Görüntü Yönetmeni: Orhan
Oğuz
Müzik: Atilla Özdemiroğlu
Yapım: Alfa Film/Ömer Kavur
Odak Film/Cengiz Ergun
Oyuncular: Macit Koper (Zebercit), Sera Yılmaz,
Orhan Çağman (emekli subay Mahmut), Kemal İnci, Yaşar Güner, Şahika Tekand
(esrarengiz kadın), Serra Yıl-maz (ortalıkçı), Ülkü Songül (öğretmen), Ülkü
Ülker (tiyatrocu kadın), Orhan Başaran, Aslan Kaçar, Cengiz Seçici, Osman
Alyanak (parktaki adam), Yaşar Güner (kestaneci), Arslan Kaçar, Server Mutlu,
Kemal Kocatürk, Sadık Deveci (öğretmen), Nevin Buket (fahişe), Şener Kökkaya
(köylü), Ergun Özcan (tiyatro patronu),
KONU: Anayurt Oteli'nin öyküsü de Anadolu'nun
tipik kasabalarından birinde geçer. Filmin baş kişisi Zebercet küçük bir
kasabanın Anayurt Otelini İstanbul'daki dayısı adına işletmektedir. Zebercet
kasabaya Ankara ekspresiyle gelip otelde yalnızca bir gece kalan ve tekrar
geleceğini söyleyip, bir türlü gelmeyen kadının bekleyişi Anayurt Oteli
içindedir. Kadının anısı Zebercet'in belleğine kazınmıştır. Tekdüze bir yaşam
içinde tanınmayan, ama beklenip sahip olunmak istenen kadın, Zebercet'in
giderek saplantıya dönüşecek tutkusu olur. Zebercet her gün oteldeki koltuğuna
oturup, gelmeyeceğini bile bile umutsuz ve çaresizce Ankara ekspresini bekler:
tek tesellisi kadının kaldığı oda olur. Zebercet o günden sonra kimseye
vermediği ve eşyaların yerini değiştirmediği odada her günün bitiriminden
sonra saatlerce kadını düşler. Oda duygusallıkla cinsellik arasında gidip gelen
bir arayışın mekanı olur. Her geçen günle birlikte Zebercet'in içine düştüğü
bunalım derinleşir. Ne temizlikçi kadınla girdiği cinsel ilişkiyi sürdürüp
sonunda onu boğması, ne de oteldeki müşterilerle kurduğu ilişki ona doyum
sağlar. Zebercet bunalıma dayanamayıp oteli kapatır ve kendini kadının kaldığı
odanın tavanına asarak intihar eder.
Ödüller
1987 Altın Portakal Film
Fevstivali Jüri Özel
Ödül
► En İyi 2. Film, En İyi
Yönetmen
1987 İstanbul Uluslararası
Film Festivali En İyi Türk Filmi
1987 Venedik Film Festival
Fipresci Prize, Ömer Kavur'a
1987 Nantes Three Continents
Festi-val Golden Montgolfiere (Büyük Ödül),
►Ömer Kavur'a
1987 Valencia Film Festivali Bronz Ödül
1987 - 1988 Siyad Ödülleri
►En İyi Film,
► En İyi Yönetmen,
►En İyi Özgün Müzik,
► En İyi Erkek Oyuncu (Macit
Koper),
► En İyi Yardımcı Kadın
Oyuncu (Serra Yılmaz)
Ø Yusuf Atılgan'ın
"Anayurt Oteli"ni ilk okuduğumda ne çok sevmiştim!..
170 sayfalık bu küçük roman, bana, aslında pek benzemediği halde
Carnus'nün "Yabancı"sını,daha ötesi, Kierkegaard'ı, "Beat
kuşağı" yazarlarını, dışarıdan ve bizden tüm bir "bunalım
edebiyatının baş yapıtlarını çağrıştırıp duruyordu. Kitabın ilk cümlesiyle
"İstasyona yakın Anayurt Oteli'nin katibi Zebercet" ise, yıllar yılı,
tüm okuduğum kitaplar arasın-da belleğimde en çok çakılıp kalan, en somutlaşan
roman kişilerinden biri olup çıkmıştı. Ve doğrusu ya, ben de, Fatih Özgüven
gibi, romanın filme alındığını duyunca birazcık korkmuştum...
Boşuna
korkmuşum..."Anayurt Oteli", Yusuf Atılgan dostum ne der, bilmem ama,
bence "uyarlama" denen belalı, çetrefil sorunu hemen tümüyle
çözümleyen, heyecan verici bir başarı, kolay unutulamaz bir film... Artık
Zebercet, gözümüzün önünde hep Macit Koper'in o binbir iç bunalımı gizleyen
hafif sarsak hareketleri, dalıp giden gözleri, yalnızlığın tedirginliğiyle
gerilmiş yüzü ve aklın çöküşünü adım adım veren oyunu ile belirecek...
“Anayurt
Oteli", kuşkusuz sinemamızda şimdiye dek yapılmış en iyi "dramatürji”
çalışmasını ve bununla birlikte (özellikle "dramatürji" sözcüğünü
biraz daha dar bir anlamda, bir insan dramının, bir bireysel dramın en iyi
biçimde ortaya çıkması içİn yapılan çalışma diye alırsak), en olgun, kapsamlı,
ayrıntılı "birey" çizimini içeriyor... Bu, filmdeki Zebercet tipinin
çok değişik düzeylerdeki izdüşümünün (toplumsal, tarihsel) ihmal edildiği
anlamına gelmiyor. Tersine, otel katibi Zebercet'in bu küçük Anadolu
kasabasında, kasabanın insanları; iç (otel, meyhane, sinema) ve dış mekanları
(çarşı, meydan, sokaklar, park, vs.) ve genel yaşamı ile olan ilişkileri, kısa
ama özlü sahnelerde yeterince beliriyor….
Ancak asıl çaba ve asıl
başarı, Zebercet'in iç dünyasının, iç gelişimlerinin sinema aracılığıyla
verilmesinde... Sinemamız, maşallah, her şeyi öğrenmiştir, her şeyi becerir…
Ama iç dünyaları, ruhsal oluşumları, bireyin iç aleminde oluşan fırtınaları
vermeyi henüz pek bilemez... Bunca yıllık sinemamızdan, unutulmaz biçimde
belleğinize çakılıp kalmış kaç insan portresi, kaç birey tasviri
anımsıyorsunuz? Ah, keşke onca toplumsal serüvenleri, kuşaksal
hesaplaşmaları, politik savları, ideolojik öğretileri duyurmaya sıvanan
yönetmenIerimiz, özellikle insan, tek bir insanı anlatmayı başarabilseler!...
Ömer Kavur, bize Zebercet'i
anlatıyor. Anayurt Oteli katibi Zebercet, bu küçük Anadolu kasabasının,
Cumhuriyet bayramlarında izcilerin geçtiği, belediye hoparlörlerinden hutbe
okutulan, hayat kadınlarının hasat geliriyle cebi şişkin köy ağalarını hoşnut
etmeye çalıştığı, sinemalarında karate filmleri gösterilen, serin çarşılarında
pantolon giyen genç kızların ilk sevgilileriyle buluştuğu, tatminsiz genç
çırakların horoz dövüşlerinde geçici eş-cinsel ilişkiler aradığı bu küçük ve
tipik kasabanın Anayurt Oteli'ni İstanbul'da oturan dayısı adına çalıştıran
otel katibi Zebercet, kişilik ve yalnızlık bunalımını yaşıyor. Çeşitli günlük
ve sıradan ilişkileri gitgide gerginleşiyor, sonunda kopuyor.
Zebercet'in
küçük, cılız yapısı, bunca yalnızlığı, bunca özlemi kaldıracak gibi değildir…
Zebercet'in çöküşü, yalnızca sıradan bir "klinik olay", Batılı
anlamında bir yabancılaşma olayı değildir... Bu, herhangi bir dostluk, bir
yakınlık, bir insancıl ilişki arayıp da bulamayan bir ruhun, artık
kaldıramadığı yalnızlığa teslim olmasının irdelenmesidir. Zebercet'in belleği,
bir yandan, resmi odasını süsleyen kadının (annesinin ?) yüzünü taşıyan,
"Ankara treniyle gelen" ve otelde bir tek gece kalıp ayrılan o
gizemli kadına takılıp kalmıştır... Öte yandan, duygusal açlıkla cinsel açlığın
birbirine karıştığı, altında hep "uyur gibi" yatan temizlikçi kadında
da giderilemeyen bir "insan özlemi", Zebercet'i kemirip
bitirmektedir. Böylece Zebercet'in çöküşü, soyut bir "çıldırma" olayı
değil, aşamaları ustaca belirmiş bir arayış serüvenidir. Çift yönlü bir arayış:
duygusal ve cinsel yönden... Ama yalnızlık ve cinsel doyumsuzluk, bir türlü
kurtulamadığı bu iki sorun, bir türlü doyuramadığı bu iki açlık, Zebercet'i
iyiden iyiye kıstıracak, sonunu getirecektir.
Ömer Kavur, Zebercet'in
öyküsünü bize örnek bir sinemayla anlatıyor. Son derece ekonomik, hiçbir
fazlalığın olmadığı, frenklerin "epure" dediği alabildiğine
yalınlaştırılmış bir üslupla Ama bu Ömer Kavur yalınlığı, sonunda bizi değme
biçim cambazlıklarından çok daha fazla heyecanlandırıyor. Çünkü, başta da
söyledim, bu film boyunca bir insanı yakalıyor, gerçek, inandırıcı bir
portreyle karşılaşıyor, bir film boyunca bir yaşa-mı sanki ellerinizde
tutuyorsunuz... "Anayurt Oteli"ni özellikle bu sanki ellerinizde
tutuyorsunuz... "Anayurt Oteli"ni özellikle bu açıdan sinemamızın
önemli bir dönüm noktası sayıyorum. Bu başarıya katkıda bulunan tüm sanatçıları
da anmama izin verilsin: Macit Koper'in olağanüstü kompozisyonu, başta Orhan
Çağman, Serra Yılmaz, tüm yardımcı oyuncuların katkısı, Orhan Oğuz'un kimi iç
mekanlarda laboratuvarın oyununa geldiğini sandığım çok düzeyli görüntü
çalışması ve artık dünya çapında bir film müziği bestecisi olduğuna inandığım
Atilla Özdemiroğlu'nun, filmin gerçek bir "atmosfer filmi" olmasına
büyük ölçüde yardımcı olan müziği.
"Anayurt
Oteli"ni mutlaka görün...Türk sinemasının (belki teknik altyapı dışında)
nerelere geldiğini anlamanın en İyi yolu bu.. Ve bu filmi görmeden, günümüzün
Türk sineması üzerine de "ahkam kesmeye" kalkmayın. “Atilla Dorsay,
“12 Eylül Yılları ve Sinemamız” syf, 177 ”
Ø Türk sinemasının en çarpıcı yalnızlık,
iletişimsizlik, aşksızlık, saplantı ve buhran öyküsü... Aynı zamanda da en
başarılı edebiyat uyarlaması.
Anadolu'da bir kasaba...
İstasyon yakınlarında konaktan bozma bir otel... Bir süre önce Ankara treniyle
gelip, tek gece kaldıktan sonra "bir haftaya kadar" döneceğini
söyleyerek giden ama geri gelmeyen meçhul kadını tutkuyla, ısrarla bekleyen
otel katibi Zebercet...
Adını, "zümrütten daha
açık yeşil renkte bir süs taşından alan ve sinemamızda o güne dek görülmeyen
ölçüde iyi işlenmiş bir negatif kahraman olan Zebercet, belli ki önceleri
yalnızca kendi içinde büyüttüğü, beton çatlaklarının arasında yeşeren yabani
otlara benzeyen bir umutla beklemiştir, bu hayal gerçek kadını. Umudun yerini
umutsuzluğun alması, bekleyişin umutsuzca sürmesi de Zebercet için yakınma
konusu olmayacaktır.
Ama anlatılan, klasik yapıda
bir "Bekledim de gelmedin..." serüveni değildir. Zebercet'in, giderek
alacakaranlıklaşan dünyasında, kadının dönmeyeceğini, kendisinin kadın için hiç
önem taşımadığını anlamasıyla (gerçekten anlıyor mu, kendini kandırmayı başka
bir yoldan mı sürdürüyor, bilmiyoruz!) içine girdiği dönüşüm sürecini
sergileyen "Anayurt Oteli", benzersiz bir anlatımla psikolojik
"duraklamanın, gerilemenin ve çöküşün öyküsünü sunar.
Yönetmen
Ömer Kavur, küçük Anadolu kasabasındaki kasvetli, hüzün dolu, aileden kalma 14
odalı otelin katibi Zebercet'i, Yusuf Atılgan'ın romanından alıp, başlangıçta
kimilerine "çok rizikolu", hatta "korkutucu" gelen bir çaba
içinde, beyaz perdede yeniden yaratır. Çok ince bir buz tabakası üzerinde
olduğunu fark etmeden, herhangi bir yere gitmek ya da yere sağlam basmak gibi
kaygıları olmadan, yalnızca "bekleyen" bir adamın çöküş serüveni
vardır karşımızda.
Zebercet, giderek günlük
gerçeklerden kopacak, tümüyle içine kapanacaktır. Bu, aynı zamanda otelin de
"içine kapanışı" anlamına gelecektir. Başlı başına bir
"tekinsizlik" atmosferi oluşturulmamakla birlikte, kapalı mekân
gerçekliği üstün başarıyla yaratılır filmde. Bir anlamda Stephen King - Stanley
Kubrick The Shining ilişkisi tekrarlanır ve bu kez Yusuf Atılgan-Ömer
Kavur-Anayurt Oteli zinciri kurulurken, Zebercet'in oteli, otelin de Zebercet'i
etkileme ve "parıldama-parlama" biçimlerine tanıklık edilir.
Belki Batılı anlamda
"birey"in değil, Anadolu'dan bir "insan teki"nin öyküsüdür
anlatılan. Ama Ömer Kavur, alabildiğine yalın, ekonomik, hiçbir fazlalık
içermeyen sinema diliyle, filmi evrensel kılmayı da başarmış, Altın Portakal'dan
Nantes'a, Venedik'ten Valencia'ya kadar pek çok festivalde kazandığı ödüllerle
de bu başarısını pekiştirmiştir.
Macit
Koper'in büyük başarıyla canlandırdığı Zebercet'in iç dünyası ile dış
dünyanın gerçekliğini, eşine az rastlanır türden bir "soluk görkem"
içinde buluşturan "Anayurt Oteli", baştan sona
"kırılganlığın" egemen olduğu, ama her yönüyle çok sağlam bir film
olarak yer edinir sinema tarihimizde. Kanlı horoz dövüşü, tavayla öldürülen
kedi, röntgencilik, gizemli kadının kullanmış olduğu havluyla mastürbasyon,
temizlikçi kadının sevişirken boğularak öldürülmesi gibi allak bullak edici
sahneler ve başlı başına "son nokta"nın konuluş biçimi,
"Anayurt Oteli"nin Türk sinemasındaki "klinik-krimonolojik
olaylar" dökümünde saygın bir parantez açmasına yetecek derecededir! Ve
kim bilir daha ne çok Zebercet'imiz vardır, giderilmemiş cinsel açlıklarıyla
ortalıkta dolaşan, bir köşede bekleyen...
Zebercet'in, edebiyatımızın hazinelerinden
biri niteliğindeki bir başka Yusuf Atılgan romanı "Aylak Adam"ın,
kısaca C. olarak tanıtılan, 28 yaşındaki "tedirgin" karakteriyle
akraba olduğu rahatlıkla söylenebilir. Öte yandan ve buna paralel olarak, Ömer
Kavur filmografisindeki diğer pek çok karakterle hısımlık akrabalık ilişkisi
içinde bulunduğu da görülecektir. Tutkusunun esiri olan, yabancılaşıp kendi
dünyasına kapanan ama arayışlarını da tuhaf-gizemli biçimlerde sürdüren
bireylerle doludur Kavur filmografisi. Bu özellik, bazı sinema yazarlarının ve
akademisyenlerin bilinçsiz bir çabayla Metin Erksan'la ilintilendirdikleri
Ömer Kavur'un, öykülerini, Erksan'ın tersine "içeriden dışarıya
doğru" anlattığı ve "yerli olanın yabancılaştırılması"
temelinde kurduğu düşünülürse (Erksan, yabancı olanı yerlileştirir...), "
Anayurt Oteli"nde
tümüyle modernist bir yapıda ve alabildiğine vurgulanmış olarak çıkar
karşımıza. Yani Zebercet, her şeyiyle bize, buralara, örneğin filmin çekim
mekânı otelin bulunduğu Nazilli'ye aittir ama önce Atılgan, ardından da Kavur
tarafından mümkün olduğunca "yabancı" kılınmıştır.
"Ömer
Kavur'un peşine düştüğü imgeler, daha önceki filmlerinde görülmekle birlikte,
'Anayurt Oteli' ile birlikte kristalize olmaya, bakışımlı bir prizmada özel bir
dil oluşturmaya başlamıştır" diyor, Kavur'un değişmez senaristi ve oyuncusu
Macit Koper ve ekliyor: "Şöyle de söylenebilir: 'Anayurt Oteli' Ömer
Kavur'un yola çıkmak için bütün ağırlıklarını bıraktığı, dönüp arkasına
bakmaktan vazgeçtiği, başyapıtı-dır." (Yönetmen: Ömer Kavur, Ankara Sinema
Derneği Yay., sayfa 111, 2002
► Film Zebercet'in
hikayesine onun anlatımıyla başlar: "Adım Zebercet. Zebercet. 28 Kasım
1950'de doğdum. 7 aylık. Annem 44 yaşındaymış o zaman babamdan büyük. 4 kez
düşük yapmış bana kadar."
Zebercet, 1960' da sünnet
olduğu yaz annesinin öldüğünü, okulu orta ikiden terk ettiğini ve askerden
1971'de terhis olduğunu belirttikten sonra ekler: "Babam birkaç yıl önce
öldü. Oteli ben yönetiyorum. 80' den beri." 1923'te otele dönüştürülen bu eski
konak ve bulunduğu kasaba Zebercet'in öyküsünü de çizen en önemli mekanlar
olacaktır. Kavur, karakterinin öznel anlatımıyla filme başlarken, hem
izleyiciyle Zebercet'in öyküsü arasına bir mesafe koyar hem de vurgulanan bu
tarihlere dikkat çekmiş olur.
Zebercet'in
konakla otel arası bu mekana sıkışmışlığı filmin birinci bölümünü oluşturur.
Zebercet nerdeyse hiç dışarı çıkmaz. Otele günü birliğine gelip gidenler
dışardaki bir hayatın ritmini içeri taşır. Bir hafta gibi en uzun kalan yaşlı
müşterisi ve otel hizmetçisi geçmişleriyle gelecekleri arasında bir yerlerde
asılı kalmış bir zaman diliminde yaşarlar. Serra Yılmaz'ın başarıyla
canlandırdığı hizmetçi, dayısının öldüğü gerçeğini ve bu otele saplandığını
kabul etmez ora-da takılı kalmıştır. Film boyunca dayısından haber olup
olmadığını sorar. Zaman zaman da Zebercet için cinsel bir bedendir ve sanki
hiç yaşamıyormuş gibidir. Yaşlı müşteri de kendini soran olup olmadığıyla
ilgilidir ve hakkında hiçbir şey bilmeyiz. Zebercet'in onlardan bir farkı
yoktur. Ne dışarısı ne de içerisi kendi mekanıdır. Bu mekanla kimliğini
ilişkilendirebileceği, iğreti duran birkaç resim ve beşik dışında hiçbir bağ
yoktur. Donup kalmış anlara sıkışmış, kendi mekanında yaşamayan bu kimliğin
zamanla olan ilişkisi de parçalanmıştır. Kendini bu mekana ait hissettiren tek
anı otele bir günlüğüne gelen bir kadın ve ardında bıraktıklarıdır. Zebercet,
adeta durmuş olan kendi kişisel zamanını yeniden yaşamaya başlar. Ona uzak
geçmişi ve bu mekan, kadının geleceği umudu ve beklentisiyle anlam kazanır gibi
olur. Ama Zebercet bu mekanı terk edemeyeceği için umutsuzluğu daha da artar.
Kendisini suçlu hisseder. Kendi imgesine bile yabancıdır. Hayal ettiği Hitler
bıyığı aslında kurtulmak istediği, vücuduna yapışmış bir simgedir. Suçluluk ve
umutsuzluk duygularıyla, kopuk kopuk yaşanan zamanlarla anlamsızlaşmış bu
mekandan, bu geçici kimliklerin mekanından kurtulmaya çalışır Zebercet. Filmin
ikinci bölümünü oluşturan arka plansa yaşadığı kasabadır. Zebercet bir çeşit
geriye dönüşü yaşamak, hatırlamaya çalışmak ve boşlukları doldurmak zorundadır.
Kendine yeni bir kimlik mekanı yaratmaya çalışan Zebercet, bu Yolculuk
sırasında parçaların sandığından da kopul olduğunu keşfeder. İn-sanlar her an
bir eylem içindedir
Tutuklamalar, kasaba
megafonlarında anons edilen diğer hayatlar ve olaylar, horoz dövüşleri,
mezarlıklar, cinayetler ...
Zebercet başkalarının
öyküsünü yaşa-maya başlamıştır sanki, ama ne zaman, ne mekan, ne de yüzlerin
arkasındaki öyküler birbiriyle örtüşmez. İnsanlar sanki tarihsiz bir mekan
içinde dolaşmaktadır. Filmin bu soyutluğu izleiciyi de farklı sorular sormaya,
çoklu anlamlar üretmeye iter.
Zebercet'in belirttiği
tarihler aynı zamanda Türkiye tarihinin kırılma noktalarıdır. Çözülmeden kalmış
bu noktalar, bireyin yaşadığı mekanı, zamanı ve onunla şekillenecek kimlikle
bağlarını da güç-süzleştirmiştir. Aynı isimde hiç kimseye rastlamamış olan
Zebercet sanki hiç yokmuş gibi var olmuştur. Filmin sonunda soranlara adının
Ahmet, yaşadığı yerin de bir konak olduğunu söyler. Bu aslında dokunulabilen,
hissedilebilen ve yaşayan bir kimliği edinme ve yeniden başlamaya olan bir
arzudur.
Ama zaman akmıştır. 1960'ta
ölen anne-sine benzeyen o kadın gelmeyecektir, o zaman tekrar yaşanamayacaktır
ve Zebercet 1980'den beri işlettiği bu otelde çıkışsızlıkla intihar edecektir.
Bu andan sonra duvar saati çalışmaya, su musluktan damlamaya başlar.
Ömer
Kavur'un "Anayurt Oteli" filminde devamlılığı sağlayan ana eksen,
mekan olarak karşımıza çıkar. Karakterinin mekanla arasındaki bağı onun iç
dünyasının bir boyutudur. Zamansa filmin öykülemesi içinde episodik olarak,
günlere bölünmüş bir şekilde yer alır. Unutulmayacak performansıyla Macit
Koper'in çizdiği Zebercet adlı bir karakterin bir-kaç haftasıdır bu ve klasik
bir anlatımın ötesine geçen bir öykülemedir; tarihi bir bekleyişin doruktaki
son birkaç haftası. Her günün bir yüzü, bir durumu vardır. Attığı adımlar Zebercet
için bir neden-sellik taşımaz. Filmdeki kişileri birbirine bağlayan ya oteldir
ya da kasabanın çeşitli mekanları. Bazen Zebercet seyirci için bir aracıdır
mekanlara ve kişilere götüren. Karakterin mekanına yabancılaşmışlığı ve
olayların nedensizlikle yan yana gelişi izleyiciyi de filme yabancılaştırır. Bu
nedensel bağın yokluğu izleyicinin hem kişileri ve yüzleri algılamasına hem de
estetik olarak mekanın karanlık atmosferine ve film boyunca otelin kapısından
içeri patlayan gün ışığına dikkatini çeker. Dışarısının kör eden aydınlığı ve
içerisinin kasvetli ışığı Zebercet'in bu mekana hapsolmuşluğunu güçlü bir kontrastla
vurgular. Öyle ki konak intiharla son bulan bir hayat hikayesinin, bir tarihin
mekan olur. Filmin sonunda konağını otelin her bir noktasını dolaşarak kat kat
aşağı inen kamera, dışarısının patlayan ışığıyla izleyiciyi de bu mekanda,
Zebercet'in kaderiyle baş başa bırakır. (Ayla Kanbur) “SİYAD, 40 Yılın
Serüveni ”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder