Yönetmen: Atıf Yılmaz Eser: Duygu Asena Senaryo: Atıf Yılmaz, Barış Pirhasan ( Leyla
Özalp, Hale Soygazi, Sevgi Saygı’nın katkılarıyla) Görüntü Yönetmeni: Çetin Tunca Müzik: Esin Engin Kurgu-Eşleme: Mevlüt Koçak
Yapım: Odak Film/Cengiz Ergun
Danışman: Leyla Özalp, Yönetmen Yardımcısı: Sevgi
Saygı, Elif Yılmaz, Hilal Gergin, Kamera Yardımcısı: Bora
Üstüntaş, Aydınlatma: Remzi Biçer, Şevki Gezer, Bilal Tahtakılıç, Set
Ekibi: İsmail Kündem, Turgut Pelit, İbrahim Tekin, Sanat Yönetmeni: Füsun
Selen Tunca, Negatif Kurgu: Orhan Turgut, Selahattin Tur-gut, Film
Baskı, Mustafa Koç, Film Yıkama: Ufuk Kayar, Özel Efekt: Hilmi
Güver, Erdoğan Bugay, Makyaj: Berrin Sun, Fotoğraf: Ömer Orhun,
Seslendirme: Stüdyo İmaj, Ses Kayıt: Al Williams, Nail Yılmaz,
Seslendirme Yönetmeni: Mustafa Alabora, Prodüksiyon Amiri: Sadık
Deveci, Ahmet Şişman, Ahmet Altınterim, (Sinefekt Laboratuarlarında
hazırlanmıştır).
Oyuncular: Hale Soygazi (Kadın), Aytaç Arman
(Adam), Tarık Tarcan (Mehmet), Selen Şenbay (Gürkan), Şahika Tekand (Sevil),
Sevda Aktolga (Zerrin), Mehmet Akan (Baba), Sema Çeyrekbaşı (Anne), Arif Akaya
(Erhan, Yasemin Akaya (Gül), Rozet Hubeş (Figen), Selma Tarcan, Ayşen Çetiner
(Nilay), Alev Karaca (Gülriz), Şahin Şahan (Faruk), Yaman Tarcan (Özcan), Erdal
Tosun (Teoman), Yıldız Kurdoğlu (Sermin), Yaşar Şener (Fındıkçı), İsmail
Kündem, Ahmet Altunkerim (Rıfat) Çocuk
Konu: Büyük kentte erkeklerle aynı
iş yerinde benzer işleri yapan, ama aynı. özgürlüğe sahip olmayan kent soylu
bir kadının özgürlük ve kimlik arayışını anlatır. Baba baskısıyla büyüyen Işık,
kocasıyla birlikte varlıklı bir yaşam sürer. Evliliğinden sonra çalışmayı
bırakan Işık ile kocası arasındaki iletişim, kocasının ekonomik açıdan daha
güçlü olma tutkusundan dolayı bozulmaya başlar. Duygusal ilişkilerde yaşanan sorunların
verdiği rahatsızlıktan kurtulmak isteyen Işık çalışmaya başlar. Önce iş
yerindeki evli Mehmet'e aşık olur. Işık'ın ve Mehmet'in eşlerince de bilinen
ve rıza gösterilen ilişki Mehmet'in aile yaşamının yıkılmamasını sağlamak için
bitirilir. insanlardan gittikçe uzaklaşan Işık bir arkadaşının sahil
kenarındaki evine gider. Orada polis tarafından aranan, koltuk değneğiyle
yürüyen Orhan'la tanışan Işık. Orhan'ın içten dürüst ve sevgi dolu
davranışlarından etkilenir. Ama bu ilişki de Orhan'ın yurt dışına kaçmak
zorunda olmasından dolayı biter. Işık'ın gençlik aşkı Erhan'la ilişkisini
bitiren neden Erhan'ın cinsel ilişki konusundaki zorlaması olur. Gürkan'ın
terk edilme nedeni de, kocasının ilişkiye değer vermeyen ve her şey de parayı
ölçüt alan tavrı olur. Mehmet ve Orhan'la ayrılışının nedeni de yanlış zamanda
karşılaşmış olmalarıdır. Mehmet evli, Orhan ise bir kanun kaçağıdır. “Soner
Derse, “Türk Sinemasında Aşk”
► Kitabın
önemli bir bölümü olan, Kadının iş arkadaşı Mehmet'le yaşadığı sevgi ve dolayısıyla
Mehmet ve karısıyla kurduğu üçlü dostluk, bu garip, ama ilginç ilişki, filmde
nedense bir Fransız bulvar komedisi düzeyine iniyor, seyirci tarafından
kahkahalarla karşılanıyor...Herhalde filmin yaratıcılarının hiç de
amaçlamadlkları bir şey!.. Ve final öncesine konan apartman yöneticisiyle
tartışma sahnesi, Kadının sosyal amacının nerdeyse yalnızca kimsenin kendisine
karışmadığı bir evde, gönlünce, erkek arkadaşlarını isteği gibi kabul ederek
yaşamak olduğu yönünde kuşkulu bir yorum getiriyor ... Kitabın son bölümlerinin
es geçirilerek, finalin, daktilosunun başına çıplak oturup kitabını yazmaya
başlayan ilk görüntüsüyle gelmesiyle, belki oldukça estetik, ama kitabı ve
sonunu en iyi özümleyen bir final değil...ilginç bir kitaba dayansa da bunca
kadın ve kadın hakkı, özgürlüğü, kişiliği laflarının edilmesi, sonuç olarak
gerçek bir "kadın filmi" yaratmaya yeterli olmuyor. "Kadın
filmi" ise "Mine"den "Adı Vasfiye"ye, bir çok Atlf
Yılmaz filmi, daha "kadın filmi"ydi ... Ve "Kadın filmi"
olup olmaması bir yana "Kadının Adı Yok", ne yazık ki iyi bir film
bile değil ( Atilla Dorsay, Kadının Adı Var, filmi yok, Cumhuriyet, 19 Şubat
1988).
v Kadının Adı Yok'ta neyin
savunusu yapılıyor, belli değil. Karı/koca/sevgili üçlüsünün bu ters ilişkiyi
kabullenip birbirlerinin saçlarını okşaya okşaya sarmaş dolaş halvet olmaları
gibi görüntülerle bizce çok doğal moral değerlerin sınır ötesine geçiliyor. Bu
gibi terslikler, Türkiye'de son yıllarda yükselen "kadının kişilik, hak
ve toplum içnde saygın yer arayışı" savaşımına da zarar verebilecek,
yanlış anlaşılabilecek sakıncalar doğuruyor. Yanlışların doğruları götürdüğü
bu filmde kadın hakları ve demokrasi kahramanı (!) kadının kocasına söylediği
bir söz, "en doğru"yu yansıtıyor: "Bizde bir manyaklık var
herhalde" diyor kadın ... Yaa, evet ... Her halde .. ( Erdal Çetin,
Kadının Adı Yok, Milliyet, 18 Şubat 1988).
v Yaklaştığımız insan bize henüz iki yüz
ışık yılı uzaklıkta: Tüm diyaloglar ve durumlar, tüm insanlar ve mekanlar öylesine
derinliksiz basmakalıp ve tikellikten uzak ki, ister istemez acıklı şeyler
geliyor aklımıza: Acıları, sancıları, açmazları ve coşkularıyla bir kadının (insan
boş verin) kendi olma sürecini değil, kendine mazbut bir butikten hazır
giysiler seçme sürecini izliyorsunuz yalnızca (Cemal Ener, "Kadın"dan
birkaç; Işık Yılı uzakta, Söz, 19 Şubat 1988).
v Kadın Adı Yok, kötü oynanmış
ve kötü yönetilmiş bir film, her şey bir yana ... Tutarlı bir performans
gösteremeyen ve dublajıyla kendi kendini zedeleyen Hale Soygazi, onca başarılı
filmden sonra artık kendi tekrarlamaya başlayan Aytaç Arman ve diğerleri yanında,
bir tek 0 kısacık baba rolünde Mehmet Akan ve Şahika Tekand gerçek bir
oyunculuk sunuyorlar. Atıf Yılmaz gibi bir "usta"ya yakışmayacak reji
hataları (iki kere çıkan küpeler, ters bakışlar, ters duruşlar) ve oyuncu
yönetimi (çocuk oyuncular ve hepsi) yanında, baştan aşağı "mizansen"
kokan, gerçeklikten uzak sahneler, doğ-rusu ya, son dönem filmlerinden sonra
kendisi için bir geri adım, bizim için bir düş kırıklığı oldu. ( Ali Hakan,
2000'e Doğru, S.: 9, 21-27 Şubat 1988).
v Yılmaz önce kitaptaki "adsız
kadın"ın erkek gibi davranarak erkek dünyasında yer edinmesini, ters-yüz
ederek "kadın gibi davranan kadın"la filmine yeni br boyut farklı bir
görüş getirmek istemiş. Işık'ı, filmde görüntülediği kadarıyla gömlek
değiştirir gibi erkek değiştiren duygusuz, nedensiz ve amaçsız, kendi
yalnızlığı içinde devinen iletişimsiz bir kişilik haline sokmuş. Hatta bu
doğrultuda Işık'ın eşinden neden ayrıldığını anlamak bile mümkün değil. Hele
hele boynuzlanan koca ile, aldatılan kadının anlayışlık sınırını zorlayan öylesine
yapay bir nazikliği var ki bunu da kitabın/filmin savunduğu öğeler içinde bir
yerlere koymak oldukça zor kuşkusuz bu örnekleri daha da çoğaltarak, eşlerin
birbirlerini aldattıkları için değil, aldatma eylemindeki tavırları -açık ve
sinsi oluşları yüzünden suçlamalarındaki sakatlıktan, finaldeki sözüm ona
arınmayı simgeleyen anadan doğma yazı yazmaya dek götürebiliriz. Belli ki Atıf
Usta, kitapta değiştirdiği yerlere anlaşılmadığı oranda daha etkili
olabileceğine inandığı kimi işlevsiz ve oldukça yapay sahneler ekleyerek işin
içinden sıyrılmayı yeğlemiş (Burçak Evren, iyi ki "Kadının Adı Yok",
Güneş, 11 Mart 1988).
v "Kadının Adı Yok"
kitabını okuduğumda bende özellikle üç değişik ve temel izlenim tortusu
bıraktığını anımsıyorum. Biri, "adı olmayan kadın" adına bir üzüntü;
yaşamı ne denli acılar, düş kırıklıkları, sevgisizlik ve iletişimsizlik içinde
geçmiş!.. Öbürü, bir erkek olarak kendi adıma ve tüm erkekler adına
duyumsadığım bir pişmanlık; "biz erkekler", ne denli acılar çektirmiş
nasıl hırpalanmış, ne kadar üzmüştük "adı olmayan kadın"ı ve kuşkusuz
başka kadınları... Hem de gerçek anlamda haşin, kaba, sert, aşırı ölçüde bencil
davranmadığımız halde... (Çünkü kitaptaki erkekler, genelde hiç de
toplumumuzda her gün gazetelere yansıyan haberlerdekine benzer veya Yeşilçam
filmlerinin "kötü" erkeklerini andırır biçimde davranmıyorlardı). Bir
üçüncü izlenim de bu kez Duygu Asena adına bir "takdir", bir
hayranlık duygusuydu; böylesine kişisel şeyleri, "gizli" kalması hep
gelenek olmuş, hiç su yüzüne vurulmamış şeyleri nasıl da açık açık, ülkemizde
az görülür bir yüreklilikle yazmıştı!.. "Kadının Adı Yok", edebi
değeri belki yüksek bir yapıt değildi. Ama Türk toplumunda 1980'lerin kentli
(kentsoylu) kadınının bir kimlik haykırışına, bir özgürlük manifestosuna
dönüştüğü sanırım kolayca söylenebilirdi.
Kitabın
fılminin de yapılması kaçınılmazdı. Ve bu filmi, 1980''lerdeki "kadın filmleri"nin
öncülüğünü (büyük bir keyifle) yüklenmiş, bir "kadın yönetmeni"
olduğu konusundaki açık gizli söylentilerin (belki de kendisi tarafından)
yayılmasına üstü kapalı bir sevinç tepkisi göstermiş Atıf Yılmaz'ın yönetmesi
ve belki de kadın oyuncularımızın arasında en "feminist"i olan Hale
Soygazi'nin başrolü oynaması da kaçınılmazdı.
"Kadının Adı Yok"
ne yazık ki, tüm beklentilere karşın başarılı bir film değil.. Kitabın tüm
erdemleri, tüm ilginç ve güçlü yanları perdeye nedense bir türlü geçmemiş. Buna
karşılık, kitabın tüm zaafları, eksikleri ve kusurları perdede sanki büyüteçten
geçmişcesine kocaman duruyor... Filmin başlangıç bölümleri, aslında oldukça
umut veriyor. Hayatının belli bir noktasına gelmiş olan "kadın" (ki
filmde artık adı vardır: Işık), anılarını yazmakta, bu arada geçmişi
anmaktadır. Atıf Yılmaz, bugünle geçmiş arasında çok hafif bir köprü kurmuş,
yumuşak bir geçiş sağlamış gibidir. Özellikle çocukluk ve ilk gençlik
bölümleri, gerek ele alınan temaların, gerek kullanılan terminolojinin (aybaşı,
adet görme, kızlık zarı, meme "çük" vs.) sinemamız için yeniliği
açısından olsun, oldukça ilginç gözükür. Çocukluktan yeni yetmeliğe, oradan da
genç kızlığa geçiş, bir kaç sahneyle ustaca verilmiş, Hale Soygazi'nin
fiziğinin genç kızlık dönemine uygunluğunun da yardımıyla, olaylar artık
günümüze gelip dayanmıştır ...
Ne var ki
bundan sonrası bir türlü beklenen Atıf Yılmaz ustalığına erişemiyor. Psikolojik
bir roman olmayan, zaten klasik anlamda bir roman da olmayan Duygu Asena'nın
yapıtında oldukça şematik biçimde, bir kaç çizgiyle verilmiş ancak anlatımın genel
yapısı içinde okuru yadırgatmayan tipler (özellikle erkek tipleri), film de bir
türlü yaşamıyor, nefes alamıyorlar. Ne Erhan, ne Gürkan, ne Mehmet, ne
"koltuk değnekli adam" birer figür, birer yüz olmayı aşıp yaşayan
kişiliklere dönüşemiyor. Ekonomik açı-dan oldukça rahat bir çevrede geçen,
herkesin bir araba sahibi olduğu, gerçek anlamda geçim sıkıntısı"
sorunlarının bulunmadığı filmde, erkeklerin sonuçta Türkiye ortalamasına göre
oldukça "nazik" davrandığı, kendilerini "boynuzlamasına"
bile, ister koca, ister sevgili olsunlar rıza gösterdiği, "el bebek gül bebek" davranılan Kadın'ın, tüm
bunlara karşın yine de "kişiliğini bulmak", erkeklerle
"eşit" olarak "özgürce" yaşamak çabası, kitapta
inandırıcıyken, filmde nedense aşırı, haksız, fantezi bir çaba düzeyine iniyor.
Kitabın önemli bir bölümü
olan, Kadın'ın iş arkadaşı Mehmet'le yaşadığı sevgi ve dolayısıyla Mehmet ve
karısıyla kurduğu üçlü dostluk, bu garip, ama ilginç ilişki, filmde nedense bir
Fransız bulvar komedisi düzeyine iniyor', seyirci tarafından kahkahalarla
karşılanıyor... Herhalde filmin yaratıcılarının hiç de amaçlamadıkları bir
şey!.. Ve final öncesine konan apartman yöneticisiyle tartışma sahnesi,
Kadın'ın sonsal amacının neredeyse yalnızca Babası onu bir kız okuluna
gönderiyor. Giriş çıkışlarında erkeklerle karşılaşmamasına dikkat ediyor.
Bahçelerine gelen ve kızının arkadaşları olan erkekleri kızını rezil edercesine
kovuyor. Bu çocuklarında, kızın babasını haklı çıkaracak şekilde davranışları
var. Büyümelerinin verdiği hislerle kızlara daha o yaşlarda yanlış
davranışlarda bulunuyorlar. Bu kız ise bütün bunlara karşı, kendi içinde
çaresizliğiyle isyan ediyor.
Annesinin ekonomik
özgürlüğünün olmamasından ve onunda bir kadın olmasın-dan dolayı, babasının
takındığı tavırlara karşı ses çıkarmamasına üzülüyor. Annesi birçok kadının
evlilikleri boyunca yaşadıkları sıkıntıların sanki bir sembolüydü. Bu kızın
sevdiği veya sevdiğini sandığı erkek arkadaşları oluyor. Mehmet, Erkan, Okyay.
Hepsiyle ayrı birer duygu karmaşası içerisinde. Bu insanlarla yaşadığı diyaloglarda
onları yani erkekleri tanı-maya çalışıyor.
Kendisi ve
kız kardeşi babalarının,onların başarılarını kabullenmemesine rağmen
üniversiteye gidiyor. Farklı mekan, farklı yüzler, farklı duygular…Orada Gürkan
diye biriyle tanışıyor. Eski aşkları gibi. Ama sonu evlilik. Gürkan bu evlilik
süresince karısını yanında bir süs köpeği gibi gezdiriyor. Ona kendi
zenginliğinin sembolü olduğuna inandığı hediyeler,takılar alıyor. Ama bu kadın
bunların hiç birinden memnun değil. Bir işe giriyor. İyi bir iş. Hatta bu işte
bile bir kadına süs gözüyle bakıyorlar.Oradaki erkeklere göre ise kadınlar
bulunulan ortamın süsüdür!
Zamanla evdeki eşitsizliğin
büyümesinden dolayı aralarında ki duygusal bağ zayıflıyor. Artık hiçbir şey
eskisi gibi değil. Gürkan çocuk istemiyor. Bunun bedelini ise bu kadın çocuğunu
aldırarak ödüyor ve evlilik içerisindeki olumsuzluklar yaşanılan güzellikleri
örterek devam ediyor. Sonunda bu evlilik bitiyor. Sonra hayatında bir başkası
oluyor, sonra bir başkası…Çalıştığı işte ise kendisi bir kadın olmasına rağmen
başarabilecek birçok şeyin olduğunu kanıtlarcasına yükseliyor. Yine
ilişkilerinde, çevresinde ve işinde güçlü olabilmek için savaşıyor.
Sonunda ise
mutluluğu başka birisinde onu gerçekten bir kadın değil de, bir birey olarak gören
Aydın’da buluyor. Onu dostu, sevgilisi, mutluluk kaynağı olarak görüyor.
Verdiği onca mücadeleden sonra hak ettiğine inandığı bir i. aşk bu. Aydın da bu
kadın gibi işinde oldukça başarılı bir insan ve işi için Amerika’ya gitmesi
gerek. Ama ilişkileri o kadar güzel ki bu mecburi ayrılık onları birbirlerine
daha yakın hissettiriyor. Ve sevgileri uzakta da olsalar büyümeye devam ediyor.
(Kyn: BURÇİN SUCU – www.turkdili.com.edu.tr)
► Bu ülkeden bir kadın
geçti...Öyle bir kadın ki, ne erkek düşmanlığı kaldı, ne de feministliği. Ama o
bunlara aldırmadı, tek amacı Türk toplumunda kendini bulamamış kadınlara
yazarak ulaşmak, onları bir anlamda eğitmekti. Kadının Adı Yok, roman formunda
eğitici bir kitap. Bir genç kızın hayattaki duruşunu, masumiyetini, aşklarını,
acılarını anlatıyor. Bu kız, herhangi birimiz aslında. O yüzden adı yok, o
yüzden bu kadar içten.
Duygu Asena, gerek kitapları
gerekse köşe yazılarıyla, sonuna kadar kadın-erkek eşitliğini savundu.
Kadınların da erkekler kadar özgür olduğunu anlattı. Türkiye'de tabu olmuş bir
çok konuyu, tekrar tekrar işleyerek aslında erkeğin doğasında olduğu kadar
kadının da doğasında olduğunu hatırlattı hepimize. Feministliği erkek
düşmanlığı olarak algıladı bazı kesimler. Onların cahillikleriyle de başa
çıktı. Feminizmin ne demek olduğunu her fırsatta dile getirdiği Asena, 1946
yılında, Atatürk'ü yaveri olan ve dönemin CHP milletvekili Ali Şevket
Öndersev'in torunu olarak, İstanbul'da dünyaya geldi. Lisans öğrenimini
İstan-bul Üniversitesi Pedagoji bölümünde tamamlayan yazar, öncelikle bu alanda
çalışmaya başladı.
Gazetedeki
ilk yazısı 1972 yılında Hürriyet'in Kelebek ekinde yayınlandı. Ardından ilk
romanı olan "Kadının Adı Yok" ile adını duyurdu. 1988 yılında
müstehcen bulunan kitap yasaklandı, uzun süren davaların ardından tekrar
yayınlanan romanın yönetmen Atıf Yılmaz tarafından filmi çekildi. Asena, 30
Temmuz 2006 tarihinde beyin tümörü nedeniyle tedavi gördüğü Amerikan
Hastanesi'nde hayata gözlerini yumdu.
Bir kısmınız, belki de ne
yaptığını sorgulu-yordur Asena'nın. Evet, günümüzde hala özellikle Anadolu'da
töre için namus cinayetleri işleniyor. Hala kadınlar ezik, hatta 2. sınıf
vatandaş. Bazı yörelerde yok sayılıyorlar, söz hakları bile yok. Evet, Türkiye
İstanbul'dan ve batı kesiminden de ibaret değil. Ancak o; daha düne kadar
örümcek kafalı olan kadın ya da erkek fark etmez, bir kişinin bile fikrini
değiştirebildiyse, bu da büyük başarıdır. Roma'nın da bir günde kurulmadığını
düşünürsek, kökten bir değişimin Türkiye için gerçekleşmesi, bir insanın ortalama
ömründen daha uzun süreceği kesin. Ama yetişen gerçek aydınlarımız sayesinde,
bu süreç başladı ve devam ediyor.
Ölümünün 1. yıldönümünde,
onu anlayan ve hayranlık duyan bir hemcinsi olarak, Duygu Asena'yı özlemle
anıyorum. Yeni kuşak Türk kadını onun sayesinde artık gerçekten ayakları
üzerinde durabiliyor. Eminim yapacağı ya da yazacağı daha pek çok şey vardı.
Ancak şimdi onun izinden giden kadın gazeteciler ile yazarlara baktığım zaman,
amacına ulaşmış olmanın huzuruyla, yukarıdan bir tebessümle bizi izlediğini
biliyorum... (Kyn: tr.wikipedia.org)
v Kadının adı yok, bütün dünya
kadınlarının durumunu ifade eden kısa ama çok büyük bir cümle. Duygu Asena
imzalı bir kitap olarak önümüze çıktığı gün pek de kıymetini bilememiştik. 20
yıl ön-ceydi... Duygu ile birlikte Gelişim Yayınları'nda çalışıyorduk. Bir gün
Ercan Arıklı hepimize nispet vermek istercesine elin-de pembe kapaklı bir
kitapla gelmişti. Üzerinde 'Kadının Adı Yok' Duygu Asena yazıyordu. Ercan bey
biz Nokta'cılara, yani Ayşim Alpman'a, Ayşenur Aslan'a, Tuğrul Eryılmaz'a,
Güldal Kızıldemir'e, Haluk Şahin'e, Hilmi Yavuz'a, Gülay Göktürk'e, Dürrin
Ababay'a, Neyyire Özkan'a, Nadire Mater'e şöyle demişti: "Kıskanacaksınız,
Duygu ilk kitabını yaz-dı ve bu kitap çok satacak." Kadınca dergisi için
sabahtan akşama kadar masasında çalışan Duygu ne zaman vakit bulmuş da kitap
yazmış diye hepimiz ikirciklenmiştik. Hatta Hilmi Yavuz, kapaktaki Duygu Asena
ismi 'sahte mi' diye tırnağıyla kazıma denemesine bile girişmişti. Keşke ilk
andan kıskansaydık Duygu'yu. Bizler daha ziyade kitabı, "kadınlara mahsus
hafif bir anı kitap kategorisinde" sayıp çok da önemsememiştik. Halbuki
bir femi-nist manifesto yazmıştı Duygu.
Bizler durumu yavaş yavaş
kavrayacaktık. 'Kadının Adı Yok' çıktığı günlerde kadın hakları kavgası
verenlerimiz, acaba bu kitaba daha farklı mı yaklaşmışlardı? Kitaptaki kadın
bakış açısını irdeleyen yazılar yazmışlar mıydı? Bu sorunun yanıtı için
arşivlere girmedim. Zira kitabın çıktığı yıllarda Duygu'nun manifestosunu
ciddiye alıp yorumlayanların sayısı hiç kalabalık değildi. Kız kardeşi İnci
Asena'ya da sordum, o da aynı şeyi söyledi. Duygu için ölümünün ardından AKM'de
düzenlediğimiz uğurlama töreninde Şirin Tekeli, "Kadının Adı Yok bir
feminist manifestoydu" değerlendirmesini yapınca pek çoğumuz "Ne iyi
etti de bu değerlendirmeyi yaptı" diye düşünmekten kendimizi alamadık. Bir
usta, bir başka ustayı onaylıyordu yüzlerce kişinin önünde. Duygu sarı güllerle
bezenmiş tabutunun içinde sahnede yatıyordu. Aramızdayken onu mahrum ettiğimiz bu
saptamayı, ne yazık ki duymuyordu.