Görüntü Yönetmeni: Ertunç Şenkay
Yapım: Un
Yardımcısı: Faruk Turgut, Kurgu: Mevlut
Koçak, Çevre Düzeni Giysi: Gülsün Karamustafa, Müzik: Attila Özdemiroğlu,
Not: Asılacak Kadın"; "Kupa
Kızı" (1985) ve "Kaçamak" (1987) ile beraber, iç hesaplaşmaları
oluşturan "üçleme"nin ikincisi.
Oyuncular: Müjde Ar, Yalçın Dümer, İsmet Ay, Güler
Ökten, Haldun Ergüvenç, Can Kolukısa, Gülsen Tuncer, Gökhan Mete, Zihni
Küçümen, Gül Vergon
Konu: Annesi ve üvey babasıyla birlikte
İstanbul'a gelen Melek (Müjde Ar), yaşlı bir hanıma hizmet etmek üzer'e bir
zengin evine yerleştirilir. Aile baskısı altında büyüyen Melek, boynu bükük,
ama duygulu bir genç kızdır. Bir gün yaşlı kadın ölür. Melek evine dönmek ister.
Ama ölen kadının yaşlı oğlu Hüsrev (İsmet Ay) genç kızın gitmesini engelIer.
Hüsrev, dengesiz ve gizli sapık eğilimleri olan yitik bir adamdır. Gençlğinde
yurt dışından getirdiği bir yabancı kadını, annesinin bazı anlaşmazlıklar
nedeniyle evden göndermesi, yaşamındaki en büyük acıyı oluşturur. Ve aşkını
yitirmenin acısını üzerin-den atamayan Hüsrev, Melek'e fetiş tutkularla
yaklaşır. Ona, geçmişte kalan eski sevgilisinin elbiselerini giydirir. Ama iç
çamaşırı giymesini istemez... Tüm bu garip arzuların tutsağı haiine gelen
Melek, Hüsrev'e boyun eğerek onunla evlenmek zorunda kalır. Hüsrev iktidarsız,
Melek bilinçsizdir... Hüsrev, evine getirdiği erkeklerle Melek'i zorla
seviştirip, onları izler... Melek'i çocukluğundan tanıyan Emsal kalfanın oğlu
Yalçın (Yalçın Dümer), tatil için geldiğinde bu evlilik onu şaşırtır. Melek'e
gizli bir zaafı olan Yalçın'a arkadaşları, tüm bu olayları anlatırlar. Yalçın,
bu korkunç ilişkilerin doğruluğuna inanmaz, ama bir süre sonra gerçeği kendi
gözleriyle görür. Üstelik, o da daha sonra Melek'le kocasının önünde sevişecek
ve ona aşık olduktan sonra Hasrev'i av tüfeğiyle öldürecektir... Delikanlının
amacı, Melek'i bu çirkefin içinden çıkarıp kurtarmaktır ama...”Agah Özgüç “Türk
Filmleri Sözlüğü” 2. cilt , syf, 253 ”
NOT: Film, genel ahlak, örf ve
adetlerimize ve milli kültürümüze uygun olmadığı gerekçesiyle, sansür kurulu
tarafından tümüyle reddedildi.
Eleştiriler:
Ø Pınar Kür’ün romanından
aktarılmış. Sansür Kurulu ahlaksızlığın sergilenmesine değil, yargılanmasına
da karşıdır. Tümüyle reddedilen filmin gerekçesi: "Genel ahlak, örf ve
Adetlerimize ve milli kültürümüze uygun olmadığıdır. Danıştay kararıyla gösterim
izni alan film, çocuk yaştaki genç karısını gençlere peş-keş çekip onları
izleyen sapık eğilimli bir kocayı anlatır. Önce hizmetçisiyken sonra karısı
olan Melek bilinçsiz, yaşlı kocası ise iktidarsızdır. Bu evlilik sırasında
Hüsrev ‘in bilinçaltında gizlediği tüm tutkuları ortaya çıkar. Ve Hüsrev (İsmet
Ay) sonunda, karısıyla seviştirdiği delikanlı tarafından öldürülür. Melek
rolündeki Müjde Ar, yaş itibarıyla oynadığı tipe biraz ters düşüyorsa da
profesyonelce yaklaşımıyla işi kıvırmasını biliyor. Ama filmin asıl öne çıkan
oyuncusu iktidarsız koca rolündeki İsmet Ay. Ürkütücü, ra-hatsız edici bir konu
belki,ama müstehcenlik tuzağına düşmeden, Gülsen Tuncer Sabuncu' nun
cinselliği sorgulayan, ahlaksızlığı yargılayan bir edebiyat uyarlaması Sabuncu'
nun dikkatli çabalarıyla kurtarılmış önemli bir film
Ø Başar Sabuncu'nun "Asılacak
Kadın"ı, önemli, başarılı, çağdaş bir filmdir. Ne görüntü olarak, ne de öz
olarak hiçbir biçimde "müstehcen" olmayan bir filmdir. Filmde
gösterilenler, gözü hiçbir biçimde rahatsız edecek türden olmadığı gibi (Müjde
Ar'ın en "örtülü" fılmi sayılabilir bu), gösterilen sağlıksız
ilişkiler açık biçimde kınanmakta, yargılanmaktadır. Filmde gösterilen
karısını, şuna buna peşkeş çeken iktidarsız koca ve bundan bin kat beteri haberler
her gün gazetelerimizin sayfalarında arzı endam etmiyor mu? Türlü çeşitli
ahlaksızlıkların mantar gibi bittiği bir sosyo-ekonomik ortamda bunları ele
alıp bir sanat eseri düzeyinde işleyen bir filmi yasaklamakla ne düzelecek?
(Atilla Dorsay, Asılacak Kadın, yakılacak film mi?)
Ø
Pınar Kür'ün "Asılacak Kadın" romanı ne
denli yoğun ve ilginç bir malzeme içeriyormuş!.. Anlatılan öykünün "çok
boyutluluğu gerçekten şaşırtıcı... Bir tutku hikayesi bu öncelikle. Delikanlı
Yalçın'ın, ana babasının kahya olarak çalıştığı yalının "besleme"si
köy kızı Meleğe olan ölümcül tutkusu... Bir cinayet filmi: Yalçın, Melek
uğruna, onun sapık ve iktidarsız kocası Hüsrev'i öldürerek elini kana bulamaktan
çekinmeyecektir... Geriye dönüşler, anılar, anımsamalarla Hüsrev'in geçmişini
canlandıran bir geçmişe dönüş, bir nostalji filmi: Hüsrev, ilk karısı, güzel
Fransız kızı Josette'i de bu yalıya getirmiş, onunla antika eşya ve gramofonda
çalan "J' Attendrai" şarkısı eşliğinde zarif biçimde dans etmiş, yine
aynı yalıda, onun bir türlü erişemediği bedenini genç, güçlü erkeklere peşkeş
çekmekte de duraksamamış değil midir?
Bir uygarlıklar,
toplumsal sınıflar çelişkisi gözlemi: Boğaz'ın karşı kıyısındaki, bir zamanlar
kuşkusuz bakımlı, görkemli, ama şimdi biraz kendi haline, yazgısına terk
edilmiş yalı, yok olan, göçüp giden uygarlığımızın simgesi değil midir? O
yalıda kocasının ve geçmiş günlerin hayaliyle yaşayıp gitmiş olan büyükanne,
oğlu Hüsrev'in sapıklıklarını, soyluluğun "dekadans"a dönüşmesinin
kaçınılmazlığını bilen her gerçek soylu gibi sineye çekerken,
"emaneten" getirilip bırakılan yeni yetme besleme Melek kıza da, tüm
ailesinin kuşaklar boyu davrandığı gibi davranmaktan geri kalmayacaktır:
Saçlarını kestirip, giysilerini yaktırıp, içinde para ve değerli eşya saklanan
dolapları açtırırken ona arkasını döndürerek!... Ve çökmekte olan eski yalı,
yine çökmekte (yoksa çoktan çökmüş mü?) olan bir sınıfın, bir yaşam biçiminin,
yeni gelen başka bir sınıfın gencecik, "cahil", temiz bir delikanlısı
tarafından şiddet yöntemiyle yok edilmesinin korkunç, kanlı ve trajik öyküsüne
mekan olacaktır... Olayların odak noktası olan, çevresindeki aşk, ölüm ve istek
dansından hiçbir şey anlamayan, yazgısının kendisini getirip eli kolu bağlı
teslim ettiği noktada tam anlamıyla acınacak bir teslimiyet içindeki Melek,
erkeklerin yazıp yönetip başrolleri oynadığı bir senaryoda kendisine empoze
edileni yapmakla yetinir. Onu ve bu garip dramın gerçek yüzünü anlamak
çabasındaki kadın yargıç ise, erkek meslektaşları tarafından küçümsenmekten ve
"Kadından yargıç olmaz, olursa böyle olur" suçlamasına uğramaktan
kurtulamayacaktır…
Asılacak Kadın", konu sıkıntısı
çeken sinemamız için zengin, yeni, özgün bir hikaye, Çeşitli yönlerde gelişen
ve insanı değişik etki alanları içine alan bir film... Başar Sabuncu, öncelikle
senaryo aşamasında işi oldukça iyi çözümlemiş, kimi yerleri es geçip kimilerine
"daha bir ağırlık vererek, yapısı sağlam, bir bulmaca gibi her şeyin yerli
yerine oturup birbirini bütünlediği bir senaryo oluşturmuş... Ah, senaryoların
(hele son dönemin en iddialı filmlerinde) öylesine döküldüğü bir ortamda, bu
insanı nasıl sevindiriyor bilemezsiniz!..
Anlatım
yönünden ise, Sabuncu, genelde kısa planlardan oluşan, olayları ve kişileri
derin biçimde irdelemeyi değil, en vurucu öğeleri, gelişmeleri vurgulamayı
gözeten bir anlatım seçmiş... Ancak yer yer çok özenli, usta işi mizansenler de
hazırlanmış... Kimi zaman, sabit bir kameranın önünde kişileri bir geometri
düzeniyle hareket ettirerek: Başlarda karakoldaki bölümlerde olduğu gibi...
Kimi zaman ise kamerasını yumuşak hareketlerle kişilere doğru ve kişilerin
arasında kaydırarak...
Sabuncu'nun sineması, sonuç
olarak bize hikayeyi çok iyi gözetiyor, çok iyi görselleştiriyor gibi geldi...
Ve film, bizde kimi Avrupalı ustaların sinemasının tadı-na benzer bir tat
bıraktı... "Soyluluğun çöküşü" ile Visconti, "Burjuvazinin gizli
günahları" ile Bunuel (özellikle "Tristana" ve "Gündüz
Güzeli"), cinselliğin sapkınlığı ve ölümcüllüğü ile Pasolini,
"Asılacak Kadın"dan hiç de uzak değil... Üstelik yerli, bizden bir
yapıta dayanarak yapılmış bir filmde bu evrensel referanslar, bir yönetmen için
ancak iltifat sayılabilir...
Evet, "Asılacak
Kadın", birkaç konu, tema, mekan çerçevesinde sıkışıp kalmış gözüken
sinemamıza yeni, özgün, cüretli temalar getiren, insan kişiliğini, bilinç
altını, cinselliğini, toplumsal bir çerçeve içinde özgün biçimde ele alan,
belki gerçek bir "burjuva sineması"nın ülkemizdeki ilk örneklerinden...
Müjde Ar ve İsmet Ay'ın oyunları bir harika... Özellikle İsmet'in rolünü böyle
oynayabilecek başka bir aktörün sinemamızda kolay bulunacağını sanmıyorum.
Başta Güler Ökten ve Can Kolukısa, tüm ikincil roller de çok iyi oynanmış.
Yalçın Dümer'i ise sinemamız için yeni bir umut olarak görüyorum...
Evet, ağzınızda buruk bir
limon tadı kalmasına aldırmayanlardansanız, "Asılacak Kadın"ı görün
derim. “Atilla Dorsay, 12 Eylül Yılları ve Sinemamız” “Bir Burjuva Sineması
Örneği” syf, 318)
► Başar Sabuncu'nun,
Pınar Kür'ün aynı adlı yapıtından sinemaya uyarladığı Asılacak Kadın uzun süre
sansürle cebelleşip Danıştay kararı ile aklandıktan sonra, ancak mevsim
sonunda seyircinin karşısına çıkabildi. Sansürün bazı yapıtlara —hele hele
muzır olayından sonra yerleşik ahlak anlayışını değişik şekilde yorumlamaya
çalışanlara— ne denli hoşgörüden yoksun, çağ dışı bir anlayışla yaklaştığını
sanırım söylemeye hiç gerek yok. Her şeyin hızla değiştiği ya da değişmeye
yöneldiği günümüz Türki-ye'sinde, 1930'lardan kalma eskimiş ve köhnemiş bir
nizamnameye yaslandırılmış bir kaç gerekçe ile sanat eserlerini yasaklama,
gösterimden men ederek tümüyle ortadan kaldırma işleminin hiçbir değişime
uğramadan bir nazar boncuğu örneği korunması ise işin bir diğer üzücü yanı. Ama
her üzücü olay, küçük çapta da olsa ardından sinemamız adına kimi sevindirici
şeyler getiriyor: Örneğin, iki üç yıl öncesine kadar kitaplar serbestçe okunur,
bu kitaplardan oluşturulan filmler yasaklanır, ya da daha senaryo aşamasında
reddedilirdi. Günümüzde ise kitaplar yasaklanıyor, bu kitaplardan uyarlanan
filmler —Danıştay kararı ile de olsa— gösteriliyor. Tabii dileğimiz hiçbir
sanat yapıtının çağdışı gerekçelerle yasaklanmaması... Hele hele, sinemamıza
oldukça hatırı sayılır malzeme veren çağdaş yazarlarımızın yapıtlarına
dokunulmaması... Sanırım "yasaklar curcunası" içinde cebelleşen bir
toplumda bunu istemek fazla iyimserlik olmasa gerek...Sansür, Danıştay,
yasaklar ve kitaplar bir yana, Sabuncu Asılacak Kadın''da ne anlatıyor? Neler
anlatmıyor ki... Öncelikle yönetmen, elindeki malze-meyi bazı içerik
noksanlıklarına karşın, sinemamızda şimdiye dek pek görme alışkanlığını elde
etmediğimiz bir biçim, ayrıntı zenginliği içinde, baştan sona titiz bir sinema
ile perdeye yansıtıyor. Asılacak Kadın, kimi yönleriyle gotik özellikleri
içeren bir korku filmi türünde, kimi yönleriyle ise, bir tutku, bu tutkunun
oluşturduğu bir gerilim ve hepsinden öte alışılmamış bir cinsellik anlayışını
kişilerin psikolojik yapılarını didik didik ederek ayrıntı zenginliği ile
ortaya koyan bir film de... Tüm bunlara, artık iyiden iyiye çürümüşlüğün içine
itilerek yok olmanın eşiğine gelen konak eskisi kişilerin varlığı ile sınıfsal
bir yaklaşım düşüncesini de ekleyebiliriz. Her filmiyle değişik bir atmosfer
yaratmanın üstesinden gelebilen Başar Sabuncu, Asılacak Kadın'in böylesine
yoğun malzemesi içinde, çok küçük yaşlarda anne babasını yitirmiş küçük bir
köylü kızın hiçbir şeyden habersiz gelişip trajik bir biçimde noktalanan
öyküsünü anlatıyor. Üvey anne-babasının yoksulluk gerekçesi ile besleme olarak
bir başkalarına sattıkları küçük Melek, daha sonraları alışamadığı ve
anlayamadığı bir yaşam biçimi, insan ilişkileri içinde buluyor kendini: İnatçı,
acımasız ve adam kullanmaya alışık buyurgan bir büyük anne ve de onun yarım
kalmış bir ilişki yüzünden dış dünya ile iletişimi bütünüyle kopmuş marazlı
yetişkin oğlu Hüsrev... Melek'le aynı yazgıya sahip oldukları halde, çıkar
ilişkileri nedeniyle çatışmaya yönelik evin kalfası da bu kişiler içinde yer
alan bir diğeri... Böylesine ilişkiler içinde hiçbir şeyden habersiz Melek,
önce büyük anne kalfanın acımasızlıkla yoğrulan ilişkilerinde sindirilecek,
sonra da yıllarca önce iktidarsızlığı nedeniyle kendisinden daha güçlü ve
"normal" erkeklere kaptırdığı Fransız sevgilisi Jozette'in anlaşılmaz
düşleriyle yaşayan Hüsrev'in eşi olarak, başka erkeklere peşkeş
çektirilecektir. Ta ki, kalfanın yeni yetme oğlu Yalçın gelinceye dek. Ama
Melek; bilmediği, etrafındaki kişilerin kendisine yaklaşımları nedeniyle hiçbir
zaman tanıma olanağı bulmadığı sevgiden öylesine uzaktır ki... Melek-'in her
gece, eski efendisi, yeni kocası Hüsrev'in garip istekleri doğrultusunda, bir
başka kimliğe bürünmek zorunda kalıp genç ve körpe bedenini başka erkeklere
örseletirken, o bilmediği, tanımadığı ve hiçbir zaman da tanıma olanağı
bulmadığı Yalçın'ın sevgisini yakalayabilmesi mümkün müdür? Melek'i, kendisine
özgü yöntemlerle kurtarmayı amaçlayan Yalçın da bilir bunu. Ve sonunda iyiden
iyiye çürümüş bir sınıfın karmaşık ve sapık cinsel fanteziler içinde tatmin
olan son kalıntılarını ortadan kaldırarak hiçbir zaman var olmayan bir sevgiyi
yakalamak ister. Sonuç ise, Melek'inki denli bir başka trajedidir…
Asılacak Kadın, kısaca
özetlemeye çalıştığımız konusundan da anlaşıldığı gibi, değişik bir konu
içinde başlayıp biten, sinemamız için yeni ve özgün sayılabilecek bir öykünün
filmi. Öykünün tek boyutlu olmayıp çeşitli zenginlikler içermesi, yönetmene
ayrıntı zenginliğinin yanı sıra, sinemamızda en çok gereksinimi duyulan
atmosfer filmi yapma olanağını da getirmiş. Konuşkanlıktan (gevezelikten)
oldukça arınmış diyaloglar, ölçülü mizansen ve kamera oyunları, filmin içeriği,
bütünleşen müzik çalışması, çevre düzenlemesi, geriye dönüşlerle işlerlik
kazanan sinema dili ve bunlar gibi birçok biçimsel öge, Başar Sabuncu ve ekibi
tarafından sinemamızın olanaklarının elverdiği ölçüde en iyi şekilde kullanılıp
değerlendirilmiş.
Başar
Sabuncu, içerik olarak da bazı tabuları, alışılmış, bildik şeyleri yıkmış.
Cinsellik konusuna, değişik sınıfların yaklaşımları ve bu konu etrafında
odaklasan tavırlarıyla bir başka boyutluluk; nedenleri, kişilerin yaşam
biçimleri ve geçmişleriyle ilintili olarak bir başka zenginlik getirmiş.
Üstelik bunu bayağılığa kaçmadan, filmin yarattığı dünyaya ters düşmeden,
olduğu gibi verebilmenin üstesinden de gelmiş…