Yönetmen : Ümit Efekan
Senaryo: Haşmet Zeybek
Eser: Bekir Yıldız
Görüntü Yönetmeni: Salih
Dikişçi
Müzik: Cahit Berkay
Yapım: Pınar Video/Halis
Şenol
Oyuncular: Tarık Akan, Zuhal Olcay, Melike Zobu,
Ferdi Altuner, Menderes Samancılar, Mesut Çakarlı, Muazzez Kurdoğlu, Haşmet
Zeybek
Konu: Anne, baba ve çocuktan oluşan aile
babanın iletişimsizlik ve geçimsizlik yaşanıyor gerekçesiyle dağılma sürecine
girmiştir. Baba'ya göre karısıyla arasındaki sevgi ve saygı bitmiş, güven kalmamıştır.
Evlilikleri "birbirlerini yeme" noktasına gelmiştir. Üstelik kadın
kaynanasını evden kovmuştur. Karısına göre ise evin tüm yükü onun üzerindedir ve
kimse ona yardım etmemektedir. Kaynanası da sürekli sorunlar çıkartmaktadır.
Çatışmalar gün geçtikçe artar, koca sevgiyi dışarıda arar ve bir sevgili bulur.
Çünkü, ona göre "sevgi özgürlük ve hak edilmek ister, karısı artık buna
layık değildir". Kocasını başkasına kaptırmak istemeyen anne boşanmaktan
vazgeçer. Ancak o da kocasının yazdığı kitapların telif hakkını almak içindir.
Bu arada kaynananın ölmesi kocayı, annesinin karısı tarafından "ömür boyu
sığıntı gibi yaşatıldığı" için bütünüyle karısından uzaklaşır. Sonuçta
kadın istediği parayı alır ve evlilik resmi olarak biter. Baba özgürlüğüne
kavuşur ve kendisinden hiçbir maddi çıkar beklemeyen sevgilisine kavuşur. Baba
yeni sevgilisine "karım olur musun" der. Ama sevgilisi üzülür,
aşağılandığını düşünür. "Sanki şimdiye kadar metresinmişim gibi konuşuyorsun"
der. Ona göre sevgi olduktan sonra evlilik şart değildir. Önemli olan birey
olmadır, insanların birbirine yetmesidir. Babanın ısrarı sonucu yeni sevgililer
evlenirler:
Ancak kadının hamile olması
sorun yaratır. Genç kadın anne olmakta ısrarlı iken, babaya göre; kadınlar anne
olmak yerine sosyal haklarını arttırmalıdırlar. Ona göre, çocuk kadının
sevgisini azaltacaktır. Kadın özgürlüğünün sınırlanmaması için çocuğunu aldım
ve boşanma kararı alır. Baba ona hak verir; "Ben ne doğulu ne de batılı olabildim
dilerim sen çağdaş bir kadın olabilirsin. Benim gönül ve bilinç yoldaşım"
diyerek ayrılır. “Soner Derse, “Türk Sinemasında Aşk”
Ø Bekir Yıldız'ın "Halkalı
Köle"sini ("Aile Savaşları"nı okumadım) önceleri olduk-ça
tedirgin olarak, bir tür diken üstünde okumaya başladığımı anımsıyorum. Bu,
kitabı bir roman mı, yoksa bir anı kitabı gibi mi okumak gerektiği konusundaki
belirsizlik kadar, kitabın Yıldız'ın özel yaşamının bir bölümünü (veya dönemini)
sergilemesinden kaynaklanıyordu. Gerçi her tür yapıntı yapıtta yazar sonuç
olarak biraz da kendi yaşamını anlatır. Ama bu kez olaylar, roman tekniğiyle
yoğrulmaktan çok, bir anı defteri gibi anlatılıyor, üstelik Yıldız, bunun
"kendi hayatı" olduğunu açıkça söylüyordu. Özel yaşamların bu tür
sergilenmesi, beni hep biraz rahatsız etmiştir. Ama "Halkalı Köle"de
bu tür tedirginlik1er çabucak aşılıyor ve yapıtın (roman, anı neyse) büyüsü
işlemeye başlıyordu. Bunun temel nedeninin, yapıttan taşan "içtenlik"
olduğunu sezmiştim. Anlattıkları yalnız Yıldız'ın yaşamında bir bölüm değildi.
Yıldız için hala çok güncel, "yakıcı", etkisi süren, alevi buram
buram tüten olaylardı bunlar anlaşılan... Ve bu içtenlik, bu
"sahiplik" duygusu eninde sonunda etkisini gösteriyordu.
"Halkalı
Köle" filmi, temelde aynı avantajdan yararlanıyor. Yiine bir "özel
yaşam" sergilemesi karşısında olunduğunun anlaşılmasıyla gelen rahatsızlık
da, kitapta bir derece kabul edilen Yıldız'ın oldukça kuramsal,
"kitabı" laflarının getirdiği yapaylık duygusu da, kısa sürede filmin
tıpkı roman gibi içerdiği içtenlik nedeniyle siliniyor. Yıldız, anlaşılan ilk
karısından çok çekmiş... Çektiklerini anlatırken, tüm bir evlilik kurumunu
"köylü, kentli ve Avrupalı" gözüyle, yargılıyor, irdeliyor, ayrıştırıyor...
Kırsal kesim kökenli iki insan arasında, kent yaşamı ve diğerleri üstüne
kurulan, üstelik bir de Almanya deneyi geçiren bir evliliğin, biraz toplumsal
ve ekonomik, ama daha çok insancıl/bireysel engellere çarparak tuzla buz
olmasını, "sevginin ölmesi" ile birlikte doğan gerilimi, giderek
düşmanlı baştan sona irdeliyor film Tam anlamıyla "bir evliliğin (veya bir
boşanmanın anatomisi" bu Yıldız'ın kitaptan gelen kimi yargılarının,
benzetmelerinin ("ailelerle imparatorluklar arasındaki kooşutluk"
gibi) alabildiğine "tumturaklı" kaçması veya mahkemenin bizdeki yargı
sisteminden çok Amerikan mahkemelerine benzemesi gibi olumsuz öğeler, evlilik
olayına yaklaşımın görkemli sağlamlığı karşısında unutuluveriyor. Ve
karşınızda, Türk sinemasında yapılmış en (belki de tek) radikal evlilik
irdelemesi filmini buluyorsunuz ...
Yıldız, romanda/filmde,
önceleri karısına asıl suç payını bırakır gibi oluyor. Nitekim finale doğru
mahkemenin kararı (Yıldız'ın tüm romanlarının geçmiş gelecek tüm baskılarının
gelirine kadının el koyması) hele gerçek olduğu da bilinince, kadını pek
sempatik göstermiyor elbette...Ancak Yıldız'ın baş kişisinin (kendisinin) yeni
kadınıyla arasında" çocuk sorunu" dolayısıyla doğan sürtüşme ve bu
olayda erkeğin davranışı, fılmde zaten alttan alta var olan erkek eleştirisini,
"maşist toplum" eleştirisini de doruğuna çıkarıyor. Bu haliyle, film,
günümüz Türkiye’sinde evlilik ve kadın-erkek beraberliği konularında sanat
yapıtı düzeyini de aşıp belge konumuna erişen bir eser ...
"Halkalı Köle",
Ümit Efekan'ın şimdiye dek yaptığı en önemli film olduğu kadar, görüntü ve
müzik çalışmalarıyla da değerleniyor. Oyuncular ise bence çok başarılı: Tarık
Akan, şimdiye dek oynadık-larından çok farklı bir rolde gerçek bir oyuncu
olduğunu gösterirken, Zuhal Olcay’ın birinci sınıf oyunu, bu aktrisin sinemamız
için ne büyük kazanç olduğunu bir kez daha belgeliyor. “Atilla Dorsay, “12
Eylül Yılları ve Sinemamız”