Yönetmen: Erden Kıral
Senaryo: Ferit Edgü
Görüntü Yönetmeni: Kenan
Ormanlar
Kurgu ve Eşleşme: Nevzat
Dişiaçık, Muzaffer Karataş
Yapım: Mine Film/Kadri
Yurdatap
Yönetmen Asistanları: Konstantin
Schmidt, Güliz Kucur, Müzik: Sarper Özsan, Sanat Yönetmeni: Nur
Özalp, Şiir: Kavafis, Çeviren: Cevat Çapan, Kamera Asistanı: Uğur
Eruzun, (Phanter)Dolly: Hasan Ormanlar, Fotoğraf: Ahmet Elhan,
Yapım Sorumlusu: Osman Çağlar, Ses: Serdar Işın, Set Amiri: İsmail
Kündem, Set Görevlisi: İbrahim Tekin, Turgut Pelit, Işık Şefi: Turgut
Köse, Yardımcıları: Kubilay Demirkan, Mehmet Şenkal, Bülent Buget, Ulaştırma:
Levent Tunay, Renk Uzmanı: Adnan Şahin, Laboratuar: Zekeriya
Şahin, Yahya Öztürk, Negatif Kurgu: Erol Şahin, Seslendirme
Yönetmeni: Ersan Uysal, Sesleri Alan: Erkan Aktaş, Jenerik: Erim
Gözen,
(Fono Film Stüdyosunda hazırlanıp,
seslendirilmiştir)
Oyuncular: Aytaç Arman (Yazar), Şerif Sezer
(Zühre), Zihni Küçümen (Ali), Nüvit Özdoğru (Profesör), Dilaver Uyanık (Faik)
Konu: Bir yazarın iç hesaplaşması ile bir
kadının öyküsü. Yaza, terörizmin ortalığı kasıp kavurduğu günlerde eline kalem
almak istemez. Bir çeşit yılgınlığa düşmüştür, Daha doğrusu yazmanın
anlamsızlığı İşte genç yazar, bu duygular içinde yaşarken, kenti terk edip
doğduğu Cunta adasına gider. Ada'da öldürülen bir profesör arkadaşıyla
geçirdiği günleri anımsar. Bir süre sonra tekrar yazmağa başlar. Onu yeniden
yazmaya yönelten, yanında çalıştığı kadına duyduğu ilgidir. Dul kadın, ya-zarı
yaşama yeniden bağlamıştır. Ne var ki yazar, şiddetten, terörden kaçmasıyla da
bir çözüme ulaşamaz. Ve sonunda genç adam, evinin bahçesinde öldürülür. “Agah
Özgüç a.g.e.”
Ödül:
2. Ankara
Film Şenliği'nde (1989)
► “Av
Zamanı", "en iyi film"
► Erden
Kıral "en iyi yönetmen
► Sarper
Özsan "en iyi müzik"
v Bence Erden Kıral, kendi kişisel
üslubunu zamanla geliştiren ve bunda ısrarlı olan nadir yönetmenlerden biri. Bu
anlamda ilginç ipuçları veriyor. Bu film bu anlamda başarılı (Onat Kutlar).
Filmden çok etkilenen eleştirmenler olduğu gibi yetersiz bulduğunu söyleyenler
de oldu. Kanımca filmin önemi, oldukça ciddi bir soruna, Türkiye'nin yaşadığı
bir döneme parmak basması. Türk sinemasında çok az üzerine gidilen bir tarz.
Senaryodan ve oyunculardan kaynaklanan bazı ak-saklıklar olduğunu düşünüyorum
(Vecdi Sayar). "Av Zamanı", bana göre senaryodan kaynaklanan bazı
çelişkilere rağmen, bütünüyle, özellikle de Türk sinemasının bayağı iyi niyetli
ve sağduyulu bir film olarak nitelendirebilinir. Ama bazı kusurları da yok
değil (Çetin A Özkırım). (Mak Ajans'ın 19 Şubat 1988 tarihli bülteninden)
v Öyküdeki derinliğe senaryo
ve film-de inilemeyince "zor dönemlerde aydın yılgınlığı genellemesi
yapmak" gibi bir açmaza düşülebiliyor. Av Zamanı'nda da biraz böyle olmuş.
Gerçi Erden Kıral, filmin akışı içinde gazeteci yazarın kendisini buluşuna,
savaşımcı güç ve kişiliğini yeniden bulmaya başlayışına doğru uzanıyor. Ne var
ki, filmin süresi yetersiz kalıyor. İzleyici kafasından "ilerici aydın,
zoru görünce yılgınlaşır, bezginleşir" biçiminde bir genellemenin filmde
var oduğu izlenimini tam olarak silemeden, biraz kırgın ve incinmiş ayrılıyor
sinema salonundan (Erdal Çetin, Milliyet, 31 Mart 1988).
v Av Zamanı, çok yakın geçmişte yaşanan ve
kimi yanlarıyla hala belleklerde yer eden böylesine yaşamsal ve güncel her
konuya değinmesine karşılık neden başarılı bir film olmanın tuzağına düşüp,
yapması gereken etkiyi yapamıyor? Erden Kıral ilk kez kırsal kesimden uzaklaşıp
genelinde kente yöneldiği böylesine bir filmde neden eski formunu korumayıp bir
düş kırıklığına zemin hazırlıyor. Film üzerine bu türden soruları çoğaltarak
sormak olası. Ama ne var ki tümüne vereceğimiz yanıtlar ne yazık ki pek olumlu
değil. Gerçekten de Av Zamanı'nda bir şeyler eksik gibi. Yerli yerine oturmamış
anlamsız boşlukta geziniyormuşcasına bir izlenim bırakıyor izleyen üzerinde.
Edebilik ile ekonomiklilik arasında gidip gelen diyalogların tüm konuşkanlığını
kimi zaman filmden oldukça soyutlanmış cömert görüntüler üstlenmiş. (Burçak
Evren, “Av Zamanı’nın düş kırıklığı, Güneş G. 25 Mart 1988) “Agah Özgüç a.g.e
v Cunda Adası'na yerleşmiş, av ve balıkla
uğraşan, bu arada adanın tarihini araştıran yaşlı eski dostu, filmin kahramanı
yazara "Av zamanı yaklaşıyor" der. Yazar ise biraz kaba bir
alegoriyle, "Ben av zamanının çoktan başladığını sanıyordum" diye
yanıtlar. Evet, 1970 sonlarının dehşet verici yıllarıdır. Bütün ülke geniş bir
av alanına dönüşmüştür. Avcılar kimliği bilinmeyen, karanlık bakışlı, korkutucu
genç adamlardır... Avlananlar ise ya yine tıpkı kendilerine benzeyen başka genç
adamlar ya da ülkenin önde gelen yazarları, çizerleri, gazetecileri, düşün
adamları... Çok yakını bir bilim adamının öldürülmesi üzerine bunalım geçiren
yazarımız kendini oldukça uzaklara, Ayvalık yakınlarındaki Cunda Adası'na
atmıştır. Tüm bu korkunç gidiş karşısında aydın ve insan kişiliğini
sorgula-makta, yazma eyleminin artık bir işe yarayıp yaramadığını düşünmekte,
bir zamanlar nasıl "yaşamadan yazdıysa" şimdi de "yazmadan
yaşamaya" alışmayı denemektedir... Çocukluk arkadaşı eski bir dost,
ortalık işlerine gelen, ama ona erkek olduğunu anımsatan dul bir kadın, bir
balıkçı... Ve adanın kendine özgü evleri, sokakları, Rum kiliseleri... Ama uzak
bir ada da olsa, yine de ülkenin bir parçasıdır burası... Cinayet, kıyım, kan
salgınından uzak kalması düşünülemez.
"Av Zamanı", Erden
Kıral'ın kendine özgü üslup araştırmalarını ilk kez kırsal kesimden kente, kent
insanlarına, diğer bir deyişle aydınlara kaydırmasını sim-geliyor. Ferit
Edgü'nün özgün bir senaryosundan yola çıkıyor Kıral... Bu senaryo, filmin hem
erdemlerinin hem kimi kusurlarının ana kaynağı bizce... Edebi bir tat içeren,
değişik, dinlenmesi bile güzel bir senaryo.. Ancak konuşmalarda belli bir
soyutlama, hatta yabancılaştırma çabası var ki, bu kimi konuşma ve kişiliklere
"oturmamış", inandırıcı olmayan bir nitelik veriyor. Örneğin, balıkçıyla
olan konuşmalar, bu yabancılaştırmayı neredeyse uyumsuzluğa,
"absurde"e dek götürüyor. "Hakkari'de Bir Mevsim"de de
duyumsanan, somut toplumsal konuları belli bir soyutlaştırma çabasıyla vermek,
"Av Zamanı"nın da temel özelliği... Ama çok iyi oturmamış, tam bir
kıvama erişmemiş...
Bu küçük
"kusur" bir yana, "Av Zamanı" son derece tutarlı, bütünlüğü
olan bir film... Bir ölçüde Ömer Kavur'un "Gece Yolculuğu"nu
anımsatan film, ona kıyasla kişi/mekan ilişkisini daha iyi çözmüş gibi geldi
bize... Filmin, elbette 12 Eylül öncesine, terör ve anarşi dönemine ilk kez
değinen bir film olmak gibi önemli bir özelliği var. Bunu çok küçük ölçekte,
bireysel düzeyde yapıyor olsa bile... Ama film, ele aldığı ve hepimiz için çok
yaşamsal olan bir döneme getirdiği tanıklığın ötesinde, bir üslup araştırması
olarak önem taşıyor. Erden Kıral'ın kişiliklerin, geçen anların, eşyanın,
dekor/mekanın özelliklerini daha iyi değerlendirmeye yönelik durağan sineması,
artık başlı başına bir üslup bizce... Son derece düşünülmüş, ölçülü kamera
hareketleri, örneğin arkasında insanların konuştuğu bir pencereye yavaşça
yaklaşan ve sonra uzaklaşan kamera veya finaldeki o nefis kaydırma çok
başarılı.
Ve işte böylesine ilginç ve
önemli bir filmi pazartesi günü, hem de koca İstanbul' da gösterildiği tek
sinemada yalnızca 6 kişiyle birlikte izliyoruz! Bunu saptamak, bir sinema
yazarı için hiç de onurlandırıcı bir şey değil. Ama suçu seyircimizde
aramayalım. O hep haklıdır. Suçu biraz da yönetmende arayalım. O da pekala, örneğin
yazar kahramanını daktilosu başında çıplak yazarken gösterebilirdi. Aytaç
Arman’ı çıplak görmek, en azından kadın seyirciyi salonlara çekebilirdi.
(Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız” syf, 197)