren güldürüsüyle, günümüz Türki-ye’sinden taşlama yoluyla nefis bir yansıma vermiş oluyor. “Atilla Dorsay, 12 Eylül Yılları ve Sinemamız”, syf.110”

 (Bu yazı Cumhuriyet Gazetesinin 12 Aralık 1984 tarihli nüshasında “Türk sinemasının 1984 sonundaki önemli çıkışları” adı altında yayınlanmıştır.



MAHALLENİN GÜLLERİ (1984)


Senaryo ve Yönetmen: Mengü Yeğin
Görüntü Yönetmeni: Ali Başemel, Şener Işık
Yapım: Men Film/Mengü Yeğin

Oyuncular: Suna Pekuysal, Meral Sima, Nilüfer Aydan, Zeki Alpan, Necati Er, Ahmet Kostarika

Konu: Gecekondularını yıkıp, üzerine apartman dikmek isteyen bir müteahhite karşı savaş veren bir avuç insanın öyküsü.


MAĞRUR KADIN (1984)


Senaryo ve Yönetmen: Yavuz Işıklar
Foto Direktörü Sertaç Karan
Yapım: Işıklar Film / Yalçın Küçüközcan

Prodüksiyon Amiri: Necdet Şengül, Asistan Yönetmen: Semih Servidal, Set Ekibi: Ekrem Çınar, İsmail Kündem, Senkron Montaj: Sedat Karadeniz, Negatif Yıkama ve Kopya: Kısmet Film, Dublaj: Sineray Film Stüdyosu, Ses Mühendisi: Erkan Esenboğa,

Oyuncular: Meral Zeren, Yusuf Sezgin, Mesut Engin, Salih Kırmızı, Ünsal Emre, Nilüfer Aydan, Aysen Cansev, Tanju Şarman, Turgut Özatay, Mehmet Baha-dır, Arap Celal,

Konu: Filmde, karşılaştıkları zorlukları aşarak bir araya gelmeye çalışan bir çiftin hikâyesi anlatılır. Birbirlerini çok seven Salih ve Çiçek evlenmek ister. Bunun için Salih’in İstanbul’a çalışmaya giden ağabeyinin dönmesi beklenir. Ancak Çiçek'in kardeşlerinden Yusuf, bu birlikteliğe karşı çıkar. Çiçek’in diğer kardeşi Yunus ise Çiçek'ten yanadır. Salih, Yusuf ve Yunus arasında büyük bir mücadele başlar. Bu mücadele sonucunda beklenmedik gelişmeler olacaktır. (Meltem İşler Sevindi)



LODOS ZÜHTÜ (1984)


Yönetmen: Ümit Efekan
Senaryo: Emin Karadağ, Aydemir Akbaş
Görüntü Yönetmeni: Erhan Canan
Yapım: Kök Film/Engin Karabağ

Oyuncular: Aydemir Akbaş, Neşe Aksoy, Ayşen Gruda, Erdinç Akbaş, Nubar Terziyan, Ali Şen, Yavuz Karakaş, Hüseyin Kutman, Sırrı Elitaş,

Konu: Konu: Filmde, yaşadıkları mahallede otel yapmak isteyen bir iş adamını engellemeye çalışan mahallenin yaşadıkları konu edilir. Kasaba halkı, yıllar önce gecekondu olarak inşa ettikleri evlerinden arsa sahibi Fethi Bey tarafından tahliye edilmek istenir. Arsasına bir otel yaptırmayı plânlar. Ancak kasabalı uzun süredir yaşadıkları evlerini bırakmak istemez. Fethi Bey’le görüşmeye çalışırlar. Ne var ki kendisine bir türlü ulaşamazlar. Son çare olarak Fethi Bey’in kızını kaçırıp şantaj yaparak otel projesinden vazgeçirmeye karar verirler. Bu iş için kasabadan Zühtü’yü görevlendirirler. Zühtü, İstanbul’a gidip Fethi Bey’i ikna etmeye çalışacaktır. (Meltem İşler Sevindi)

KIZLAR SINIFI (1984)




Yönetmen: Ümit Efekan
Senaryo: Gökhan Akçura
Kamera: Erhan Canan
Yapım: Burç Film/Fedai Öztürk

Oyuncular: İlyas Salman, Ayşen Gruda, Münir Özkul, Savaş Dinçer, Lütfü Seyfullah, Sevim Çalışgir, Şehnaz Dilan, Fatoş Çelik, Neslihan İşbay, Yonca Evcimik, Hülya Başar, Zeynep Alp

Konu: Bir kız lisesinde öğrencilerle öğret-menler arasında geçenler konu edil-mektedir. Daha önce bir kız öğrenci ile ilişki kurduğu için okuldan kovulan öğ-retmenin yerine İlyas tayin edilir. Ancak, İlyas öğretmenin de okuldan kovulması-nı isteyen kızlar, ellerinden gelen her şeyi yaparlarsa da, başarılı olamazlar.


KIZGIN GÜNEŞ (1984)



Yönetmen Şahin Gök
Senaryo: Hüseyin Özşahin
Kamera: Hüseyin Özşahin
Yapım: Can Film/Can Özer

Oyuncular: Banu Alkan, Salih Güney, Murat Soydan, Zümrüt Cansel, Eray Özbal

Konu: Filmde, bir kadının kocasını aldatması konu edilir. Yasemin, zengin bir iş adamı olan Samim’le evlenir. Ancak eşinin çocukluğunda geçirdiği bir rahatsızlıktan dolayı birlikte olamazlar. Aradan beş yıl geçer ve Yasemin başka bir erkekle beraber olmaya karar verir. Aynı dönemde Samim yakın arkadaşı Ahmet ile ortak iş yapmaya başlar. Bu süreçte Yasemin ve Ahmet arasında bir aşk yaşanacaktır. (Meltem İşler Sevindi) 


KAYIP KIZLAR (1984)


Yönetmen: Orhan Elmas
Görüntü Yönetmeni: Çetin Gürtop
Yapım: Erler Fillm/Türker İnanoğlu

Yönetmen Yardımcısı: Nilgün Seren, Kamera Asistanı: Cem Esertepe, Senaryo: Erdoğan Tünaş, Müzik: İzzet Öz. Işık Şefi: Ali Salim Yaşar, Işık Asistanı Nezir Yücel, Sanat Yönetmeni: Sohban Koloğlu, Sesleri Alan: Erkan Aktaş, Film Hazırlık Std.: Fono Film, Montaj: Mehmet Bozkuş, Negatif Montaj; Muzaffer Karataş, Laboratuvar; Mustafa Oruç, Prodüksiyon Ami-ri: Adnan İrkut, Fehmi Tengiz, Prodüksiyon Ekibi : Necati Şimşek

Oyuncular: Tarık Akan, Ahu Tuğba, Çiğ-dem Tunç, Nuri Alço, Nilgün Saraylı, Mehtap Ar, Eray Özbal, Coşkun Göğen,, Baki Tamer. Raik Alnıaçık, Belkıs Dilligi, Nevzat Okçugil, Renan Fosforoğlu, Nejat Gürçen, İsmet Erten, Memduh Ünsal, Deniz Safi, Süheyl Eğriboz, İhsan Gedik

Konu: Farklı ekonomik ve sosyal düzeylerden gelen ve az çok benzer sorunları olan genç, güzel ve saf kızlar fuhuş mafyasının eline düşerek sonu olmayan utanç dolu bir yaşama itilmektedirler. Ve insanlık dışı davranışlara maruz kal-maktadırlar. Kolej mezunu lale (Ahu Tuğba) içlerinde en güzelleridir. Üvey babasının tacizinden kaçan Lale, okul arkadaşı Nesli’nin evine sığınır. onu manken sanır, aynı mesleği yapmak ister. Nesli onu Reşit (Nuri Alço) adında biri ile tanıştırır. İlaçla Lale’yi bayıltan reşit, genç kıza tecavüz eder, kameraya alır ve şantaj yaparak tehditle fuhuşa sürükler. komiser Yılmaz’a (Tarık Akan) gelen kayıp kız ihbarları artmıştır. Yılmaz bu çarpıklığa ve toplum yarasına karşı savaş açar. Yılmaz, bir baskında yakaladığı lale ile daha yolun başında olduğu için ilgilenir. Ama haber verdiği ailesi genç kızla ilgilenmez. Yılmaz’ın yönettiği operasyonun hedefi bu kirli oyunun başındaki kişidir. Uyuşturucu mafyasının da başı olduğunu sandığı bu adamı suçüstü yakalamak için Lale’den yardım ister. Lale Reşit’ten korkmaktadır, ama gelişen olaylar onu bu korkuya karşın polisle işbirliğine zorlar. Lale, bunun acilen çözülmesi gerekli toplumsal bir yara olduğunun farkına varmıştır. Yapılan baskınlarda Lale’nin muhbirliğinden şüphelenen Reşit, onu rehin alıp kaçar. komiser Yılmaz ve ekibi sığındıkları eve baskın düzenler. Lale eline fırsat geçtiğinde tüm yapılanların öcünü almaya yeminlidir. Evde bu şansı yakalar ve Reşit’i öldürür. Bu, her şeyin sonu değildir, ama Lale tutuklanma pahasına da olsa, kendince bu kirli oyunun bir parçasına neşter vurmuş olmanın huzuruyla doludur…

► "Kayıp Kızlar", ciddi bir toplum sorununa eğilir gibi gözüküyor. Ama aslında bunun sömürüsünü yapıyor. Çünkü film üç haberine dayandığını söylediği çok çok satan gazetenin tavrını benimsemiş. Yani öncelikle gerçek haberi, bilgiyi, 'enformasyonu' vermek değil, erişilmek istenen amaç (yani çok satmak) uğruna haberi değiştirmek, biçimlemek, giderek İmal etmek. Sonra: haber gerçek de olsa, imal edilmiş de olsa, bunu yine aynı amaç uğruna sömürmek. Yani, soz gelimi düşmüş kızlar veya toplum kurbanı gençler gibi haberleri, bu kişilerin çıplak, olabildiğince açık saçık, İç gıcıklayıcı resimleriyle birlikte vermek. "Kayıp Kızlar"da aynen o çok çok satan gazetenin yaptığım yapıyor bu açıdan. 'Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş', yani..

Ayrıca bu filmde her şey kalıp, her şey klişe... Her tip, her kişilik, her konuşma, her davranış, sinemamızda unlarca, yüzlerce, binlerce kez kullanılmış. Hiçbir yenilik, özgünlük yok. öylesine ki, oyuncular bile aynı rollerde onlarca, yüzlerce kez kullanılmış. Söz gelİmi 'kız bozucular’ lakımı... Başta 'en büyük' Coşkun Göğen, Cem Erman, Nuri Alço ve TV dizisi "

Yalan Dünya" dan beri bu alanda kendine önemli yer yapmaya başlayan Eray Özbal... Bunlar perdede gözükür gözükmez seyirci bunların "kötü" olduğunu, çevrelerindeki tüm 'temiz' genç kızları 'bozmaya' yeminli olduklarını biliyor.. Ve böylece önemli bir toplum sorununu bir kez daha sömüren bir iş filmi ortaya çıkmış oluyor. Ve gerçekten iş de yapıyor. Çünkü cinselliğe, cinsel konulara, açık saçıklığa dayanıyor. Ve filmi yapan bezirganlar, bu konunun, hele günümüz-deki gibi ekonomik bunalım, toplumsal sıkıntı günlerinde, hep gündemde olduğunu, rağbette olduğunu biliyorlar, Hem de yalnızca o çok çok satan gazetenin genelde 'alt' düzeyden okurları arasında mı? Hayır. Aynı zamanda, yine !çok çok satan' ve bu kez ünlülerin aşk ve seks hayatını, kimin kiminle yatıp kiminle kalktığını haberliyen bol renkli resimli hafta sonu dergilerinin seslendiği; üst kesimler arasında, 'sosyete' arasında da... Bu yüzden benim filmi izlediğim Levent semti sinemasında şık hanımlar cici genç kızlar filan da vardı... Ne diyelim? Toplumsal bunalım dönemlerinde namus' konularına merak sarmak ve 'kimin eli kimin cebinde ye kafa yormak, kuşkusuz hiç de sağlıklı bir gidiş belirtisi değil. Allah bize toplumca şifa versin...Atilla Dorsay 12 Eylül Yılları ve Sinemamız”

KAYBOLAN UMUTLAR/İÇİMDEKİ İSYAN (1984)


Senaryo ve Yönetmen: Oğuz Gözen
Görüntü Yönetmeni: Mehmet Ali Özdemir
Müzik: Demir Demirkol
Yapım: Özgür Film/Mehmet Ali Özdemir

Oyuncular: Demir Demirkol, Arzu Aytun, Behiye Eraksoy, Turgut Özatay, Baki Tamer, Ahmet Ergüzel, Ayşe Öztümer, Süheyl Eğriboz, Sema Sevinç, Nur Gezer, Hüseyin İnan

Konu: Aynı kaderi paylaşmış dört arka-daşın, fidye için kaçırdıkları bir şarkıcı ve gelişen olayların öyküsü.

Not: Filmin senaryosu Oğuz Gözen tarafından “İçimdeki İsyan” adıyla yazılmış ve bu isim altında da çekimler tamamlanmıştır. Ancak film piyasaya yapımcı firma tarafından ismi değiştirilerek “Kaybolan Umutlar” adıyla çıkmış ve gösterime girmiştir.

KAŞIK DÜŞMANI (1984)


Senaryo ve Yönetmen: Bilge Olgaç
Görüntü Yönetmeni : Ümit Gülsoy
Yapım: Tek Filmcilik/Mehmet Ali Yılmaz

AFM Teknik Ekibi 2. Kamera Asis-tanı: Nurettin Dağalp, Müzik: Mutlu Torun, Işık Şefi: Ömer Zorkalkan, Sesleri Alan: Tuncer Aydınoğlu, Prodüksiyon Asistanları: Erdoğan Üçkaya, İlker Çakır, Prodüksiyon Yönetmeni: Fehmi Tengiz, Yönetmen Yardımcıları: Ali Kıvırcık, Şebnem Aydeniz, Yasemin Yazıcı, Özgün Müzik: Mutlu Torun, Prodüktör: Mustafa Özbey, (Acar Film Stüdyosunda hazırlanmıştır)

Oyuncular: Perihan Savaş, Halil Ergün, Aliye Rona, Seden Kızıltunç, İsmet Ay, Mesut Engin, Ayşegül Ünsal, Menderes Samancılar, Ali yaylı, Muhlis Aşan, Burhan İnce, Nuran Aksoy, Şahin Kaygun, Hakkı Kıvanç, Rezzan Metin, Bayhan Akbaş, Nilgün Belgin, Mert Egemen, Kenan Bal, Ömer Köylü, Muhlis Asan, Celal Berk, Aydan Burhan, Şafak özer, Ömer Yılmaz, Mehmet Özaydın, Leyla İnce, Burhan İnce, Rıza Ağacık, Sabri Öğütçü, Mustafa Reis, SAsuman Ünsal, Mustafa Koç, Sabahattin Çetinkaya, Sedat Onuk, Uğur Uyguner, Ziya Yılmaz, Jalim Yılmaz, İbrahim Palik, İlhan İbişoğlu,

KONU : Kaşık Düşmanı’nın ağırlık noktasını kadınsız kalan erkeklerin nasıl yarım-laşacakları ve ne kadar çaresiz kalacakları konusunu oluşturmaktadır. 1980 yılının Kasım ayında Ankara'nın Keskin ilçesinin Danacı obası köyünde bir tüp gaz patlaması olmuş, köy düğünü sırasında meydana gelen olayda çok sayıda kadın ve çocuk ölmüştü. Filmin konusu bu olaydan yola çıkarak hazırlanmış. Faciadan sonra köye bir alman film ekibi geliyor. Amaçları olay yerinde incelemeler yapıp bir belgesel film çekmektir. Düğüne gitmediği için sağ kalan tek kadın Perihan ile ekipteki Alman kadın, köyün yakışıklı delikanlısı ile ilgilenmektedirler.

Kanımızca burada fazlaca “idealist” ya da “cynical” olmadan iç içe, birlikte var olan iki nedenden söz edilebilir. Ticari kaygılar ve toplumsal değişme. Türk sineması kadın izleyicisini tekrar kazanmaya başlıyor. Ancak bu kadın seyirci artık kalıplaşmış tipler ve olayları tüketmek istemiyor. Bu yüzden kimi yönetmen ve yapımcılar kadını ilgilendirecek sorunlara satılabilirliği arttırmak amacıyla daha dürüst ve çağdaş yaklaşıyorlar Yanı bu arzı, önemli ölçüde, hızla uyanan izleyici talebi yönlendiriyor. Bunlara bir de, zaten öteden beri düzgün film yapmaya çalışan yönetmenlerin varlığı da eklenince ortaya yeni ve umut verici bir tablo ortaya çıkmaya başlıyor.

ÖDÜL:
* 21. Antalya Altın Portakal Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması (22 – 29 Eylül 1984)
► "Kaşık Düşmanı" "en başarılı 3. film"
► Bilge Olgaç "en başarılı senaryo"

Jüri Üyeleri: Lütfi Ö. Akad, Sadri Alışık, Umur Bugay, Yıldız Kenter, Rekin Teksoy, Cihat Çiftçili, Emin Gerçeker, Necati Onursal, Sema Ece.

* Paris'te düzenlenen (1984) "7, Uluslararası Kadın Film Şenliği"nde ► "Birincilik ödülü"
Fransız Gazetecilerinin "Basın özel ödülü".
Fransız kadın Derneklerince filmi izleyenler arasında düzenlenen' "anket"te
 ►Halil Ergün, "en iyi erkek oyuncu" seçildi.

* Bilge Olgaç'ın "Kaşık Düşmanı", gerek bu toplu, gerek son dönem Türk sinemasının en ilginç sürprizlerinden biriydi. Dramatik, giderek trajik bir olaydan yola çıkarak kırsal kesimde kadın/erkek ilişkileri üstüne acı bir ironi içeren bir gözlem getiren Olgaç, çok ilginç çıkış notasına karşılık, filmin sonuna dek aynı güçle götüremiyordu. (Bkz.: Atilla Dorsay, Sinema Günlerindeki Türk filmlerine toplu bakış, Cumhuriyet, 10 Mayıs 1985)

* Bilge Olgaç'in "Kaşık Düşmanı", gerek bu toplu gösterinin, gerek son dönem Türk Sinemasının en ilginç sürprizlerinden biriydi. Dramatik, giderek trajik bir olaydan yola çıkarak kırsal kesimde kadın/erkek İlişkileri üstüne acı bir ironi içeren bir gözlem getiren Olgaç, çok ilginç çıkış noktasına karşın, filmini sonuna dek aynı güçte götüremiyordu. Türklükleri üstlerinden akan sözüm ona "Almanların" karışmasıyla birlikte Olgaç’ın ironisi de yerini kaba bir gülmeceye ve bir hayli toptancı bir "humanizme” bırakıyordu. Yinede "Kaşık Düşmanı"nın ana fikriyle, senaryosuyla, hemen tüm oyuncularının oyunuyla sinemamızda bir hayli özgün bir yerde saymak ve değerlendirmek gerekir. “Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları Ve Sinemamız”


KARTAL BEY (1984)


Yönetmen: Melih Gülgen
Senaryo: Cüneyt Arkın, Melih Gülgen
Kameraman Mustafa Yılmaz
Yapım: Burak Film/Sungur Esen, İbrahim Mertoğlu

Sesleri Alan: Erkan Esenboğa, Senkron, Revizyon: İsmail Kalkan, Prodüksiyon: Yılmaz Kanat, Prod. Yardımcısı: Abdullah Ataç, Set Ekibi: Aziz Kıskanç, Ahmet Topal, Fevzi Adıgüzel, Reji Asistanı: Nurettin İrişen, Kamera Asistanı: Süha Kapkı, Renk Uzmanı: Sabahattin Hoşsöz, A. Tümay Rızai, Laboratuvar: Armağan Köksal, Şemsi Tokgöz, Selahattin Kılıççeken, Negatif Montaj, Ali Berkan, Işık: Ender Işık (Sineray (Film Stüdyosu ve Laboratuarlarında hazır-lanmıştır)

OYUNCULAR: Cüneyt Arkın, Alev Sayın, Cemal Gencer, Kadir Savun, Yıldırım Gencer, Hüseyin Peyda, Turgut Özatay, Muzaffer Nebioğlu, Yadigar Ejder, Sönmez Yıkılmaz, Aydın Haberdar, Adnan Mersinli, İhsan Baysal, Bekir Çetiner, Ahmet Balıkçı, Haluk Orçun, Zühal Üstüntaş, Çetin Başaran, Ferhat Tüysüz, Kadir Kök, Yılmaz Kurt, İbrahim Kurt, M. Ali Güngör, Mehmet Samsa, Niyazi Gökdere, Küçük Yıldızlar: Bora Esen, Burak Esen,

Konu: Babaları işlediği bir cinayet yüzün-den hapse giren iki kardeş yokluklar içinde sokaklarda büyürler. Ancak yıllar sonra yolları ayrılır. Cemal çevresini haraca bağlayan bir kabadayı olur. İstanbul ikisine dar gelince Kartal şehri terk eder. Yıllar sonra acı bir olay onu geri döndürür. Su testisi su yolunda kırılmıştır. Saldırıya uğrayan kardeşinin ölümüyle yengesi ve iki çocuğu ortada kalmıştır. Kartal Bey kardeşinin katillerine İstanbul`u dar etmeye yemin eder.


16 Mart 2020 Pazartesi

KARIMI GÖRDÜNÜZ MÜ ? (1984)


Senaryo ve Yönetmen Oksal Pekmezoğlu
Kameraman Necati İlktaç
Yapım Metro Film/Aziz Sarıkaya

Prodüksiyon Amiri: Cihat Karahan, Montaj, Senkron: Bülent Pelit, Sesleri Alan: Osman Gülcüoğlu,
Marg Film stüdyosunda seslendirilmiştir

Oyuncular: Filiz Ersüer, Bülent Bilgiç, M. Ali Erbil, Bilun Nazlıhan, Meral Boduroğlu, Bülent Kayabaş, Tulû Çizgen, Neriman Köksal, Se3vim Özün, Cevat Kurtuluış, Osman Yağmurderteli,

Konu: Üç genç kız koca bulmak amacıyla deniz kenarındaki bir otele dinlenmek amacıyla gitmeye karar verirler, Ancak kendilerini zengin birer kişi olarak göstererek aynı zamanda zengin koca bulma niyetindedirler. Kızları otelde gören üç delikanlı da kendilerini yatları ve katları olan kişiler olarak gösterip, bu üç kıza yanaşmaya başlarlar. Olaylar geli-şerek komediye dönüşür.