Powered By Blogger

27 Mart 2020 Cuma

ANAYURT OTELİ (1986)


 Senaryo ve Yönetmen: Ömer Kavur . (Yusuf Atılgan’ın 1973 yılında aynı isimle yazdığı romanından)
Görüntü Yönetmeni: Orhan Oğuz
Müzik: Atilla Özdemiroğlu
Yapım: Alfa Film/Ömer Kavur
Odak Film/Cengiz Ergun

Oyuncular: Macit Koper (Zebercit), Sera Yılmaz, Orhan Çağman (emekli subay Mahmut), Kemal İnci, Yaşar Güner, Şahika Tekand (esrarengiz kadın), Serra Yıl-maz (ortalıkçı), Ülkü Songül (öğretmen), Ülkü Ülker (tiyatrocu kadın), Orhan Başaran, Aslan Kaçar, Cengiz Seçici, Osman Alyanak (parktaki adam), Yaşar Güner (kestaneci), Arslan Kaçar, Server Mutlu, Kemal Kocatürk, Sadık Deveci (öğretmen), Nevin Buket (fahişe), Şener Kökkaya (köylü), Ergun Özcan (tiyatro patronu),

KONU: Anayurt Oteli'nin öyküsü de Anadolu'nun tipik kasabalarından birinde geçer. Filmin baş kişisi Zebercet küçük bir kasabanın Anayurt Otelini İstanbul'daki dayısı adına işletmektedir. Zebercet kasabaya Ankara ekspresiyle gelip otelde yalnızca bir gece kalan ve tekrar geleceğini söyleyip, bir türlü gelmeyen kadının bekleyişi Anayurt Oteli içindedir. Kadının anısı Zebercet'in belleğine kazınmıştır. Tekdüze bir yaşam içinde tanınmayan, ama beklenip sahip olunmak istenen kadın, Zebercet'in giderek saplantıya dönüşecek tutkusu olur. Zebercet her gün oteldeki koltuğuna oturup, gelmeyeceğini bile bile umutsuz ve çaresizce Ankara ekspresini bekler: tek tesellisi kadının kaldığı oda olur. Zebercet o günden sonra kimseye vermediği ve eşyaların yerini değiştirmediği odada her günün bitiriminden sonra saatlerce kadını düşler. Oda duygusallıkla cinsellik arasında gidip gelen bir arayışın mekanı olur. Her geçen günle birlikte Zebercet'in içine düştüğü bunalım derinleşir. Ne temizlikçi kadınla girdiği cinsel ilişkiyi sürdürüp sonunda onu boğması, ne de oteldeki müşterilerle kurduğu ilişki ona doyum sağlar. Zebercet bunalıma dayanamayıp oteli kapatır ve kendini kadının kaldığı odanın tavanına asarak intihar eder.

Ödüller
1987 Altın Portakal Film Fevstivali Jüri Özel

Ödül
► En İyi 2. Film, En İyi Yönetmen
1987 İstanbul Uluslararası Film Festivali En İyi Türk Filmi
1987 Venedik Film Festival Fipresci Prize, Ömer Kavur'a
1987 Nantes Three Continents Festi-val Golden Montgolfiere (Büyük Ödül),
►Ömer Kavur'a
1987 Valencia Film Festivali Bronz Ödül 
1987 - 1988 Siyad Ödülleri
►En İyi Film,
► En İyi Yönetmen,
►En İyi Özgün Müzik,
► En İyi Erkek Oyuncu (Macit Koper),
► En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Serra Yılmaz)

Ø Yusuf Atılgan'ın "Anayurt Oteli"ni ilk okuduğumda ne çok sevmiştim!..
170 sayfalık bu küçük roman, bana, aslında pek benzemediği halde Carnus'nün "Yabancı"sını,daha ötesi, Kierkegaard'ı, "Beat kuşağı" yazarlarını, dışarıdan ve bizden tüm bir "bunalım edebiyatının baş yapıtlarını çağrıştırıp duruyordu. Kitabın ilk cümlesiyle "İstasyona yakın Anayurt Oteli'nin katibi Zebercet" ise, yıllar yılı, tüm okuduğum kitaplar arasın-da belleğimde en çok çakılıp kalan, en somutlaşan roman kişilerinden biri olup çıkmıştı. Ve doğrusu ya, ben de, Fatih Özgüven gibi, romanın filme alındığını duyunca birazcık korkmuştum...

Boşuna korkmuşum..."Anayurt Oteli", Yusuf Atılgan dostum ne der, bilmem ama, bence "uyarlama" denen belalı, çetrefil sorunu hemen tümüyle çözümleyen, heyecan verici bir başarı, kolay unutulamaz bir film... Artık Zebercet, gözümüzün önünde hep Macit Koper'in o binbir iç bunalımı gizleyen hafif sarsak hareketleri, dalıp giden gözleri, yalnızlığın tedirginliğiyle gerilmiş yüzü ve aklın çöküşünü adım adım veren oyunu ile belirecek...

“Anayurt Oteli", kuşkusuz sinemamızda şimdiye dek yapılmış en iyi "dramatürji” çalışmasını ve bununla birlikte (özellikle "dramatürji" sözcüğünü biraz daha dar bir anlamda, bir insan dramının, bir bireysel dramın en iyi biçimde ortaya çıkması içİn yapılan çalışma diye alırsak), en olgun, kapsamlı, ayrıntılı "birey" çizimini içeriyor... Bu, filmdeki Zebercet tipinin çok değişik düzeylerdeki izdüşümünün (toplumsal, tarihsel) ihmal edildiği anlamına gelmiyor. Tersine, otel katibi Zebercet'in bu küçük Anadolu kasabasında, kasabanın insanları; iç (otel, meyhane, sinema) ve dış mekanları (çarşı, meydan, sokaklar, park, vs.) ve genel yaşamı ile olan ilişkileri, kısa ama özlü sahnelerde yeterince beliriyor….

Ancak asıl çaba ve asıl başarı, Zebercet'in iç dünyasının, iç gelişimlerinin sinema aracılığıyla verilmesinde... Sinemamız, maşallah, her şeyi öğrenmiştir, her şeyi becerir… Ama iç dünyaları, ruhsal oluşumları, bireyin iç aleminde oluşan fırtınaları vermeyi henüz pek bilemez... Bunca yıllık sinemamızdan, unutulmaz biçimde belleğinize çakılıp kalmış kaç insan portresi, kaç birey tasviri anımsıyorsunuz? Ah, keşke onca toplumsal serüvenleri, kuşaksal hesaplaşmaları, politik savları, ideolojik öğretileri duyurmaya sıvanan yönetmenIerimiz, özellikle insan, tek bir insanı anlatmayı başarabilseler!...

Ömer Kavur, bize Zebercet'i anlatıyor. Anayurt Oteli katibi Zebercet, bu küçük Anadolu kasabasının, Cumhuriyet bayramlarında izcilerin geçtiği, belediye hoparlörlerinden hutbe okutulan, hayat kadınlarının hasat geliriyle cebi şişkin köy ağalarını hoşnut etmeye çalıştığı, sinemalarında karate filmleri gösterilen, serin çarşılarında pantolon giyen genç kızların ilk sevgilileriyle buluştuğu, tatminsiz genç çırakların horoz dövüşlerinde geçici eş-cinsel ilişkiler aradığı bu küçük ve tipik kasabanın Anayurt Oteli'ni İstanbul'da oturan dayısı adına çalıştıran otel katibi Zebercet, kişilik ve yalnızlık bunalımını yaşıyor. Çeşitli günlük ve sıradan ilişkileri gitgide gerginleşiyor, sonunda kopuyor.

Zebercet'in küçük, cılız yapısı, bunca yalnızlığı, bunca özlemi kaldıracak gibi değildir… Zebercet'in çöküşü, yalnızca sıradan bir "klinik olay", Batılı anlamında bir yabancılaşma olayı değildir... Bu, herhangi bir dostluk, bir yakınlık, bir insancıl ilişki arayıp da bulamayan bir ruhun, artık kaldıramadığı yalnızlığa teslim olmasının irdelenmesidir. Zebercet'in belleği, bir yandan, resmi odasını süsleyen kadının (annesinin ?) yüzünü taşıyan, "Ankara treniyle gelen" ve otelde bir tek gece kalıp ayrılan o gizemli kadına takılıp kalmıştır... Öte yandan, duygusal açlıkla cinsel açlığın birbirine karıştığı, altında hep "uyur gibi" yatan temizlikçi kadında da giderilemeyen bir "insan özlemi", Zebercet'i kemirip bitirmektedir. Böylece Zebercet'in çöküşü, soyut bir "çıldırma" olayı değil, aşamaları ustaca belirmiş bir arayış serüvenidir. Çift yönlü bir arayış: duygusal ve cinsel yönden... Ama yalnızlık ve cinsel doyumsuzluk, bir türlü kurtulamadığı bu iki sorun, bir türlü doyuramadığı bu iki açlık, Zebercet'i iyiden iyiye kıstıracak, sonunu getirecektir.

Ömer Kavur, Zebercet'in öyküsünü bize örnek bir sinemayla anlatıyor. Son derece ekonomik, hiçbir fazlalığın olmadığı, frenklerin "epure" dediği alabildiğine yalınlaştırılmış bir üslupla Ama bu Ömer Kavur yalınlığı, sonunda bizi değme biçim cambazlıklarından çok daha fazla heyecanlandırıyor. Çünkü, başta da söyledim, bu film boyunca bir insanı yakalıyor, gerçek, inandırıcı bir portreyle karşılaşıyor, bir film boyunca bir yaşa-mı sanki ellerinizde tutuyorsunuz... "Anayurt Oteli"ni özellikle bu sanki ellerinizde tutuyorsunuz... "Anayurt Oteli"ni özellikle bu açıdan sinemamızın önemli bir dönüm noktası sayıyorum. Bu başarıya katkıda bulunan tüm sanatçıları da anmama izin verilsin: Macit Koper'in olağanüstü kompozisyonu, başta Orhan Çağman, Serra Yılmaz, tüm yardımcı oyuncuların katkısı, Orhan Oğuz'un kimi iç mekanlarda laboratuvarın oyununa geldiğini sandığım çok düzeyli görüntü çalışması ve artık dünya çapında bir film müziği bestecisi olduğuna inandığım Atilla Özdemiroğlu'nun, filmin gerçek bir "atmosfer filmi" olmasına büyük ölçüde yardımcı olan müziği.

"Anayurt Oteli"ni mutlaka görün...Türk sinemasının (belki teknik altyapı dışında) nerelere geldiğini anlamanın en İyi yolu bu.. Ve bu filmi görmeden, günümüzün Türk sineması üzerine de "ahkam kesmeye" kalkmayın. “Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız” syf, 177 ”

Ø  Türk sinemasının en çarpıcı yalnızlık, iletişimsizlik, aşksızlık, saplantı ve buhran öyküsü... Aynı zamanda da en başarılı edebiyat uyarlaması.

Anadolu'da bir kasaba... İstasyon yakınlarında konaktan bozma bir otel... Bir süre önce Ankara treniyle gelip, tek gece kaldıktan sonra "bir haftaya kadar" döneceğini söyleyerek giden ama geri gelmeyen meçhul kadını tutkuyla, ısrarla bekleyen otel katibi Zebercet...

Adını, "zümrütten daha açık yeşil renkte bir süs taşından alan ve sinemamızda o güne dek görülmeyen ölçüde iyi işlenmiş bir negatif kahraman olan Zebercet, belli ki önceleri yalnızca kendi içinde büyüttüğü, beton çatlaklarının arasında yeşeren yabani otlara benzeyen bir umutla beklemiştir, bu hayal gerçek kadını. Umudun yerini umutsuzluğun alması, bekleyişin umutsuzca sürmesi de Zebercet için yakınma konusu olmayacaktır.

Ama anlatılan, klasik yapıda bir "Bekledim de gelmedin..." serüveni değildir. Zebercet'in, giderek alacakaranlıklaşan dünyasında, kadının dönmeyeceğini, kendisinin kadın için hiç önem taşımadığını anlamasıyla (gerçekten anlıyor mu, kendini kandırmayı başka bir yoldan mı sürdürüyor, bilmiyoruz!) içine girdiği dönüşüm sürecini sergileyen "Anayurt Oteli", benzersiz bir anlatımla psikolojik "duraklamanın, gerilemenin ve çöküşün öyküsünü sunar.

Yönetmen Ömer Kavur, küçük Anadolu kasabasındaki kasvetli, hüzün dolu, aileden kalma 14 odalı otelin katibi Zebercet'i, Yusuf Atılgan'ın romanından alıp, başlangıçta kimilerine "çok rizikolu", hatta "korkutucu" gelen bir çaba içinde, beyaz perdede yeniden yaratır. Çok ince bir buz tabakası üzerinde olduğunu fark etmeden, herhangi bir yere gitmek ya da yere sağlam basmak gibi kaygıları olmadan, yalnızca "bekleyen" bir adamın çöküş serüveni vardır karşımızda.

Zebercet, giderek günlük gerçeklerden kopacak, tümüyle içine kapanacaktır. Bu, aynı zamanda otelin de "içine kapanışı" anlamına gelecektir. Başlı başına bir "tekinsizlik" atmosferi oluşturulmamakla birlikte, kapalı mekân gerçekliği üstün başarıyla yaratılır filmde. Bir anlamda Stephen King - Stanley Kubrick The Shining ilişkisi tekrarlanır ve bu kez Yusuf Atılgan-Ömer Kavur-Anayurt Oteli zinciri kurulurken, Zebercet'in oteli, otelin de Zebercet'i etkileme ve "parıldama-parlama" biçimlerine tanıklık edilir.

Belki Batılı anlamda "birey"in değil, Anadolu'dan bir "insan teki"nin öyküsüdür anlatılan. Ama Ömer Kavur, alabildiğine yalın, ekonomik, hiçbir fazlalık içermeyen sinema diliyle, filmi evrensel kılmayı da başarmış, Altın Portakal'dan Nantes'a, Venedik'ten Valencia'ya kadar pek çok festivalde kazandığı ödüllerle de bu başarısını pekiştirmiştir.

Macit Koper'in büyük başarıyla canlandırdığı Zebercet'in iç dünyası ile dış dünyanın gerçekliğini, eşine az rastlanır türden bir "soluk görkem" içinde buluşturan "Anayurt Oteli", baştan sona "kırılganlığın" egemen olduğu, ama her yönüyle çok sağlam bir film olarak yer edinir sinema tarihimizde. Kanlı horoz dövüşü, tavayla öldürülen kedi, röntgencilik, gizemli kadının kullanmış olduğu havluyla mastürbasyon, temizlikçi kadının sevişirken boğularak öldürülmesi gibi allak bullak edici sahneler ve başlı başına "son nokta"nın konuluş biçimi, "Anayurt Oteli"nin Türk sinemasındaki "klinik-krimonolojik olaylar" dökümünde saygın bir parantez açmasına yetecek derecededir! Ve kim bilir daha ne çok Zebercet'imiz vardır, giderilmemiş cinsel açlıklarıyla ortalıkta dolaşan, bir köşede bekleyen... 

Zebercet'in, edebiyatımızın hazinelerinden biri niteliğindeki bir başka Yusuf Atılgan romanı "Aylak Adam"ın, kısaca C. olarak tanıtılan, 28 yaşındaki "tedirgin" karakteriyle akraba olduğu rahatlıkla söylenebilir. Öte yandan ve buna paralel olarak, Ömer Kavur filmografisindeki diğer pek çok karakterle hısımlık akrabalık ilişkisi içinde bulunduğu da görülecektir. Tutkusunun esiri olan, yabancılaşıp kendi dünyasına kapanan ama arayışlarını da tuhaf-gizemli biçimlerde sürdüren bireylerle doludur Kavur filmografisi. Bu özellik, bazı sinema yazarlarının ve akademisyenlerin bilinçsiz bir çabayla Metin Erksan'la ilintilendirdikleri Ömer Kavur'un, öykülerini, Erksan'ın tersine "içeriden dışarıya doğru" anlattığı ve "yerli olanın yabancılaştırılması" temelinde kurduğu düşünülürse (Erksan, yabancı olanı yerlileştirir...), "

Anayurt Oteli"nde tümüyle modernist bir yapıda ve alabildiğine vurgulanmış olarak çıkar karşımıza. Yani Zebercet, her şeyiyle bize, buralara, örneğin filmin çekim mekânı otelin bulunduğu Nazilli'ye aittir ama önce Atılgan, ardından da Kavur tarafından mümkün olduğunca "yabancı" kılınmıştır.

"Ömer Kavur'un peşine düştüğü imgeler, daha önceki filmlerinde görülmekle birlikte, 'Anayurt Oteli' ile birlikte kristalize olmaya, bakışımlı bir prizmada özel bir dil oluşturmaya başlamıştır" diyor, Kavur'un değişmez senaristi ve oyuncusu Macit Koper ve ekliyor: "Şöyle de söylenebilir: 'Anayurt Oteli' Ömer Kavur'un yola çıkmak için bütün ağırlıklarını bıraktığı, dönüp arkasına bakmaktan vazgeçtiği, başyapıtı-dır." (Yönetmen: Ömer Kavur, Ankara Sinema Derneği Yay., sayfa 111, 2002


► Film Zebercet'in hikayesine onun anlatımıyla başlar: "Adım Zebercet. Zebercet. 28 Kasım 1950'de doğdum. 7 aylık. Annem 44 yaşındaymış o zaman babamdan büyük. 4 kez düşük yapmış bana kadar."

Zebercet, 1960' da sünnet olduğu yaz annesinin öldüğünü, okulu orta ikiden terk ettiğini ve askerden 1971'de terhis olduğunu belirttikten sonra ekler: "Babam birkaç yıl önce öldü. Oteli ben yönetiyorum. 80' den beri." 1923'te otele dönüştürülen bu eski konak ve bulunduğu kasaba Zebercet'in öyküsünü de çizen en önemli mekanlar olacaktır. Kavur, karakterinin öznel anlatımıyla filme başlarken, hem izleyiciyle Zebercet'in öyküsü arasına bir mesafe koyar hem de vurgulanan bu tarihlere dikkat çekmiş olur.

Zebercet'in konakla otel arası bu mekana sıkışmışlığı filmin birinci bölümünü oluşturur. Zebercet nerdeyse hiç dışarı çıkmaz. Otele günü birliğine gelip gidenler dışardaki bir hayatın ritmini içeri taşır. Bir hafta gibi en uzun kalan yaşlı müşterisi ve otel hizmetçisi geçmişleriyle gelecekleri arasında bir yerlerde asılı kalmış bir zaman diliminde yaşarlar. Serra Yılmaz'ın başarıyla canlandırdığı hizmetçi, dayısının öldüğü gerçeğini ve bu otele saplandığını kabul etmez ora-da takılı kalmıştır. Film boyunca dayısından haber olup olmadığını sorar. Zaman zaman da Zebercet için cinsel bir bedendir ve sanki hiç yaşamıyormuş gibidir. Yaşlı müşteri de kendini soran olup olmadığıyla ilgilidir ve hakkında hiçbir şey bilmeyiz. Zebercet'in onlardan bir farkı yoktur. Ne dışarısı ne de içerisi kendi mekanıdır. Bu mekanla kimliğini ilişkilendirebileceği, iğreti duran birkaç resim ve beşik dışında hiçbir bağ yoktur. Donup kalmış anlara sıkışmış, kendi mekanında yaşamayan bu kimliğin zamanla olan ilişkisi de parçalanmıştır. Kendini bu mekana ait hissettiren tek anı otele bir günlüğüne gelen bir kadın ve ardında bıraktıklarıdır. Zebercet, adeta durmuş olan kendi kişisel zamanını yeniden yaşamaya başlar. Ona uzak geçmişi ve bu mekan, kadının geleceği umudu ve beklentisiyle anlam kazanır gibi olur. Ama Zebercet bu mekanı terk edemeyeceği için umutsuzluğu daha da artar. Kendisini suçlu hisseder. Kendi imgesine bile yabancıdır. Hayal ettiği Hitler bıyığı aslında kurtulmak istediği, vücuduna yapışmış bir simgedir. Suçluluk ve umutsuzluk duygularıyla, kopuk kopuk yaşanan zamanlarla anlamsızlaşmış bu mekandan, bu geçici kimliklerin mekanından kurtulmaya çalışır Zebercet. Filmin ikinci bölümünü oluşturan arka plansa yaşadığı kasabadır. Zebercet bir çeşit geriye dönüşü yaşamak, hatırlamaya çalışmak ve boşlukları doldurmak zorundadır. Kendine yeni bir kimlik mekanı yaratmaya çalışan Zebercet, bu Yolculuk sırasında parçaların sandığından da kopul olduğunu keşfeder. İn-sanlar her an bir eylem içindedir

Tutuklamalar, kasaba megafonlarında anons edilen diğer hayatlar ve olaylar, horoz dövüşleri, mezarlıklar, cinayetler ...

Zebercet başkalarının öyküsünü yaşa-maya başlamıştır sanki, ama ne zaman, ne mekan, ne de yüzlerin arkasındaki öyküler birbiriyle örtüşmez. İnsanlar sanki tarihsiz bir mekan içinde dolaşmaktadır. Filmin bu soyutluğu izleiciyi de farklı sorular sormaya, çoklu anlamlar üretmeye iter.

Zebercet'in belirttiği tarihler aynı zamanda Türkiye tarihinin kırılma noktalarıdır. Çözülmeden kalmış bu noktalar, bireyin yaşadığı mekanı, zamanı ve onunla şekillenecek kimlikle bağlarını da güç-süzleştirmiştir. Aynı isimde hiç kimseye rastlamamış olan Zebercet sanki hiç yokmuş gibi var olmuştur. Filmin sonunda soranlara adının Ahmet, yaşadığı yerin de bir konak olduğunu söyler. Bu aslında dokunulabilen, hissedilebilen ve yaşayan bir kimliği edinme ve yeniden başlamaya olan bir arzudur.

Ama zaman akmıştır. 1960'ta ölen anne-sine benzeyen o kadın gelmeyecektir, o zaman tekrar yaşanamayacaktır ve Zebercet 1980'den beri işlettiği bu otelde çıkışsızlıkla intihar edecektir. Bu andan sonra duvar saati çalışmaya, su musluktan damlamaya başlar.

Ömer Kavur'un "Anayurt Oteli" filminde devamlılığı sağlayan ana eksen, mekan olarak karşımıza çıkar. Karakterinin mekanla arasındaki bağı onun iç dünyasının bir boyutudur. Zamansa filmin öykülemesi içinde episodik olarak, günlere bölünmüş bir şekilde yer alır. Unutulmayacak performansıyla Macit Koper'in çizdiği Zebercet adlı bir karakterin bir-kaç haftasıdır bu ve klasik bir anlatımın ötesine geçen bir öykülemedir; tarihi bir bekleyişin doruktaki son birkaç haftası. Her günün bir yüzü, bir durumu vardır. Attığı adımlar Zebercet için bir neden-sellik taşımaz. Filmdeki kişileri birbirine bağlayan ya oteldir ya da kasabanın çeşitli mekanları. Bazen Zebercet seyirci için bir aracıdır mekanlara ve kişilere götüren. Karakterin mekanına yabancılaşmışlığı ve olayların nedensizlikle yan yana gelişi izleyiciyi de filme yabancılaştırır. Bu nedensel bağın yokluğu izleyicinin hem kişileri ve yüzleri algılamasına hem de estetik olarak mekanın karanlık atmosferine ve film boyunca otelin kapısından içeri patlayan gün ışığına dikkatini çeker. Dışarısının kör eden aydınlığı ve içerisinin kasvetli ışığı Zebercet'in bu mekana hapsolmuşluğunu güçlü bir kontrastla vurgular. Öyle ki konak intiharla son bulan bir hayat hikayesinin, bir tarihin mekan olur. Filmin sonunda konağını otelin her bir noktasını dolaşarak kat kat aşağı inen kamera, dışarısının patlayan ışığıyla izleyiciyi de bu mekanda, Zebercet'in kaderiyle baş başa bırakır. (Ayla Kanbur) “SİYAD, 40 Yılın Serüveni ”




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder